Günay: HDP olarak en geniş anti-faşist bloku oluşturma mücadelesini başlatıyoruz

Parti Sözcümüz Ebru Günay, İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Günay şöyle konuştu:

Dün İstanbul’da MYK toplantımızı gerçekleştirdik hem siyasal gelişmeleri değerlendirdik hem de önümüzdeki sürece ilişkin hazırlıklarımızı gözden geçirdik… Ayrıca toplantımızda Türkiye’deki birçok gelişmeyi değerlendirdik… Bazı detayları buradan paylaşmak istiyoruz… 

Kürt halkına karşı gittikçe azgınlaşan ve sistematik hale gelen bir ırkçılıkla muhatap oluyoruz 

Hepinizin yakından takip ettiği son dönemlerde Kürt halkına, diline, kültürüne, değerlerine, varlığına karşı gittikçe azgınlaşan ve sistematik hale gelen bir ırkçılıkla muhatap oluyoruz. Sakarya’da mevsimlik tarım işçilerine yapılan saldırının ardından Afyon’da Kürt inşaat işçisi ırkçı saldırı sonucu katledildi. Aynı anlayış Van’da Kürt dilini yasaklayarak Kürtçe tabelaları söktü. Kürd'ün diline tahammül edemeyen de varlığına saldıran da aynı zihniyetin ürünüdür. 

Türkiye’de ırkçılık kendini gizleme derdi ve kaygısı taşımıyor 

Bu ülkenin başına bela olmuş en büyük sorundan yani ırkçılıktan başlamak istiyorum. Evet, Türkiye’de ırkçılık örgütlü bir yapıdır ve devlet tarafından bu anlayış özenle korunuyor. İktidarlar değişir ama ırkçılık zehri değişmez. Yüz yıl boyunca dünyada rejimler değişti, iki dünya savaşı yaşandı, üçüncüsü yaşanıyor; AB, BM veya AİHM gibi yapılar kuruldu ama ırkçı zihniyeti hala değişmedi. Türkiye’de ırkçılık kendini gizleme derdi ve kaygısı taşımıyor. 

Dünya Covid belasıyla uğraşırken, biz bu virüsten daha tehlikeli olan ırkçılıkla uğraşıyoruz  Kürt oldukları için dillerini yasaklayan, seçilmişlerini rehin alan, emekçilerini faşist duygular ile öldürten ve cezasız bırakan, Kürtçe yer isimleri değiştiren, Hasankeyf gibi insanlığın ortak mirasını betona gömen bir iktidar var. İşte bu rejimin adı faşizmdir, mayası da ırkçılıktır. Dünya Covid belasıyla uğraşırken, bizler bu virüsten daha tehlikeli ve insanlığın zehirli ideolojisi olan ırkçılıkla uğraşıyoruz ona karşı mücadele veriyoruz.   

Devletin ırkçılığı koruyan kodları değişmedikçe ırkçılık büyüyecek 

Ve ne yazık ki Türkiye’de cezasızlık sistemi ve devletin ırkçılığı koruyan, kollayan kodları değişmediği sürece ırkçılık yaşam şansı bulmaya devam edecek  ve hatta büyüyecektir. Bu yüzden 1915’te Ermeni Soykırımı'nı 1938 Dersim Soykırımı izledi. Bu nedenle Roboski Katliamı'nı Cizre, Sur katliamları izledi. Bu nedenle Ceylan Önkol’un, Uğur Kaymaz’ın, Şerzan’ın, Medeni’nin katledilmesini daha önceki gün Afyon'da Özkan’ın katledilmesi izledi. 

