Günay: Kadın mücadelesi artık her yerde ve enternasyonalist mücadele hattına dönüştü

Parti Sözcümüz Ebru Günay'ın JinNews'e verdiği röportaj:

Türkiye siyasetinde bir yılda öne çıkan önemli gelişmeleri değerlendiren HDP Sözcüsü Ebru Günay, yıl boyunca tecrit başta olmak üzere birçok sorun karşısında kadın direnişinin enternasyonalist bir mücadele hattına dönüştüğünü vurguladı. Ebru, “Bir hakikat var, 21’inci yüzyıl bir kadın yüzyılı olacak” dedi. 

Kurdistan ve Türkiye’de iktidarın özel savaş politikaları kapsamında yıl boyunca birçok açıdan krizler yaşanırken, kadınlar öncülüğünde direniş de her alanda sürdü. İktidarın her fırsatta “tek dil, tek vatan” söylemine sarıldığı, kadın ve çocuğa yönelik her türlü suça karşı adım atmadığı bir yılı daha geride bırakan kadınlar, tüm bu yaşananlar karşısında “Jin jiyan azadî” diyerek direnirken, bir yandan da polis şiddetine maruz kaldı, gözaltına alındı, ya da haklarında farklı iddialarla soruşturmalar açıldı. Diğer yandan Kürt kadın mücadelesinde aktif rol oynayan Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti kadınların birçoğu da iktidarın hedef göstermesi ile tutuklandı. 

Yıl içerisinde Meclis’te de kadına dair konuşan milletvekili kadınlar da yine iktidarın hedefinde olurken, buna rağmen geri adım atmayan kadınlar, Meclis kürsüsünden Rojava’dan yankılanan, İran’dan duyularak evrenselleşen “Jin jiyan azadî” sloganına ve kadın direnişine dikkat çekti. 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, Kurdistan ve Türkiye siyasetinde yıl boyunca yaşanan gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı. 

Yoğun gündemlerin yaşandığı bir yılı geride bırakıyoruz. Partinize dönük ciddi saldırılar söz konusuyken, alanlarda olmaya devam ettiniz. Sizin tarafınızdan bir yıl nasıl geçti?

Bu yıl sahada geçirdiğimiz bir yıl oldu. Özellikle partimize yönelik kapatma davası tehdidi, Kobanê Kumpas Davası ve bu yargı kumpaslarıyla başladığımız bir yıl oldu. Aslında Türkiye’nin bütün demokrasi güçlerine; kadınlara, gençlere ve gazetecilere yönelik bir yargı tehdidiyle süren bir yıl oldu. İlk günden itibaren söyledik, HDP’yi kapatmak mümkün değil. HDP bu savunma sürecini ve hattını sokakta HDP’ye gönül verenlerle, dostlarıyla, kadınlarla, gençlerle ve emekçilerle geliştirecek ve örecek dedik. Bizim için böyle bir yıl oldu. 8 Mart’ta başlayan, Newroz ile devam eden ve sonrasında güçlü bir kongreyle süren çalışma yılında tüm kapatma ve saldırı konseptine rağmen,  çözümün HDP’de olduğunu milyonlar söyledi ve HDP etrafında kenetlenildi. Kongre sonrası gerçekleştirdiğimiz etkinlikler ve mitingler, hedeflerin tam da söylenildiği gibi sokakta HDP’ye gönül verenlerle omuz omuza bir mücadele hattını geliştirdiğini gösterdi. Bu kadar saldırı konseptinin, bu kadar baskının ve gözaltının, yine ekonomik krizin, savaş siyasetinin ve tecrit politikalarının üst düzey olduğu bir yılda biz alanlarda ve çok görkemli ‘çözüm biziz’ kongresi gerçekleştirdik. Aslında bu bile tek başına birçok şeyi gösterdi; halkların HDP’ye sahip çıkmasının, HDP etrafında kenetlenmesinin açık bir göstergesiydi ve 2023’e doğru evrilirken HDP’nin çözüm olduğunu, HDP’ye yönelik her türlü saldırı konseptine rağmen HDP’nin siyasette çok güçlü bir yerde durduğunu ve Türkiye’de en büyük muhalefet gücü olarak yılı tamamladığını gördük. 

