Günay: İktidarın meşruiyeti kalmamıştır: Değişimi gerçekleştirmek bizim sorumluluğumuzdur

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu: 

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesine yönelik saldırılar, Öcalan üzerindeki tecrit, yaşanan açlık ve yoksulluk sorunlarını değerlendiren Günay, şöyle konuştu:

Değerli basın emekçileri, ekranları başında bizleri izleyen sevgili halkımız, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. 

Çok acı ve mücadelemiz açısından çok önemli iki tarihi günü geride bıraktık. 4 Mayıs’ta Dersim Tertelesi'nde yitirdiğimiz canlarımızı andık. 

Dersim Tertelesi inkarın, imhanın bir halkı yok saymanın somut halidir

Bir halkın dili, kültürü ve inancı nedeniyle hedef alınarak gerçekleştirilen saldırılarda on binlerce insan katledildi. Dersim Tertelesi, asimilasyonun, inkarın, bir halka karşı duyulan düşmanlığın açık en somut halidir. Halen de inkarcı ve imhacı zihniyet Kürt halkına yönelik benzer politikalarını sürdürülüyor. Ne o acıyı unuttuk, ne de o acı karşısında bir halkın var olma mücadelesini ve direnişini. Biz Dersim Tertelesi'nde hayatını kaybedenlerini anısını mücadeleyi yükselterek anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu ülkede bütün hakikatler ortaya çıkana, sorumlular tarih karşısında hesap verene kadar da bu mücadelemiz edecektir. 

Halkların özgürlük talebi de onlar adına çıkanların mücadelesi de büyüyor

Dün bir başka acı tarihin yıl dönümüydü. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idam edilmesinin üzerinden tam 49 yıl geçti. Denizlerin idam edilmesi, halkların eşitlik, özgürlük, barış mücadelesine verilen kanlı bir cevaptı ve o tarihten beri benzer saldırılar hiç eksik olmadı. Bu idamlar devlet eliyle gerçekleştirilmiş siyasi cinayetlerdir ve cinayetlerin altında imzası olanlar tarih nezdinde de halklarının vicdanında da çoktan mahkum oldu. O idamlar için el kaldıranların hiçbiri bugün yaptıklarını savunamıyor. Ama bugün de halkların eşitlik ve özgürlük taleplerine karşı aynı anlayışı sürdüren darbeci zihniyetler maalesef varlığını sürdürüyor. Onların da yaptıklarından utanacakları, yaptıklarının hesabını verecekleri günler uzak değildir. Çünkü halkların talebi de, halklar adına yola çıkanların mücadelesi de büyüyerek sürüyor. Bu vesileyle bir kez daha Denizleri, Mahirleri, Mazlumları, Kemalleri, İboları, özgürlük yolunda hayatını kaybeden herkesi saygı ve minnetle anıyoruz. Onların anılarını ortak ve birleşik bir mücadele ile daha da büyütmeye kararlıyız. 

Halkımız bayramı zor koşullarda karşılıyor

Maalesef bu ülkenin acıları ve sevinçleri iç içe geçmiş durumda. Bu iki acı tarihi andığımız günlerde iki önemli bayramı da karşılamaya hazırlanıyoruz. Topraktaki yaşamın koruyucusu ve yaratıcısı Xızır ile sudaki yaşamın koruyucusu ve gözeticisi İlyasın buluştuğu ve tabiatın canlandığı, toprakta ve suda bolluk, bereket, devri daimin başladığı tarih olarak kabul edilen Hıdırellez bayramı bütün halkımıza kutlu olsun. Bayramın bahar gibi, doğa gibi toplumsal yaşamımızın da canlanmasına, değişmesine bahara dönüşmesine vesile olmasını diliyoruz. Yine önümüzde Ramazan Bayramı. Ve pendemi koşullarında, açlık, savaş ve yoksulluk şartlarında halkımız bu bayramı karşılıyor. Müslümanların yoksulları, darda olanları anlamak için bir ay boyunca nefsini terbiye ettiği bir aylık oruçtan sonra kutlamaya hazırlandığımız bayramı da halkımız ne yazık ki zor koşullarda karşılıyor. İnsanlar açlıktan, geçim sıkıntısından intihar ediyor, kepenk kapatan esnaf, aşısız ve yurttaşlar korumasız ve pandemi ile açlık arasında ikileme sürüklenmiş durumda. 

