
Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde haftalık basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi:
Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde haftalık basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. Sel ve orman yangınları ile artan ırkçı tutumlara işaret eden Günay, muhalefete de “gelişmelere seyirci kalmayın” çağrısında bulundu. Günay şunları söyledi:
Değerli basın emekçileri, bizleri takip eden değerli halkımız, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Simbo direnişini selamlıyoruz
Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası'na üye olduğu için Kod-29 ile işten atılan Dilbent Türker ve TOMİS İstanbul Temsilcisi Onur Eyidoğan’ın İstanbul’dan başlattıkları yürüyüş bütün baskı ve gözaltılara rağmen 11’inci gününde Ankara’ya ulaştı. Direnişçi işçiler bugün partimizi de ziyaret ederek temaslarda bulundular. 200 gündür, Kod-29'un kaldırılması, herkese iş ve gelir güvencesi, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması ve işe iade talebiyle direnen Simbo işçisi Dilbent Türker’in talepleri bizim de taleplerimizdir. Emekçilerin direnişini selamlarken, haksız ve hukuksuzca işinden atılan bütün emekçilerin derhal işlerine iade edilmesi, Kod-29 hukuksuzluğunun derhal kaldırılması ve sendikal örgütlenmenin önündeki engellere son verilmesi çağrısı yapıyoruz.
Değerli arkadaşlar ne yazık ki insanlık bir yandan pandemi bir yandan ekolojik felaketlerle boğuşuyor. Bir tarafta sel felaketleri, diğer tarafta hepimizin yüreğini yakan orman yangınları ne yazık ki devam ediyor.
Karadeniz’deki can kayıplarının tek sebebi doğal afetler değil
Öncelikle başta Samsun olmak üzere Karadeniz’in birçok ilinde etkili olan sel felaketinden etkilenen yurttaşlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve herkesi Karadeniz halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz. Gelen bilgilere göre 5 yurttaşımız hayatını kaybetti. En büyük dileğimiz can kaybının artmamasıdır. Bu felakette hayatını kaybeden yurttaşlara Allah'tan rahmet sevenlerine ve Karadeniz halkına başsağlığı diliyorum. Bu can kayıplarının sadece doğal afetlerden kaynaklanmadığını, doğa düşmanı politikaların bu ölümlerde ve felaketlerde payının olduğunu hepimiz biliyoruz.
Yangın felaketinde 7 canımızı kaybettik
Sel felaketiyle birlikte Türkiye aynı zamanda büyük bir yangın felaketi de yaşıyor. Yangınlar büyük bir yıkım, büyük bir tahribat yaşandıktan sonra kontrol altına alınmış veya söndürülmüştür. Bu yangınlarda hayatını kaybeden 7 vatandaşımıza da Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Can kayıplarının yanında, on binlerce hektar ormanın, tarım arazisinin, yüzlerce dekar seranın, binlerce arı kovanının, ahırın zarar gördüğü, yüzlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvanın ve binlerce kanatlı hayvanın hayatını kaybettiği açıklandı.
Ekolojik felaket yönetim felaketiyle birleşince ülke yangın yerine dönüyor
Bunlar sadece tespit edilenler, bunların dışında ormanda yaşayan hayvanların ve ağaçların, canlıların istatistiği ise henüz açıklanmadı ya da bilinmiyor. Ama hepimizin bildiği bir gerçek var ki o da büyük bir ekolojik yıkım ve felaketle karşı karşıya olduğumuz gerçeği. Bu felaketler, yangınları izleyen, söndürmeyen, doğayı ranta açarak sellerin can kayıplarına yol açmasına neden olan yönetim felaketiyle birleşince ne yazık ki Türkiye yangın yerine dönüyor. Bütün bu kayıplar sadece bu toprakların değil aynı zamanda büyük insanlık ailesinin ortak mirası. Ülkeler yapay sınırlar çizmiş olsalar da doğal varlıklar ve canlılar bu sınırların çok ötesinde bir ortak yaşama sahiptir.
Bu felaketler konusunda defalarca uyardık ama iktidardan yanıt alamadık
Bizler bu ülkenin muhalefet güçleri, yaşam ve doğa hakkı savunucuları olarak bu iklim parametrelerindeki değişiklikten, doğaya karşı bu kadar saldırgan bir medeniyet ve yaşam tasavvurunun bizi ekolojik felaketlere, su baskınlarına, sellere, aşırı yağışlara, orman yangınlarına ve kuraklığa sürükleyeceği konusunda defalarca uyarıda bulunduk, buna karşı eylemler, forumlar, paneller, sivil direnişler örgütledik, hem Meclis'te hem sokakta defalarca bu konuya işaret ettik. Ancak ne yazık ki sorumluluk sahibi olanlardan, iktidarda bulunanlardan hiçbir yanıt alamadık. Doğaya karşı rantçı, talancı, yok edici her adım ekolojik yıkım olarak döndü, dönüyor ve dönecek. Bu kadar net.
