Günay: DAİŞ Kürtleri topraklarından çıkaramadı, DAİŞ’ten kaçanlar da Kürtleri topraklarından çıkaramayacak

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde haftalık basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu: 

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde haftalık basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Şengal’deki gelişmeler, Kobanî davası, kabine değişikliği başta olmak üzere güncel konulara değinen Günay, şunları söyledi:

Değerli basın emekçileri, bizleri izleyen değerli halkımızı selamlıyorum. Değerli basın mensupları maalesef dün son derece acı, son derece kahredici bir haber aldık. Uluslararası Göç Örgütü, Akdeniz'de bir botun alabora olması sonucu en az 100 sığınmacının yaşamını yitirdiğini açıkladı. 

Akdeniz’de 100 mültecinin hayatını kaybetmesi kaza değil cinayettir

Alabora olan botta 130’a yakın mülteci olduğu belirtiliyor ve diğerlerinin akıbeti ise maalesef henüz bilinmiyor. Bu gelişmeyi basın kuruluşları ve ilgili çevreler “kaza” olarak tanımladılar. Ne yazık ki bu bir kaza değil ve bu halklar için kader de olamaz. Bu durum halklara savaş dayatan, savaştan beslenenlerin sebep olduğu açık bir cinayettir, bu bir toplu kıyımdır. Çok üzgünüz. Yaşamını yitirenlerin ailesine başsağlığı diliyoruz. İnsanların yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmadıkları bir dünya yaratma mücadelesini sürdüreceğimizi buradan hatırlatmak isteriz.  

Bugün çocuk hakları, milli egemenlikten dem vuracak olan iktidarın hiçbir inandırıcılığı yok

Haftalık basın toplantımızı 23 Nisan TBMM’nin kuruluş yıl dönümünde gerçekleştiriyoruz. Bugün devlet yetkilileri tümüyle içini boşalttıkları “egemenlik, halk iradesi, çocuk hakları” gibi kavramları dillerine dolayacak, hiçbir şekilde hak ve özgürlüklerini, geleceklerini gözetmedikleri çocuklara birkaç dakikalığına koltuklarını “emanet” edecekler. Bu konuda hiçbir inandırıcılıkları yok. “Çocuklarına bayram hediye eden ülke” olmakla övünen Türkiye, çocuk haklarının en fazla ayaklar altına alındığı ülke haline getirildi maalesef.

Önce çocukların yaşam ve güvenli gelecek haklarını garantileyin

DİSK verilerine göre yaklaşık 2 milyon, TÜİK verilerine göre 720 bin çocuk güvencesiz, ağır ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda. Çocukların yüzde 25’i eğitim hakkından mahrum. Kürtler başta olmak üzere, diğer halkların çocuklarına anadilleri yasak. Çocuklar istismara ve saldırılara uğruyor ve onları koruyacak mekanizmalar yok.

Halk iradesi gasp edildi, Meclis'e karşı süreklileşen bir darbe yürürlükte

“Halk iradesi ve egemenliği” deseniz durum gerçekten vahim. Kayyım rejimi başta olmak üzere iktidar son 6 yılda halk iradesine yönelik sistematik bir darbe sürecini devreye soktu. Milyonlarca insanın iradesi gasp edildi, milletvekilleri tutuklandı, fezlekeler muhalefetin tepesinde demoklesin kılıcı olarak tutulmaya devam ediliyor. Partimize karşı talimatla kapatma davası açtılar, ana muhalefet partisi iktidar tarafından alenen tehdit ediliyor. En son milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gözaltına alınması örneğinde görüldüğü gibi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünün yazılı olduğu Meclis defalarca muhalefete yönelik darbelere tanıklık etti. Halk iradesini tanımayan, irade gaspıyla varlığını sürdürmeye çalışan iktidar “bu ülkede toplumun değil benim iradem egemendir” dayatmasında bulunuyor. Bu duruma karşı yakınmıyoruz, çünkü biz mücadelemize, bu durumu değiştirme gücümüze güveniyoruz. Kazanacağımızı da biliyoruz. Bu konuya ilişkin daha kapsamlı değerlendirmelerimizi bugün Meclis özel oturumunda da dile getireceğiz.

