Eren: 2015’ten beri partimize yönelik saldırılarda 16 bin kişi gözaltına alındı, 5 bin arkadaşımız tutuklandı

Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcümüz Serhat Eren, 10 Aralık İnsan Hakları Günü vesilesiyle Genel Merkezimizde basın toplantısı düzenledi. Eren, şunları söyledi:

Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. Daha doğrusu İnsan Hakları Haftası. En temel insan haklarına saygı duyan, bunun için mücadele eden ve direnen herkesin İnsan Hakları Haftası kutlu olsun. 

10 Aralık’ı temel insan haklarının neredeyse tamamen yok edildiği koşullarda karşılıyoruz

Dünyanın pek çok ülkesinde 1948’den beri kutlanan İnsan Hakları Haftası, Türkiye’de ne yazık ki temel insan haklarında ağır ihlallerin yaşandığı, buna ilişkin raporların açıklandığı, insanların en temel hakları için ağır bedeller ödediği koşullarda karşılanıyor. Bu yıl da 10 Aralık’ı siyasi iktidarın savaş politikalarıyla ve başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarının tamamen yok edildiği bir dönemde karşılıyoruz. 

Savaş konseptiyle binlerce kişi hayatını kaybetti, yüzbinlerce insan yerinden edildi

Muhtıralar, askeri darbeler, darbeye teşebbüsler ve olağanüstü hal rejimleri ile onlarca yıl yönetilen Türkiye’de, bugün temel insan hakları AKP-MHP iktidarı tarafından özellikle 2015 yılından itibaren neredeyse tümüyle askıya alınmıştır. Irkçı ve militarist eylemlerle ülke içinde ve dışında Kürt halkına karşı yeniden uygulamaya sokulan savaş konsepti ile 2015-2022 yılları arasında binlerce kişi hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, yüzbinlerce insan yerinden edildi.

Savaş ve saldırılarda savaş suçları işleniyor

İktidarın her alanda Kürt halkına ve kazanımlarına ilişkin saldırıları kesintisiz devam ediyor. Faili herkesçe bilinen Taksim’deki bombalı saldırıyı gerekçe gösteren AKP iktidarı, Kuzey ve Doğu Suriye’de bulunan Kürt halkının yaşam alanlarına savaş uçaklarıyla yeniden saldırılar düzenliyor. Bu saldırılarda çocuklar başta olmak üzere çok sayıda insan yaşamını yitiriyor. Bu savaş ve saldırılarda sadece insan hakları ihlal edilmiyor, aynı zamanda uluslararası sözleşmelere göre savaş suçları işleniyor. 

Tecrit tarihin en ağır ve kabul edilen boyutlarına ulaşmıştır

Savaşı ve ihlalleri besleyen tecrit politikası da ağırlaştırılarak, mutlaklaştırılarak devam ediyor. 15 Şubat 1999’dan beri İmralı’da tutulan sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, tarihin en ağır ve kabul edilemez boyutlarına ulaşmıştır. 25 Mart 2021 tarihinde birkaç dakika sonra kesilen telefon görüşmesinden bugüne kadar geçen 21 ayda Sayın Öcalan ve İmralı’da tutulan Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’tan hiçbir şekilde haber alınamıyor. 2011 yılından 2019 yılına kadar, yani diyalog süreci de dahil hiçbir şekilde avukat görüşü gerçekleşmemiş; 2019 yılında ise sadece 5 defa avukat görüşü yapılabilmiştir. 2015 yılında İmralı’ya götürülen Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş ile bugüne kadar avukat görüşü yapılmamıştır.

95 avukat, 43 aile ve 43 vasinin görüş talebi yanıtsız bırakıldı

Sayın Öcalan ile 2019 yılından beri her hafta avukat, her ay aile ve vasi görüşme talepleri hapishane idaresine ve Bursa Savcılığına sunulsa da cevapsız bırakılmış, disiplin cezaları gerekçe gösterilerek avukat görüş yasağı getirildiği belirtilmiştir. 25 Mart 2021 tarihinden bugüne Bursa Savcılığına ve hapishane idaresine 95 avukat, 43 aile, 43 vasi görüşme başvurusu yapılmış ama bu talepler yanıtsız bırakılmıştır. Eş Genel Başkanlarımızın ve milletvekillerimizin Sayın Öcalan’la görüşme taleplerine Adalet Bakanlığı tarafından herhangi bir yanıt verilmemiştir. 

