Gelin demokratik bir uzlaşı zemininde buluşalım. Gelin toplumsal muhalefeti dikkate alan, ezilenleri dikkate alan yeni bir Anayasa’yı hep birlikte yapalım
Çok değerli arkadaşlarım, değerli kardeşlerim, değerli yoldaşlarım; 

Sizleri bu İstanbul sıcağında böylesine coşkulu, böylesine heyecanlı, böylesine moralli görmekten büyük bir heyecan duyduk. Biz de bu meydanın sıcaklığını yüreğimizde, kelimenin tam anlamıyla yüreğimizin tam içinde hissettik. Bu sıcaklıkla hepinizi saygıyla, sevgiyle, hürmetle selamlıyorum. Hoş geldiniz değerli kardeşlerim. 

Türkiye’de tarihi bir kırılmanın, tarih bir eşiğin yaşandığı saatlerden, günlerden geçiyoruz. Bir hafta önce, çok değil bir hafta önce Türkiye toplumu büyük bir badireyi yaralı da olsa atlatmayı başardı. Gözü dönmüş, çılgınlaşmış bir askeri cunta silahını halka doğrultarak bir kez daha darbeyi, cunta anlayışını, 12 Eylül’ün tekrarını hayata geçirmek istedi. Tabii ki, bu gözü dönmüş çılgınlar, sivil halka, parlamentoya saldırarak korku salacağını ve gerçekten kısa bir sürede teslim alacağını düşünmüş olabilirler. Ama Türkiye toplumu 7’den 70’e herkes, siyasi partisi, düşüncesi ne olursa olsun ağırlıklı olarak askeri darbenin, cuntanın ne demek olduğunu ya yaşayarak gördü ya da yakın geçmişi büyüklerinden dinleyerek büyüdü. 


Böyle bir nesli tankla, topla, savaş uçağıyla teslim alacağını sananlar yanıldılar. Ve ben buradan bir kez daha darbeye karşı ilkeli bir tutum içerisinde olan halk başta olmak üzere bütün siyasi partilere teşekkür ettiğimi, Halkların Demokratik Partisi’nin her bir üyesini de bu darbe karşıtı tutumu nedeniyle kutladığımı belirtmek istiyorum. 

Askeri darbelerin Türkiye’de veya yaşandığı başka ülkelerde topluma kazandırdığı bir şey yoktur. Latin Amerika ülkelerinde, Afrika, Asya, üçüncü dünya ülkelerinde son yüzyıl askeri darbe süreçleriyle geçti ve halen birçoğunda askeri cunta yönetimleri veya zihniyeti iş başındadır. Şimdi derler ya ‘bir musibet bin nasihatten evladır, iyidir’ diye… Bakalım şimdi göreceğiz, 1980’den bu yana askeri darbenin, cunta anlayışının ve onun yaptığı Anayasa’nın yürürlükte olduğu bir ülkede bir musibet bin nasihatten daha fazla ders vermiş mi vermemiş mi. İşte tam da onu göreceğimiz günlerden geçiyoruz. 

Şüphesiz ki, askeri darbelerin iyi diyebileceğiz, olumlu diyebileceğimiz tek bir yönü yoktur. Ama herkes şunu iyi bilmelidir; askeri darbeye, askeri cuntaya karşı çıkmak demokrat olmak için yeterli değildir. Askeri cuntaya karşı çıkmak ya da darbeye karşı çıkmak demokrat olmak için gereklidir, ama yeterli değildir. Darbeye karşı çıkmakla otomatik olarak demokrat olmuyorsunuz. 

Darbeye karşı çıkmanın yolu, yöntemi; darbe tehlikesi ortadan kalktıktan sonra ortaya koyacağınız tutum asıl demokrat olup olmadığınızı, özgürlükten yana olup olmadığınızı, halktan yana olup olmadığınızı gösterir. Asıl belirleyen odur. Yoksa darbeye sağcısı da karşı çıkar, solcusu da karşı çıkar; İslamcısı da karşı çıkar, laiki de karşı çıkar; Kürt de, Türk de, Alevi, Sünni de karşı çıkar. Çıkabilir, çıkması da gerekir. Ama asıl demokrat olup olmamanın kriteri bu değildir. 