Kürtler dünya demokrasi tarihine geçecek örnek oluşturuyorlar dünyada

Değerli basın mensupları, bu topraklarda yaşanan acı tarihlerin biri bitmeden bir diğeri başlıyor. Geçmişle yüzleşmemenin asıl nedeni geçmiş günahları ve suçları bugün de sürdürme amacından kaynaklanıyor. Dün yaşanan acıların ve trajedilerin benzerleri bugün bu topraklarda halklara yaşatılıyor. Ortadoğu’da ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte yok sayılan, inkar edilen veya kimliksiz bırakılan bir realiteydi Kürtler. Fakat bugün, tarihten yaşadığı deneyimlerle dünyada demokrasi tarihine örnek olabilecek bir gelecek inşa ediyorlar Şengal’de, Kuzey ve Doğu Suriye’de.

DAİŞ geldiğinde kaçanlar DAİŞ yenilince geri dönüp halkların tepesinde hüküm sürmeye çalışıyor

Merkezi hükümetlerin insafına terk edilen bu bölgelerde başta Kürtler olmak üzere diğer halklar kendi kaderlerine terkedildi. Merkezi hükümetlerin hüküm sürdüğü bu bölgelerde DAİŞ geldiğinde bir anda ortadan kayboldular. On binlerce kadın ve çocuğun vahşice katledilmesini seyrettiler. Şengal ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları ise kendi topraklarını terk etmeyerek, DAİŞ’e karşı yıllarca mücadele etti ve etmeye devam ediyor. DAİŞ askeri olarak yenilgiye uğratılınca hükümetler tekrar bölgede hüküm sürme çabası içerisine girdiler. 

Irak ve Suriye rejimlerinin tutumu savaşı körükler niteliktedir

Bütün dünya, vahşete ve zulme karşı savaşanların devletler değil halkın kendisi olduğunu çok iyi biliyor. Bu sebeple, gerek Şengal’de Merkezi Hükümetin gerekse Kuzey ve Doğu Suriye’de Esad rejiminin tutumu tutarsız ve Arap–Kürt çatışmasını körükler niteliktedir. Kürtler, yıllardır Şengal’de, Qamişlo’da, Kobanî’de kendi evlatlarının canı pahasına bu bedeli ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. Bu tarihi süreçte “Kürtlerin yanında yer alamadığımız için özür dileriz” demek yerine Kürtlere karşı eş zamanlı saldırılar düzenlemek ancak ve ancak DAİŞ zihniyetine hizmet etmektedir.

DAİŞ Kürtleri topraklarından çıkaramadı, DAİŞ’ten kaçanlar da Kürtleri topraklarından çıkaramayacak

Şengal ve Qamişlo’ya yönelik saldırıların aynı döneme denk gelmesi de kesinlikle tesadüfi değil. DAİŞ Kürtleri topraklarından çıkaramadı, DAİŞ geldiğinde kaçanlar da Kürtleri topraklarından çıkaramayacak. Hem Bağdat hem de Şam hükümetlerini buradan bir kez daha uyarıyoruz: Borçlu olduğunuz Kürt halkına karşı başlatacağınız bu savaş Ortadoğu’da geri dönüşü olmayan yıkıma sebep olacaktır. Gerek Şengal’deki statü sorunu gerekse Kuzey ve Doğu Suriye’nin geleceğine dair sorun bu saatten sonra çatışmayla çözülemez. Biz HDP olarak, hem Şam hem de Bağdat yönetimlerine açık çağrıda bulunuyoruz. Kürtlerin Suriye ve Irak’taki geleceği için barışçıl müzakereler yürütülmelidir. Barışı esas alarak atılacak her adım sadece Kürtlerin değil bütün halkların geleceğini garanti altına alacaktır. 