Öcalan’ın CPT ile görüşmemesi kaygıları derinleştirdi

CPT’nin İmralı Cezaevini 20-29 Eylül 2022 tarihinde ziyaret ettiği, CPT tarafından yapılan açıklama ile kamuoyuyla paylaşılmıştır. CPT, geri gönderme merkezlerini konu alan Türkiye ziyaretine rutin takviminde olmamasına rağmen İmralı’yı da dahil etmiştir. Avukatların CPT ile 13 Ekim 2022 tarihinde yüz yüze yaptığı görüşmede, CPT yetkilileri adada tutulanların koşullarına dair en ufak bir bilgi vermediği gibi avukatların sorularını da yanıtsız bırakmıştır. Bu durum endişelerin daha da artmasına sebep olmuştur. İmralı’daki tecrit sitemini, işkence ve kötü muamele olarak değerlendiren CPT ve Avrupa Konseyinin, bu işkencenin sona erdirilmesi için üzerine düşen sorumluluğu en kısa süre içerisinde yerine getirmesi gerekmektedir.  

Mutlak tecrit ve mutlak iletişimsizlik hali, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere ve iç hukuk mevzuatına aykırı olduğu gibi, yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere temel insan haklarının da açık ihlalidir.

İmralı’da tecrit altında olan Sayın Öcalan şahsında Türkiye’nin barış umududur

Biliyoruz ki İmralı’da tecrit altında olan sadece Sayın Öcalan değil Öcalan şahsında Türkiye’nin barış umududur, Kürt sorununda çözüm iradesidir, savaşın sona ermesine yönelik gösterilen kararlılıktır. Tecrit edilen ülkedeki temel haklar, özgürlükler ve demokrasidir. O yüzden diyoruz ki; başta Kürt sorunu olmak üzere temel toplumsal sorunların çözümünde diyalog ve müzakerenin muhatabı ve umudu olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridin bir an önce kaldırılması gerekmektedir.

İmralı tecridi bütün cezaevlerine yayıldı ve kalıcı hale getirildi

İmralı’da başlayan ve ağırlaşan tecrit, iktidar tarafından ülkedeki bütün hapishanelere yayılmış ve kalıcı hale dönüştürülmüştür. 2020 yılında İnfaz Kanununda yapılan değişiklikle çete liderleri, uyuşturucu tacirleri ve kadın katilleri bulundukları cezaevlerinden salıverilirken; 2022 yılında siyasi nedenlerle hala hapishanelerde bulunan binlerce hasta ve ağır hasta mahpusun tedavileri yapılmamakta ve Adli Tıp Kurumunun “cezaevinde kalabilir” raporlarıyla ölüme mahkum edilmektedir.

Cezaevlerindeki her ölümden iktidar ve devlet sorumludur

Cezaevlerinde son bir yıl içerisinde, özellikle sağlığa erişim hakkının engellenmesi sonucu 74 tutsak yaşamını yitirmiştir. Daha dün Şırnak T Tipi Kapalı Cezaevinde tutulan kanser hastası 26 yaşındaki Emre Abalak yaşamını yitirdi. Abalak’ın düşerek hayatını kaybettiği ileri sürülse de bugüne kadar cezaevinde yaşanan hiçbir ölümün doğal ölüm olmadığını biliyoruz. Tutsakların yaşam hakkından devlet ve iktidar sorumludur.

Hapishanelerde son dönemlerde yaşamını yitiren mahpusların önemli bir çoğunluğunu hasta mahpuslar oluşturmaktadır. Hasta mahpusların tedavi edilmemeleri, hastane sevklerinin gerçekleşmemesi, ağız içi arama yahut kelepçeyle muayene yöntemleri gibi gayri insani yaklaşımların dayatılması, ilaç ve tedavi süreçlerinin aksatılması ve hastanede yatarak tedavi olması gereken mahpusların bu ihtiyaçlarının karşılanmaması bu ölümlerin temel nedenidir.

Cezaevlerindeki şüpheli ölümlerin üzeri örtülüyor, soruşturmalar cezasızlıkla sonuçlanıyor

Yine hapishanelerdeki yaşam hakkı ihlallerinin birçoğu mahpuslar tekli hücrelerde tutulurken gerçekleşmiş, ilgili hapishane idareleri ve bazen savcılıklar tarafından bu şüpheli ölümler alelacele intihar olarak açıklanmıştır. Bir kısmı hakkında yapılan şikayetlerle başlayan soruşturma dosyalarında ilk iş olarak gizlilik kararı alınmış ve kısa süre içinde soruşturmalar takipsizlik kararlaryla sonuçlandırılmıştır.

