Günay: Tek kurtuluş yolu tüm ülkeye yayılan kayyım rejimine karşı ortak mücadeledir

Parti Sözcümüz Ebru Günay, haftalık basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi:

Parti Sözcümüz Ebru Günay, haftalık basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yönelik saldırılar, emniyete ağır silah kullanma hakkı tanıyan düzenlemelere sert tepki gösteren Günay, konuşmasında şunları söyledi: 

Bizi ekranları başında izleyen değerli halkımız, değerli basın emekçileri hepinizi saygıyla selamlıyorum. Basın toplantımıza hoşgeldiniz. 

Göktepe cinayeti gerçeklerin açığa çıkmasını istemeyenlerin gerçekleştirdiği cinayetlerden biridir

Bildiğiniz üzere, bugün gazeteci Metin Göktepe’nin katledilmesinin yıldönümü. Bundan 25 yıl önce 8 Ocak 1996 tarihinde haber takibi yaparken gözaltına alınan ve polis tarafından katledilen Metin Göktepe ve basın şehitlerini unutmadık; mirasları olan özgür bir gelecek yaratmak da bizlerin sorumluluğudur. Metin Göktepe'nin katledilmesi faili meçhul bir cinayet değildir. Gerçeklerin açığa çıkmasını istemeyen iktidarlar ve onlara bağlı güçler tarafından işlenen yüzlerce faili belli cinayetten biridir. İktidarların gerçeklerden duyduğu korkunun göstergesidir.

Ancak iktidarlar ne yaparsa yapsın gerçekler er ya da geç ortaya çıkacak ve bu yalan düzeni değişecek. Bu vesileyle bir kez daha bu uğurda canlarını feda eden başta Metin Göktepe olmak üzere, Apê Mûsa, Gurbetelli Ersöz, Hrant Dink ve katledilen tüm özgür basın şehitlerini minnetle anıyorum, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. 

9 Ocak katliamı, Kürt halkının çözüm ve barış iradesine verilen cevaptı

Yarın kadın ve mücadele tarihimizin acı günlerinden biri olan Paris katliamının yıldönümü. 9 Ocak 2013'te Paris’te Kürt kadın siyasetçiler Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesinin üzerinden tam 8 yıl geçti. 

Bu katliam her şeyden önce Kürt halkının çözüm iradesine, barış arayışlarına, Türkiye halklarının ortak yaşam mücadelesine karşı geliştirilen ve uluslararası boyutu da olan bir katliamdır. 8 yıldır bu katliam, ilgili devletlerin müdahalesiyle karanlığa itilmeye çalışılıyor, aydınlatılmasına izin verilmiyor. Biz bu katliamın faillerini de iyi tanıyoruz ve ne olursa olsun halklara, kadın mücadelesine, özgürlük arayışına karşı gelişen hiçbir katliamın asla karanlıkta kalmasına izin vermeyeceğiz. 

Paris katliamında hayatını kaybeden Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez başta olmak üzere o günden bugüne devam eden saldırılarda katledilen onlarca kadını, Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar’ı saygıyla, minnetle anıyoruz. Mücadeleleri geleceğe ışık tutmaya, umut yaratmaya ve bize yol göstermeye devam ediyor. 

İktidar topluma karşı saldırılarla 2021 yılına girdi

Değerli Basın emekçileri, Türkiye ne yazık ki yeni yıla da birbirinden ağır siyasi gündemlerle ve topluma karşı saldırılarla girdi. AKP-MHP iktidarı, 2021 yılına; yaşanan ekonomik krizi, halkın sırtına yüklemek, yandaşlarını ise halktan topladığı kaynaklarla zenginleştirmek için hızlı bir giriş yaptı. 

Yeni rejime, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişte “her şeyi hızla” halledeceğiz diyen Erdoğan’ın hızdan kastının zam hızı, yandaşı zengin etme hızı olduğunu bir kez daha gördük. Asgari ücretle çalışan on milyon yurttaşımıza verilen yüzde 21,6’lik ücret artışı, bir günde geri alındı. Bu kadar hızlı şekilde yurttaşın cebini soyan başka bir iktidar tarih boyunca görülmedi!