HDP kurulduğu günden bugüne Türkiye’deki siyasetin ezberlerini bozan bir rol oynadı. Dolayısıyla bir güçlü alternatif olarak 3’üncü bir yolun mümkün olduğunu topluma göstererek, bunu ilmek ilmek örerek bugünlere geldi. İktidarın tahammülsüzlüğü ve kabul edemediği şey de budur. İktidarın ısrarla örmeye çalıştığı tek adam rejimine, MHP ittifakı ile ördüğü faşizan, cinsiyetçi ve milliyetçi hatta karşı HDP bir aradalığı, çokluğu, farklı kimliklerin korunmasını savunan ve Türkiye demokrasisinde bunu koruyan bir geleneği yarattı. İktidarın faşizminin ilerlemesinin önündeki engel HDP’nin varlığıdır. HDP’nin kurulduğu günden bugüne yaşadığı zorluklara dönüp ve Türkiye siyasetine kattığı renk, güç, verdiği umuda baktığımızda bunun ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. HDP varlığıyla bu faşizmin kaybedeceğinin göstergesidir. 2022 yılında bunu her fırsatta yeniden ifade etti, yeniden gösterdi ve yeniden güçlendirdi. 8 Mart’taki kadın direnişinin Newroz'a yankısının o özgürlük ruhunu ve kongresindeki ‘çözüm biziz’ hattının siyasi ayağını büyütüp güçlendiriyor.

Biliyorsunuz hem TJA’ya hem de gazeteci kadınlara yönelik ciddi bir baskı ve gözaltı furyası başladı. Bir delil olmadan birçok kadın tutuklandı, bütün faaliyetleri suç sayıldı, bunu nasıl görüyorsunuz?

Her şeyden önce bu iktidar kadın düşmanı bir iktidar. Çok kaba, köşeli ve erkek akılla bu ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Dolayısıyla kadınlara yönelik her türlü cinsiyetçi, kadın düşmanı ve cezasızlık politikaları ile gözaltı, baskı, şiddet ve kadın katliamlarını besleyen bir iktidardan söz ediyoruz. Geldiğimiz nokta itibariyle artık bir kadın kırımının yaşandığı bir ülkeden bahsediyoruz. Sadece ortalama günde 3 ile 5 kadının erkekler tarafından katledildiği bir ülke ve temelinde de iktidarın cezasızlık politikası, Kurdistan’da bunun temelinde savaş politikaları var. Biz son bir yıl içerisinde yaşadığımız birçok olayda ve yitirdiğimiz kadın arkadaşlarımızda bunu gördük. Buna karşı güçlenen bir kadın mücadelesi hattı var. TJA’ya yönelik operasyonda da, yine kadın gazetecilerin tutuklanmasında da kadın mücadele hattını yükseltmeye çalışan, kadın özgürlük mücadelesine öncülük eden güce yönelik bir saldırı gerçekleştirildi. Örneğin, Batman’da TJA çok güçlü bir konferans gerçekleştirdi. Dünyanın birçok yerinden kadınların geldi, kadınlar o konferans alanında ‘Jin jiyan azadî’ yi çok güzel vurguladı ve ortak mücadele hattını kurguladı. Aslında Kürt kadınların, kadın mücadelesindeki öncülüğüne işaret etti. 