Türkiye’de açık bir “apartheid rejimi” tesis ediliyor 

Buradan aklıselim olan herkese sesleniyoruz. Kandan, kinden, nefretten ve ölü bedenlerin varlığından beslenen ve her şeyi devletin bekası için yaptığını iddia eden ‘katiller’ yaratılıyor. Türkiye’de açık bir “apartheid rejimi” tesis ediliyor. İnsanlığımız elimizden alınmaya çalışılıyor. Bunun önüne geçmenin yegane yolu ‘Demokrasi Bilinci’ ile antifaşist bir blok  etrafında kenetlenmektir.  

AKP-MHP bloku kötülükleri üreten temel kaynak 

Bu ırkçı saldırıları yapanları iyi tanıyoruz, bunlar birkaç saldırgandan ibaret değildir. Eğer bu saldırıların arkasında kimin olduğu merak ediliyorsa, insanlık suçu olan ırkçılığı koruyan Valilik açıklamalarına, iktidar sözcülerinin söylemlerine, milliyetçi gazete manşetlerine, tekçiliği savunan yasalara, adaleti tanımayan ve saldırganları aklayan yargıya bakmakta yarar var. Bireylerin değil toplumun zehirlenmesini arzulayan bir sistemi var eden devlet ve devletin şimdiki yürütücüleri AKP-MHP bloku bahsettiğimiz kötülükleri üreten temel kaynaklardandır. 

Kürt emekçiler sahipsiz ve yalnız değildir  

Irkçılığa karşı mücadele meşrudur, haktır, hatta görevdir. Suç olan ırkçılıktır, farklı olanın varlığına kast etmektir. Kürtler bu ırkçı politikalara karşı bugüne kadar kendilerine, dillerine, kültürlerine, bedenlerine sahip çıktı, bundan sonra da sahip çıkacaktır. Bu ırkçı güruhları buradan uyarıyoruz, devletin ekmeğe muhtaç ettiği, yerinden yurdundan sürdüğü Kürt emekçiler sahipsiz ve yalnız değildir. Bu halk öyle bu ırkçı zihniyetlerle, saldırılarla özgürlük ve demokrasi taleplerinden geri adım atacak bir halk da değildir. Bu halk özgürlüğün şafağındadır ve her ne pahasına olursa olsun, bunu mutlaka elde edecektir. Irkçılıkla bu topraklarda mücadelemiz bitmeyecektir. Sadece tekil olaylara odaklanan bir mücadele değil, bu sistemi koruyan tüm iktidar ve devlet pratikleriyle hesaplaşmayı ve onlara karşı mücadeleyi yükseltmeyi sürdürmeyi görev biliyoruz, varlık sebebimiz sayıyoruz. 

Irkçılık esas olarak kadınları hedef alıyor 

Zorunlu göç, işsizlik, baskı ve inkâr politikaları, koruculuk ve olağanüstü hal uygulamalarıyla palazlanan bu ırkçılık esas olarak kadınları hedef alıyor. 38’de Dersim Tertelesi'nde Kürt kadınlarını ve kız çocuklarını kaçıran, cinsel saldırıda bulunan zihniyet bugün Kürdistan’da genç kadınlara tecavüz cüreti gösteriyor. Her alanda direnişten zerre ödün vermeyen örgütlü kadın mücadelesi bu zehirli zihinlerin asla var olmasına müsaade etmeyecektir. 

Bütün diplomatik ve uluslararası ilişkileri askeri ilişkilere dönüştü 

Bu örgütlü kötülüğün ve ırkçılığın bir diğer önemli sonucu ise ne yazık ki yıkımlara, toplu ölümlere ve kıyımlara yol açan savaştır. AKP-MHP savaş bloku özellikle 2015 sonrası milliyetçi politikalar ile Kürt halkını düşman ilan etti. Bu ırkçı politikalar ile kendisini var etmeye çalıştı. Şimdi herkesle savaş diliyle konuşuyorlar, bütün diplomatik ve uluslararası ilişkileri askeri ilişkilere dönüştü. 

