
Mersin Milletvekilimiz Dengir Mir Mehmet Fırat, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
Türkiye Parlamento tarihine baktığımız zaman da bütçe görüşmelerinin bugünkü gibi çok layüsel bir şekilde değerlendirildiğini zannetmiyorum. Bu çok önemli yasa ve bugün Meclis sıraları bomboş. Çok iyi hatırlıyorum, 12 Eylül 1980 öncesi meclislerinde en önemli günlerden birisi bütçe görüşmelerinin başladığı gündü ve genelde bir ay sürüyordu.
Bütçeler devletin, milletin DNA'sıdır
Bütün Türkiye radyolarının başında bu konuşmaları dinlerdi. Bu konuşmalar minimum beş saat sürerdi kişi başı. Bir Demirel, arkasından bir Erbakan ve diğer liderler beşer saat ama nezahet ve nezaket içerisinde ve bir nevi siyaset dersi verircesine saatlerce konuşurlardı. Ve bu sıralar tamamen dolu olurdu, hiçbir zaman da bir ay boyunca bu sıralar boşalmazdı. O gün milletvekillerinin danışmanı yoktu, konuşma hazırlanmazdı; her milletvekili bizatihi kendisi şu arkada bulunan kütüphanede aylarca çalışarak konuşmalarını hazırlarlardı. Çünkü bütçeler devletin, milletin DNA'sıdır. Siyasetin hangi yönde ilerlediğinin, ekonominin hangi yönde gittiğinin bu yasaya bakarak çözümlemesi mümkündür.
Çocuklara grup toplantıları seyrettirilmemeli
Milletvekillerinin siyaset öğretisi bu Meclis’te yapılırdı. Deneyimi olanlar kendisinden sonra gelmiş olan milletvekili arkadaşlara nasıl hazırlanacağını, bütçenin nasıl inceleneceğini çok rahat gösterirlerdi. Ancak o hale geldik ki özellikle 1980 sonrasında, daha önce tamamen halka kapalı olan, basına kapalı olan grup toplantıları birer seçim arenası hâline çevrildi. Artık çocukların dahi dinlememesi, seyretmemesi için kırmızı işaretin, noktanın mutlaka konulması gerekir.
Toplumun hakikaten DNA'sını bozmak durumunda kaldık. Yani düşünebiliyor musunuz, bazı istatistikler aslında toplumun ne hâlde olduğunu gösteriyor. 2008 yılında 17 milyon kutu antidepresan kullanıldığı halde, 2011 yılında bu 41 milyona çıkmış. Vatandaşımız ne hâlde. Yani böylesine bir toplum yarattık kısa sürede. Birbirimize karşı olan sevgi ve saygıyı maalesef siyaset adına yok ettik.
Bu Parlamentoda Adalet Partisi iktidar olduğu bir dönemde kendi partisinin milletvekillerinin bütçeyi reddetmesi üzerine iktidardan düşmüştür. Rahmetli Demirel de şunu söylerdi her zaman: "Adalet Partisinin düşüş süreci o Meclis günü başlamıştır."
Bu toplumun mesulleri bizleriz
Toplumun da büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu görüyoruz. Yani biraz önce vermiş olduğum antidepresan sayısı ve bunun yanında her 5 evlilikten 1'inin boşanmayla neticelenmekte olması bu toplumun belli sıkıntılarının olduğunu göstermektedir. Bunun yanında, suç oranı hakikaten giderek artmakta. 2002 yılında 60 bin olan hükümlü ve tutuklu sayısı 2015'te -15 Temmuz öncesinde- 180 bini bulmuştur.
Bugün en çok övündüğünüz şeylerden bir tanesi de gelecek yıl 45 tane yeni cezaevinin hizmete gireceği sözüdür. Kadınlara karşı yapılan saldırılar neredeyse yüzde 1.400 artmıştır. Bu arada, özellikle nefret suçu içeren köşe yazılarında ise neredeyse yüzde 140 artış olmuştur. Böylesine bir toplumla karşı karşıyayız. Bana göre bu toplumun mesulleri de yine bizleriz.