Asıl demokrat olup olmadığımızı göstermenin zamanı şimdidir, şimdi. Şimdi darbe sonrası uygulamalar ya da darbe girişimi sonrası uygulamalar, demokrasiyi ve demokratik çizgiyi belirler. Darbe girişiminden, darbe tehdidinden; bugün bu cesareti ve cüreti ordu içerisindeki bir grubun, bir kliğin kendinde görmüş olmasından kimlerin sorumlu olduğunu elbette ki demokratik bir tutum belirleyecektir. Yani nasıl bugünlere geldiğimizi, göz göre göre ülkeyi darbe koşullarına kimin götürdüğünü tartışmamız gerekiyor ki, bundan sonra bu darbe mekaniği dediğimiz, bu darbe mekanizması, darbe zemini dediğimiz şey tümüyle ortadan kalkabilsin. 

Eğer samimiyetle, cesaretle Türkiye’yi darbeye taşıyan koşulları tartışamazsak, nelerin darbeye yol açtığını ortaya koyamazsak, emin olun belki 3 ay, belki 3 yıl, belki 5 yıl sonra yeniden ordu içinden çıkacak darbe klikleri bu gücü ve cesareti gösterecektir. Yeniden darbe girişimleri, darbe teşebbüsleri ortaya çıkacaktır.


İşte bugünkü iktidarın anlamak istemediği, anlamakta zorlandığı mesele tam da budur. 14 yıldır iktidardasınız. 14 yıldır defalarca tek başına Anayasa’yı değiştirme çoğunluğunu yakaladınız. Ama ne yaptınız? Kenan Evren Anayasası’ndan kurtulmak yerine, Anayasa’da AKP’yi güçlendirecek değişiklikleri yaptınız. Cunta Anayasası’ndan kurtulmak yerine yargıyı ele geçirmenin değişikliklerini yaptınız. 

Şimdi tabii ki darbeye karşı olacağız, darbeye karşı dimdik duracağız; ama elimizi de vicdanımıza koyacağız. Sizin o toplantı yaptığınız Milli Güvenlik Kurulu var ya, o bir darbenin ürünüdür. Olağanüstü Hal kararını birlikte aldığınız MGK, bir cuntanın icadıdır. Bir darbe kurumundan başka bir darbe girişimine karşı tedbir alınır mı? Bu ya saflıktır ya da gözü dönmüşlüktür. 

Darbeyle mücadele mi etmek istiyorsunuz? Biz yanınızdayız. Yolu belli! Önce MGK’yı feshedeceksiniz. Milli Güvenlik Kurulu diye bir şey olur mu? 12 Eylül darbecileri bu kurumu yerleştirdiler. Siz şimdi üstüne oturmuş, çöreklenmiş, 14 yıldır keyfini sürüyorsunuz. Vay efendim darbeye karşı mücadele yürütüyorsunuz. Kusura bakmayın ama, darbecileri siz kucağınızda beslediniz, büyüttünüz, haberiniz olmadı! “Darbeye karşı demokrasi şöleni yapalım” diyorlar, yapalım. Tabii ki yapalım. Ama Yüksek Öğrenim Kurulu darbe ürünü değil mi? Yüksek Öğrenim Kurulu eliyle yapacağınız tasfiyeler tam da darbeci zihniyetin ekmeğine yağ sürer. 

Olağanüstü Hal de darbeci zihniyetin bir kurumudur! Sen nasıl bir darbe ile mücadele anlayışı ortaya koyuyorsun ki, darbe olsaydı ne yapılacaksa benzerlerini yapıyorsun. Şimdi Türkiye’de bir darbe olsaydı Allah korusun, ne yapacaklardı? İşkence yapacaklardı değil mi? İnsanların işkence görüntülerini televizyonda yayınlayacaklardı değil mi? E, bunlar da yapıyor. Olmaz ki! Böyle darbe ile mücadele mi olur?