Yangınları rant için Allah’ın lütfu olarak gören bir anlayış var
Şu anda küresel ısınmadan, iklim krizinden dolayı neredeyse dünyanın tümü yangın tehdidi altında ve birçok ülkede günlerdir, aylardır devam eden yangınlar var. Fakat bu ülkeler yangınları en az hasarla kontrol altına alma politikası yürütürken Türkiye’de iktidar yangınları izleme pozisyonunda kaldı. Ormanların, arsaların, evlerin ve canlıların yanması, bu alanların ranta, talana, sermayeye açılması iktidar tarafından Allah’ın lütfu olarak görülüyor. Sermaye ile kol kola olan, sermayenin rantı ve çıkarını önemseyen bu iktidar için, her ağaç, her arsa, her doğal yaşam alanı tahrip edilip, yok edilip yerine otel, saray, villa, HES, AVM dikilecek alanlar olarak görülüyor.
Yaşam alanlarına el koyma, ÇED raporlarını önemsemeden yapılaşma, yaşam alanlarını betonlaştırma ve yok etme siyaseti yürüten iktidar ormanları, canlıları ve halkın geçim kaynaklarını da rant kapısına dönüştürmek istiyor. İktidar yangınlara önleyici hazırlık yapmak bir yana, tabiri caizse, yangına körükle giderek resmen bu alanların yanmasını seyretme politikası yürüttü. Tıpkı daha önceki yangınlarda olduğu gibi.
Bingöl, Cizre, Dêrsim askeri operasyonlar sonucu yakılıyor
Türkiye'de 2011-2020 yılları arasında meydana gelen 26 bin 311 orman yangınında, 90 bin 956 hektarlık alan zarar gördü. 29 Temmuz’da başlayan orman yangınlarında ise sadece Muğla’da 70 bine yakın, Manavgat’ta ise 60 bin hektarı aşkın alan yandı. Ayrıca hiç görülmeyen, görülmek istenmeyen; Bingöl’de, Cizre’de, Dêrsim'de ve daha birçok Kürt ilinde askeri operasyonlar sonucu çıkarılıp söndürülmeyen binlerce hektar alan yandı, yanmaya devam ediyor. Gönüllülerin yangını söndürme gayretini, yardım çağrılarını kriminalize ederek, burada tüm kontrolü kendi elinde toplamaya çalışan iktidar resmen herkesin, tüm ülkenin onlar gibi yangını seyreder pozisyona gelmesini istemiştir.
RTÜK gerçekleri karartıyor, muhalif medyaya ceza yağdırıyor
İktidarın yılmaz savunucusu ve muhalif basını bastırmanın adresine dönüşmüş olan RTÜK de hızlıca rolünü oynamaya başladı ve yangın haberlerini veren, alandan canlı yayın yapan kanallara büyük cezalar kesti. Ben buradan RTÜK üyelerine sesleniyorum: Sizin göreviniz hakikati ve gerçeği karartmak değil. Onun için zaten İletişim Başkanlığı büyük bir çaba harcıyor. Sizin göreviniz basın ve medyanın objektif olmasını sağlamak ve halkın haber alma hakkını korumaktır. İktidarın suçlarına ortak olmayın!
Doğa ile uyumlu bir planlama en acil ihtiyaçtır
Tahribat bu kadar büyükken ilk görevimiz yaşanan zararlarının karşılanması ve doğanın yeniden canlandırılma çalışmalarına bir an önce başlamak olmalıdır. Her baktığı yerde TOKİ görenlere karşı doğa ile uyumlu bir planlamanın gerçekleştirilmesi en acil ihtiyaçtır. Ayrıca o yanan alanların ranta açılıp açılmayacağını da takip edeceğimizi ve buna izin vermeyeceğimizi şimdiden duyuruyoruz.