Herhalde Sayın Cumhurbaşkanı biliyordur
Bir yerde insan aklıyla, insan zekasıyla yöneticilerimiz alay ediyorlar gibi. Sayın Cumhurbaşkanı Yunanistan'a gitti, özellikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş anlaşmasının yenilenmesi gerektiğini söyledi. Ben biliyorum ki Sayın Cumhurbaşkanı Lozan Anlaşması'nın yalnız Türkiye ile Yunanistan arasında yapılmadığını biliyordur. Bir yanda Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri ile diğer yanda Türkiye vardı. Dolayısıyla yalnız Yunanistan'ın veya Türkiye'nin "Evet" demesiyle bu anlaşmanın değişmeyeceğini biliyordur.
Yunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kayyum atanan belediyeleri sorsaydı ne derdi?
Özellikle Batı Trakya'da müftünün Lozan Anlaşması'na göre seçimle gelmesi gerekirken atanarak geldiğini söyledi. Haklıydı çünkü Lozan Anlaşması'nda böyle bir hüküm vardı. Ama peki, orada Yunan Cumhurbaşkanı kalkıp sorsaydı "Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Dostumuz, siz hakikaten Batı Trakya'da müftünün seçimle gelmesini istiyorsunuz. Sizin ülkenizde yüzlerce belediye başkanı yasalara aykırı olarak, yasalardaki prosedüre uygun olmayarak görevden alınabiliyor. Müftünün seçimle gelmesini istiyorsunuz da peki, kendi ülkenizdeki yasaya aykırı bu şeye ne diyorsunuz" deseydi acaba ne cevap verilebilirdi?
Birileriyle diplomatik ilişki kesilmesi gerekiyorsa bu ABD’dir
Bir yandan da gücümüz yetene efelenebiliyoruz. Kudüs'ün İsrail'in başkenti olması yeni bir sorun değil, İsrail tarafından 30 yıl önce alınan bir karar. Yeni olan hadise, Amerika Birleşik Devletleri'nin kendi büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşımasıdır. Peki, ne tepki veriyoruz? "İsrail'le diplomatik ilişkimizi keseriz." Diplomatik ilişki kesilecek olan İsrail değil, 30 yıl önceydi o. Bugünkü olay Amerika Birleşik Devletleri'yle. Eğer hakikaten birileriyle diplomatik ilişki kesilmesi gerekiyorsa bu Amerika Birleşik Devletleri'dir. Fakat nedense ona herhalde fazla gücümüz yetmiyor, onun için öbürüne dönüyoruz. Bunlar toplumun kabul edemeyeceği şeyler.
Çocuklarımızın geleceği ipotek altına alınıyor
Tabii, Sayın Başbakan, haklı olarak iktidarın yapmış olduğu köprüleri, yolları, havaalanlarını dün burada ballandıra ballandıra anlattı. Doğruydu da hakikaten dünya çapında birçok büyük köprü yapıldı, işte üçüncü havaalanı yapılıyor. Fakat unutulmaması, gözden kaçırılmaması gereken şey, geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği ipotek altına alınıyor.
Türkiye'de "milli" kapitülasyon devrine giriyoruz
Evet, Osmanlı İmparatorluğu kapitülasyonlarla karşı karşıyaydı. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğunda bundan, kapitülasyonlardan kurtulduk. Bu kapitülasyonlar gayrimillîydi ancak şunu göz önünde bulundurmamız lazım ki Türkiye'de yeniden bir kapitülasyonlar devrine giriyoruz ama bir farkla; bu, millî kapitülasyon çünkü hastanelerimizi yapanlar Türk müteahhitler ama kredi aldıkları kurumlar tabii ki dış ülkeler. Dolayısıyla millî artı gayrımilli bir kapitülasyonla karşı karşıyayız.
12 Aralık 2017