Günay: Müjde vermek isteyenlere biz yol gösterelim; savaşı durdurun, talana son verin, kayırmacılıktan vazgeçin!

Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde haftalık olağan basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Kürt sorununun çözümü, pandemi ve ekonomi konularına değinen Günay, şöyle konuştu:

Dün Antep’te bir düğüne saldırı sonucu 56 kişinin katledildiği katliamın 4’üncü yıldönümüydü. Arkadaşlarımız, milletvekillerimiz dün Antep’te hem aileleri ziyaret etti ve hem de hayatını kaybedenleri andı. Ben de buradan bir kez daha Antep Katliamı'nda hayatını kaybedenleri saygı ve minnetle anıyorum. 

Antep, Diyarbakır, Ankara, Suruç katliamları barış masasının devrilmesi sonucu yaşandı 

Antep Katliamı, yol verilmesi, yol gösterilmesi sonucu IŞİD eliyle Türkiye’de gerçekleştirilen onlarca katliamdan biriydi. En acı olanlarındandı; çünkü çocuklar, kadınlar düğün halayında vuruldu. Tıpkı Ankara’da barış için toplananların barış halayında vurulduğu gibi, tıpkı Diyarbakır’da mitingimize yönelik saldırıda insanlarımızın halayda vurulması gibi, tıpkı Suruç’ta Kobanêli çocuklara oyuncak götürmeye çalışan gençlerin halayda vurulması gibi. Bu katliamların hepsi IŞİD eliyle gerçekleştirildi ama hepsinin ortak noktası, muhalifler, Kürtlere yönelik gerçekleştirilmiş olmasıydı. Hiçbiri tesadüf değildi, tamamı 2015 yılındaki barış masasının devrilmesinden sonra gerçekleşti. Katliamların taşeronu IŞİD’di ama ona yol verenler, yol gösterenler, Ankara’ya kadar eskortluk edenler bu ülkedeki barış düşmanlarıydı, Kürt sorunun çözülmesini kendi bekalarının sonu olarak görenlerdi. O günden bugüne Kürt düşmanlığı ve barış düşmanlığı sonucu yüzlerce, binlerce insan katledildi. 

19 Ağustos Kayyım Darbesi de, 20 Ağustos Antep Katliamı da aynı zihniyetin ürünüdür 

Bu barış ve çözüm düşmanı zihniyetin Kürt halkına, Türkiye demokrasisine yönelik saldırıları sadece bu katliamlarla da sınırlı kalmadı. İşte önceki gün 19 Ağustos Kayyım Darbesinin yıldönümüydü. Şimdiye kadar 65 belediyeden 53 belediyemize zorbalıkla el konuldu. 4,5 milyon insanın iradesi gasp edildi. Kayyımlar eliyle belediyeler sadece rant ve talan alanına çevrilmedi, aynı zamanda halkın diline ve kültürüne yönelik inanılmaz saldırılar gerçekleştirilen alanlara dönüştürüldü. Bu açıdan 19 Ağustos Kayyım Darbesi de, 20 Ağustos Antep katliamı da aynı zihniyetin ürünüdür. Katliamla, ölümle bitiremediğinin iradesini gasp ediyor, her türlü talanı, sömürüyü, kimliksizliği dayatıyor halklara. Bu AKP’nin Kürt düşmanlığının sonucudur. Ancak bu düşmanlıkla gidilecek yol kalmadı… 

Kürt sorunu herkesi yeniden söz kurmaya zorluyor 

Bugünlerde Kürt sorunu ve çözümü tekrardan gündem, bu hepimizin malumu. Sorunun yakıcılığı sil baştan herkesi bu mesele konusunda söz kurmaya zorluyor. Bu iyi bir şeydir ve aslında “Türkiye’de siyaset yapacaksak ilk konuşmamız gereken, yüzümüzü ilk çevirmemiz gereken yer burasıdır” da demek oluyor! Bunun doğru bir yol olduğu konusunda şüphemiz yok. 