Yangını ve felaketlerini ırkçılığın gerekçesi yaptılar, Kürtleri hedef gösterdiler
Değerli arkadaşlar dünyanın hiçbir yerinde bir çevre yıkımı ırkçılığı yükseltmez, aksine halklar arasında dayanışma ve duygu bağlarının, insani köprülerin güçlenmesini sağlar. Ancak maalesef küresel iklim değişikliği gibi, siyasal iklim değişikliği de bu varlığını düşmanlık üzerine kuran iktidarlar tarafından ırkçılığın yükselmesi, düşmanlık tohumlarının yaşam bulmasına gerekçe yapılmaktadır. Kürtler, AKP-MHP trolleri tarafından İletişim Başkanlığı'nın yönlendirmesiyle orman yangınlarının sorumlusu olarak gösterildi. Bunun sonucunda da linçler, yol kesmeler, kimlik kontrolleri başladı. İktidar ve İçişleri Bakanlığı da olan bitene göz yumdu çünkü istedikleri sonuç tam da buydu.
Manşetleri toplumsal yangını körüklemeye hizmet ediyor
Bir yandan kendi sorumluluklarının üstünü örtmek, diğer yandan ise halkın öfkesini yönlendirme stratejisini hayata geçirmek istediler. Yandaş basının attığı manşetler toplumsal yangını körüklemeye hizmet ediyor. Bunun sonucunda da Diyarbakır'dan ya da Kars’tan Manavgat’a tatile gidenler bu yangınların olduğu günlerde linç edilme tehdidiyle karşılaştılar. İşte ırkçılık tam da budur. Ama yaratmak istedikleri bu düşmanlık tutmadı, bu manipülasyon politikası işe yaramadı. Halkın öfkesi ve tepkisi sorumluluk üstlenmeyerek yangınları izleyen iktidara yönelmeye başladı. Kendisine yönelen bu tepkinin yönünü değiştirmek isteyen iktidar yeniden yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı körüklemeye başladı.
Irkçılığı öylesine palazlandırdılar ki açıktan katliam çağrıları yapılıyor
Körükledikleri bu ırkçılık öylesine palazlandı, öylesine şirazesinden çıktı ki, sadece Kürtlere yönelmekle sınırlı kalmadı. Muhalif kesimlere, mültecilere, farklı düşünenlere de yöneliyor. Öyle bir histeri yarattılar ki düşünün akademisyen ünvanı olan bazı kendini bilmezler cezaevlerindeki tutsakları zehirleme çağrısında bulunabiliyor. Tıpkı Kürtleri “itlaf edilmesi gereken haşereler” olarak nitelendiren iktidar ortağı ırkçı parti gibi.
Irkçılık can almaya başladı, halkımızı sağduyulu olmaya çağırıyoruz
Bakın bu ırkçılık gittikçe tehlikeli bir hal alıyor. Günlerdir fitili ateşlenen yabancı düşmanlığı, Ankara’nın Altındağ ilçesinde can aldı. Emirhan Yalçın isimli yurttaş tam da bu fitne ateşinin kurbanı oldu. Dünden beri bazı çevrelerin kışkırtmasıyla bu cinayet ve ölüm üzerinden yabancı düşmanlığı körükleniyor, insanların evleri ve araçları ateşe veriliyor. İnsan yaşamına kast ediliyor. Altındağ’da ne yaşanıyor, yaşanan cinayetin asıl sebebi nedir, bu fitne ateşini kim körüklüyor, yabancı düşmanlığı yaratan çevreler yarattıkları tablodan memnun mudur? Bu sorulara yanıt bekliyoruz. Altındağ’da yaşananlar yaratılmak istenen kaos planlarının bir parçasıdır ve yurttaşlarımızı bu planın bir parçası olmamaya, sağduyulu ve aklı selim davranmaya çağırıyoruz. Bütün demokrasi güçlerini de olası bir çatışmanın önüne geçmeye, başta mülteciler olmak üzere yabancı düşmanlığı ile etkili mücadele etmeye davet ediyoruz.
Muhalefet olup biteni izleyemez, acilen harekete geçmeli ve ortak tutum belirlemelidir
İktidarın ne yapmak istediği ortada. Bütün bu olup bitenin iktidarın bilinçli politikaları sonucu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama muhalefet bu toplumsal felaketlere de doğal felaketlere de, yönetim felaketine de seyirci kalamaz. Türkiye yangın yeriyken hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Muhalefet partilerini acilen harekete geçmeye ve ortak bir tutum belirlemeye çağırıyoruz. Meclis bu dönem çalışmayacaksa yaşanan bütün bu yangınlara çözüm olmayacaksa ne zaman çalışacak? Muhalefet partileri acilen Meclis'i toplantıya çağırmalıdır. Biz bu konuda üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye hazırız. HDP tüm farklılıkların ve kimliklerin eşit bir şekilde birlikte yaşamasının adıdır. Mücadelemiz bu ülkede ortak yaşamı kurmak içindir. Barış içinde ortak bir yaşam kuruncaya kadar da mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz.
Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde savaş ve tecrit politikalarının payı var
Değerli basın emekçileri bildiğiniz gibi bütün bu çürümüşlüğü ülkenin yangın yerine dönmesinin nedenleri var. Türkiye kendiliğinden bu noktaya gelmedi. Ne yazık ki bu gidişatta savaş politikalarının, çözümsüzlüğün ve tecridin yadsınamaz bir payı bulunuyor. Sayın Abdullah Öcalan, yıllardır hiçbir evrensel hukuk normunda karşılığı bulunmayan keyfi ve insanlık dışı uygulamalarla özel bir politikanın yürütüldüğü İmralı sisteminde ağır tecrit koşullarında tutuluyor.
Öcalan konuştuğunda barışı ve geleceğe umutla bakmayı tartışıyorduk
Öcalan’ın konuştuğu, fikirlerini kamuoyu ile paylaştığı dönemlerde biz bugünkü felaketleri ırkçılığı değil toplumsal barışı, geleceğe umutla bakmayı konuşuyorduk. 5 yıldır mutlak bir tecrit uygulanıyor ve ne yazık ki Türkiye bugün bu yıkımları yaşıyor.
İmralı totaliter rejimin adı haline gelmiştir
İmralı’da süren işkence totaliter bir yönetim rejiminin diğer adı haline gelmiştir. Türkiye cezaevlerinde tutsaklar, mutlak tecrit kaldırılsın diye açlık grevine giriyorsa Saray rejimini tanımlayacak tek bir kavram vardır, o da totaliter Saray rejimidir. Özellikle son dönemde artan ırkçı saldırılarla birlikte cezaevlerine yönelik sistematik saldırıların ve hak ihlallerinin arttığına yönelik birçok cezaevinden maalesef haberler geliyor.
Cezaevlerinde saldırılar, hak gaspları artmaya başladı
Mahpuslara yönelik fiziki saldırılar, tehdit, darp, çıplak arama, baskınlar, hücre aramaları yoluyla işkence ve kötü muameleler, sağlık ve tedavi hakkı alanındaki ihlaller, keyfi yasak ve uygulamalar artarak devam ediyor.
Bu zalimliği hangi hukuka göre yapıyorsunuz
Adalet Bakanlığı'nın haberi var mı? Soruyoruz. Neredeyse 20 ve hatta 30 yıldır cezaevinde bulunan birçok siyasi tutsağın cezası bittiği halde hapishanedeki savcıların raporu ile infazları yakılmaktadır. Hukuksuzluğun ve zulmün böylesini görmedi insanlık. İnfazı bitmiş insanları cezaevlerinde neden tutuyorsunuz? Bu keyfiliği, bu zalimliği hangi hukuka göre yapıyorsunuz?
Cezaevlerinde gün geçmiyor ki yeni bir hak ihlali yaşanmasın. DBP önceki dönem Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel de avukat görüşünde 28 Temmuz tarihinden beri sabah ve akşam sayımlarının baskın yapar şekilde gerçekleştirildiğini ve bunun sistematik bir şekilde devam ettiğini, memurlara tepki göstermeleri sonucu havalandırmadan zor kullanılarak koğuşa götürüldüklerini iletmiştir. Rehin tutulan siyasetçi arkadaşlarımıza şiddet uygulanmış, bu konuda Adalet Bakanlığı’na yazdıkları mektuba da el konulmuştur.
Siyasi tutsakları ölüme terk eden ATK çeteler ve mafya için sahte rapor kurumuna dönüştü
Adli Tıp Kurumu (ATK) bugün bir yandan 70'li, 80'li yaşlardaki ağır hasta tutsakları ölüme mahkum ederken, bir yandan da düzenledikleri sahte raporlarla mafya koruyuculuğu yapmaktadır. Aynı Adli Tıp Kurumu yaşamını yitirmiş AKP’li Burhan Kuzu’nun mafya-çete ilişkilerinde kullandığı ve sahte raporların havada uçuştuğu kurumdur. AKP’lilerin mafya ve çetelerle ilişkilerinde aparat olarak kullandığı Adli Tıp Kurumu, söz konusu hasta tutsaklar, Kürtler olunca ölüm fermanı uygulayan cellada dönüşmektedir.
Artık tek bir devlet kurumu yok ki AKP’li yetkililer tarafından mafya-siyaset-devlet üçgeninde kullanılmasın. Emniyet baştan aşağı operasyon hiziplerinin merkezi, Adli Tıp mafya ve çetelere rapor hazırlayan kurum, Cumhurbaşkanlığı ise torpil, ihale ve kayırmacılık merkezlerine dönüşmüştür. Bu gidişatın da er ya da geç değişeceğini biliyoruz bu konuda halkımızın değişim isteğine ve partimizin mücadelesine güveniyoruz.