Kobanî iddianamesi baştan sona yalan ve iftiralarla doludur

26 Nisan günü Kobanî davası görülmeye başlanacak ve bu dava hukuk tarihine utanç dolu harflerle geçecek, tarihin gördüğü en büyük kumpas davalarından biri görülmeye başlanacak. 6 yıl sonra talimatla açılan Kobanî davası, hukukun temel ilkelerinden yoksun bir davadır. Bu kumpas davasının iddianamesi baştan sona yalan ve iftiralarla doludur. Bu dava bize çok şey söylüyor, çok şey hatırlatıyor. Çünkü bu dava bir komplo davasıdır, siyasi bir davadır. Toplumu rehin alma, hakikati tasfiye operasyonudur.

Bu dava 49’lar davasının, İstiklal Mahkemeleri'nin, Dêrsim yargılamalarının devamıdır

Bu dava, herhangi bir kuralın tanınmadığı İstiklal Mahkemeleri'ni hatırlatıyor. Bu dava, sadece Kürt olmanın yargılanmaya yeterli olduğunu söyleyen 49’lar davasının devamıdır.  Bu dava, halen tarif edilmemiş, yüzleşilmemiş bir kırımın ardından tarihin kara sayfalarına düşen Dêrsim mahkemeleri zihniyetinin yansımasıdır. Bu dava, demokratik siyasetin, Meclis'teki temsiliyetin hayat bulduğu bir süreçte askeri darbenin nasıl devreye girdiğini gösteren 12 Mart’ın izdüşümüdür. Bu dava, bu ülkeyi tümden insanlıktan çıkarmaya ant içmiş zihniyetin temsili olan 12 Eylül darbesinin devamıdır. Bu dava, 1990’ların şiddetini, Güvenlik mahkemelerini, intikam bürokrasisini, teslim alma pratiklerini ve hınç hukukunu hatırlatıyor.

Kobanî davası, Kürtlere, emekçilere, demokrasiye karşı kurulmuş kumpastır

Evet, Bu kumpas davası, bizim varlığımıza yönelik bir davadır. Bu komplo ve kumpas davası Kürtlere, emekçilere, sağduyuya, demokrasiye, halklara, kadınlara, gençlere karşı kurulmuştur.

Direneceğiz, hakikate boyun eğdirmeyeceğiz

Biz bu davada, yok sayılmanın, felaketlerin, azınlık diktasının, faşizmin, kara cahilliklerin, dipsiz karanlıkların önüne geçmek ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerini umut ile yoğurmak için direneceğiz. Biz bu davada, hakikati yalana boğdurtmayacağız. Hep birlikte herkesi hakikat için mücadele etmeye çağırıyoruz. Başta demokratik kamuoyu olmak üzere, tüm sivil toplum kurum ve kuruluşlarını bu yalan ve talan düzenine karşı durmaya çağırıyoruz.

Bu dava topluma karşı açılmıştır, muhalefeti susturmayı hedeflemektedir

Çünkü bu dava; iktidarın muhalefeti dizayn etme amacını taşımaktadır. Bu davada, DAİŞ karanlığına karşı demokratik protesto hakkını kullanan ve bunun çağrısını yapan siyasetçiler ve yurttaşlar hedef olarak gösterilmektedir. Bu yüzden; Kobanî Davası temelde topluma karşı açılmış bir davadır. Muhalefeti susturmayı hedeflemektedir. İtiraz eden, sesini yükselten, Anayasal bir hak olan demokratik gösteri hakkını kullanan ve bunu çağrı yapan herkes hedeftedir bu davada. Bu dava DAİŞ karanlığına karşı toplumu savunanların mahkum edilmek istendiği davadır.