Faşizmin panzehri demokrasi, AKP-MHP iktidarının panzehri HDP’dir

Tüm bunları görünmez kılmanın yolu ne? HDP’ye saldırmak. Evet, bekalarını partimize saldırarak ayakta tutmaya çalışan aciz bir iktidar var karşımızda. Ancak onlar saldırdıkça biz güçleniyoruz. Onlar saldırdıkça halk, HDP’nin Türkiye için ne kadar elzem olduğunu daha iyi anlıyor. İzmir Aliğa’da, Rize İkizdere’de, Diyarbakır Bağlar’da, İstanbul’da, İzmir’de, Cizre’de görüyoruz bunu. Bu yüzden diyoruz ki; nasıl ki faşizmin panzehri demokrasi ise AKP-MHP iktidarının panzehri HDP’dir. 

Bu iktidar kötülükte sınır tanımıyor, rezalette kendisiyle yarışıyor

En son bir rezalete daha tanık olduk. İstanbul Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’na, bizim belediyelerimizi ziyaret ettiği gerekçesiyle bir soruşturma başlatılmış. İçine düştükleri çürümeyi halktan gizlemek için ne yapacaklarını, nereden tutacaklarını bilmiyorlar artık. Nedir soruşturma gerekçesi? Sayın İmamoğlu belediyelerimizi ziyaret etmiş, bu şekilde suçu ve suçluyu övmüş! 

Suç olan belediyeyi kayyımla gasp etmektir

Gerçekten bu iktidar kötülükte sınır tanımıyor, rezalette kendisiyle yarışıyor. Şirazeden çıkmış bir iktidar ve onun genelgeci bakanı Soylu durdurulamıyor artık. Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanını ziyaret etmekten daha doğal ne olabilir? Suç olan, bir belediyeyi ziyaret etmek değil belediyeyi kayyımla gasp etmektir. 

Suçlu arıyorsanız ayna bakın, kayyımların yolsuzluklarına, İçişleri Bakanı'nın fotoğraf albümüne bakın 

Bakın Sadece Mardin kayyımı tarihin gelmiş geçmiş en büyük kent soygunlarından birine imza attı, belediyeyi milyonlarca lira dolandırdı. O kadar çok çaldılar ki atadıkları kayyımlara kayyım atamak zorunda kaldılar. Neden? Yolsuzluktan, dolandırıcılıktan, organize suçlardan. Yani iktidar suçlu arıyorsa, kayyımlarına, kayyımlarının yaptıklarına baksın. İktidar suçlu arıyorsa kendi belediyelerinin gri pasaportla yurtdışına nasıl insan kaçırdığına baksın. İktidar suçlu arıyorsa, dolandırıcı, çete, kadın katili arıyorsa İçişleri Bakanı’nın fotoğraf albümlerine, onunla fotoğraf çektirenlere baksın. 

Camiye biber gazıyla saldırmaları insanlığın vicdanını yaraladı

Ya da camilerde ibadet edenlere biber gazıyla, copla saldırma emrini verenlere baksın. Korkunç görüntüleri izledik. İbadethanelere bu şekilde saldırmak faşizmin geldiği boyutları göstermesi açısından çarpıcıdır. Lebalep kongreler yapan AKP iktidarının, pandemi yasağı gerekçesiyle camilerde ibadet halinde olan yurttaşlara biber gazıyla saldırması, şiddet uygulaması sadece İslam dünyasının değil insanlığın vicdanını yaraladı. Bu görüntüleri kabul etmek mümkün değil. 

AKP’nin kongre salonlarına girmeyen virüs 1 Mayıs meydanlarına, camiye giriyormuş

Benzer şiddet, 1 Mayıs’ta alanlara çıkmak isteyenlere karşı da uygulandı. Gene pandemi yasağı gerekçesiyle bu kez 1 Mayıs’ı kutlamak yasaklandı. Kongre salonlarına giremeyen virüs 1 Mayıs meydanlarına, camilere girebilirdi demek. Çözümü de 1 Mayıs’ı kutlayan işçiye, camide ibadet eden yurttaşa işkence etmekte buldular. 

İktidar kendisi gibi düşünmeyenlere her yerde saldırıyor: Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz

Sadece son bir haftada yaşanan bu saldırılar şunu gösteriyor: İktidar için, kendisi gibi düşünmeyen kim varsa; camide de olsa, 1 Mayıs meydanlarında da olsa, İkizdere’de de olsa hedefte. Ama şunu unutmasınlar; başta HDP olmak üzere demokratik muhalefet mücadeleden vazgeçmez. Demokrasiye inananlar, başka bir gelecek olduğunu bilenler, birlikte yaşam umudunu yitirmeyenler ve bunun için elini taşın altına koyanlar asla vazgeçmez. 