Yaşananlara karşı her yerde mücadeleyi yükseltiyoruz
Bütün bu saldırılara ve yıkım politikalarına karşı partimiz mücadelesini her zamankinden daha büyük bir inançla sürdürüyor. “HDPliyiz Her Yerdeyiz” şiarıyla, sokakta, tarlada, fabrikada, ezilenler her neredeyse orada mücadele programımızı yürütüyoruz. Ezilenlerin iradesini çelikten hale getiren dayanışmadır diyerek işçilerle, Alevilerle, kadınlarla, gençlerle dayanışma içerisinde her gün birçok kentte mücadele programımızı güçlendiriyoruz. Sarayın entrika dolu koridorlarındaki çıkar kavgalarına, Ankara’nın derin dehlizlerindeki karanlık senaryolara aldırmadan Türkiye halkları ile iktidarın yarattığı kuşatmayı yıkmak için yürüyoruz.
Sokağın sesini siyasetin sesi haline getiriyoruz
Partimize yönelik kapatma davasına, Kobanî kumpas yargılamasına, bölgede yürütülen işgal politikalarına, kadın mücadelesine ve kazanımlarına yönelik saldırılara, tecride, savaş politikalarına, yoksulluk, hak gasplarına ve son dönemlerde giderek artan ırkçılık ve faşizme karşı başlattığımız mücadele programımız kararlılıkta sürüyor. Her türlü engelleme ve yasaklara karşı siyaseti sokaktan kuruyor, sokağın sesini siyasetin sesi haline getiriyoruz.
HDP’yi daha güçlü sahiplenen halkımıza teşekkürler
Hakkari’den Tekirdağ’a, Karadeniz’den Ege’ye, Kırşehir’den Van’a kadar siyaseti asıl merciine, yani halka taşıyoruz. Eş Genel Başkanlarımız alanda, bütün parti yönetimimiz alanda. Halk buluşmalarımız, toplantılarımız, eylem ve etkinliklerimiz sürüyor. Halkımız da büyük bir kararlılık ve coşku ile HDP’nin yanında durduğunu bu program vesilesiyle bir kez daha gösterdi. Hepimiz alandayız. İktidarın tüm saldırılarına rağmen partimize yönelik büyük bir ilgi ve teveccüh var. Bu dayanışmayı ve mücadeleyi büyüten halkımıza teşekkür ediyoruz.
Batman halkı kendi mirasına yakışır şekilde alanlarda olacak
Bu hafta sonu Eş Genel Başkanımız Batman’da halkımızla buluşuyor. Batman halkı kendi mirasına yakışır şekilde tarihin akışını değiştirmek için alanlarda olacaktır. 14 Ağustos günü Batman’da Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ın katılacağı mitingimize Batman halkımızı davet ediyoruz. Yalana, talana, tecride, ırkçılığa, ekolojik yıkıma karşı HDP’liyiz, Her Yerdeyiz demek için 14 Ağustos günü Batman Newroz Parkı'nda buluşuyoruz.
Divê hêzen navneteweyî rêveberiya xweser a Rojava bi awayekî fermî nas bikin
Rêveberiya Xweser a Rojava li Cenevreyê nûnertiya xwe vekir. Pîroz be. Nûnertî ji bo têkiliya wan xurttir bibe gelek giring e. Em dizanin şoreşa Rojava, li Rojhilata Navîn, li herêmê, ceribandineke giring a dîrokî ye û ji bo gelan nîşaneya riyeke nû ya şoreşger e. Em serbilind in. Ji bo wê jî parastin, bipêşxistin û tacîdarkirina vê şoreşê ne tenê erka gelê Kurd û gelên Bakurê Sûriyeyê ye. Parastina Rojava erka temamî mirovahiyê ye. Lewma em ji vir bang li hemû welatan dikin. Em hêvî dikin, pirsgirêkên li Rojava bên çareserkirin û rêveberiya xweser li cîhanê bi awayekî fermî bê naskirin.
Her wiha em ji ber kuştina berpirsê Hizbê Demokrat a Kurdistanê (HDK) Musa Babaxanî gelek xemgîn in. Ji malbata Babaxanî re, ji siyaseta Kurd re sersaxî dixwazin. Em hêvîdar in ku ev bûyera li Hewlerê qewimiye bi aweyekî zelal bê eşkerekirin.
12 Ağustos 2021