Darbeciler Allah korusun başarılı olsalardı, özel mahkemeler kuracaklardı. Kanuna, hukuka aykırı bir şekilde. Yargılamayı, evrensel hukuku ayaklar altına alacaklardı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya aldıklarını duyuracaklardı. Değil mi? Sıkıyönetim ya da Olağanüstü Hal ilan edeceklerdi. Bunlar da yapıyor aynısını. Böyle darbe ile mücadele olur mu? Darbeci ile böyle mücadele olmaz. İşte bu tür anlayışlar Türkiye’de her zaman darbe zeminini canlı tuttu. 

Darbe ile mücadelenin en etkili yolu hukuktur, demokrasidir, insan haklarıdır. Bugün bizim sarılmamız gereken ilkeler insan hakları ilkeleridir. Demokrasi ilkeleridir. Faşizme, darbeye, cuntaya karşı gericilikle, gericiliğin ilkeleriyle mücadele edilemez. İşkenceyi, idamı savunarak cuntaya karşı mücadele edilemez. Toplumdaki provokasyonları tetikleyecek, kutuplaşmaları, ayrışmaları tetikleyecek dil ve üslupla darbeye karşı mücadele edilemez. 

O nedenle biz diyoruz ki; madem cuntaya, darbe girişimine karşı bu toplum el ele vermeyi başardı; madem hiçbir siyasi akım darbecilerin arkasında durmadı; o halde gelin bunu fırsata çevirelim. Neyin fırsatına? Ülkedeki demokrasinin, özgürlüklerin ve barışın gelişmesinin fırsatına çevirelim. 

Burada kimse kurnazlık, uyanıklık yapmaya çalışmamalıdır. Bu darbeyi, bu darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak görüp, eksik ve yarım kalmış tek adam, dikta, saltanat sistemini inşa ederim derseniz, yanılırsınız. Burada artık ucuz kurnazlıklar, ucuz hesaplar peşinde kimsenin koşmaması lazım. Yapılacaklar bellidir… 

Darbe zeminini güçlendiren en önemli şey savaştır, savaş. Bakın, Cizre’ye gönderdiğiniz tanklar, Cizre’ye gönderdiğiniz toplar, savaş uçakları, helikopterler; Şırnak’a, Nusaybin’e, Yüksekova’ya, Sur’a gönderdiğiniz tanklar, toplar, helikopterler ve onların başındaki komutanlar neredeyse 8 aydır o şehirleri yakıp yıkıyorlar. Bakın, onların hepsinin cuntacı, darbeci olduğu açığa çıktı. Peki onları oraya kim gönderdi? 

Davutoğlu’nu hatırlayan var mı, Davutoğlu’nu? Hatırlarsınız. Hani 4C Geçici Sözleşme’yle işe almışlardı ya! Sözleşme süresi dolunca işten çıkardılar. Hatırlayan var mı? Var değil mi? Bak ne diyordu o Davutoğlu? Diyordu ki, “Biz Cizre’yi, Sur’u ev ev temizleyeceğiz.” Siyasi olarak talimatı veren kendisiydi. Emrindeki subayın da, generalin de darbeci olduğu, kripto-paralel olduğu ortaya çıktı. 

Peki Cumhurbaşkanı ne diyordu? “Gerekirse uzaktan atışla bütün şehri yıkacaksınız” diye emir veriyordu değil mi? Biz ne yapıyorduk? Tankın önünde duruyorduk değil mi? Hatırlayan var mı? Unutulur mu hiç? Bakın bu darbecilerin önünde ilk biz durduk, biz! Cizre’de durduk. Sur’da durduk. “Bunlar katliam yapıyor” dedik. “Şehirlerimizi yakıp, yıkıyorlar. Bunlar terörle mücadele falan yapmıyorlar. Bu kılıf altında resmen adım adım ülkeyi darbeyi götürüyorlar” dedik. Ama biz tankın önünde durduğumuzda, bu generaller kahramandı, biz ise vatan hainiydik. Çok değil, 1 ay öncesinden söz ediyorum. 15 gün öncesinden söz ediyorum. Adım adım gelen darbeyi böyle ördüler işte. 