Dosyada ibretlik bir talimat belgesi var

Değerli arkadaşlar; yargının nasıl talimatla hareket ettiğini göstermesi açısından ibretlik bir bilgi notu var elimizde. Salı günü grup toplantısında Eş Genel Başkanımız sayın Mithat Sancar açıkladı. Ben bu ibretlik belgeyi biraz daha detaylarıyla açıklamak istiyorum: 

Bakın, Kobanî dosyasında savcı tarafından unutulmuş bir bilgi notu. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yazılmış. Tarih 26 Ekim 2018. Bu belge emniyetin savcıya nasıl da talimat verdiğini gösteren bir belgedir. Biz ne diyorduk; Türkiye’de yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiştir. Bu belge bunu kanıtladı. Yargının içine düştüğü bu içler acısı durumu göstermesi açısından ibretlik bir belgedir bu!

Polis savcıya talimat veriyor, suç işle diyor: Polis devleti belgesi!

Belgenin tamamında talimat var. Polis savcıya yön çiziyor, akıl veriyor. Adı bilgi notu ama savcıya talimat üstüne talimat verilmiş bu belgede. Vekillerimizin dokunulmazlığının kaldırılması ve akabinde Kobanî operasyonu kapsamında gözaltına alınması talimatı verilmiş. Yani dokunulmazlığı olan HDP’li vekillerini gözaltına al, savcıya suç işle diyor. Bu belge hukukun rafa kaldırıldığı ülkenin polis devletine dönüştüğünün belgesidir.

Kabine değişikliği kabile devletinde olsa daha çok ses getirirdi

Bir diğer önemli mesele geçtiğimiz hafta yapılan mahcup kabine değişikliği oldu. Reformların, insan hakları eylem planlarının yalan olduğu, Türkiye’nin yönetilemediği, her şeyin tepetaklak olduğu bir ortamda kabinede değişikliğe gidildi. 21 Nisan 2021 gecesindeki bu kabine değişikliği yine geç bir saatte kamuoyuna sessizce duyuruldu. Öyle ki, bu değişiklik bir “kabilede” olsa daha çok ses çıkardı. Bakanların görevden alınıp veya atanması artık rutin bir işe döndü ve hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi sessiz sedasız yapılıyor bu iş. Neden? Çünkü bunlar halkın değil Saray’ın bakanlıklarıdır.  Çünkü normal bir devlette değiliz. “Şahsım devleti”ndeyiz ve burada işler maalesef böyle yürüyor.

Sessiz sedasız bakanlık değiştirerek, günahlarını geçiştiremezler, hesabını vermek zorundalar

Bu işleri sessiz sedasız yapınca günahlarının görülmeyeceğini düşünüyorlar. Bakanı görevden alıyorlar, bakanın devlete dezenfektan satmasının hesabını vermiyorlar. Bu işler böyle olmaz. Birer şirket haline getirdiğiniz bakanlıklardaki bütün günahların hesabını bu halka vermek zorundasınız. 

Neredeyse bakanlık bölme ve birleştirme işiyle uğraşacak yeni bir bakanlık kuracaklar

Bakan değiştirince işler düzelmez. Parti kapatma hevesi ile dolup taşanlar şimdi bakanlık kapatıp bakanlık açıyor. Hiçbir ülkeye kısmet olmayan “Matruşka Bakanlık sistemi” var artık bu ülkede!  İkiye böldükleri bakanlığı birleştirdiler şimdi aynı bakanlığı tekrar ikiye böldüler. Neredeyse bakanlıkları bölme ve birleştirme işiyle uğraşacak bir başka bakanlık kuracaklar. 

Bu durum aslında en iyi bildikleri şey: Ülkeyi kutuplaştırdılar, ekmeğimizi böldüler, haklarımızı böldüler. Yerel yönetimleri bölerek belediyeleri gasp ettiler. Ve en önemlisi ekonomiyi böldüler… Yaşamlarımızı böldüler!

