Erdoğana cevap veren Günay: Arkadaşlarımızın özgürleşmesini, toplumun sizden kurtulmasını biz sağlayacağız

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Günay şöyle konuştu: 

Yahudi halkı Hanuka Bayramını kutluyor. Biz de Yahudi halkının ve bütün inançların bayramını kutluyor, yaktıkları her mumun dünyamızı barışla adınlatmasını diliyoruz. Dün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'ydü. Mandela, “İnsan haklarını inkar etmek, insanlığa meydan okumaktır” diyor. Ne yazık ki Türkiye İnsan Hakları Günü’nü iktidarın topluma karşı sistematik hale gelen saldırıları ve ağır bir insan hakları ihlali tablosu altında karşılıyor. AKP-MHP bloğu insan haklarını katlederek insanlığa, demokrasiye, özgürlük değerlerine meydan okuyor. OHAL ve KHK rejimi ile, cezasızlık dosyaları, işkence, infaz, kayyumlarla insanlığa meydan okuyor. Tutuklamalar, ihraç ve hasta tutsakları kaderine terk ederek insanlığa meydan okuyor. Eşit, özgür ve kardeşçe bir yaşamın temeli insan haklarıdır. İktidar bu temel hakkı ayaklar altına almıştır. Evrensel insan haklarının yok sayıldığı, ihlal edildiği, insanların helikopterlerden atıldığı, siyasetçilerin, gazetecilerin, aydınların tutuklandığı, mezarlıkların tahrip edildiği, annelere çocuklarının cenazelerinin kargo yoluyla gönderildiği bir dönemden geçiyoruz. 

3 bin 695 kişi tutuklandı 

AKP’nin yarattığı bu karanlık tabloya kısaca bakalım; partimizin verilerine göre 24 Haziran 2015’ten beri sadece partimize karşı yürütülen siyasi soykırım operasyonlarında eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, il-ilçe eş başkanlarımız, yöneticilerimiz, üyelerimizin de aralarında olduğu 16 bin 490 kişi gözaltına alındı, 3 bin 695 kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında 93 il eş başkanımız, 194 HDP ilçe eş başkanımız, 18 milletvekilimiz, 23 MYK, 21 PM üyemiz, 800'ü aşkın il ve ilçe yöneticimiz bulunuyor. Halen 7 milletvekilimiz ve 15 MYK üyemiz rehindir. 13 milletvekilimizin bu zaman zarfında milletvekilliği düşürülmüştür. Sadece 19 Ağustos 2019’dan bu yana, 3’ü büyükşehir, 5’i il, 33’ü ilçe, 7’si belde belediyesi olmak üzere toplam 48 belediyemiz kayyım darbesiyle gasp edildi. 37 belediye eşbaşkanımız hukuksuz bir şekilde tutuklandı. Halen 18 Belediye eşbaşkanımız rehin tutulurken, 7 belediye eşbaşkanımıza ev hapsi verildi. 82 belediye meclis üyemiz görevden uzaklaştırıldı, 119 belediye meclis üyemiz gözaltına alındı, 2’si tutuklandı.

Kent ablukaları en büyük vahşet tablosu olarak tarihe geçti

İnsan hakları ihlalinin en büyüğü ablukalar sürecinde yaşandı. 14 Aralık kent ablukalarında yaşanan insani, kültürel ve sosyal yıkımın üzerinden 5 yıl geçti. 11 il ve 49 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağı adı altında uygulamaya konulan kent ablukaları dönemi, bu toprakların tarihindeki en büyük hukuksuzluklar, insan hakları ihlalleri ve vahşet tablolarından biri olarak tarihe geçti. Şırnak, Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, İdil ve Dargeçit ilçelerinde aylarca süren ablukaların üzerinden beş yıl geçmesine rağmen işlenen ağır suçlar ilgili açılan davaların hiçbirinde bir ilerleme sağlanamadı, çoğu dava takipsizlikle sonuçlandı, birçok aile cenazesine bile ulaşamadı. Yargı, yaşanan yıkım ve vahşetin üzerini örtmeye çalışıyor her zamanki gibi. 