Gövde gösterisi olsun diye milyonlarca liralık askeri tatbikatlar gerçekleştiriyorlar 

Türkiye son birkaç aydır dış politikasını ağırlıklı olarak askeri hamleler üzerinden yürütüyor. Savaş gemileri bir yerlerden başka yerlere gönderiliyor, NAVTEX ilanları yapılıyor. Gövde gösterisi olsun diye milyonlarca liralık maliyetleri olan askeri tatbikatlar gerçekleştiriliyor. Suriye'de ve özellikle İdlip'te yeni bir savaş kapıdayken Ege ve Akdeniz hattında yeni bir cephe açmaya çalışılıyor. Kısacası, Erdoğan'ın ve kabinesinin attığı her adım, bu ülkeye ağır bir fatura olarak dönüyor. 

Türkiye AKP politikaları sonucu yalnızlaştı 

HDP olarak Meclis'te bu yanlış dış politikalar hakkında duruşumuzu net bir biçimde ortaya koymuştuk. Libya'da Trablus hükümeti ile yapılan deniz sınırı yetki anlaşmasına şerhimizi koymuştuk. Askeri anlaşmalara, tezkerelere ve olası risklere karşı uyarılarımızı yapmıştık ve ne yazık ki bugün itibariyle bahsetmiş olduğumuz tüm riskler gerçekleşiyor. Türkiye AKP politikaları sonucu yalnızlaştı. AKP sayesinde AB ve ABD tarafından ciddi yaptırımlarla karşı karşıya. İktidarın savaş ve düşmanlık politikalarının bu ülkeye ve bölge haklarına hiçbir faydası yok, aksine çözümsüzlüğü ve yıkımı derinleştiriyor. 

Erdoğan'ın sorularının cevabı net: Evet, siz bu ülkelerden çıkarsanız bu ülkelere huzur ve özgürlük gelecek 

Şimdi dün Cumhurbaşkanı, bazı sorular sorarak güya kendi politikasını meşrulaştırmaya çalışıyor. “Türkiye Suriye’den çekilirse, Suriye bir anda huzura, özgürlüğe mi kavuşur? Libya’da darbeciler köşelerine mi çekilir?” şeklinde bazı sorular yöneltmiş ve bunlara “evet diyecek kimsenin olmadığını” iddia etmiş. Şimdi siz bırakın bu sorularla kafa bulandırmayı, önce Irak’ta, Suriye’de, Libya’da; başkalarının topraklarında, ülkelerinde ne işiniz olduğunu açıklayın. Siz önce IŞİD artıklarıyla kol kola girmenizin hesabını verin. Sorularınıza gelince, evet siz bu ülkelerden çıkarsanız bu ülkelere huzur ve özgürlük gelecek. Fransa’yı, ABD’yi uluslararası güçleri gerekçe yapmayın, hepiniz o ülkelerdeki yıkımların sebebisiniz; hepiniz kol kola girerek bu ülkelerden çıkın, halklar arası çatışmayı körüklemeyin, ateşe benzin dökmeyin. 

İhtiyaca, konjonktüre, sıkışıklığın seviyesine göre düşman seçiyorlar 

Elbette bunu yapmayacaklar, çünkü bu iktidarın gıdası, havası, suyu düşmanlık ve savaştır. İktidar ihtiyacına göre düşman belirliyor. Hekimler, vekiller, avukatlar, kadınlar, Fransa, Yunanistan, Avrupa Birliği… İhtiyaca, konjonktüre, sıkışıklığın seviyesine, içeriğine göre “yedi düvel düşman albümü”nden seçim yapıyor. 

“Milli menfaat” gazına gelip kötülüğün yanına dizilen muhalifleri anlamamız mümkün değil 

Koltuklarına yapışmış, ülkenin bütün kaynaklarını peşkeş çekmiş iktidar ve ortaklarının, iktidarda kalmak için bu palavraların arkasına sığınmasını, herkesi düşman ilan etmesini bir yere kadar anlayabiliyoruz. Ama bu palavralar her ortaya atıldığında “milli menfaat” gazına gelip bu kötülüğün yanına dizilen muhalifleri anlamamız mümkün değil. Muhalefete çağrımız “milli menfaat” lafını her duyduğunuzda gaza gelmeyin. Aynı hatayı milyon kez yapmayın, aynı oyuna milyon kez gelmeyin. Sanmayın ki toplum bu palavralara inanıyor.  