Demokratik zihniyet oluşmadan demokrasicilik oynayarak gerçek örtbas edilemez 

Fakat Türkiye’nin yaşadığı çıkmaz yüzyıldır aynı: Amaca giden yolda araçlar temiz değilse hiçbir sonuç elde edemezsiniz. Demokratik zihniyet oluşturmadan demokrasicilik oynayarak gerçeği örtbas edemezler… Haliyle diyoruz ki: Kürt sorunu çözülmeden bu ülkede hiçbir şey çözülmez! Cumhurbaşkanı açık bir şekilde doların yükselişini, ekonomik krizin sebebini içeride ve dışarıda yürüttükleri savaşa bağladı. Aslında açık bir şekilde şunu itiraf etmiştir; Kürtlere karşı düşmanca politikalar sonucu yürüttükleri savaş, Suriye ve Lübnan’da vekaletten yürüttükleri savaş ülke ekonomisinin yarısına yakınını heba ediyor. 

AKP’nin 18 yıldır Kürt sorunu pratiği ‘tanıyarak dışlama ve inkar etme’ pratiğidir 

Bugünkü iktidarın 18 yıldır yaptığı ve son 4-5 yıldır da tamamen askıya aldığı şey “tanıyarak dışlama ve inkar etme” pratiğidir. Bu pratik tehlikelidir, kurnazcadır ve sorunları daha da derinleştiren yaklaşımlardır. Tanıyarak dışlama, bir kesime/halka ait inkâr edilen meseleleri ifade ederek, tanıyormuş ve artık inkâr etmiyormuş gibi yapmaktır. Haliyle bu bir aldatmacadır. Çünkü pratik tam tersini gösteriyor. Örneğin Kürtçe üzerinde en fazla baskı ve yasaklamanın olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ama iktidara sorsanız Kürtçe kanal bile var der! Atadığı kayyımlar her tarafta Kürtçe'yi ortadan kaldırmak için harıl harıl çalışırken, İçişleri Bakanlığı kayyım atama gerekçesini resmî sitesinde Kürtçe yapıyor! Hile, aldatmaca ve çözümsüzlük budur! İnkarın inkârı budur!

Biz yaşama, yaşatma siyasetini savunuyoruz, onlar inkarı, asimilasyonu dayatıyor 

Bunları ifade ettiğimizde de karşımıza çıkan tek şey güvenlikçi siyasettir. Kürt sorunu tartışmalarına dair altını çizmek istediğimiz bazı noktalar var. Biz kardeşlik derken eşitliği kastediyoruz, siz ise bundan büyük ve zorba kardeş olmayı anlıyorsunuz. Biz birliktelik derken saygıyı kastediyoruz ama siz asimilasyonu anlıyorsunuz. Biz aynı haklar derken adaleti esas alıyoruz, fakat siz bundan tek hak, tek hukuk anlıyorsunuz. Bunlar en temel ilkesel yaklaşımlardır, samimi olan bunları görmezden gelmez. Diyoruz ki; demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış bu ülkenin kaderini değiştirecek tek şeydir. Diyoruz ki, demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk üçlü sacayağı üzerine demokratik siyasete izin verilmeli, çünkü bunun adı yaşama siyasetidir. 

İktidar kendisini tamamen muhatap olmaktan çıkarmıştır 

Ancak Bugün Kürt sorununda iktidar izlediği politikalar nedeniyle Kürt Sorunun çözüm iradesini ve eksenini tamamen yitirmiş ve çözüm muhatabı olmaktan kendini çıkarmıştır. Dolayısıyla “çözüm ve müzakere” tarafın yokluğuyla belirlenen bir “muhatapsızlık” döneminin içinde bulunuyoruz. Yeni iktidar blokunun Türkiye’deki çözüm ve diyalog eğilimini taşıyan siyasi, toplumsal ve entelektüel birikimi tasfiye etmiş ve susturmuş olması bir yana, hali hazırda daha çok seçim ve oy hesaplarının belirlediği kimi ürkek ve kaygılı yoklamalar dışında hiçbir siyasi parti an itibarıyla “çözüm” muhatabı haline gelmiş değil. HDP’nin bu konuda hem ciddi bir birikimi, hem ciddi bir deneyimi var. Samimi yaklaşan partilerle bu deneyimlerimizi paylaşmaya ve onlarla ortaklaşmaya hazır olduğumu bir kez daha ifade ediyorum. 