1 yıl önce intihar ettiği iddia edilen Garibe Gezer’in işkenceyle yerde sürüklenerek tekli hücreye götürüldüğü görüntüler basında yer almış ve en başından itibaren bu görüntüler savcılık soruşturma dosyasında olmasına rağmen Garibe’nin ölümü etkili bir soruşturmayla araştırılmak yerine apar topar bir kararla ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 

İşkence cezaevlerinin rutini hale geldi

Cezaevlerinde yaşanan ihlaller sadece sağlık hakkının engellenmesi ile sınırlı değildir. İdare ve gözlem kurulu heyetlerinin keyfi kararlarıyla koşullu salıverilme hakkının engellenmesi; darp, tehdit, işkence, tek kişilik hücre ve süngerli hücre tecridi, çıplak arama, disiplin cezalarının keyfi bir biçimde uygulanması, kitap ve yayınların verilmemesi ve toplatılması, keyfi ve sık yaşanan koğuş baskınları, mahpusların yıllarca emek verdiği kitap çalışmalarına el konulması, ortak sohbet hakkı, spor ve kültürel faaliyetlerin kısıtlanması, yemeklerin kötü olması, kaloriferlerin yanmaması, anneleri ile birlikte cezaevinde kalan çocukların ihtiyaçlarının gözetilmemesi, kantin fiyatlarının fahiş olması, hijyen malzemelerine ulaşmanın zorluğu, havalandırmaların tel örgülerle kapatılması, ailelerinden kilometrelerce uzak cezaevlerine sürgün edilmeleri tüm cezaevlerinin rutini haline gelmiştir.

Cezasızlık suç işlenmesini teşvik ediyor

AKP-MHP iktidarı ve bağlı yargının cezasızlık politikası da hak ve özgürlüklerin gelişmesinde en önemli engeldir. Toplumsal olaylarda faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, açılan davalarda daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, gerçek faillerin, azmettirenlerin, devlet içi organizasyonların ortaya çıkarılmaması, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da basit cezalarla geçiştirme ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu suç işlenmesini teşvik eden temel unsurlardan biridir. Cezasızlık başta hükümet ve devlet yetkililerinin söylemleriyle güçlendirilmekte, tüm AİHM içtihatlarına rağmen yargı görevlilerinin kararlarıyla da sürdürülmektedir. 

Türkiye Hukukun Üstünlüğü Endeksinde Zambiya, Kenya ve Rusya’nın bile gerisinde

Ülkeleri hukuk alanında değerlendirerek hukukun üstünlüğünün tesisini amaçlayan Hukukun Üstünlüğü Endeksi, 44 alt faktör ve 8 ana başlıkta ülkeleri sıralamaktadır. Hükümet Yetkilerinin Kısıtlanması, Yolsuzlukla Mücadele, Yönetim Şeffaflığı, Temel Haklar ve Özgürlükler, Düzen ve Güvenlik, İdari Yaptırımlar, Hukuk Mahkemelerinde Adalet ve Ceza Mahkemelerinde Adalet başlıklarını esas alarak yapılan araştırmalar neticesinde Türkiye, 2022 yılında Hukukun üstünlüğü Endeksinde 140 ülke arasında 116. sırada yer almıştır.

Ulusal ve uluslararası mevzuatı tanımayan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulatmayan bir iktidarın Zambiya, Kenya, Lübnan, Rusya ve Nijer gibi ülkelerin dahi gerisine düşerek 116. sırada olması izahtan varestedir.

Düşünce ve ifade özgürlüğü ağır baskı ve saldırı altında

Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü ağır baskı ve saldırı altındadır. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazetecilerin (RSF) 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke arasında 149. sırada bulunmaktadır. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG)’ne göre ise Aralık ayı itibariyle 87 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Meclis Genel Kurulunda kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen internet medyası ve sanal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifi yasalaşmış, bu yasayla halkın haber alma hakkı engellenmiş ve ifade özgürlüğü kısıtlanmış toplum nefessiz bırakılmak istenmiştir.   