Erdoğan bir kez daha yargıya talimat verdi

İşte bu tablo partimize, halkımıza, seçmenlerimize Türkiye toplumuna karşı yapılmış açık bir siyasi darbenin tablosudur. Bu tablo darbeci bir kliğin demokrasiye, insan haklarına, hukuka karşı açık şekilde savaş ilan etmesidir. Hedef partimiz ve demokrasi güçleridir ama zararını bütün Türkiye yaşıyor.  Bu tablo iktidarın demokrasiye, insan haklarına, hukuka karşı meydan okumasıdır. Daha dün Erdoğan bu meydan okumayı bir kez daha tekrarladı. Erdoğan, önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın ve rehin arkadaşlarımızın içeride tutulması için bir kez daha yargıya talimat verdi. “Demirtaş’ın hakkını koruyacak değiliz, yargımız Demirtaş’a böyle bir imkân tanımaz. Tahliyesinin asla önünün açılmasına yol vermeyiz” diyerek Demirtaş’ı ve binlerce HDP’linin bizzat kendisinin talimatıyla içeride tutulduğunu bir kez daha itiraf etti.

Arkadaşlarımız Erdoğan siyasi kararıyla içerde tutuluyor

Biz de tam olarak bunu söylüyoruz, arkadaşlarımız, partililerimiz yargı kararlarıyla değil, Erdoğan’ın, Saray'ın siyasi kararlarıyla içeride rehin tutuluyor diyoruz. Erdoğan işte bu gerçeği itiraf ediyor. Zaten hiç gizlemedi bunu, daha dün AİHM kararı sonrası “Karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” dediğinde yargıya talimat veriyordu bugün de yargıya talimat veriyor. Biz de diyoruz ki, arkadaşlarımızın özgürleşmesinin de toplumun sizden kurtulmasının yolunu da size rağmen mücadelemizle biz açacağız. Size rağmen bu ülkeyi bizler özgürleştireceğiz. Sizlere rağmen bu ülkeye barış ve demokrasi getireceğiz.

Çıkış yolu Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin son bulmasıdır

Bu karanlık tablonun sebebi savaş politikalarıdır, tecrit siyasetidir. Türkiye’nin bu noktaya sürüklenmesinin başlangıcı çözüm sürecinin bitirildiği 2015’tir. 22 yıldır ağır bir tecrit altında tutulan Sayın Abdullah Öcalan, 2013-2015 yılları arasında çözüm ve demokratik müzakerelerin Türkiye’yi nasıl refaha ve huzura kavuşturacağını gösterdi. O dönem bize “Çözüm sürecinin ancak filmini yapabilirsiniz" diyenler son 5 yıldır ülkeyi korku filmi senaryosuyla yönetiyorlar. Buradan çıkış yolu Sayın Öcalan üzerindeki tecridin son bulmasıdır, sorunları diyalog ve müzakere yoluyla çözmektir. Bu karanlık tabloya son vermenin yolu, baskı ve saldırı kime karşı gelişirse gelişsin karşı çıkmaktır. İşte bu çözüm için cezaevleri, başta tecridin sona ermesi için yeniden açlık grevine başladılar. Şunu açıkça ifade ediyoruz, açlık grevine giren tutsakların çözüm talebi talebimizdir, bu talepler karşılanıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz. Türkiye’nin bu talepleri karşılamaktan başka şansı yok, başka yolu yok. 

Dün olduğu gibi bugün de direnişi ve mücadeleyi yükseltiyoruz

Eğer bu çözüm koşullarını yaratamaz, Türkiye’nin bu durumdan çıkarmanın yollarını bulamazsak bu ülkenin çöküşünde hepimiz sorumluluk sahibi oluruz. Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin yüzüne bakamayız. Hepimiz ağır bir sorumluluk ve vebal altındayız. Bu yok oluşu ve ülkenin uçuruma sürüklenişini izleyemeyiz. Bu sorumlulukla hareket ediyoruz dün olduğu gibi bugün de direnişi ve mücadeleyi yükseltiyoruz. Değiştirecek gücümüz, yarına dair umudumuz, kazanacağımıza ilişkin inancımız var.