Bakanların gitmesi yetmez, değişim Cumhurbaşkanı’nın ve sistemin değişmesiyle mümkün olacak

Evet, kabine değişikliğinin bir işe yaramadığını, bir anlamı olmadığını biliyoruz. Oysa değişim ve dönüşüm isteniyorsa çözüm çok basit: Cumhurbaşkanı’nın kendisinin değişmesidir. Bakan değil esas baştakinin değişmesi ile işler düzelecek. Sorun bakanlar değil, sorun bakanların başıdır, bu uyduruk, ucube sistemdir! Yara bere içinde, boyası ve taşları dökülmüş bir duvara istediğiniz kadar boya-badana yapın, Düzelir mi? Öze işlemiş, en içteki çekirdeğe varmış sorunları şekilsel olarak çözmek mümkün mü? Hayır. İşte sürekli yapılan budur: boya badana ile göz boyamak. Bu halkın artık bu kandırmalara karnı tok.

2 ay önce uzaya çıkıyorlardı bugün patates soğan dağıtıyorlar

Bu göz boyama ile halka yoksulluğunu, fakirliğini unutturacaklarını sanıyorlar. Ekonomiyi getirdikleri durum ortada. AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın “fakir fukaraya, garip gurebaya dağıtalım” diyerek üreticiden yani çiftçiden alınan patates ve soğanlar ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere İstanbul’un 39 ilçesinde 164 bin aileye 10 kilo kuru soğan ve 20 kilo patates olarak dağıtılacağı açıklandı.

·         2 ay önce uzaya çıkacağını söyleyen AKP Genel Başkanı bugün patates-soğan dağıtıyor.

·         Pandeminin ilk aylarında ihtiyaç sahiplerine ücretsiz ekmek dağıtan belediyelere soruşturma açan AKP zihniyeti bugün pazarcı olmuş. Ücretsiz patates ve soğan dağıtıyor.

·         En önemlisi ise bu ülkenin çiftçilerini, üreticilerini borç batağına sokan, ithalat politikaları karşısında süründüren AKP iktidarı Ramazan ayından açıkça şefkat dileniyor. 

·         Çiftçilerin elinde kalan patates ve soğanın hatta daha çeşitli ürünlerin neden ellerinde kaldıklarının cevabını vermeliler.

Hane başına dağıttıkları patates soğanın maliyeti 13 lira 

Bakın üreticiden alınan patatesin fiyatı 50 kuruş, Soğanın fiyatı ise 40 kuruş. Bağıra bağıra dillendirdikleri bu yardımın hane başına maliyeti 13 lira. Plan Bütçe Komisyonuna getirilen Torbadan emekçilere 3 lira çıkmıştı. Bugün ramazan için AKP’nin altı yırtık torbasından çıkan miktar ise hane başına 13 lira. 164 bin hane için ayrılan maddi miktar Kürşat'ın bir binek arabası değerinde bile değildir. Bu durum, bu sonuç iktidarın yarattığı düzenin en net fotoğrafıdır.

Elektrik şirketlerine yapılacak 3 milyar lira vatandaşın faturasına yansıtılacak

Vurgunun, talanın bu kadar zirve yaptığı, bakanların bürokratların elbirliği ile ülkeyi zarara uğrattığı ama en çok da kamu kaynaklarının düzenli olarak bir avuç sermayeye peşkeş çekildiği korkunç bir yozlaşma ve çürüme döneminden geçiyoruz maalesef. Pandemi döneminde yurttaşına sahip çıkmayan, esnafı perişan eden, süreci yönetemeyen AKP iktidarı bu yetmezmiş gibi sözüm ona bu süreçte zorluk yaşayan elektrik şirketlerine yardım etme kararı alıyor. Peki bu yardım nasıl yapılacak? Kasada para yok. Tabi vatandaşın elektrik faturasına yansıtılacak. Ne kadar? 3 Milyar TL!  