İktidarın varlık gerekçesi içeride saldırı dışarıda savaş!

Bu iktidarın varlık gerekçesi bu işte; içeride halka saldırı, dışarıda operasyon ve savaş! Bir kez daha Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin olduğu bölgelere yönelik saldırı başlatıldı! Çözüm sürecinin sona ermesinden bu yana farklı adlar altında yürütülen bu saldırılar Kürt halkının can ve mal güvenliğini tehdit ediyor. Kürtler yerleşim yerlerini terk ediyor ve zorunlu göçe maruz kalıyor. 

Güney'e yönelik saldırıların nedeni Kürt düşmanlığıdır

Bu son operasyonda da yine köyler boşaltıldı. Afrin’den Qamışlo’ya, Şengal’den İran sınırına kadar 1200 kilometreyi aşkın Bölgesel Kürdistan Yönetimi sınırında oluşturulmak istenen tampon bölgenin asıl gerekçesi Kürt düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı Güney Kürdistan referandumunda da hepimiz açık bir şekilde gördük. 

Güney yönetiminden beklentimiz Kürtleri karşı karşıya getirme politikalarına alet olmamalarıdır 

Buradan Kürt halkına seslenmek istiyorum, nerede olursa olsun Kürtlerin kazanımları bir bütündür. Kürtlerin yalnızca coğrafyası değil aynı zamanda kaderleri de ortaktır. Kürtlerin göçe maruz kalmadan, coğrafyaları bombalanmadan, kendi topraklarında katledilmeden kendi yurdunda, onurlu bir yaşam sürmesinin yolu Kürtlerin birliğidir. Ayrıca Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne de seslenmek istiyorum; beklentimiz Kürtleri karşı karşıya getirmeye yönelik politikalara alet olunmaması, bu kazanımların çeşitli bölgesel işbirliklerine kurban edilmemesidir. Bu Kürt halkına karşı tarihi sorumluluğun gereğidir. 

Bu savaşın Türkiye halkına bir faydası yok, aksine faturasını halkımız ödüyor

Türkiye haklarına da çağrımızdır; Kürt coğrafyasının bombalanması, insanların zorla yerinden edilmesi, bu ülkeye sürekli bir biçimde cenazelerin gelmesi Türkiye halklarının yararına değildir! Hayatını kaybedenlerin her biri bu ülkenin biricik evlatlarıdır. Ekonomik krizin bunca derinleştiği, insanların evine ekmek alamadığı, yoksulluktan dolayı her gün yurttaşlarımızın intihar ettiği Türkiye’de savaşın hiçbir yurttaşımıza faydası yok. Bu savaş politikasının ağır faturasını iktidar Türkiye'nin yoksullarına ödetiyor. Savaş politikaları halkların dününü heba ettiği gibi, bugününü ve geleceğini de heba ediyor. 

Bu savaşı durdurabilir, barışçıl bir yaşam kurabiliriz: çözüm sürecinde bunu gördük

Hayatımızı ve geleceğimizi karartan bu savaş politikalarını hep birlikte durdurabiliriz. Ölüm siyasetine karşı yaşamı esas alan bir siyaset inşa edebiliriz. 

Bunu başarabileceğimizi gösteren yakın tarihli örneklerimiz var. Bakın 2,5 yıl süren çok değer verdiğimiz çözüm sürecinde Türkiye halkları ilk defa ortak bir umut etrafında kenetlendi. 2,5 yılda yaşanan rahatlamanın sonucu olarak işçisinden esnafına, çiftçisinden öğrencisine kadar herkese umut aşılayan koşullardan oldukça uzak bir yerdeyiz. Türkiye’de barış mümkün, ortak yaşam mümkün, geleceği birlikte kurmak mümkün; yeter ki isteyelim, yeter ki bize dayatılan koşullara karşı çıkalım ve birlikte mücadele edelim. 

