Evet, köprüden önceki son çıkış!
Dünün haberlerinden sadece 4’ü...

Birincisi, Erzurum’da HDP ve BDP’li 70 kişi göz altına alındı.

İkincisi, Erdoğan HDP’liler hariç açtığı kişisel davaları geri çekti.

Üçüncüsü, Kanun Hükmünde Kararname’yle kuvvet komutanlılarının Milli savunma Bakanlığı’na bağlanması üzerine, Kılıçdaroğlu “Bize bilgi verebilirlerdi, Binali Yıldırım’ın haber vermesini beklerdim” dedi.

Dördüncüsü, İmralı’nın güvenliğinden sorumlu komutan darbeci çıktı.

Sonuncusundan başlayalım; “Çözüm süreci gelişmezse darbe mekaniği devreye girer, darbeciler birkaç adım ötemde” diyen Sayın Öcalan iki saptamasında da haklı çıktı. O halde o iki adım ötesindeki darbeciler, darbe girişimi gecesi İmralı’da ne yaptılar?

Neden, OHAL’in ilk kararlarından biri Öcalan’la 3 ay boyunca iletişimin yasaklanması oldu?

Avukatları, ailesi neden hukuksuz bir biçimde kendisiyle görüştürülmüyor?

Cemaat’in, MİT’e ve Hakan Fidan’a dönük operasyonunu “darbe girişimi”, cemaatin devlet içindeki örgütlenmesini de “paralel devlet” olarak niteleyip AKP’yi uyaran ve çözüm sürecine ikna eden Sayın Öcalan, bu son darbe girişimini de ön görmüşken ve darbe girişimlerini önlemenin yollarını göstermişken... Niye görüşülmüyor, niye kimseyle görüştürülmüyor?

Günün diğer haberlerine gelince... Birileri silah zoruyla Meclis’i bombalayıp Cumhurbaşkanı’nı katletmeye kalkışmışken, henüz daha bütün darbecileri tespit edememişken, başı tam anlamıyla beladayken, Erzurum’un köyünde, ilçesinde yaşayan HDP’li ve DBP’lilerden ne isteniyor? Siyasi parti üyelerini, çalışanlarını darbeciler kadar tehlikeli mi görüyorlar?

HDP liderlerle görüşmeye çağırılmıyor, HDP’ye açılmış davalardan vaz geçilmiyor, belli ki HDP’yle bir diyalog ve uzlaşmadan yana değilller. Belli ki yön, demokrasi ve çoğulculuk değil.

Ve, Ordu’nun yapılanmasıyla ilgili değişiklikler ve Kılıçdaroğlu’nun “sitemi” haberi... Değişikliğin içeriğinin ne olduğunun önemi kadar, bu değişikliğin hangi yöntemle yapıldığı da önemli. Meclis’i ve Meclis’teki tüm partileri işlevsizleştiren kanun hükmünde kararnameyle niteliksel değişiklikler yapılıyor.

Bu değişiklikler, darbe girişiminden önce de, sonra da bütün kritik dönemeçlerde AKP-Saray’a tam destek veren Kılıçdaroğlu’na bile sitem ettiren bir yöntemle yapılıyor.

Rütbelilerinin neredeyse yarısı tutuklu ya da ihraç edilmiş olan ordusuna, darbe hazırlıklarını ıskalamış (belki de göz yummuş) istihbarat örgütlerine elbette ki güvenemeyen, bürokrasinin en önemli mevkilerini boşaltmak zorunda kalan, kimin “ölü hücre” olarak hangi kurumda, hangi bakanlıkta, belki de hala orduda ve belki de korumalar arasında bulunduğunu bilmeyen bir iktidarın icraatlarından söz ediyoruz.

Öyle ki, sınırları dışında da tek bir güvenilir müttefiki yok. Kendileri, darbe girişiminin arkasında başka ülkelerin etkisinden söz ediyorlar.

Tam bir kriz ve kaos dönemi. Bu süreç bağırarak, çağırarak, bastırarak, demokratik siyaseti tutuklayarak, yok sayarak, tecrit ederek, kırmızı çizgilerde ısrar ederek yönetilemez.

Yönetmeye kalkarlarsa, iç gerilim artar, yeni ölümler olur, darbe dinamiği yeniden devreye girer. Varsa Türkiye’yi işgal etmek isteyen (ki, pek çok yazarları bunu iddia ediyor), onların ekmeğine yağ sürülür.

O yüzden şimdi tam da çözüm sürecine dönmek, Suriye politikasını Kürtlerle anlaşma temelinde kökten değiştirmek ve demokrasinin tesisi için bütün demokrasi yanlılarına kulak verme zamanıdır. Türkiye’nin önünde başka da bir yol yoktur.

Sırrı Süreyya Önder “köprüden önceki son çıkış” diyor. Çok doğru söylüyor. O son çıkış bizim gösterdiğimiz yolun üzerinde. Eğer iktidar, bu çıkışı da sapmadan geçerse, sadece kendisi değil, bütün Türkiye kaybedecek.

Demirtaş’ın dediği gibi “Bunu güçsüzlüğümüzden değil, Türkiye halklarının ortak çıkarları için öneriyoruz.”

Filiz Koçali