Devletin ve sivil ayaklarının sürdürdüğü köklü ve sistematik bir ırkçılık var

Eğer bu koşulları yaratamazsak ırkçılık daha da derinleşir, bu ülkede insanlar bir birinin yüzüne bakamaz. En son Başakşehir - Paris Saint Germain (PSG) maçında yaşanan ırkçı saldırı üzerinden, samimiyetsiz, riyakar açıklamalarda bulunanlara “önce evinizin içine bakın, önce yaptıklarınızla yüzleşin” diyoruz. Türkiye'de devletin kurumları ve sivil ayakları ile sürdürdüğü köklü bir sistematik ırkçılık var. Kiliselere, cemevlerine saldıran, sosyal medyadan Kürtlere, Ermenilere, Yahudilere ölüm çağrıları yapan hiç kimse ırkçılıktan ceza almadı. Bizzat iktidar sözcüleri tarafından nefret suçları rutin şekilde işleniyor. Türkiye'de yaşayan halklar ve inançların yıllardır yaşadığı katledilme, yakılma, yok sayılma, dillerinin kültürlerinin yasaklanması, en temel hakların tanınmaması ırkçılıktır. Amedspor, Cizrespor’un yaşadıkları ırkçı saldırıların dünyada eşi benzeri yok. Bütün bunlara tek söz söylemeyen hatta ırkçılığı besleyenlerin Başakşehir maçı sonrasında tutumları iki yüzlücedir, utanç vericidir. Biz bu ülkedeki ırkçılığa da Paris’teki ırkçılığa da aynı hassasiyetle karşı çıkıyoruz. O yüzden enternasyonalist mücadeleyi yükseltiyoruz.

İçerde ömrünü uzatmaya çalışan AKP dış politikada sıfırı tüketti

Ülke içinde tek adam rejimi kurup her şeyi kendisine bağlayanlar, dış politikada ise ülkeyi dışa bağımlı hale getirdi. İçeride de dışarıda da savaş politikasıyla ömrünü uzatmaya çalışan AKP dış politikada da sıfırı tüketti, dünya açısından kriz üreten pozisyondadır. Bir taraftan ABD ile S-400’ler başta olmak üzere birçok alanda sorunlar yaşarken öte yandan AB ile başta Doğu Akdeniz, mülteciler gibi temel konularda ciddi ayrışmalar yaşıyor. Düne kadar içerideki baskıcı yönetimini sürdürmek için dış güçlere sırtını dayayan AKP, bu politikasını değiştirmeden, aynı zamanda her alanda düşman yaratarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. Avrupa Birliği ve uluslararası güçlerin AKP ile çıkar ilişkileri çerçevesinde yürüttükleri pazarlık siyasetinin de artık sürdürülebilir bir tarafı yok. Türkiye toplumu çözüm beklerken, halkı “sahte reform söylemleriyle” oyalamak isteyen AKP-MHP ittifakı kendi çıkarları uğruna dış politikada saldırgan, tehditkar bir yolu Türkiye halklarına dayatıyor. Bunun sonucunda geçtiğimiz gün Türkiye’ye yaptırım kararı, ABD Temsilciler Meclisi’nden geçti. Daha önce de Senato'dan geçen yaptırım kararı Trump’ın imzalamamasıyla yürürlüğe girmemişti, fakat gelen son haberler Trump’ın yaptırım kararlarını onayladığı yönünde.

ABD ve AB’den çıkacak yaptırımların faturası halkın sırtına yüklenecektir

Yine maalesef AKP iktidarı döneminde bir ilk yaşıyoruz. ABD yaptırımları konuşurken, dün gerçekleşen AB Liderler Zirvesi’nden de aşamalı olarak Türkiye’ye yaptırım kararı haberleri geliyor. Aslında Avrupa Birliği, Türkiye’nin adım atmaması halinde Mart ayında yaptırımları genişletme eğilimdedir. Hem ABD hem de AB ülkelerinin Türkiye’ye yaptırımları ciddi bir başlık olarak gündemlerine alması Türkiye için ciddi bir durumdur. Türkiye bu durumu değiştirebilir, Mart’a kadar AB tarafından tanınmış süreyi fırsata dönüştürebilir. Bir beklentimiz yok ama atılacak adımlarla Türkiye’nin içeride ve dışarıda içine sürüklediği bu dar boğazdan çıkması mümkün olabilir. Ancak iktidar bu tablo karşısında “Ülkeyi daha ne kadar uçuruma sürükleyerek kazanç sağlayabiliriz?” anlayışı içinde ve ülkeyi ateşe verip önünde ısınmaya çalışmaktadır. Bizim iktidarın bu yıkım politikasına, iflas eden bu diplomasi anlayışına karşı tutumuz nettir: Türkiye halklarının geleceğiyle oynamaktan vazgeçin. ABD ve AB’den çıkacak olası yaptırımların faturası bütün halkın sırtına yüklenecektir. Ve herkes bu zirvelerden çıkan her türlü olumsuz kararın, yaptırım uygulamasının sorumlusunun savaşı, hukuksuzluğu, şantajı dayatan bu iktidar olduğunu biliyor. Halkların S-400 veya F-35’lere ihtiyacı yok. Tek ihtiyacımız içeride de dışarıda da barışı sağlamaktır. Zaten diplomasi bunun için vardır.