Gazeteciler tutuklanıyor, işkence uygulanıyor, her türlü ifade soruşturma konusu yapılıyor

Mezopotamya Ajansı ve Jin News’te çalışan basın emekçileri, özgür basın geleneğini savundukları ve yaptıkları haberler gerekçesiyle AKP-MHP iktidarının talimatı ve güdümündeki yargının kararıyla tutuklanmıştır. Üstelik en son Ankara merkezli yürütülen operasyonda gazetecilere açık şekilde işkence uygulanmıştır. Gazetecilerin toplumsal olayları takip etmeleri ve toplumu bilgilendirmeleri engellenmektedir.

Düşünce ve ifade özgürlüğüne tahammülün olmadığı bir yıl olarak 2022 yılında sokak röportajında ekonomik krizden bahsedenler dahi gözaltına alınmıştır. İzmir Barosu Genel Kurulunda ‘Jin jiyan Azadi’ sloganı attığı için Avukat Aryen Turan hakkında linç kampanyası başlatılmış ve gözaltına alınmıştır. Kimyasal silah kullanıldığına dair iddiaları araştırmak için heyet gönderdiğini itiraf eden AKP-MHP iktidarı, “Kimyasal silah kullanıldığı iddiasıyla ilgili araştırma yapılmalı” diyen TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı’yı tutuklatmıştır.

Toplantı ve gösteri hakkının kullanımı imkansız hale getirildi

Temel haklardan olan örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkının kullanımı neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Valiliklerin keyfi olarak aldığı yasaklama kararları, yasaklama kararlarının olmadığı durumlarda ise kolluk görevlilerinin fiili engellemeleri belirtilen hakların kullanımını ortadan kaldırmıştır. Yakınları cezaevlerinde olan tutsak ailelerin başlatmış olduğu adalet nöbetleri, Şenyaşar ailesinin adalet nöbeti, Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanına alınmaması gibi yasaklamalar devam etmiştir.

İşkence gözaltı merkezlerinden sokaklara taştı

Ulusal ve uluslararası hukukta mutlak olarak yasaklanmış ve insanlığa karşı suç olarak tanımlanmış olan işkence, gözaltı merkezlerinden sokaklara kadar taşmış ve devlet yetkililerinin söylemleriyle normalleştirilmeye, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.    

2015’ten beri HDP’ye yönelik saldırılarda 16 bin kişi gözaltına alındı, 5 bin siyasetçi tutuklandı

Örgütlenme özgürlüğü mütemadiyen ihlal ediliyor, partimize yönelik kesintisiz saldırılar da devam ediyor. 2022 yılında da yöneticilerimiz ve üyelerimiz başta olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin temsilci ve üyelerine yönelik gözaltı ve tutuklama furyası hız kesmeden devam etmektedir. 24 Temmuz 2015’ten bu yana partimize, partimiz tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları neticesinde yaklaşık 16 bin kişi gözaltına alınmış, aralarında önceki dönem eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, il-ilçe eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz ve üyelerimizin bulunduğu en az 5 bin kişi tutuklanmıştır. 2022 yılının ilk on ayında il-ilçe yöneticisi, üye ve tabanımızdan en az 2465 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlar katıldıkları basın açıklaması, siyasi parti faaliyetleri ve katıldıkları Newroz vb. etkinliklerden dolayı gözaltına alınmışlardır. 

Partililerimize 340 fiziki saldırı gerçekleştirildi, arkadaşlarımız katledildi

Sadece gözaltılar değil partimize yönelik fiziki saldırılar da devam etmiştir. 2015 yılından bugüne kadar HDP il-ilçe binaları, stant, miting, eylem etkinliklerine ve buralarda görevli olan kişilere en az 340 fiziki saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıların bir kısmı yaralanmayla bir kısmı ise ölümle sonuçlanmıştır. Deniz Poyraz yoldaşımız katledilmiş, son olarak 9 Ekim’de Yüksekova’da milletvekillerimiz Habip Eksik ve Sait Dede yerlerde sürüklenerek darp edilmiş, Habip Eksik’in ayağı 3 yerden kırılmıştır.