Üniversiteye kayyım atanması topluma karşı saldırı dalgasının devamıdır

Saldırılar sadece ekonomik alanla, soframızdaki ekmekle sınırlı değil ki. Halkın alın terine çöreklenen bu yüzde 1’lik zümre basına, STK’lara, Barolara, muhalefete, üniversitelere karşı amansız bir saldırı içindedir. İstiyorlar ki kimse sesini çıkaramasın, kimse itiraz edemezsin, bu yıkım tablosunu kimse görmesin, duymasın, konuşmasın. O yüzden gündem saptırıyorlar, topluma karşı saldırı üzerine saldırı gerçekleştiriyorlar. En son üniversitelere kayyım atanması bu saldırı dalgasının devamıdır. 

Türkiye’de üniversiteler hiç özgür olmadı ama bu kadar da cendereye alınmadı

Oysa üniversiteler bilimsel bilginin üretildiği merkezlerdir. Bunun ön koşulu akademik özgürlüktür. Üniversiteler özerk olmak zorundadır. Ne yazık ki Türkiye’de üniversiteler hiçbir zaman tam anlamıyla özerk olmamış ve bilim de hiçbir zaman özgür ortamlarda maalesef üretilmemiştir. Ancak üniversite ve akademi de tarihinde hiç bu kadar cendereye de alınmamıştır. 

Yapılan atamalar rektör atamaları değil kayyım atamalarıdır

En son Boğaziçi Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Çağ Üniversitesi, Antalya Bilim Üniversitesi için yapılan işlemler rektör atamaları değil, kayyım atamalarıdır. Kayyım AKP/MHP iktidarının vazgeçilmezi ve yönetim biçimidir artık. 

Boğaziçi protestoları toplumsal tepkinin en yalın ifadesidir, meşru ve haklıdır

Türkiye toplumu, öğrenciler, geleceğe umutla bakmak isteyen hiç kimse bu duruma rıza göstermiyor, bu dayatmayı kabul etmiyor. Boğaziçi Üniversitesi'nden yükselen tepki toplumsal itirazın en yalın ifadesidir. Meşru ve haklı protestolardır. Öğrenciler, akademisyenler iktidara biat etmeyerek demokratik protestolar gerçekleştiriyorlar. 

Kayyım zihniyetinin utanması olmaz, haya duymaz 

Atanan kayyıma, kayyım zihniyetine, “Hiç utanmanız yok mu?” diye soruyorlar. Bu gaspçı ve yolsuzluğa batan toplum düşmanı iktidarda da kayyım zihniyetinde utanç olmaz, olamaz. Bunlarda ar yok, haya yok; yüzleri kızarmıyor. Ama bu yüzsüzlüğün üzerine çekilen maske düştü; şiddet, yalan, gözaltılar ve manipülasyon ile gerçekler çarpıtılamaz, yapılan hukuksuzlukların artık üzeri örtülemez. 

Bugün itiraz eden gençlik ruhu dizginlenemez, adalet, özgürlük, söz hakkı ve tanınma talebi bastırılamaz. Baskıya, zora ve şiddete karşı çıkmak onurlu bir direniştir. Kayyım rejimi ise demokrasinin inkârıdır. 

Kendilerine hizmet etmeyen herkes terörist: İşkence ve kötü muamele suçtur

Şimdi bu itirazı her türlü ahlaksızlıkla, saldırıyla, karalamayla bastırmaya çalışıyorlar. İlk akıllarına gelen ezber “terör” tanımıyla yaftalamaktır. Kendilerine, çıkarlarına hizmet etmeyen herkes teröristtir. İtiraz eden öğrenciler evlerinin duvarları delinerek, kapıları kırılarak uzun namlulu silahlar eşliğinde gözaltına alındı. Öğrenciler çıplak aramayla işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldı. Demokratik gösteri hakkının engellenmesi, işkence ve kötü muamele suçtur, iktidar ve onun emrinde hareket eden kolluk açık biçimde suçu işlemeye devam ediyor. 

İktidar tecrit gibi kayyımı da yaşamın her alanına yayıyor

Türk tipi başkanlık sistemi olarak halkın önüne konulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin aslında rejim değişikliği olduğunu gördük. Yeni rejim kriz üretmektedir, çöküşe doğru gitmektedir. 2015 yılından bu yana süregelen çatışmalı ortam Türkiye’nin her yerine yayılmış durumda. Kürt sorununa güvenlik konseptiyle yaklaşan iktidar, bir türlü hâkimiyet kuramadığı üniversitelere de el atmış durumdadır. Kürt kentlerinde uygulamaya soktuğu kayyım rejimini tıpkı tecrit rejimi gibi tüm Türkiye sathına yayma çabası içindedir artık. 