Öcalan’ın barışa katkı sunması Kürtlerden çok Türklerin; çözüm isteyen herkesin talebi olmalıdır

Bakın , ülkenin kaynakları da bitti, halkın gözyaşları da. Artık barışı konuşmalıyız. Barışa katkısı, geçmiş deneyimlerle sabit olan en önemli aktör Sayın Öcalan’dır. Barışın ihtimali belirdiğinde tüm toplumsal sorunların nasıl kolay konuşulur olduğunu, birbirimizi nasıl daha rahat anlayabildiğimizi Sayın Öcalan’ın da içinde olduğu süreçte deneyimledik. Barışın sağlanamadığı her gün ise bu ülkenin sorunları çığ gibi büyüdü, buna da hep beraber tanıklık ettik. Tam da bu yüzden Öcalan’ın barışa katkı sunmasının önündeki engellerin kaldırılması, İmralı’daki tecridin sonlanması belki de Kürtlerden çok Türklerin talebi olmalıdır. Çözüm isteyen herkesin talebi olmalıdır. Soylu cemaat soruşturmaları gerekçesiyle görevden alınan kayyım kaymakamlara kefil oldu Şimdi bakın; “beka” diyenlerin, “milli menfaatçilerin” gerçekten ne ile ilgilendiğini gösteren birkaç hususu hatırlatmak isterim. 6 Eylül’de aralarında 30 kaymakam, vali yardımcılarının da bulunduğu mülki idare amirliklerinde görevli 40 kişi hakkında cemaat soruşturmaları gerekçesiyle görevden alma kararları verildi. Bu kaymakamlardan biri Silvan Kayyımı Mehmet Uslu, bir diğeri ise Diyadin Kayyımı Hasan Doğan. İçişleri Bakanı Soylu hemen itiraz etti, “FETÖ ile ilişkilendirilme iddiaları yalan” dedi ve bir yerde bunlara kefil oldu. 

Mesleklerini icra eden avukatların gözaltına alınmasını kabul etmiyoruz 

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 Eylül’de cemaat soruşması nedeniyle Ankara merkezli 7 ilde, 48 avukat, 7 stajyer avukat, 3 ihraç edilmiş hakimin de aralarında bulunduğu 60 kişi hakkında gözaltı kararı çıkardı. 60 kişiden 47’sinin gözaltına alındığı açıklandı. Avukatların mesleklerini icra ettikleri, yargının esası olan savunma hakkını icra ettikleri için gözaltına alınmalarını, soruşturmaya tabi tutulmalarını HDP olarak doğru bulmuyor ve kabul etmiyoruz. 

Milli menfaatçilerin gerçek gündemi rant paylaşımı ve güç çekişmesi; hepsinin elinde birbiriyle ilgili dosyalar var 

Bütün bunlar aynı zamanda devlet içindeki “paralel yapılanmaların” birbirine karşı operasyonudur. Bu bir rant ve paylaşım mücadelesidir. Yayınlanan görüntülerden de anlıyoruz ki hepsinin ellerinde birbiriyle ilgili dosyaları var. İhtiyaç duydukça piyasaya sürüyorlar. Tıpkı iktidarın cemaatle yaşadığı rant çatışmasında olduğu gibi. İşte milli menfaatçilerin gerçek gündemi bu rant paylaşımı ve güç çekişmesidir. Topluma karşı yaptıkları suçla elde ettikleri rantı paylaşamıyorlar artık. O yüzden bu kadar saldırganlaşıyorlar. 