İktidarın cesaretlendiren dili nedeniyle ırkçı saldırılar gerçekleştiriliyor

Siyasi iktidarın, HDP’yi ve Kürt halkını hedef gösteren ırkçı politikasının yansımalarından biri de HDP İzmir il binasında katledilen Deniz Poyraz, diğeri ise Konya’da yaşayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişinin ölümüyle sonuçlanan ırkçı saldırıdır. İktidarın cesaretlendirici dili, tutumu ve cezasızlık politikası ile cinayetlere adeta teşvik ettiği katiller “sözde” yargılanırken; asıl sorumluları ve arkalarındaki azmettiricileri bulmaya çalışan avukatların tomalar, tazyikli su, biber gazı ve darpla duruşma salonlarına girmeleri engellenmiştir. 

Kobanî Kumpas Davası AHİM kararlarına rağmen sürdürülüyor

Siyasi iktidarın, 2016 yılından itibaren Kürt siyasetçilere yönelik baskısı yargı eliyle sistematik bir şekilde devam ettirilmektedir. MHP Genel Başkanının talimatıyla partimiz aleyhine açılan kapatma davası ve önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Ayla Akat Ata ve MYK üyelerimizin tutuklu olarak yargılandığı ve kamuoyunda Kobanî Davası olarak bilinen dava; bütün hukuk kuralları adeta linç edilerek, savunma hakkı engellenerek ve AİHM kararları hiçe sayılarak devam etmektedir. Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere AKP-MHP iktidarınca, yargılamanın bir an önce bitirilmesi ve yargılananların en ağır cezalarla mahkum edilmesi için talimatlar yağdırmaktadırlar.

Kayyımlar Kürt halkının diline ve kültürüne yönelik düşmanca saldırıları sürdürüyor

Seçme ve seçilme hakkını yok sayan, halkın iradesini gasp eden kayyım politikası, başta kadın kazanımları olmak üzere Kürt kültürüne ve diline yönelik saldırıların aracı olmuş, belediyeler bünyesinde düzenlenen kültür-sanat faaliyetleri engellenmiştir.

Belediyelerimizde sunulan çok dilli belediyecilik hizmetleri hedef olmuş ve çok dilli belediyecilik hizmeti yerine tek dil esas alınmıştır. Kürtler için hafıza değeri taşıyan kişilerin adına yapılan parklar, heykeller, büstler ve anıtlar kaldırılmıştır. Sokak/cadde isimleri değiştirilmiş, Kürt halkının kültür ve geleneğinde yeri olmayan, hatta katliamlarda adı geçenlerin isimleri verilerek hafızasızlaştırma politikası yürütülmüştür. 

Kadın katliamları artıyor, iktidar kadınlara saldırıyor: 2022 yılında 522 kadın katledildi

2022 yılında en az 522 kadın öldürülmüştür. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2019 raporuna göre Avrupa ve OECD ülkeleri arasında erkeklerden fiziksel veya cinsel şiddet gören kadın oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Yine 2022 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre de Türkiye 146 ülke arasında 124. sıradadır.

Kadın cinayetlerinin sayılarla geçiştirilemeyecek boyutlara vardığı 2022 yılında, İstanbul Sözleşmesinden bir gecede Cumhurbaşkanı imzasıyla çekilmeye karşı açılan davalar Danıştay tarafından reddedilmiştir. Kadına karşı şiddeti ve kadın cinayetlerini engellemeyen iktidar ve kolluk tarafından 25 Kasım’da sokağa çıkmak isteyen binlerce kadına işkence edilmiş, yüzlerce kadın gözaltına alınmış, bacakları kırılmışken; işkenceyi yapan ve emri verenler “Can ve mal güvenliğiniz bize emanettir” demeye devam etmektedir.

Kürt çocukları zırhlı araçlarla katlediliyor

Türkiye’de siyasi ve iktisadi krizlerden en çok çocuklar etkilenmekte, çocuklara yönelik cinsel istismar, hükümetin politikaları ve yargı kararlarıyla normalleştirilmek istenmektedir.  

Türkiyeli milyonlarca çocuk bugün işçilik/zorla çalıştırılma, istismar, madde bağımlılığı, şiddet ve yoksulluk gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Benzer şekilde anadilinde eğitim görememe/asimilasyon ve zorla yerinden edilme gibi şiddet süreçlerinden en çok çocuklar etkilenmektedir. Yaklaşık yarım asırdır Kürdistan’da yaşanan savaşta Kürt çocukları devlet şiddetinin hedefinde yer almaktadır. 2022 yılında da Kürt çocukları askeri zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.  