Toplumun iradesine vurulmak istenen kelepçeyi reddediyoruz

Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına vurulan kelepçe iktidarın bilime, üniversiteye yaklaşımının en bariz göstergesi, polis devlet görüntüsünün fotoğrafıdır. Üniversite kapısına vurulan kelepçe bugün vurulmadı. O kelepçe, Kürt coğrafyasında belediyelere ilk kayyım atandığında, halk iradesine el konulduğunda vuruldu. O yüzden o kelepçe toplum iradesine vurulmak istenen kelepçedir ve reddediyoruz, kabul etmiyoruz.

5 yıl önce kayyım her alana yayılır diye uyardık ne yazık ki haklı çıktık

Türkiyeli yurttaşlara da buradan seslenmek istiyorum, kayyım rejimi bu ülkede, Kürtlerin iradesini yok etmeye dönük bir politika olarak ortaya çıktı. Böylece milyonlarca Kürdün/yurttaşın seçme ve seçilme özgürlüğü ellerinden alındı. Biz uygulamanın bütün ülkeye yayılacağını 5 yıl önce söylemiştik ve ne yazık ki haklı çıktık. Bugün kayyım rejimi bütün ülkeye yayılıyor. Bu baskıcı rejim karşısında, bugün Boğaziçili öğrencilerin dile getirdiği gibi, biz de “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” diyoruz. 

Tek kurtuluş ortak mücadeledir; bu uğurda direnenleri selamlıyorum

Barışın hâkim olduğu demokratik bir ülkede beraber yaşamamızın tek yolu ortak mücadeledir, demokratik ittifaktır. Demokrasiyi ve demokratik işleyişi beraber inşa edeceğiz. Baskıya, zulme karşı durmanın tek yolu budur! Bugün otoriter rejimin stratejisinin karşısına güçlü bir direniş ve bu direnişi inşaya dönüştürecek tabandan örgütlenen demokratik siyaseti kurmak hepimizin görevidir.

Buradan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, akademisyenleri ve emekçileri başta olmak üzere otoriterliğe, baskıya ve zulme karşı direnen bütün yurttaşları selamlıyorum! Selam olsun sizlere. Kayyım rejimine direnenlerin mücadelesinin yanındayız! Bu son derece haklı ve meşru protestolarda hukuksuzca gözaltına alınan öğrencilerin derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Direnişin büyümesinden korkuyorlar ve halka silah doğrultuyorlar: Bu topluma karşı savaş ilanıdır

Değerli arkadaşlar iktidar bütün bu suçlarının farkındadır ve toplumsal itirazın büyümesinden korkuyorlar. İktidar en son TSK'ya ait ağır silah ve taşıtların emniyet ve MİT tarafından kullanılmasının önünü açtı.  Bu ağır silahları kime karşı kullanacaksınız? Niye böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duydunuz? Bu topluma karşı açık bir savaş kararı mıdır? Öğrencilerin itirazını ve toplumsal gösteri hakkını bile terörize ediyorlar. İttifakın ortağı da, “Bu bir gezidir, ezilmesi gereken komplodur” diyor. 

Asıl darbe toplumu silahla tehdit etmektir, vesayeti diriltmektir

En ufak itiraz, protesto, talep hakkı artık bir komplo ve darbe olarak nitelendiriliyor. İşte asıl darbe budur! Darbe toplumu silahla tehdit etmektir. Bu iktidar darbe mağduriyeti yaparak topluma karşı süreklileşen bir darbe yapıyor. Daha önce EMASYA birlikleri vardı ve toplumsal olaylarda, illerdeki polis gücü askerin emrine sokulurdu. Bu iktidar EMASYA’nın vesayetçi olduğunu belirterek iptal etti. Ancak özellikle bunu Kürt halkına karşı devreye soktu, halka karşı orduyu, ağır silahları kullandı. Şimdi, ordunun teçhizat gücü emniyetin emrine sokuluyor. İşte bu da AKP tipi vesayettir, darbe dinamiğinin süreklileşmesidir. 

İktidar AİHM kararını uygulamayarak suç işlemeye devam ediyor 

Değerli basın emekçileri örnekleriyle açıkladığımız gelişmelerin tamamı iktidarın topluma karşı suç pratiklerinin sadece küçük bir parçası. İktidarın bu suçları işlediğinin en büyük kanıtı AİHM Büyük Dairesi’nin 22 Aralık’ta Demirtaş hakkında verdiği karardır. İktidar bu kararın gereklerini yerine getirmeyerek, anayasayı, uluslararası yasaları çiğneyerek suç işlemeye devam ediyor. 

