Günay: İmralı tecridi önkoşulsuz kaldırılmalı, cezaevlerindeki hak ihlallerine derhal son verilmelidir

Parti Sözcümüz Ebru Günay’ın, 2021 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma:

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Buradan sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Bugün bütçe teklifini tüm dünyayı etkisi alan pandemi şartlarında tartışıyoruz. Bilindiği üzere salgının varlık ve yokluk ekseninde süren etkisi, ekonomiden sosyal yaşama, eğitimden adalete dek ciddi etkileri oldu. Pandemi ile mücadelede halkın sağlığını gözeten, yaşamlarına devam etmelerini sağlayacak politikalar yerine, onlara İBAN göndererek çözüm arayan ve halk sağlığı yerine sermayenin sağlığını düşünerek tüm veriler saklayan bir iktidarla ile karşı karşıya kaldık.

Yaşadığı yapısal krizlere yeni krizler ekleyen iktidar, bizleri daha da yoksullaştırmaktan başka bir şey yapmadı. Tam da böylesi bir süreçte, hiçbir şey olmamış gibi bir önceki yılın bütçesini olduğu gibi yeni bütçe olarak meclise sunuyor.

Bütçe demek adil bir gelecek kurmak, yaşama verilen değer ve bu değerleri savunmak demektir. Halkın bu bütçedeki söz ve denetleme hakkına da evrensel olarak “Bütçe Hakkı” denir.

Sunulan bütçeden de görüldüğü üzere bütçe hakkı gasp edilmiş, sadece Saray’ın hakkına dem vurulmuştur. Halktan değil Saray'dan, savaştan ve yandaştan yana kullanılan, hepimize değil, yüzde 1’e çalışan bir bütçe ile karşı karşıyayız. Bu haliyle Saray’ın bütçesi; emek sömürüsünün, gelir adaletsizliğinin, bölgesel eşitsizliğin, doğa katliamının, cinsiyet ayrımcılığının bütçesidir. Saray’ın bütçesi; israfın, yolsuzluğun, talanın, rantın bütçesidir. Halkın bütçesi değildir.

Ülkeyi Lüks, israf ve yolsuzlukta boğdunuz! Diyanet'in 2020 takvimi için 9 milyon TL harcadığı basına yansımıştır. Bu rakam, yaklaşık olarak, 3 bin 870 asgari ücretlinin bir aylık maaşına, Cumhurbaşkanın 7 aylık maaşının 15 katına denk gelmektedir. 2021 yılı için ise takvime harcanacak miktar 10,5 milyon TL olarak belirlendi. Talan ve gasptan ibaret Kayyım rejiminin sadece Mardin’de yaptığı yolsuzluğun Türkiye tarihinde eşi benzeri yoktur!

Yoksulluğu derinleştirdiniz. İller arası yaşam endeksi sıralamasında vekillik yaptığımız bölge kentleri genellikle son sıralardadır. Sigortasız çalışanların yüzde 20’si ve işsizlerin yüzde 20’si bu kentlerdedir. En yüksek işsizlik oranları da bölge kentlerinde olup ortalama yüzde 20-30 civarındadır. Kadınlarda bu oran yüzde 43’e kadar yükselmektedir. Pandemi nedeniyle de bölge kentlerinin nüfusunun ve iş yerlerinin büyük çoğunluğunu kapsayan Mardin, Urfa, Diyarbakır, Antep, Erzurum ve Van büyükşehirleri başta olmak üzere bütün kentlerde var olan yoksulluk ve işsizlik derinleşmiştir.

Şunu ifade etmek isterim, Saray’ın bütçesi; emek sömürüsünün, gelir adaletsizliğinin, bölgesel eşitsizliğin, doğa katliamının, cinsiyet ayrımcılığının bütçesidir. Saray’ın bütçesi; israfın, yolsuzluğun, talanın, bütçesidir. Buna mecbur değiliz!

2021 yılı; emekçiler, emekliler, kadınlar, gençler, çiftçiler, esnaflar, işsizler için zorlu bir yıl olacak. Pandemi ile artan işsizlik ve yoksulluğa karşı ‘Vatandaşlarımızı Ekonomik Güvenceye Alacak Bir Bütçe’ yapmalıyız. 2021 yılı bütçe tercihlerini değiştirerek; tüm vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvence altına alan, gelir adaletsizliğini ve bölgesel eşitsizliği azaltan, doğayı koruyan, halk sağlığını önceleyen, cinsiyet eşitlikçi, barıştan ve emekten yana bir bütçe yapabiliriz. Bu nedenle, buradan bir kez daha Halkın Bütçesini öneriyoruz, bu bütçeyi savunmaya devam edeceğiz.

Değerli Arkadaşlar;

Anayasa Mahkemesi, sarayın hukuk komisyonuna dönüşmüştür. Türkiye’de bir iç hukuktan bahsetmek uzun süredir artık mümkün değil. Anayasa Mahkemesi tek adam rejiminin çizdiği sınırların dışına çıkmaktan itinayla kaçınmakta ama bu haliyle bile zaman zaman İktidara yaranamamaktadır.