İktidar en çok barış sesine saldırıyor, tecridin nedeni budur

İktidar bunu gayet iyi biliyor, bir araya gelirsek, barış siyasetini yürütürsek ekmeğimizi, aşımızı çalamayacağının farkında. Bu yüzden en çok barışa, barış sesine saldırıyor. Tecrit siyaseti işte bu saldırının mihenk taşıdır ve can damarıdır. Türkiye’nin bugün içine sürüklendiği krizlere, darbe mekaniğine, otoriter yönetim anlayışına karşı uyarılar yapan, Türkiye siyasetini esaslı bir yerden okuyan özgürlük perspektifi sunan aktörlerin başında 22 yıldır ağır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan geliyor. Son yirmi yıldır her seferinde deneyimlediğimiz, herkesin de kabul ettiği bir gerçekliktir bu.

Öcalan çözümden bahsettikçe, yol haritası sundukça tecrit derinleşiyor: İstiyorlar ki Öcalan toplumu uyarmasın

Öcalan, özel bir gasp ve hınç hukukuyla tecrit altında tutuluyor. Avukat görüşü yok, aile görüşü yok, telefon görüşü yok. Öcalan çözüm modellerinden söz ettikçe, yol haritaları hazırladıkça, somut adım atıp hazır olduğunu ifade ettikçe ve kangrenleşmiş Kürt sorununa dair nihai çözüm masasını işaret ettikçe tecrit ağırlaşıyor, tecrit derinleşiyor. Neden mi? Çünkü istiyorlar ki, bu savaş sürsün, cenazeler gelsin kimse Türkiye’nin yaşadığı gerçek sorunları konuşmasın. İstiyorlar ki Öcalan bu konuda toplumu uyarmasın, çağrıları karşılık bulmasın. İşte tecridin anlamı da esasen budur. Öcalan üzerindeki tecrit ağır ve tehlikeli bir hal aldı artık. Kendisiyle yapılan son korsan telefon görüşmesinde de dile getirdiği “devlet yanlış yapıyor” uyarısı son derece önemlidir. Devlet ve iktidar yanlışta ısrar etmeyi sürdürüyor. 

Tutsakların sesine kulak verin, tecride son verin

Tecritle, kumpaslarla, iletişim kanallarını kesmekle bu gidişatı sürdüremezsiniz, toplumu oyalayamazsınız. Sadece savaşı derinleştirir, toplumun hafızasını kirletirsiniz.  Tekrar tekrar söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Bu vesileyle tecridin kaldırılması için 162 gündür direnen tutsakların sesine ve uyarısına kulak verin, yaptığınız bu yanlıştan dönün, İmralı’nın kapılarını açın…

Pandemi ülkenin yönetilemediği gerçeğini gösterdi

Değerli basın emekçileri 14 ay önce başlayan koronavirüs pandemisinde dünyanın bütün hükümetleri, sağlık ve ekonomik güvence sağlamaya dönük adımlar attı. Halklar, bu zor günlerde, oy verdikleri iktidarların kendilerini yönetebilme potansiyellerini gördü. Biz ise Türkiye’de tam olarak bir yönetememe gerçekliği ile yüzleştik. Kimimiz bu yüzleşmeyi sağlığımız korunamadığı için yaşamlarımızı yitirerek kimimiz ise ekonomik güvence verilmediği için iflas ederek, aç ve işsiz kalarak yaşadık. 

Kapanma dedikleri halka güvencesizlik, yandaşlara güvencedir

3’üncü dalgasını yaşadığımız pandemide iktidar, “tam kapanma” adı altında genelgeler yayınlamaya başladı. Aslında her bir genelge ile kanıtlandı ki, “tam kapanma” değil, “güvencesiz kapatma” günleri başladı. Yani ne sağlık ne de ekonomik güvence veremeyen bu aciz iktidar, esnafı, işsizi, işçiyi, çiftçiyi eve kapatarak yaşama ihtimalini şansa havale ediyor. Bazı sektörlerde işçiler aşı yapılmadan işyerlerine kapatıldı. Fakat bu iktidar yandaşlarına ise “güvenceli kapatma” verdi. Bakan olduğu bakanlıkta yolsuzluk yapan ve bunu itiraf eden bakanla ilgili soruşturma açmayarak yolsuzluğu “kapatma güvencesi veriyor.” 

Öncelik turizm bölgelerinde diyorlar peki İç Anadolu, Karadeniz ve bölge illeri ne olacak?

Daha dün ülkenin Dışişleri Bakanı aşıda öncelliği turizm bölgelerine vereceğini söyledi. Yani bu anlayış her şeye para, kazanç ve kar gözü ile bakıyor. Peki ya iç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu ne olacak? Soruyoruz, Karadeniz ve diğer bölgelere ne zaman sıra gelecek? 