FETÖ soruşturmaları iktidardakilerin birbirlerine karşı kullandıkları bir araç haline geldi 

FETÖ soruşturmaları iktidardakilerin birbirlerine karşı kullandıkları bir araç haline gelmiştir. Ülkedeki kritik soruşturmaları yürüten savcıların, saraylardaki fotoğrafları, lüks tatilleri yargının içerisinde bulunduğu içler acısı durumu ifşa ediyor. 

Soylu hem AYM başkanını tehdit etti hem ülkede güvenliğin olmadığını itiraf etti 

Bu rant çatışmasının göbeğinde yer alan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, herkese karşı öylesine ölçüsüzleşmiş ki, en son tarafsız ve bağımsız olması gereken AYM’yi, AYM başkanını tehdit etti. AYM’nin “Şehirlerarası karayollarında gösteri ve yürüyüş düzenlenemez” hükmünü iptal etme kararına karşı AYM Başkanı Arslan’a neredeyse had bildirdi. “Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım” gibi tehditkar ifadeler kullandı. Ülkedeki insanların güvenliğinden sorumlu kişi, ülkede güvenliğin olmadığını itiraf ediyor. 

Herkesi yarattıkları çürümüşlüğün parçası olmaya zorluyorlar 

Aynı zamanda herkesi yarattıkları bu çürümüşlüğün parçası olmaya zorluyorlar. “Ya bizim yanımızda yer alır ve seni yaşatırız ya da karşımızda yer alırsın ve yaşam hakkın olmaz” diyorlar. Tehdit edilen sadece AYM başkanı değil ki. Hemen her gün bir kesime parmak sallıyorlar. Çünkü tek bildikleri tehdit dili, siyasetten anladıkları güç gösterisidir, çünkü fikirleri yok, çünkü haksızlar, çünkü tehdit etmeden bu ülkeyi bir saat yönetemeyeceklerinin farkındalar. 

TTB’yi tehdit eden zihniyet haddini bilmelidir 

Dün iktidar ortağı Bahçeli’nin Türk Tabipleri Birliği'ni hedef alan söylemi de aynı mantığın ürünüdür. Bahçeli, pandemi sürecinde canını dişine takmış, salgınla mücadele eden, büyük bedeller ödeyen hekimler örgütünü hedef alarak “hemen kapatılmasını” emrediyor. Kapattıkları her kurum, çöreklendikleri her siyasal alan onlar için rant alanıdır. TBB (Barolar) yasasında değişiklik yaptılar, yandaş barolara kapı araladılar şimdi gözlerini TTB’ye dikmiş durumdalar. Öncelikle TTB’yi tehdit eden bu zihniyet haddini bilmelidir. Siz kim oluyorsunuz da pandemi ile mücadelede birçok üyesini kaybetmiş bir meslek örgütünü böyle sokak kabadayısı ağzıyla tehdit ediyorsunuz. O insanlar canı pahasına salgınla mücadele ederken siz salgınla işbirliği halindesiniz.  

TTB ve bu ülkenin hekimlerinin yanındayız 

Sizin öfkeniz TTB’nin toplumun bildiği bir gerçeği dile getirmesinedir. Evet, açıkladığınız veriler yalandır, toplum sağlığı gibi bir derdiniz yoktur ve bunu sadece hekimler değil bütün ülke biliyor. Gerçeği söyleyenleri giyotine de gönderseniz gerçeği değiştiremezsiniz. Buradan söylüyoruz, TTB ve bu ülkenin hekimlerinin yanındayız, bu sokak kabadayılığına da eyvallah etmeyiz. 