Bunlar siyasi iktidarı şu ya da bu şekilde pençesine alıp savaşa sürüklediler. Çözüm sürecini bitirmesini Erdoğan’ın kulağına fısıldadılar. “Merak etmeyin, biz tankla, topla her şeyin üstesinden geliriz” dediler. Verdiler gazı bunlara, bunları inandırdılar. Savaş demek, ordunun güçlenmesi demektir. Cenazeler demek, toplumda şovenizmin, milliyetçiliğin tırmanması demektir. Böyle işte Türkiye’yi darbeye hazırladılar. 

Biz çırpındık durduk. Anlatmaya çalıştık. “Ülke adım adım felakete gidiyor” dedik. Bizim karşımıza panzeri, polisi, gazı, copu diktiniz. Buna rağmen her yerde barış gösterileri yapmaya çalıştık. Savaşı durdurmaya çalıştık. 

Bakın, bugün meydanlarda insanlar var. Darbeye karşı meydanlardalar. Cumhurbaşkanı çağrı yapıyor, Emniyet Genel Müdürlüğü çağrı yapıyor, meydana çıkmış olanlara ücretsiz yemek, ulaşım sağlanıyor, meydana çıkan herkese iş vaat ediliyor. Ne güzel! Desteklensin tabii ki. İnsanlar darbeye karşı, tanka karşı, topa karşı meydanlara çıksın. Yürekten yanlarındayız. Ama kusura bakmayın. 1 ay önce kitlemiz tanka, topa karşı bugün darbeci oldukları ortaya çıkanlara karşı sokağa çıktığında, siz ücretsiz su dağıtmıyordunuz. Ücretsiz su sıkıyordunuz bu insanlara. Peki bundan dolayı özür dileyeni duydunuz mu? Yanlış yaptık diyeni duydunuz mu? Yok!

Gülen için meydanlarda ağlamadı mı bunlar? Gözyaşı dökmedi mi? O zaman yine biz uyardık. Yanlış yapıyorsunuz dedik. Bakın, paralel devlet bütün kurumları ele geçirdi. Biz bunları yaşayarak gördük. Bunlar televizyonlarında her akşam bizi linç ettiler. Vatan haini, bölücü, terörist olarak gösterdiler. Biz siyaset arenasında olmayalım diye her türlü çirkinliği yaptılar. 

AKP ile paralel işbirliği işte 17-25 Aralık operasyonlarına kadar “al gülüm, ver gülüm” şeklinde gitti. Neden anlatıyorum bunları? Darbeyle yüzleşmek için bunları konuşmanın zamanıdır. Ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanlık yapmış olan siyasetçiler çıkıp özeleştiri vermek, özür dilemek zorundadırlar. “Biz bunlara ne istedilerse verdik, o nedenle hata yaptık ey halkım, sizden özür diliyoruz” demek çok mu zor? Bunları siz getirdiniz buralara. Vali yaptınız, kaymakam yaptınız, savcı yaptınız, general yaptınız. Rektörlük seçimlerinde bütün üniversitelerde en çok oyu alan, birinci çıkan rektörleri atamadılar. Çünkü cemaatçi değildiler. En az oyu alan ve 3. olan rektör adaylarını Cumhurbaşkanı bizzat kendi imzasıyla rektör yaptı. Şimdi hepsini gözaltına alıyorlar. Hepsi paralelci diye şimdi tutuklanıyor. Bunları biz seçmedik. Akademisyenler bunları seçmediler. Siz zorla bunları üniversitelerin başına getirdiniz. Dekanları biz atamadık, siz atadınız. Cemaat’ten kartviziti olmayanı sınıf başkanı bile yapmadınız! Unuttuk mu o günleri? Cemaat’ten torpili olmayanı, Fethullah Gülen’in duasını almamış olanı hâkim, savcı yapmadınız. Unuttuk mu o günleri? Televizyonlar, gazeteler hepsi yıllarca onların emrinde çalıştı. Kimin gözaltına alınacağını, kimin tutuklanacağını Cemaat’in hücre örgütlenmesi belirledi. Ve siz bunları izlediniz.