Buna paralel olarak Ortadoğu’da güçlenen özellikle İran ve Rojhilat’taki kadın mücadelesi hattına da bakmak lazım. İran ve Rojhilat’ta Jina’nın katledilmesiyle başlayan ve şimdi bütün bir topluma öncülük eden ve 3-4 aydır devam eden kitlesel bir halk direnişi söz konusu. Dolayısıyla biz 25 Kasım’a giderken dünyadaki bütün halkların, bütün direnenlerin bildiği bir “jin jiyan azadî” felsefesi ve bunun ördüğü bir hat var. Rojhilat’taki direnişi ve kadın mücadelesini birlikte düşündüğümüzde, bu TJA’ya yönelik operasyonları da kadın gazetecilere yönelik operasyonları da, yine 25 Kasım’daki eylemlere müdahale etme biçimlerini de bu direnişten ve “jin jiyan azadî” felsefesinden bağımsız ele almamak gerekiyor. Yine bütün dünyanın bildiği Rojava kadın mücadelesinden bağımsız değerlendirmemek gerekiyor. İktidar kadınların bir topluma nasıl öncülük edebileceğini, bir direniş hattını nasıl örnek alabileceğini görüp bu kadar düşmanlaşıp ve pervasızlaşıyor. Sudan bahanelerle kadınları sokaktan uzaklaştırmanın yöntemi bu ama unuttukları bir şey var; kadın mücadelesi sınırları ve duvarları aştı. Kadın mücadelesi artık her yerde ve enternasyonalist mücadele hattına dönüştü. Bu direnme algısı, direniş hattı içinde bütün baskıyı, gözaltıyı tehlikeyi, özgürlük için her şeyi göze alan kadın direnişinden korkan bir erkek iktidar var. Bu kadar saldırı konsepti tam da bunu ifade ediyor.

İktidarın Kurdistan’da ve Türkiye’de kadın mücadelesine dönük saldırılarının yoğunlaşmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Yıl içinde kadın özgürlük mücadelesi hattı her yerde güçlenirken, bir saldırı konsepti de iktidar tarafından geliştirildi. İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesiyle, kadın kazanımlarına saldırılarıyla yeni bir boyut kazanmaya başladı. Bir iktidar düşünün ki kadına yönelik şiddetle mücadele gününde, kolluk eliyle kadınlara her yerde şiddet uyguladı, gözaltına aldı, gözaltında işkence etti. Bu, kadın özgürlük mücadelesinden korkunun bir sonucu, çünkü iktidar örgütlü kadın gücünün yarattığı ve yaratabileceği etkiden korkuyor. Kobanê Kumpas davasında bile kadın arkadaşlarımızın sayısının fazlalığı, kadın mücadelesinin yargılanıyor olması bile kadın düşmanlığının başka bir boyutunu ifade ediyor. Sadece bu son operasyonlarda değil, daha öncesinde de kadın mücadelesine öncülük eden Kürt kadınlara saldırı konsepti böyleydi. Bu iktidar kadın katillerini cezasız bırakıyor, koruyor, kadına yönelik şiddeti dilleriyle, üsluplarıyla teşvik ediyor. Ensar Vakfı’nda yaşanan tecavüz olayında, ‘bir kereden bir şey olmaz, münferit olaylardır’ diye üstünü örten iktidar, şimdi başka bir taciz olayında da aynı. Bunların hepsi iktidarın kadın düşmanlığını ve erkek şiddetini besleyen meseleler.