AYM başkanı tehdit ediliyor, TTB'ye parmak sallanıyor; Türkiye neredeyse orman kanunlarıyla yönetiliyor 

Bu nobranlık ve saldırganlık artık şirazesinden çıkmış durumda. İçişleri Bakanı'nın AYM başkanını tehdit ettiği, iktidar ortağının TTB’ye parmak salladığı Türkiye artık neredeyse orman kanunlarıyla yönetilmeye başlandı. Salgına karşı halkı kendi kaderine terk ettiler, her gün yalanlarına bir yenisini ekliyorlar Bu saldırgan ve faşist zihniyet salgınla mücadele eden TTB’yi tehdit ederken, gerçekleri de örtbas etmeye çalışıyor. Salgına karşı halkı kendi kaderine terk ettikleri gibi her gün yalanlarına bir yenisini ekliyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı, yeni eğitim öğretim yılını 31 Ağustos'ta uzaktan, 21 Eylül’de aşamalı ve seyreltilmiş eğitim modeliyle yüz yüze yapacağını açıklamıştı. Ancak hala birçok öğrenci internete, tablete, bilgisayara hatta telefona erişim sorunu yaşıyor. Birden fazla öğrenci olan ailelerde çocuklar derse katılabilmek için birbirlerinin dersinin bitmesini bekliyor. Özellikle köylerde internetin çekmemesi ciddi problem oluşturuyor. Derslerin takip edildiği EBA TV, tüplü televizyonlarla uyumlu değil. Resmi verilere göre de öğrencilerin yüzde 51,1’i EBA sistemine giriş dahi yapamıyor. O nedenle EBA üzerinden yürütülen canlı derslere katılım, birçok okulda yüzde 15-20 dolaylarında. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın yayımladığı rapora göre EBA’nın internet üzerinden yaptığı video dersleri izleme oranı yüzde 47’de, canlı derslere katılım ise sadece yüzde 11’de. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün hazırladığı raporda yer alan “internet bağlantısına erişimi olan öğrenciler” listesinde Türkiye, 77 ülke arasında 70’inci sıradayken “okul çalışmaları için bilgisayara erişim” listesinde 64’üncü sırada yer alıyor. Eğitim-Sen’in Eylül ayı başında yaptığı “Uzaktan Eğitim Çalıştayı” sonuç raporuna göre öğrencilerin ancak yüzde 15’i canlı derslere katıldığı belirtiliyor. 

Öğretmenlerin, öğrencilerin sağlıkları dikkate alınmalı ve öğrencilerin eğitim hakları için çalışmalar yürütülmelidir 

Özellikle anadilinde eğitim göremedikleri için eğitimde her zaman dezavantajlı durumda olan Kürt çocukları, çevrimiçi eğitim için gerekli fiziki şartlara sahip olmayan yoksul ailelerin çocukları en büyük mağduriyeti yaşıyor. Uzaktan eğitim bir yandan da  öğretmen, veli ya da öğrenci, herkesi farklı şekilde etkilemeye devam ediyor.  Öğretmenlerin yaklaşık yüzde 93.8’i uzaktan eğitimin verimli olmadığını ifade ediyor. MEB yüz yüze eğitimi önce 31 Ağustos tarihini 21 Eylül’e, şimdi ise 21 Eylül tarihini de başka bir tarihe erteledi. Eylül-Ekim aylarında sayıların daha da yükseleceği yönündeki uyarılarına rağmen 21 Eylül’de yüz yüze eğitime geçme kararı hangi bilimsel veriler doğrultusunda alındı? Bu konuda öncelikle öğretmenlerin, öğrencilerin sağlıkları dikkate alınmalı ve öğrencilerin eğitim hakları için çalışmalar yürütülmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın şimdiye kadar yaptığı politikalar bunun uzağındadır. 