Ben bizzat kendim defalarca bakanlara anlattım, defalarca. Adalet Bakanı’na, İçişleri Bakanı’na… İsim vereyim; Beşir Atalay, Sadullah Ergin, en az on defa ben anlattım bunlara. Bak dedim, bunlar böyle böyle yapıyorlar. Bunlar sizin altınızı kazıyorlar. Bize operasyon yapıyorlar, ama asıl operasyonu siz yiyorsunuz, haberiniz yok diye defalarca anlattım. İki buçuk yıl Sayın Öcalan anlata anlata dilinde tüy bitti. Paralel yapının tehdidine, tehlikesine defalarca dikkat çektik. 


Peki dinlemediniz, tamam anladık. Bugün geldi, olan oldu. Doğru ders çıkarıp çıkarmadığınızı merak ediyoruz, onu anlamaya çalışıyoruz. Ama bakıyoruz ki, Olağanüstü Hal 3 aylığına ilan edilmiş, yetmezse bir 3 ay daha uzatırız diyorlar. Bakın biz hayır oyu verdik, ama Olağanüstü Hal bir hafta bile yürürlükte kalsa, aslında darbecilerle mücadele için yeterlidir. Ama diyor ki, 3 ay yetmeyebilir, 3 ay daha yapacağız. Sonra 3 ay, belki 3 ay daha. Peki kime karşı kullanıyorsun? 


Darbeciye karşı, darbe girişiminde bulunana karşı hukuk çerçevesinde atacağın her adımı biz parlamentoda desteklemeye hazırız. Getir yasaları çıkaralım. Kriterimiz şudur: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesi çerçevesinde hukuk işlesin, hukuk. Suçlu olabilir, katil olabilir, ama hukuk işlesin. Hukuk işlesin, biz desteklemeye hazırız. 


Kanun Hükmünde Kararnameye ne gerek var? Getir parlamentoya beraber tartışalım. İktidar, muhalefet yasaları beraber çıkaralım. Ama sen işkenceyi, idamı, yargısız infazı Kanun Hükmünde Kararname ile hayata geçiririm dersen, yanılırsın. Burada inan ki, kaybeden darbeciler olmaz. İnan ki, darbeciler kin ve nefret tohumları ekerek cezaevine gitmiş olurlar. 


Bizim burada sığınacağımız tek şey hukuktur. Hukuk ortadan kalkarsa, darbe hukuku sürüyor demektir. Suçları ne olursa olsun, işledikleri günah ne olursa olsun, herkesin adil yargılanma hakkını savunmak zorundayız. Başka türlü toplumda, barışı, birlikte yaşamı ve demokrasiyi inşa edemeyiz. 


Dikkat edin meydanlarda ve alanlarda, insanlar duygusallıkla, bir kısım gruplar “idam istiyoruz” diyebilirler. Ama sen karşında slogan atan herkesin her dediğini yapacaksan, üç-beş kişilik gruplar seni yönlendirip yönetecekse, o zaman Türkiye'nin geri kalanını da dinle. Bak mesela Türkiye'nin geri kalanı barış istiyor, müzakere istiyor, Kürt sorununda çözüm istiyor, değil mi? 


O halde duygusal grupların, ya da provokatif grupların, meydana, alana, darbeye karşı sokağa çıkmış insanların arasına karışmış radikal IŞİD kafalı grupların sesine kulak vermeyeceksin. Bu darbe girişimini bir fırsata dönüştürüp, IŞİD zihniyetini sokaklarda hakim kılmaya çalışanların karşısında dikkatli olmalısınız. Provokasyona gelmemelisiniz. Sokağa çıkan insanlar, AKP'li olur, CHP'li, MHP'li, HDP'li olur, herkes kendi siyasi fikrini savunmakta özgür olacaktır. Ama bunu bir fırsatçılıkla, ben bu işi nasıl bir din devletine, nasıl bir IŞİD devletine götürürüm diyen varsa, ona karşı da hep birlikte sağlam durmalıyız. 