CPT ziyareti de bu yıl önemli bir gelişmeydi, fakat Asrın Hukuk Bürosu Sayın Abdullah Öcalan ile görüşülmediğini duyduklarını açıkladı. Abdullah Öcalan’ın CPT ile görüşmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz hep ifade ettik, Sayın Öcalan’ın Türkiye’deki, Ortadoğu’daki demokrasi, özgürlükler ve barış görüşmelerinde baş aktör olduğunu belirttik. Bu iktidarın da savaştan, tecritten beslenerek iktidarını korumaya çalıştığını defalarca söyledik. Savaş siyasetiyle kendini var etmeye çalışan ve tecrit politikalarıyla bunu sürdürmeye çalışan bir AKP-MHP iktidarından söz ediyoruz. Asrın Hukuk bürosunun yaptığı açıklama, Sayın Öcalan’ın CPT ile görüşmediğine dair söyledikleri tecridin geldiği yeni bir aşamaya işaret ediyor. Biz bugüne kadar bunu, mutlak tecrit olarak değerlendirdik, bir mutlak tecritti ve aslında durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Sonuçta İmralı Adası Türkiye’nin hukuk güvencesi altında gibi görünse de hukukun ayaklar altına alındığı, aile ve avukat görüşünün gerçekleşmediği ve bağımsız, tarafsız insan hakları kuruluşlarına, sağlık ekiplerine kapalı bir alanı ifade ediyor. Sayın Öcalan’ın CPT heyeti ile de görüşmeye çıkmaması da bu tecrit politikalarına başka bir nitelik kazandırıyor, çünkü bugüne kadar CPT dışında İmralı Adası’na ziyaret gerçekleştiren bağımsız bir kuruluş yok. Bu bağımsız kuruluşla da görüşmenin olmaması demek İmralı’da hukuksuzluğun tecrit politikalarının geldiği noktayı ve buna karşı geliştirilen bir tavrı ifade ediyor. Kuşkusuz tecrit politikalarına karşı HDP kurulduğu günden bugüne bir mücadele hattı içinde, çünkü şunun farkındayız, Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifi, özgürlük ve halkları bir arada tutmak için inşa etmeye çalıştığı o felsefi ve ideolojik hattın sadece Türkiye’ye değil Ortadoğu’nun tamamına kazandırılacak bir hat olduğunun farkındayız.  

Partinizde Abdullah Öcalan ile görüşmek için başvurular yaptı. Bundan sonra mutlak tecrit karşısında atacağınız adımlar neler olacak? 

DTK, DBP, HDK ve yine bizim bileşenlerimizin içerisinde olduğu Gemlik Yürüyüşü gerçekleştirmiştik. Aslında tam da tehlikeyi gören bir yerden baktık, hukuksuzluk böyle devam ederse; tecridin, hukuksuzluğun daha da artacağı, savaş politikalarının derinleşeceğine işaret etmek için bu yürüyüşü gerçekleştirdik. Gemlik Yürüyüşü’ne hem Diyarbakır’da hem de İstanbul’da çok ciddi bir engelleme ve saldırıyla kolluğun sokağa taşan işkencesiyle cevap verdi. İktidarın savaş ve tecritte ısrarcı olduğunun göstergesiydi. Yine 9 Ekim’de halkımızla birlikte sokaklarda eylem halindeydik ve bunda da birçok yerde şiddet ve engellemelerle karşılaştık. En önemlisi Hakkari’deki protesto eylemlerinde Iğdır vekilimizin polis şiddetiyle ayağının kırılmasının AKP iktidarının tecritte ne kadar ısrarcı olduğunu gösteriyor. Bu konudaki mücadelemiz elbette devam edecek.  Bu konuda eş genel başkanlarımızın birebir içinde olduğu İmralı’da görüşme gerçekleştirmek için başvurdu, Saliha Aydeniz’in başkanlığında bir heyet adaya gitmek için başvurdu. Her koşulda, sokakta da başka mecralarda da sürekli olarak HDP’nin gündeminde tecrit ve tecrit karşıtı bir mücadele, Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifinin kamuoyuyla buluşturulması için sürekli bu konuda siyaset hattını yürütüyor. Yürütmeye de devam edecek. Çünkü şunun farkındayız, savaş tecridi, tecrit savaşı besliyor. İkisini birbirinden ayırmak mümkün değil. Sürekli bir sınır ötesi operasyonların ve tezkerelerin gündemde olması tecrit politikalarıyla ilgili, çünkü Sayın Öcalan’ın barış ve demokrasiden yana tavrını herkesin bildiği gibi iktidar da biliyor.