Gerekçe nedir? Pandemi ve ekonomik daralma nedeniyle elektrik tüketimi azaldı. Elektrik üretim fiyatlarının düştü. Bu nedenle de santraller zor durumda. Elektrik üreten şirketlere kapasite mekanizması adı altında 2018 yılından bu yana destek ödemeleri yapılıyor. Bu yolla 2018 yılında 1.4 milyar, 2019 yılında 2 milyar, 2020 yılında ise 2.2 milyar lira ödendi. Bu yıl planlanan 2.6 milyar ama pandemi nedeniyle 3 milyar TL’ye çıkarılıyor. 

Sadece Nisan ayında 3.7 milyon abonenin elektriği kesildi

Yurttaşlar zamlı elektrik faturalarını ödeyemiyor zaten. Bakın daha bu Nisan ayında 3.7 milyon abonenin elektriği kesildi. 716 bin kişi ödeme yapamadığı için karanlıkta kaldı. Ve yetmezmiş aynı elektrik şirketleri Kürt illerinde birçok çiftçi ve köylüyü de elektrik borcu olmadığı halde elektriklerini keserek tarım sulaması yapmalarına izin vermeyerek ürünlerini yaktı!

Îktîdar polîtîkayên şer, polîtîkayên tecrîdê girantir dike: Ev zordarî sînorên dawî derbas kir

Endamên birêz ên çapemeniyê, 

Ev hikûmet di polîtîkayên xwe yên şer de dewam dike. Her ku diçe polîtîkaya xwe ya tecrîdê kûrtir û belavtir dike. Binêrin greva birçîbûnê îro gihîştiye roja 146'an. Ev polîtîkaya tecrîd û îzolasyonê, ev zext û zordarî, ev faşîzm êdî sînorên dawî jî derbas kiriye. Li Tirkiyeyê hemû hikûmetan desthilatiya xwe ewilî li ser girtîgehan ferz kiriye û ji wir dest bi faşîzma xwe kiriye. Îro li girtîgehan mafên sereke yên mirovahiyê tên binpêkirin. Dijminatiya herî zêde li girtîgehan tê meşandin. Tu îrade, tu kesekî xwedî rûmet, êdî vê neheqiyê qebûl nake û li dijî van polîtîkayan li ber xwe dide. 

Werin ser riya edaletê tecrîdê bi dawî bikin

Doh jî Saziyên Civaka Sivîl li ser rewşa girtîgehan daxuyaniyek dan. Bangeweziyek kirin. Bang li hikûmetê kir û got; berpirsyar hikûmet bi xwe ye. Daxwazên rewa yên girtiyan qebûl bikin.

Em dîsa û dîsa bang dikin; dengê ku îro êdî ji 107 (sed û heft) girtîgehan olan dide êdî bibihîsin û berpisyariyên xwe bînin cih. Dawî li van polîtîkayên xwe yên tecrîdê bînin. Ji bo rewşa girtiyan zêdetir nekeve xeterê werin ser riya edaletê. Rojek berî rojekê werin ser riya heqîqetê. Tecrîda li ser Birêz Ocalan rakin û pergala Îmraliyê êdî bi dawî bikin.

Biryara statûyê biryara gelê Şengalê ye

Bi sedan sal in Êzidiyên Şengalê li dijî planên tunekirinê li ber xwe didin û şerê man û nemanê dimeşînin. Heftê û çar caran rastî ferman, komkujî û koçberiyê hat gelê Şengalê. Herî dawî di sala 2014’an de çeteyên DAIŞ'ê komkujiyeke mezin pêk anîn. Gelê Şengalê jî piştî fermanê, ji bo parastina xwe rêveberiyeke xweser ava kir û bi vî awayî heta îro xwe bi rê ve birin. Lê belê îro jî desthilatdarên herêmê dixwazin bi lîstikên xwe aloziyê derxin û gelê Şengalê bixin bin kontrola xwe û wan bêparastin bihêlin. Em dibêjin: Biryar biryara gelê Şengalê ye. Gelê Şengalê kîjan statûyê bixwaze divê her kes rêzê li îradeya wan bigire. Xweparastin û xweserî wekî hemû gelan mafê gelê Şengalê ye jî.

23 Nisan 2021