Herkes başının çaresine bakacaksa iktidarın meşruiyeti kalmamıştır: Değişim sorumluluğu bizdedir, buna gerçekleştirmeye gücümüz var

AKP iktidarı bu ülkeyi yönetemiyor. Sağlık ve ekonomik güvence sağlayamıyor. İşsizliğin önüne geçemiyor. Enflasyonu ve kuru durduramıyor. Her gün milyonlarca dolar faiz ödemesini engelleyemiyor. Bu acizlik dünyanın başka ülkesinde olsaydı Sağlık Bakanı ve Genelge Bakanı bir gün görevde kalmaz, istifa ederdi. Biz tekrardan diyoruz ki, bir ülkede herkes kendi başının çaresine bakacaksa, o ülkedeki iktidarın işlevi ve meşruiyeti kalmamıştır. O yüzden bu durumu değiştirme sorumluluğu bizdedir, muhalefette ve toplumdadır. Demokratik muhalefeti yaratarak bunu başarabiliriz. Türkiye’yi bu iktidardan kurtarmaya gücümüz de var, kedimize güvenimiz de var. 

Çawa Rojava dagir kirin niha dixwazin Başûr jî dagir bikin

Dewleta Tirkiyeyê ji sala 1983’yan vir ve, li ser axa Herêma Kurdistanê, bi hinceta “ewlehiya sînor” operasyonan pêk tîne. Lê em dizanin ew ne ji bo ewlehiya sînor, lê li dijî gelê Kurd van operasyonan pêk tînin. Heta niha ji ber wan operasyonan, gelek sivîl hatin kuştin û birîndarkirin, gelek gund hatin xerabkirin û valakirin, gelek daristan hatin şewitandin. Dixwazin Kurdan ji wir koçber bikin. Wek Rojava, wek Efrîn û Şengalê... 38 sal in operasyonên asmanî û bejayî tên lidarxistin û axa Herêma Kurdistanê tê bombekirin. Çawa ku Rojava dagir kirin, niha dixwazin heman tiştî li Başûr jî bikin.

40 sal in operasyonên tên meşandin pirsgirêkê giran dike

Me heta niha gelek caran got, lê em niha jî bibêjin. Operasyonên ku tên kirin, beriya her tiştî êrişa li dijî riya çareseriya demokratîk û siyasî ya pirsgirêka Kurd e. 40 sal in polîtîkayên şer dimeşînin û dixwazin rê li ber çareseriya demokratîk bigirin. Lê me berê jî got, em niha cardin jî dibêjin. Ev rê û rêbaz, siyaseta şer û pevçûnê pirsgirêkan mezintir dike. 

Riya rast riya aştiyê ye, riya diyalog û çareseriya demokratîk e

Li hindur û li derve, kengî hikûmet tengav bibe, her tim bi operasyonan, bi dagirkeriyê rojevê diguherîne. Di 40 salên dawî de aşkera bû ku polîtîkayên ewlehî, şer û pevçûnê, tu tiştî çareser nakin û aloziyan mezintir dikin. Ji bo wê jî em careke din dibêjin riya rast riya aştiyê ye, riya diyalog û çareseriya demokratîk e. Rojek berî rojekê van operasyonan rawestînin, riya diyalog û çareseriyê vekin.

Rewşa girtiyan xeter e, em li hemberî vê yekê bêdeng namînin

Rêya diyalog û çareseriyê jî, bi rakirina tecrîdê pêkan e. Heta ku tecrîda li girava Îmraliyê û li hemû girtîgehan neyê bidawîkirin bila kes behsa demokrasiyê neke. Binihêrin îro roja 162’yan a greva birçîbûnê ye. Ji bo mafê girtiyan, ji bo rûmeta mirovahiyê, girtî li ber xwe didin. 

Li girtîgehan bi hezaran îxlal hene. Yek bi yek ez ê qala îxlalan nekim. Rewşa girtiyan û girtîgehan gelek xerab e. Ji bo wê jî, em ji vir bang li kesên demokrat û xwedîwijdan dikin; rojek berî rojekê deng bidin dengê girtiyan û piştgiriyê xurt bikin. Banga min ji hemû welatiyên Tirkiyeyê re ye; heta ku rewşa girtîgehan neyê başkirin, heta ku tecrîd neyê rakirin, tu mirov li vî welatî ne ewle ye. Ji bo ewlehiya vî welatî em ê têkoşînê bimeşînin. 

7 Mayıs 2021