Bütçe görüşmelerinde sık sık kadınlara ayrılmayan bütçe ve HPG’lilere yönelik kullanılan kimyasal silahları gündeme getirerek, bir heyetin gitmesi talebinde bulunmanıza rağmen bir adım atılmadı. Kadına ayrılmayan bütçenin Kurdistan’a bomba olarak gittiğini söyleyebilir miyiz?

Bu bütçe bir savaş bütçesidir, iktidarın bir seçim bütçesidir, bir faiz bütçesidir. Toplumun sağlığına, eğitimine, kültürüne, temel hak ve özgürlüklerine harcanmıyor. İktidarın kendi bekasını korumak için sürdürdüğü savaş siyaseti üzerine ki iktidarın kendisi de bütçe boyunca itiraf etti. Yıllar önce Cumhurbaşkanı ‘Bir merminin fiyatını biliyor musun?’ diye cevap vermişti, bu yıl da benzer bir konuşmayı hükümet sözcüleri genel kurullarda yaptı. Savaşa ayrılan bütçenin geçen yıla oranla kaç katı arttığını belirttik. Bunun yerine eğitime, kadına ve sağlığa bütçe ayrılabilir. Savaşa ayrılan bütçe ile Türkiye çok ciddi bir refah düzeyine ulaştırılabilir. Türkiye’nin her defasında uydurma kılıflarla ve yalan siyaseti üzerinden bir savaş halinde olmasını besliyor. Kimyasal silah saldırılarından tutalım da hava saldırılarına kadar, savaş hukukunu ve uluslararası normları dahi ihlal eden bir saldırı konsepti yürütüyor. Buna da ülkeden topladığı vergiler harcanıyor ki her 8 liranın 1 lirası mutlaka savaş bütçesine gidip geri kalanı diğer toplumsal ihtiyaçlara harcanıyor. Bu, iktidarın ne kadar savaşçı ve toplum karşıtı olduğunun bir göstergesidir. Biz genel kurulda bir önerge paylaştık; açlık ve yoksulluktan kaynaklı beslenemeyen çocuklar var ve devlet okullarda bir öğün yemek verebilir dedik. AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Savaşa ayrılan bütçe ile o çocuklara okulda bir öğün yemek verilebilirdi. Çocuk işçi sorunu da çözülebilirdi ama iktidar savaştan yana bir tercih kullandı. Bu bütçede sadece savaş ve iktidarın savaşla birlikte kazanmaya çalıştığı seçim hazırlıkları var. Halkın rızkını, ekmeğini ve vergisini iktidar kendisi için ve etrafında toplanan bir grup yandaşı için harcıyor.

2023 kadınlar için nasıl bir yıl olacak?

2022 kadınlar için muazzam bir direniş yılı oldu. Bu direnişin yarattığı kazanımlar ile yeni bir döneme gireceğiz ve kadınlar kendi kazanımlarını koruduğu gibi daha güçlü kazanımlarla yeni bir yıla merhaba diyecek. Tabi sadece yeni bir yıl gibi bakmamak lazım, 2023 ikinci bir yüzyılın başladığı, cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken kadınların, gençlerin, halkların, inançların, ötekileştirilenlerin ve bütün kimliklerin kendisini yeniden demokratik cumhuriyet ruhuyla ifade edeceği ikinci bir yüzyıl olacaktır. Özellikle kadınların bu konuda daha avantajlı olacağı, yılların verdiği o direniş ruhuyla bir kadın mücadele hattını geliştireceği kadın özgürlük yüzyılı olacak. Çünkü bir hakikat var, 21.yüzyıl bir kadın yüzyılı. Elbette ki sıkıntılar muhakkak olacaktır ama bildiğim bir şey var ki, direnişimizle umutlu, mutlu ve özgür bir kadın geleceği inşa etmek için adım atacağımız bir yıl olacaktır.

Röportaj: Dilan Babat

30 Aralık 2022