34 milyon yurttaşımız açlık tehdidi altında 

Ekonomide de durum içler acısıdır. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasının yayımladığı açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarına göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı 2 bin 401 TL, yoksulluk sınırı ise 8 bin 304 TL olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de 16 Milyon yurttaş yoksul, 18 milyon yurttaş ise yoksulluk sınırında yaşamaktadır. Yani 34 milyon yurttaşımız açlık tehdidi altındadır. İşte bu rakamların devasallığı tek başına ekonomi politikalarındaki acziyet ve yönetememe halini göstermektedir. TÜİK; son olarak 15 ve yukarı yaşlarda olan işsiz sayısını 4 Milyon 101 bin olarak açıkladı. Bu rakam yüzde 13,4 oranına tekabül ediyor. Ancak TÜİK’in adeta hokkabazlık marifetiyle hesaplama niteliği dışında, gerçek işsiz sayısının bugün 17 milyon civarındadır.   

Kredi notunun düşüşünü yine ‘dış güçlere’ bağlamak artık kabak tadı veriyor 

Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s 11 Eylül 2020 tarihinde Türkiye’nin notunu B2 seviyesine düşürdü. Moody’se göre dış borç ve azalan döviz rezervinin yarattığı kırılganlıklar, kurumların şeffaf ve düzenleyici politikalar üretememesi ve giderek artacak olan cari açık ve bütçe açığı Türkiye ekonomisinin krizde olduğunun göstergesi.  AKP Genel Başkanı ise “sizin verdiğiniz notlar bizi ırgalamaz bize notu halkımız verir” şeklinde gerçeklikten uzak, krize çare üretmeyen, popülist bir karşılık vermekle yetindi. Erdoğan’ın ‘tanımıyoruz’ demesi olayın vahametini gizleyemez. Bunların nedenlerini düşünmek yerine meseleyi yine ‘dış güçlere’ bağlamak artık kabak tadı veriyor. 5 Kasım 2012 tarihinde Fitch, 27 Mart 2013 tarihinde Standart and Poor’s, 16 Mayıs 2013 tarihinde yine Moody’s in not yükseltme açıklamaları sırasında halkımızın notu neden söz konusu olmadı? 

Yönetemediğiniz ekonomiye karton düşman aracılığı ile kılıf bulmayın 

Tarihin en düşük notunun verildiği bu hafta içerisinde açık bir şekilde Türkiye’nin borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiği ve yatırım yapılamaz bir ülke konumuna gerilediği gerçeğini zihninizde yarattığınız hayali düşman hamlesi olarak görmekten vazgeçmenizi öneriyoruz. Türkiye Bankalar Birliğinin satın almış olduğu Japonya menşeili JCR Avrasya kuruluşu bile notunuzu düşürdü. Dolayısıyla yönetemediğiniz ekonomiye karton düşman aracılığı ile kılıf bulmaya çalışmak kabul edilemez. 34 milyon yoksul ve 17 milyon işsiz yurttaşı gösteren bu karanlık tablonun mimarı AKP-MHP ittifakıdır. Bu karanlık, ancak ittifakları dağıldığında, demokratik yenilgiye uğradıklarında bitecek, HDP ile aydınlık günler gelecektir. 

HDP olarak en geniş anti-faşist bloğu oluşturma mücadelesini başlatıyoruz 

Sonuç olarak, bir avuç azınlık dışında herkes tehdit altındadır. Herkes bütün bu saldırıların muhatabıdır. Saldırı da giderek azgınlaşmakta ve genişlemektedir. Bunun önüne geçmenin tek yolu, ortak mücadeledir, birlikte hareket etmektir, anti-faşist bir mücadele bloğu yaratmaktır. Bütün gelişmeler ve yaşananlar bunu bir görev olarak önümüze koymuştur. Bugünden tezi yok biz HDP olarak en geniş anti-faşist bloku oluşturma mücadelesini başlatıyoruz. Bütün halkımızı bu gidişattan rahatsız olan herkesi de anti-faşist mücadele bloku içerisinde yer almaya, demokratik bir ülke yaratma girişimine omuz vermeye çağırıyoruz. Kazanan mutlaka biz olacağız, halklarımız olacak, ezilenler ve emekçiler olacaktır.

18 Eylül 2020