AB’yi, insan haklarını ve temel değerleri pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz

Fakat AKP, her alanı nasıl militarist politikanın zeminine dönüştürebilirim diye düşündüğü için diplomasinin de içini boşaltarak bir savaş cephesine dönüştürmüştür. Türkiye halklarının geleceği militarist dış politikayla değil, bölgesel ve küresel barışa vesile olacak bir anlayışla gerçekleşecektir. İki yol var Türkiye için: Ya sorunun bir parçası olmaya devam edecek, ya da barışçıl politikalarla çözümün bir parçası olmak için çaba sarf edecek. Son olarak AB ülkelerine de söyleyecek sözümüz var. Yıllar boyunca AKP iktidarının kendi halkına yönelik izlediği anti demokratik uygulamalara göz yumarak AKP’nin insan haklarını yerle bir etmesine, saldırganlaşmasına göz yummanız hiçbir şeyi değiştirmedi. Kaygıyla izlediğiniz durum bugün sadece Türkiye’yi değil, Suriye’yi, Libya’yı, Yunanistan’ı, Ermenistan’ı sarmış durumda. Avrupa Birliği'ni insan haklarını ve demokrasiyi, temel değerleri pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. AB özgürlüklerden yana tutum almalıdır. Siyasetçilerin, insan hakları savunucuların, gazetecilerin hukuksuz bir şekilde AKP tarafından rehin tutulması ve buna göz yumulması AKP’yi bugünlere getirmiştir. Dileriz bundan sonra bu anlaşılır ve insan hakları, demokrasi gibi değerler esas alınarak bir yaklaşım sergilenir.

İnsanlar pek çok konuda olduğu gibi pandemide de kendilerine yalan söylendiğini biliyor

İyi tek bir politikadan bahsetmek mümkün değil. Pandemi süresince yaşanan sorunları hepimiz biliyoruz. Turist gelecek, AVM sahipleri, fabrika sahipleri kar yapacak diye milyonlarca insanın hayatını tehlikeye attılar. Gerçekleri söyleyen hekimleri hedef aldılar, tehdit ettiler. İşte şimdi içerisinde bulunduğumuz durum ortadadır. Pandemi sürecini başından bu yana yönetemeyen AKP-MHP iktidarı, sağlık sisteminin çökme noktasına gelmesinden sorumludur. Yoğun bakımlarda yer olmadığı için yaşamını yitiren insanlarımızın ölümünden sorumludur. İnsanlar, birçok meselede olduğu gibi pandemi konusunda da iktidarın kendilerine yalan söylediğini biliyorlar. İşte bunun için aşı açıklamalarına da ölüm rakamlarına da inanmıyorlar. 