AKP'li olup da meydanlara, alanlara çıkmış olanlar, özellikle bu grupları aralarına almamalıdırlar. Bunlar işte bugünün kripto darbecileridir, gizli darbecileridir. Nasıl dün Cemaat’çilerle kol kola meydanlarda sizi aldata aldata bugünlere getirdilerse, bugün de aranıza sızmış IŞİD'çiler aynı şeyi yapacaktır. AKP grupları bunlara karşı tedbirli, dikkatli olmalıdır. Bu darbe girişimi ülkede dinciliği değil, olsa olsa ancak laikliği, demokrasiyi güçlendirecekse bir anlamı olur. 


Biz HDP olarak bu çizginin arkasında olacağız. Kimse bunu fırsata çevirip, ‘darbecilerin yapamadığını da biz yaparız’ diye düşünmesin, çünkü HDP var. Türkiye'de demokratik laikliğin teminatı da biz olacağız. Kimsenin kimseye inancını dayatma, mezhebini dayatma, yaşam tarzını dayatma hakkı yoktur. Devletin hiç yoktur. 


Toplumsal kesimler arasında Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dinci çatışması, AKP'li-HDP'li çatışması yaratmak isteyenler olabilir. En fazla da bunlara karşı herkesin dikkatli, duyarlı olması gerekir. Bugün eğer eşitliğe doğru, çözüme doğru giden adımlar atmak istiyorsak, bu yolun yöntemi bellidir. Cumhurbaşkanı’na çağrı yaptık. Liderler zirvesini toplayabilirsin, siyasi partilerin görüşlerini, önerilerini alabilirsin hepsinin. 


Geçmişte yaşananları, 15 Temmuz gününe kadar yapılan hataları bir bir masaya yatıralım. Öfkeyi, kini, kamplaşmayı, kutuplaşmayı bir kenara bırakalım. Toplum bizden artık barış istiyor. İmralı'da tecrit, İmralı'da yasak uygulayacağına, önce ailesinden ve avukatlarından başlayarak bir heyet gönderilebilir. Bu birçok şeyin önünü açacaktır. Emin olun birçok gelişmenin önünü açacaktır. 


İkincisi, ben burada hem hükümete hem de PKK'ye seslenmek istiyorum. Yeni bir demokratik arayışın fırsatını yaratmalıyız. Zor olduğunun, zorlukların olduğunun farkındayız. Ancak her türlü zorluğu aşmak demokrasi güçlerinin görevidir. Savaşla, ölümle, kanla ve gözyaşıyla varılabilecek yer, bakın işte 15 Temmuz akşamı ortaya çıktı. Yeniden çözüm sürecine dönerek birlikte yaşamın olanaklarını değerlendirelim.


Ben bu süreçte hiçbir şey olmamış gibi, eski tarz siyasetle düşünmenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Herkes bir daha bütün gelişmeleri yeniden değerlendirerek masaya yatırmakla sorumlu ve görevlidir. OHAL uygulaması uzatılmamalıdır. Evet devlet içerisinde darbecilerin ayıklanması için belli bir süreye ihtiyaç vardır. Ama bu OHAL olmadan da yapılabilir. 


Başbakan diyor ya, “Olağanüstü Hali devlete karşı ilan ettik, millete karşı ilan etmedik” diye. O zaman ben de şu çağrıyı yapıyorum. Madem Olağanüstü Hali devlete karşı ilan ettiniz, topluma da barış ve demokrasiyi ilan edin ki, inanalım. Beklentimiz budur. 