Vatandaş iş aş derdinde, çözüm istiyor; hükümet hayal satıyor 

Ekonominin hali ortada, her hafta ekonomi verileri açıklanıyor. Resmi verilere göre bile işsizlik yüzde 13’lerde, enflasyon yüzde 12’lerde, dış ticaret açığı büyüyor. Dövizin artışıyla birlikte Türk lirası pul oldu, bu ülkenin ekonomik kaynakları değer kaybediyor. Vatandaş iş aş derdinde, geleceğe umutla bakmak istiyor, ekmek sorunun çözülmesini bekliyor hükümet çıkmış hayal satıyor. 

Hayal tüccarlığı üzerinden propagandaya başladılar 

Erdoğan iki gün önce yaptığı açıklama ile bugünü yani Cuma gününü işaret ederek Türkiye’ye müjde vereceğini söyledi. O günden beri de spekülasyon yapılıyor, doğalgaz bulunduğu, Türkiye’nin zenginleşeceği ve buna benzer daha bir çok laf dolaştırılıyor ortalıkta… Yandaşlar bu hayal tüccarlığı üzerinden propagandaya başladılar bile.  

Ülkenin kaynakları, savaşa, ranta, talana gidiyor 

Biz HDP olarak Türkiye’nin kaynaklarının artmasından, ülkenin zenginleşmesinden sadece memnuniyet duyarız, mutlu oluruz. Ancak bu ülke kaynak itibariyle yoksul bir ülke değil, zenginliği kendisine fazlasıyla yetebilecek bir ülke. İnsanların aç olmasının, yoksul olmasının nedeni ülkenin yoksul olması, kaynaklarının az olması değil. Bunun sebebi ülkenin yönetilme biçiminden kaynaklanıyor, talandan, ranttan, eşitsizlikten kaynaklanıyor. Bu ülkenin yoksulluğu savaş politikalarından kaynaklanıyor. Her yıl milyarlarca dolar savaş bütçesine ayıran bir ülkenin kaynak sorunundan bahsedilebilir mi? Her yere yazlık saray, kışlık saray, mevsimlik saray konduran ve “itibardan tasarruf olmaz” diyen bir iktidar kaynak sorunundan bahsedebilir mi? Dolayısıyla ülkenin bütün kaynaklarını hortumladıkları gibi şayet keşfedilmişse yeni kaynağı da yine hortumlamak onları heyecanlandırıyor. O yüzden müjde diyorlar. 

Müjde vermek isteyenlere biz yol gösterelim; savaşı durdurun, talana son verin, kayırmacılıktan vazgeçin 

Halkımızın belirsiz hayal tüccarlığına karnı tok. Gerçekten bu ülkenin refahını kalkınmasını ve huzurunu düşünenler varsa biz yol gösterelim. 

• Savaşı bitirin, Libya’dan, Irak’tan, Suriye’den, Akdeniz’den askerleri çekin.

• Talan ve sömürü politikasına, yolsuzluğa, hırsızlığa son verin.

• Vergi adaletini sağlayın.

• Ailecilikten, kayırmacılıktan, zenginlikleri yandaşlara peşkeş çekmekten vazgeçin.

Bakın o zaman ülkenin hiçbir kaynak sorunu olmayacak. Öyle belirsiz tarihlerde, belirsiz projelerle insanlarımızı uyutmaktan vazgeçin. 

Bunun yanında bir de ağırlaşan bir pandemi tablosu var ülkede. Bilim insanlarının, sağlık örgütlerinin ısrarla ‘normale dönüş’ kararının vaka sayısını arttıracağı ve daha fazla ölümlerin yaşanacağı uyarılarına rağmen iktidar, kendi geleceği ve sermayenin çıkarları doğrultusunda 1 Haziran’da ‘normale dönüş’ kararı almıştı. 

Pandemi süreci şeffaf, demokratik ve katılımcı yönetilmedi 

TTB, salgının başlangıcından itibaren uluslararası standartlara uygun açıklama yapılması gerektiğinin, il il, mahalle mahalle kaç vakanın olduğunun, buralarda kaç kişinin öldüğünün, yaş oranının, cinsiyet oranının, hangi ilde kaç tane yoğun bakımda yatan hasta olduğu bilgilerinin şeffaf bir şekilde açıklanması gerektiğini belirtti. Ancak bu veriler açıklanmadı. Süreç şeffaf, demokratik, katılımcı yönetilmedi, salgının gidişatına ilişkin veriler toplumla paylaşılmadı, gizlendi. 