Mültecilere yönelik ırkçılık, istismar ve nefret söylemi rutin hale geldi

Mülteciler neredeyse her gün hedef haline getirilmekte ve yaşam hakları ihlal edilmektedir. Sayılarının 5 milyonu geçtiği tahmin edilen sığınmacı/mülteci/göçmenler 2022 yılında da her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye uğramıştır. Irkçı siyasetçiler tarafından hedef haline getirilmeleri ile birlikte yerlerinden edilmiş ve ırkçı şiddete maruz bırakılmışlardır.

İnsan haklarını güvenceye alan güçlü bir demokrasiye ihtiyaç var

Daha onlarcasını sayabileceğimiz, saymakla bitmeyecek insan hakları ihlallerinin tek adam iktidarına dayanan otoriter sistemden kaynaklandığını belirtmek isteriz. O nedenle temel insan haklarını güvence altına alan, kuvvetler ayrılığını benimseyen, yerel demokrasiyi güvence altına alan güçlendirilmiş parlamenter sistemi esas alan güçlü bir demokrasiye ihtiyaç duyulmaktadır.  

Kürt sorununu çözen yeni bir toplumsal sözleşme toplumsal barışın teminatı olur

Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi ile doğrudan bağlantılı olan Kürt sorununda demokratik çözüm için diyalog ve müzakere sürecinin başlatılması; toplumsal sorunların ve insan hakları ihlallerinin kaynağı olan Anayasanın tümden değiştirilerek farklı kültürlere, kimliklere inançlara ve ana dillerine saygıyı esas alan yeni bir toplumsal sözleşme yapılması toplumsal barışın en büyük teminatı olacaktır.  

Barış için Öcalan üzerindeki tecride son verin

Yürütmenin vesayetinden kurtulmuş, siyaseti ve toplumu dizayn etmenin ve muhalefeti tasfiye etmenin bir aracı olmaktan çıkarılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulayan tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. Kadınların eşit ve özgür yaşam haklarının güvence altına alındığı, temsilde eşitliğin sağlandığı bir düzenin kurulması olmazsa olmazlardandır. Toplumsal barış ve adaletin tesisi için tecrit ve işkence sistemine son verilerek Sayın Öcalan bir an önce avukatları ile görüştürülmelidir.

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine son verilerek hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalıdır. İnsan hakları ihlallerinin son bulduğu demokrasi, barış, özgürlük ve adaletin hakim olduğu, halkların bir arada eşit yurttaşlar olarak yaşadığı bir ülke için siyasi ve hukuksal mücadelemiz devam edecektir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye kararı yargının bağımsız olmadığının kanıtıdır 

PİRS: Konseya Avrupayê li ser biryara DMME’yê cardin bang li Tirkiyeyê kir ku Selahattîn Demîrtaş serbest bê berdan. Hun derbarê vê bangewaziyê de çi dibêjin?

Bakanlar Komitesinin Delegeler Komitesi önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması çağrısını yaptı. AİHM Büyük Daire verdiği kararda da Demirtaş’ın bir an önce serbest bırakılması kararı vermişti. Hem AİHM Büyük Daire hem de Bakanlar Komitesi’nin çağrılarına rağmen AKP- MHP iktidarı bu kararlara direniyor ve mahkemeleri bu kararları uygulamaması için baskı altına alıyor. Verilen bu karar ve çağrı önemli ve daha önce Büyük Dairenin verdiği kararı teyit eden bir karar. Aynı zamanda Bakanlar Komitesinin yaptığı bu uyarı Türkiye’de yargının bağımsız ve tarafsız olmadığının da kanıtıdır. Orada HSK’nin de bağımsız ve tarafsız hale getirilmesi konusunda uyarıda bulunuyor. Bunun anlamı şu: AİHM Büyük Dairesi Demirtaş’ın serbest bırakılması konusunda karar vermişti, ancak hükümet bu kararı uygulamadı. Bakanlar Komitesinin bu kararı bir kez daha hem hükümete hem de bağımsız ve tarafsız olmayan, AİHM kararlarını uygulamayan mahkemelere uyarı niteliğindedir. Bakanlar Komitesinin kararı hem Demirtaş hem de hem de önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın serbest bırakılması yönünde bir tavsiye kararıdır. Bugüne kadar Demirtaş ve Yüksekdağ hakkında verilen kararlar bütün arkadaşlarımız hakkında da bir an önce yerine getirilmelidir.

10 Aralık 2022