Meydanlar ve alanlar sadece iktidar yanlısı gruplara açılırsa, muhalefete kapatılırsa işte bu da asıl niyetinizin ortaya çıkmasına yol açar. Demokrasiden yanaysanız ve darbeye hep birlikte karşı isek, o halde 'Ne Darbe Ne Diktatörlük' diyenler de alana çıkacak. Onlar da meydanlarda düşüncelerini haykıracak. AKP'yi de eleştirecek, darbecileri de eleştirecek. Darbeye karşı çıkmak AKP'li olmayı gerektirmiyor. Biz hem darbecileri hem de AKP'yi eleştirebiliriz. Bizim çizgimiz budur. Sen meydanları, alanları herkese açmalısın. Demokrasiden yanaysan, darbeciye karşıysan işte çağrımız budur. 


‘Ben darbecilerle mücadele ediyorum’ adı altında, Cemaat’e sempati duymuş, ama darbeyle hiç bir şekilde uzaktan yakından alakası olmayan Cemaat sempatizanı insanları da bir şekilde mağdur edersen, o da yanlıştır. Herkes masumiyet karinesinden yararlanmalıdır. 


Darbeye girişmiş, destek vermiş, o katliam içinde yer almış, şu veya bu şekilde desteklemiş kesimler cezasını çekmeliler. Ama insan sadece Cemaat’e inandı diye, darbeci ilan edilip linç edilmemelidir. Bu da yanlıştır. Toplumsal barış başka türlü inşa edilemez. Basın yayın üzerinde topyekun bir yasaklamaya gidilmesi ihtimali vardır, buna karşı da herkes dikkatli ve duyarlı olmalıdır. 


Yine bugün gözaltı süresinin 30 güne kadar uzatıldığı bir kararname ile karşılaştık. Gözaltı süresinin 30 güne kadar uzatılması demek, başlı başına işkence demektir. 12 Eylül Cuntası da işbaşına geldiğinin sabahı gözaltı süresini 30 güne çıkarmıştı. Bunların hepsi darbe uygulamasıdır. Biz darbeye karşı demokrasi ile mücadele edelim, darbeye karşı Kenan Evren yöntemiyle mücadele edilmez. 


Bir kez daha çağrı yapıyorum. Yaptıklarınız yanlıştır. Darbeye karşı mücadele doğrudur, meşrudur, haklıdır. Ama uyguladığınız yöntemler daha fazla insanın mağdur olmasına, toplumun baskı altına alınmasına yol açacaktır. Derhal bu yanlış yöntemlerden vazgeçin. Gelin yeni yöntemleri konuşalım, demokrasiyi özgürlükleri nasıl geliştirebileceğimizi konuşalım. 


Bir bütün olarak 15 Temmuz akşamı darbeye direnmiş Türkiye toplumu, Kürt’ü, Türk’ü, Alevisi, Sünnisiyle özgürlüğü hak ediyor, özgürlüğü! OHAL’i değil, gerici uygulamaları değil; demokrasiyi hak ediyor, demokrasiyi! Başka şeyi değil.


Değerli kardeşlerim, Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da, Roboski’de işlenen suçların hangi siyasetçiler eliyle, hangi siyasetçiler tarafından uygulandığı ortada. Şırnak’ta halen yasak var, Nusaybin’de halen yasak var. Halen sokağa çıkma, şehre girme yasağı var. Peki darbecileri tutukladınız, o tanklarla, o toplarla şehirleri yakanları, yıkanları tutukladınız da, hem özür dilemiyorsunuz, hem halen sokağa çıkma yasağını bile kaldırmıyorsunuz. Bir gecede 40 bin darbeciyi bulabildiniz, 40 bin darbeciyi bir gecede adreslerinden bulabildiniz de, Şırnak’ta Hurşit Külter arkadaşımızı bulamadınız hala! Bunlar toplumda güvensizlik yaratan ve yaratacak uygulamalardır. 