Bölge illerinde yoğun bakım hastaları için hastanelerde yer kalmadı 

Gelinen aşamada salgın hızla ilerlemekte, vaka sayıları her geçen gün artmaktadır. Ve bunun karşında iktidar halkı sorumlu tutmaya yönelmektedir. Sahadan gelen bilgilere göre Diyarbakır, Batman, Mardin, Urfa’da yoğun bakım ünitelerinde yer yok, yatırılması gereken hastalar için yer bulunamıyor. Urfa’da günlük vaka sayısı 350 civarında. Diyarbakır’da bu rakam 400-450 civarına ulaşmış durumda. Birçok ilde vaka sayılarında ciddi artışlar söz konusu. Yine Ankara son iki ayda salgının en yoğun yaşandığı illerden biri oldu. 

Sağlık Bakanlığı'nın verileri gerçeği yansıtmıyor 

Sağlık Bakanlığının açıkladığı verilerle, sahadan gelen veriler kıyaslandığında, bakanlığın tablosunun gerçekleri yansıtmadığı, vaka sayılarının tablonun çok üzerinde olduğu, gerçeklerin gizlendiği bir kez daha ortaya çıkmakta. Yine sağlık emekçileri, çok yoğun ve büyük riskler altında çalışmaya devam etmektedirler. Yeterli tedbirler alınmadığından dolayı ne yazık ki yaşamlarını yitirmekte, enfekte olmaktadırlar. Sadece Diyarbakır’da tedbirlerin hızla kaldırıldığı 1 Haziran sonrası 432 sağlık emekçisine Covid-19 tanısı konuldu. 

Sağlık meslek örgütleriyle ortaklaşılmalı ve pandeminin yayılması durdurulmalı 

Bir kez daha belirtiyoruz, bu tablonun sorumlusu iktidarın politikalarıdır.

• Sadece bireysel önlemler alınarak pandemi ile mücadele edilemez. Bilimsel veriler çerçevesinde her il ve bölgeye yönelik özgün denetimlerin, kısıtlamaların ve kararların alınması gerekmektedir. Pandeminin yayılması önlenmelidir.

• Tüm sağlık örgütleri, sivil toplum örgütleri panemiyle mücadeleye ortak edilmelidir.  

• Salgın sürecinde mevcut sağlık sistemin yetersiz olduğu ve pandemiyle mücadele edecek bir altyapıya sahip olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Sağlık sisteminde acil olarak düzenlemelere gidilmesi gerekmektedir.

• Sağlık emekçilerinin sayısı artırılmalıdır. Ataması yapılmayan, güvenlik soruşturmasına takılan, hukuksuzca ihraç edilen binlerce sağlık emekçisine görevleri iade edilmelidir. 

• Tüm sağlık emekçilerinin çalışma koşulları ve saatleri düzenlenmeli, testleri yapılmalı, kişisel koruyucu ekipman eksiksiz temin edilmeli, özlük haklarında iyileştirmeye gidilmelidir. 

766 bölgede maden arama ruhsatları verildi 

Değerli arkadaşlar, dünya Covid-19 ile mücadele ederken, Türkiye ise ekolojik kırım ve talan girişimlerine tüm hızıyla devam ediyor. Artık neredeyse yağmalanacak doğal varlık bırakılmadı. Her gün yandaş sermayeye yeni rant ve talan alanları açılıyor. Bu sefer de Enerji Bakanlığı’na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, çoğunlukla orman, mera tarım alanı olduğu ifade edilen 766 bölgede maden arama ve işletmesi için ihale açtı. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nce 68 ilde (ülke yüzölçümünün yüzde 1,14’ünü kapsayacak şekilde) ihaleye açılan bu sahalarda hangi madenlerin aranacağı ya da işletileceği bilmediği gibi yine bu sahaların mera, orman, tarım alanı, doğal ya da arkeolojik sit alanı veya su havzası olup olmadığı hakkında da bilgi bulunmuyor. 