Türkiye’deki hukuk devletinin garantisi konumunda olan, Demokrasinin garantörü olması gereken Anayasa Mahkemesi, verdiği kararlarla en başta kendisini hiçe saymış ve görevini yerine getirmemiştir. Bunu birçok davada ne yazık ki gördük. 15 üyesinden 12’sinin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiği Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının ve üyelerinin tarafsız davranarak bağımsız karar vermesi beklenemez.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi başkanının Cumhurbaşkanının önünde iki büklüm eğildiği fotoğrafı hatırlatmak isterim. Cumhurbaşkanı’nı yargılayabilecek yetkileri olan bir makamın başkanının o duruşu, en üst mahkemenin dahi bağımsız olmadığını açıkça göstermiştir. Yerel mahkemelerin bile AYM’nin verdiği kararları tanımamalarına şahitlik ettik.

Değerli Arkadaşlar bakın;

Anayasa Mahkemesi’nin açıkladığı güncel başvuru istatistiklerine göre; 2020’nin ilk 9 ayında mahkemeye 30 bin 584 bireysel başvuru yapılmıştır. Böylece bireysel başvuru yolunun açıldığı 23 Eylül 2012 tarihinden 30 Eylül 2020 tarihine kadar AYM’ye yapılan toplam bireysel başvuru sayısı 285 bin 220’ye ulaşmıştır. Verilen ihlal kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımı incelendiğinde ilk sırayı yüzde 55,2’lik oranla “adil yargılanma hakkı” ihlalinin aldığı maalesef görülüyor.

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş için tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle yapılan başvuruda ihlal kararı veren AYM; AİHM’in Demirtaş’ın uzun tutukluluğunun hukuki değil siyasi olduğu dolayısıyla da serbest bırakılması gerektiği yönünde verdiği karara rağmen, başka dosya gerekçesiyle 20 Eylül 2019’dan itibaren tekrar tutuklanmasını değerlendirmeye almayarak hukuki değil siyasi karara imza attığını bir kez daha göstermiştir.

Yine AİHM, Aralık 2019’da Kavala’nın siyasi nedenlerle tutuklandığına hükmederek ihlalin ortadan kalkması için derhal tahliye edilmesi çağrısı yapmış, Türkiye’nin karara uymaması üzerine denetim süreci başlatmıştı. Gezi davasından beraat eder etmez başka bir suçlamayla yeniden tutuklanan Osman Kavala’nın başvurusunun öncelikli olarak işleme konulduğu bilgisini veren AYM, elle tutulur bir hukuki gerekçe göstermeden Kavala tarafından yapılan bireysel başvurunun görüşülmesini ertelediğini duyurmuştur.

AYM’nin “Cumhurbaşkanına hakaret” içerikli bireysel başvuruları benzer şekilde yıllarca beklettiği de düşünüldüğünde iktidarla ters düşecek dosyaları incelemekten imtina ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. İktidar; askıya alınan Anayasa, şiddet aracına dönüştürülen hukuk ile kriz yaratarak büyümeyi, büyüdükçe de yeni krizlerle ayakta kalmayı amaçlıyor. Yargı üzerindeki bu baskı, yargı üzerindeki yürütme tahakkümü ve yargı mensuplarının vicdanlarını çöpe atmış olmalarını, cübbelerine ilik açmış olmalarını HDP olarak asla kabul etmediğimizi buradan bir kez daha söylemek isterim. Er ya da geç yeniden hukukun üstünlüğü sağlandığı, üstünlerin hukukuna son verildiği zaman; bu hukuksuzluğu yapanları, hangi düzeyde olursa olsun hukuku çiğnemiş olanları, yürütmenin baskılarına boyun eğenleri ve yürütme ile hareket etmiş olanları elbette bir hukuk süreci bekleyecek.

Talimatsız hareket edemeyen yargının, cezaevlerine yansımasına da değinmek gerek. Cezaevlerinde, uzun süredir hak ihlallerin ve insan onuruna aykırı uygulamaların yaşandığı herkesçe biliniyor ve oralar adeta fiziksel ve psikolojik işkence mekânları olarak gündeme gelmektedir. Hapishanelerde başta yaşam hakkı olmak üzere mahpuslar, aşırı doluluk, ciddi sağlık sorunları, tecrit koşulları, izolasyonla işkenceye maruz kalmaktadır. Bu tecrit politikalarının en ağırı, İmralı cezaevinde uygulanmaktadır. Hiçbir evrensel hukuk normunda karşılığı bulunmayan keyfi ve gayri insani uygulamalarla özel bir politikanın yürütüldüğü İmralı sisteminde ağır tecrit koşullarında bulunan Abdullah Öcalan, Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş aile ve avukat görüşmeleri yaptırılmamaktadır. Ve hükümet bu politikaya hiçbir hukuki gerekçe bulamadığı halde bir devlet politikası olarak devam etmektedir ki yetkililerin hiçbir engel yok demesine rağmen bu engellemeler uygulanıyor.

Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan ağırlaştırılmış tecrit uygulamasına son verilmesi ve hâlihazırda cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin pandemi sürecinde daha da katmerlenmesine tepki göstermek amacıyla cezaevlerinde başlatılan süresiz dönüşümlü açlık grevleri bugün 12. gününde. Bugün İmralı’da uygulanan mutlak tecrit halinin istisna hali olmaktan çıkıp tüm Türkiye’ye uygulandığını hep birlikte görüyoruz. Bu nedenle ilk yapılması gereken İmralı tecridinin önkoşulsuz kaldırılması ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine bir an önce son verilmesidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

8 Aralık 2020