AİHM kararıyla demokratik siyasete karşı suç icat edildiği belgelendi

Büyük Daire, Demirtaş kararının bir çeviri örneği dün akşam saatleri itibariyle sitemizde yayınlandı. Bu karar son 5 yılda demokratik siyasete karşı işlenen bütün suçların uluslararası hükmü niteliğindedir. Kararda, dokunulmazlıkların kaldırılmasını içeren düzenlemenin kötüye kullanılmasından, Demirtaş’ın attığı iddia edilen twetle 6-8 Ekim’de yaşanan olaylar arasında illiyet bağının olmadığına hükmediyor.  

AİHM hükümetin savunmasında yer alan “Demirtaş aleyhinde çok fazla soruşturma olması bile örgüt üyeliğine delildir” ifadesine itiraz ederek, "Aksine çok fazla davasının olması dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra başlayan yargı tacizi ile ilgilidir” diyerek reddediyor. Türkiye’de bir çözüm sürecinin bizzat hükümet eliyle yürütüldüğünden, süreç boyunca soruşturma başlatılmayan açıklamalardan aradan 4 yıl geçtikten sonra suç icat edilemeyeceğine AİHM bir kez daha hükmediyor. 

TCK’daki terör tanımı mahkum oldu

Hani bugün iktidar herkesi terörist olarak suçluyor ya AİHM örgüt üyeliğini düzenleyen TCK 314 aleyhinde bir değerlendirmeye yer veriyor ve söz konusu maddenin, Venedik Komisyonu İnsan hakları Komiserliği Raporu ve diğer uluslararası raporların aradığı kriterleri taşımadığını, öngörülebilir olmadığını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aradığı şartlar bağlamında kanun niteliği taşımadığını belirtiyor. 

Söz konusu hak ve özgürlükler olunca AKP kendisini bile tanımıyor

AİHM kararının uygulanmaması sadece uluslararası hukuk meselesi değildir. Aynı zamanda Anayasa'nın uygulanmaması sebebiyle bir Türkiye’nin meselesidir. Türkiye AİHM kararlarını uygulamayarak anayasayı yok sayıyor. Anayasanın 90’ıncı maddesi açık. Buna göre “Milletlerarası antlaşmaların kanun hükmündedir”. 7 Mayıs 2004 tarihinde yapılan bu düzenlemenin altında AKP iktidarının, Erdoğan’ın imzası var. İşte söz konusu hak ve özgürlük olunca bu iktidar kendisini de inkar ediyor, imzasına sahip çıkmıyor. Bugünün AKP’si 2004 yılının AKP’sini tanımıyor. 

Bu karar Türkiye’yi ve iktidarı bağlıyor ve bunu uygulamak zorundalar

İktidar sadece uluslararası hukuka meydan okumuyor, aynı zamanda AİHM kararlarını geçersiz kılmaya çalışıyor. DTK Eşbaşkanı sevgili Leyla Güven’in kararın hemen öncesinde tutuklanması buna açık bir örnektir. Çünkü AİHM kararında DTK’nin legal bir yapılanma olduğu ve silahlı bir örgütle ilişkilendirilemeyeceği açıkça ifade ediliyor. 

AİHM kararı uzun bir karar bütün detaylarını buradan paylaşmam mümkün değil ama bu karar, iktidarın “beni bağlamıyor, uymuyorum” diyerek keyfi bir şekilde kulak arkası edebileceği bir karar değil. Bu karar hükümeti de Erdoğan’ı da bal gibi bağlıyor ve bu iktidar bu kararların gereklerine uymak zorundadır. Biz de bu kararın uygulanması ve iktidarın teşhir olan suçlarının hesabını vermesi için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. 

Kobanî iddianamesi yargının nasıl yozlaştırıldığının fotoğrafıdır

AKP-MHP iktidarının hukuku kendi çıkarlarına göre araçsallaştırması sadece adaletsizlik üretmiyor. Aynı zamanda kurum ve kuralları da yozlaştırarak çökertiyor. Yargı mekanizmasını kifayetsiz ve liyakatsiz partizan ve yandaşlarıyla bir kıyım ve adaletsizlik makinasına çeviriyor. 