Darbeden bir ders çıkarıp, bu darbe katliamını, vahşetini bir fırsata dönüştürmek istiyorsak, o fırsat elimizden kaçmadan, buradan Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Başbakan’a, bütün siyasi liderlere ve partilere çağrı yapıyoruz: Gelin demokratik bir uzlaşı zemininde buluşalım. Gelin toplumsal muhalefeti dikkate alan, ezilenleri dikkate alan yeni bir Anayasa’yı hep birlikte yapalım. Kürt sorununda barış sürecine, silahsızlanmaya geri dönüşün olanaklarını yaratalım. Gelin bu savaşı bitirecek adımları karşılıklı atalım. Gelin bu ülkenin Alevisi’ne eşit yurttaşlık, bu ülkenin Kürt’üne kendini yönetme, anadilinde yaşama hakkını verelim. Gelin bu ülkenin çalışanına, alın teriyle üreten emekçisine özgürlüğü sendikal alanda, mücadele alanında, fabrikada, tarlada, üniversitede bizler verelim. Bunu yapalım ki, bir daha ordu içinde ve dışında, yurt içinde veya yurtdışında aklından darbeyi geçiren, aklından zorunun olduğunu anlasın. Bu ülkede artık darbeye fırsat olmadığını el ele vererek bütün dünyaya anlatalım. 


Bizler, alternatif bir üçüncü çizgi ve yol olarak bütün ezilenler el ele vermeliyiz. Biz bu çağrıları yapıyoruz, bunun siyasi mücadelesini veriyoruz, vermeye de devam edeceğiz. Ama unutmayın, bu işin garantisi yok. Burada güvence AKP değildir, sokaklardır. AKP’ye güvenildiğinde, yarın bir gün zordan kurtulduğunda neler yapabileceğini geçmişte defalarca gördük. 


O nedenle bir yandan darbeye karşı, bir yandan da diktatörlük girişimine karşı demokrasinin ve özgürlüğün savunucusu olacağız. Bizler bu uğurda yola çıkan bütün demokrasi, özgürlük, devrim ve direniş güçleriyle el ele vermeye hazırız. Öyle ayrı ayrı meydanlarda, alanlarda değil; öyle ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı sokaklarda değil, özgürlük isteyen herkesle, ötekinin farklılığına saygı duyan herkesle omuz omuza yürümeliyiz. 


Bizler İzmir’de, Diyarbakır’da, her yerde mitingler yaparak alanlara, meydanlara çıkarak mevcut gidişata çoğulcu rengimizi katmalıyız. Dikkat etmemiz gereken tek şey şudur: Kitlelerin karşı karşıya gelmesini isteyen kesimler olabilir. Sadece buna karşı dikkatli olun, fırsat vermeyin. 


Bizim AKP’ye oy vermiş hiç bir insanla düşmanlığımız olamaz. AKP’yi savunmak için sokağa çıkmış insanlara bir düşmanlığımız olamaz. O da darbe karşıtı, biz de darbe karşıtıyız. Fakat bizim istediğimiz onun istediğinden biraz da fazla. O Erdoğan’ı ve AKP’yi sadece korumak istiyor; biz bütün ülkeyi korumak istiyoruz. Ama yine de bu farklılığımıza rağmen provokasyonlara izin vermeden, bütün demokrasi güçlerini meydanlarda, alanlarda eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi, laikliği, emeğin hakkını savunmaya davet ediyorum. 


Darbeyi durdurmayı başardık, ama tehdit ve tehlike geçmiş değil. 15 Temmuz akşamı darbe başarısız oldu, ama 16 Temmuz sabahı demokrasiye uyanmadık. Henüz o yolda yürümemiz gereken mesafe, kat etmemiz gereken zorluklar var. 


Bu yolda biz halkımıza, direnenlere güveniyoruz. Hepimizin bu yolda, yolculukta yolu açık olsun diyorum. Bu meydanı dolduran binlere selam olsun. Bütün İstanbul halkına, Edirne’den Hakkari’ye kadar demokrasi ve özgürlük için direnen herkese selam olsun diyorum. Darbeye karşı dik duruş gösteren herkesi buradan saygıyla selamlıyorum, hepinize başarılar diliyorum değerli kardeşlerim.