Yeni maden aramalar ile tarım alanları, doğa ve kültür yok edilecek 

Maden arama ve işletme projeleriyle, gittikçe derinleşen iklim krizini daha da derinleştirecek, ekosistem ciddi zararlar görecek, gıda güvenliği riski artacak, halkların geçim kaynakları ellerinden alınacak, verimli tarım alanları yok edilecek, insanlar yerlerinden edilecek, doğa ve kültür yok edilecektir. Her şeye düşmanlar: insana, tarihe, kültüre, doğaya, uçan kuşa, dağ keçilerine düşmanlar. Her şeye düşmanlar. Doğa ve insanlar üzerindeki işgale karşı bizler Türkiye ve Kürdistan’daki mücadeleyi ortaklaştırmak, direniş hattını yeniden örgütlemek zorundayız. Bu konuda mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Mücadelemiz adalet, demokrasi ve barış isteyen herkese çağrıdır 

Demokratik Mücadele programımızın 3.aşamasının startını, 19 Ağustos’ta Mardin ve İstanbul’da eş zamanlı olarak başlattık. 19 Ağustos, Türkiye’de siyasi darbe mekanizmasını ifade etmesi açısından önemli bir tarih. Seçme ve seçilme hakkının iktidar eliyle yok sayıldığı ve halkın seçilmişlerinin yönetmesine karşın, atanmışların yönetiminin tercih edildiği bir tarih oldu 19 Ağustos. Başlatmış olduğumuz bu mücadele tüm demokrasi, adalet ve özgürlük isteyen halklara çağrıyı içinde barındırıyor. Toplumsal dayanışmanın sağlanamadığı her gün, iktidarın faşizmini kurumsallaştırması açısından bir fırsata dönüşmektedir. 

1 Eylül’de insan zincirleriyle barışın sesini yükselteceğiz 

Bugün, bu tekçi ve faşist zihniyete karşı, demokrasi güçleri olarak bir araya gelme günüdür. 1 Eylül’de 9 merkezde oluşturacağımız insan zincirleri bu anlamıyla büyük bir anlam taşımaktadır. Oluşturacağımız bu barış zincirleri ile iktidarın faşizmini bağlama şansına sahibiz. Bu yüzden tüm Türkiye halklarına bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Haydi sen de bu zincirin bir halkası ol ve Hep Birlikte faşizmi yok edelim!

Pirs: Duh salvegera komkujiya Entabê bû. Hûn dikarin derbarê vê de çi bibêjin. 

Duh salvegera komkujiya Dîlokê bû. Parlementerên me duh li Dîlokê bûn. Hem çûn serdana malbatan û hem jî kesên ku hatin kuştin bi bîr anîn. Ez jî cardin wan qurbaniyan bi bîr tînim û li hemberî bîranîna wan bejna xwe ditewînim. Diyar e ku ew êriş bi destê DAIŞ'ê pêk hat lê mixabin, esas ew e ku yên ku destûr didin van qetlîaman, piştgirî didin wan nas dikin. Mixabin hin jî Tirkiye bi vê zihniyetê bi rê ve diçe. Em vê zihniyetê qebûl nakin, em ê li hemberî vê zihniyetê têkoşîna xwe bidomînin. Me Bernameya xwe ya Têkoşîna Demokratîk a asta 3'emîn eşkere kir. Roja 19'ê Tebaxê li Mêrdin û Stenbolê ev pengav bi daxuyaniyê hate destpêkirin. Ji ber ku ew roj salvegera xesbkirina îradeya gelê Kurd bû lewma, ew roj wekî diyarkirina xesba qeyûman bû. Ev roj ji bo gelê Kurd rojeke pir taybet e. Ji ber ku îktidarê cardin diyar kir û got ku ‘ez mafê hilbijartinê yê gelê Kurd nas nakim, ez bi riya qeyûman bi xesbkirina îradeya gel ez ê van bajaran bi qeyûman bi rê ve bibim’. Pêngava me ya 3'yemîn roja  1'ê Îlonê dê bi dawî bibe. Em ê li 9 bajaran bi xeleka mirovan ya aştiyê Bernameya xwe bi dawî bikin. Ez bangî her kesî dikim, werin em di xeleka mirovan de bi hev re bin.

21 Ağustos 2020