İnsanları açlıktan mı pandemiden mi ölelim ikilemi ile karşı karşıya bıraktınız

AKP-MHP iktidarını, bu iktidarın Sağlık Bakanı'nı bir kez daha uyarıyoruz. Patronlar ve sizin çıkarlarınız insan sağlığının önünde değildir. Bir an önce sağlık meslek örgütlerinin, bizlerin uyarılarını dikkate alın. Bunu yapmadığınız sürece alınmayan önlemlerden dolayı yaşanan her ölümün sorumlusu sizlersiniz. Binlerce işçinin bir arada çalıştığı fabrikalar kapatılmadıkça, milyonlar her gün toplu taşıma araçlarında duraklarda işe gitmek zorunda kaldıkça bu sorunu çözemezsiniz. Pandemi nedeniyle işsiz bıraktığınız milyonlarca hizmet sektörü çalışanı, yüzbinlerce küçük esnaf için gerekli bütçeyi ayırmak zorundasınız. Kendi yandaşlarınıza çifter, üçer, dörder maaşlarla, bir grup yandaşınıza akıttığınız paralarla huzur, zevk ve sefa içerisinde yaşıyorsunuz. Milyonlarca insanı ise pandemi koşullarında açlığa ve sefalete mahkum ettiniz. İnsanlar açlıktan mı pandemiden mi ölelim ikilemi ile karşı karşıya bıraktınız. Bundan utanın. 

‘Asgari ücret net 4000 TL olmalıdır’ teklifimizi bir kez daha yeniliyoruz

Daha önce de belirttiğimiz üzere HDP olarak asgari ücretin net 4000 TL olması gerektiği konusunda tavrımız ve kararlılığımız sürecektir. Buna dair bütün verileri paylaştık. Enflasyon, döviz kurundaki artışlar, TL’nin yüksek değer kaybı, elektrik, doğalgaz ve temel gıda kalemlerine gelen yüzde 30’un üzerindeki zamlar zaten zorunlu bir şekilde asgari ücretin en az 4000 TL olmasını gerektirmektedir. Bizler uygulanacak zammın AKP iktidarının başarısız ve aciz ekonomi yönetimi karşısında tekrar erimemesi için teklifimizi yineliyoruz. Saraya, israfa, lükse, patronlara değil alın terinin sahibi emekçilere kaynak ayrılmasını istiyoruz. Biz sermayeye karşı emeği, eşitsizliğe karşı adaleti, yalana ve sömürüye karşı hakkı ve hukuku savunacağız. Üreten biziz, yöneten de biz ezilenler ve emekçiler olacağız.

Dixwazin Tirkiyeyê ji hemû gelan re bikin zindan

Hevalên hêja, mijareke din ya giring jî rewşa girtîgehan û çalakiya greva birçîbûnê ya girtiyên azadiyê ye.  AKP-MHP dixwazin Tirkiyeyê ji hemû gelan re bikin zindan. Duh roja mafê mirovan ya cîhanê bû. Gelê me vê rojê di bin êriş, zilm û zordariya hikûmetê de pêşwazî dike. Îro bi hezaran kes bi sedemên bêbingeh û pûç hatine girtin, ji ber fikr û ramanên xwe di girtîgehan de ne. Tirkiye di şert û mercên faşîzan de Roja Mafê Mirovan pêşwazî dike. Rewşa girtîgehan hîn girantir e û ber bi xerabûnê ve diçe. 

Em ê li hemberî vê bangewaziyê bêdeng nemînin

Ev rewşa giran û avakirina faşîzmê bi tecrîda li ser birêz Ocalan dest pê kir. Birêz Ocalan 22 sal in ji hemû mafên xwe yên rewa bêpar e. AKP li hemberî Ocalan tu hiqûq û krîterên mirovahiyê nas nake. Yasayên xwe û yên navneteweyî binpê dike. Ewil li Îmraliyê pergala neyartiyê ava kirin û piştre jî li hemberî gelê Tirkiyeyê bi kar anîn. Dixwazin îro Tirkiyeyê bikin wek girava Îmraliyê. Pergala tecrîda ku li Îmraliyê hatiye avakirin, dixwazin belavî temamî Tirkiyeyê bikin. Dixwazin Tirkiyeyê bikin girtîgeheke mezin û bêhna gelan biçikînin. Îmrali jî kirine navenda van polîtîkayan. Girtiyên azadiyê û parlementerên me yên berê niha li hemberî vê yekê derdikevin. Dixwazin ku ev rewşa kambax biguhere. Çalakiya girtîgehan bangewaziya hestiyariya civakî ye, bangewaziya daxwaza demokrasiyê ye. Girtî ji kesî qenciyekê naxwazin, daxwaza mafên rewa yên gerdûnî dikin. Daxwaza wan daxwaza me ye. Em ê li hemberî vê bangewaziyê bêdeng nemînin. Bi vê mebestê em bang li gelê xwe dikin ku ew jî hestiyar bin.

11 Aralık 2020