25 Eylül günü partimize yönelik başlatılan siyasi soykırım operasyonunda gözaltına alınarak tutuklanan arkadaşlarımız hakkında hazırlanan iddianame, yargının AKP-MHP iktidarı tarafından nasıl çökertildiği ve yozlaştırıldığının açık fotoğrafı niteliğindedir. Bu iddianame, kifayetsiz iktidarın liyakatsiz savcılarının hazırladığı bir hukuk garabetidir. 

Değerli basın mensupları, bu iddianameden size birkaç cümle okumak istiyorum. Uzun süredir yargının nasıl çökertildiğini anlatıp duruyoruz, iddianameden aldığımız bu örnekler değil bir yargılama belgesi, olsa olsa bir mizah dergisine kapak olur. İşte 152’inci sayfadan bazı bilgileri paylaşmak istiyorum: 

1. Adalet Bakanlığı'ndan olma Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ilişkiler Genel Müdürlüğü Çocuk Hukuk Bürosu adına Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı Haliliye/Urfa ikamet eder

2. Adalet ve Kalkınma Partisinden olma Söğütözü Caddesi Çankaya/Ankara'da ikamet eder. 

3. AKBANK Genel Müdürlüğü'nden doğma Sabancı Center 4 Levent Beşiktaş İstanbul'da ikamet eder.

4. Altınşehir muhtarlığından doğma Ataşehir mahalle muhtarlığı Başakşehir İstanbul'da ikamet eder.

Bu iddianameleri hazırlayanlar o makamlarda bir saniye durmamalı

Bu örnekleri uzatabiliriz. Bunlar bu garabet iddianameden seçtiğimiz sadece birkaç örnek. Bu iddianameyi hazırlayan iktidara bağlı kopyala yapıştırcı hakim ve savcıların insanları yargılama ve haklarında karar vermeleri bir yana o makamda bir saniye bile durmamaları gerekir. Bu akıllara ziyan iddianameyi yazan savcılara mı yoksa 3 bin 530 sayfa iddianameyi 325 ek klasörü kabul eden hâkimlere mi laf edeyim bilemedim.

Kobanî iddianamesi iktidarın çaresizliğinin ve zavallılığının göstergesidir

Şunu belirteyim ki, bir hukukçu olarak okuduğum her satırda hicap duydum. Ama eminim ki ar damarı çatlamış bu iktidarın yüzü yine kızarmayacaktır. Bu iddianame iktidarın çaresizliğinin, zavallılığının en önemli göstergelerinden biri olarak tarihe kaydedildi. 

Bu hukuksuzlukları yapanlar eninde sonunda adil bir yargı önünde insanlığa karşı işlediği tüm suçların hesabını verene kadar da mücadelemize devam edeceğiz. Bu da böyle bilinsin...

Saldırılara karşı direniş de var ve bu da gelecek için en büyük güvencedir

Değerli arkadaşlar, ekonomik alandan sosyal ve siyasal alana iktidar topluma karşı amansız bir şekilde saldırıyor. Ama sadece saldırı yok, büyük toplumsal itiraz ve direniş hali de var. Bu direniş ve itiraz hali özgür bir gelecek yaratmak adına hepimiz için en büyük güvencedir. 2021 yılında da direniş geleneğimizi inşa kararlığımızla sürdüreceğiz. 

Suni gündemler yaratarak sesimizi kısmaya çalışanlar, oyunu baştan kaybettiler

Mücadelemiz aman vermeden devam ettikçe, direnişimiz durmaksızın sürdükçe iktidar daha fazla zorlanıyor, daha fazla tehdit ediyor. Ama biz Türkiye halklarının bu çöküşün altında kalmaması için mücadele etmeye devam edeceğiz. Nefes alamayan toplumun nefesi olmaya, emekçilerin ve ezilenlerin sesi olmaya devam edeceğiz. Kimse bizi bu yoldan alıkoyamaz, engelleyemez. Suni gündemler yaratarak sesimizi kısmaya çalışanlar, oyunu baştan kaybettiklerini de bilsinler. 

Biz direndikçe neyi kazanacağımızı biliyoruz

Partimiz tüm saldırılara karşın geri adım atmak bir yana AKP-MHP faşist ittifakına darbe üstüne darbe vurmaya devam ediyor. 31 Mart seçimlerinde de faşizmin yerellerde kurumsallaşma çabalarını tarihe geçen derinlikli bir stratejiyle çökerttik ve halklara nefes aldırdık. İktidar o günden bu yana çırpınmakta, çırpındıkça daha fazla saldırmaktadır. 

Biz direnişin neye mal olduğunu ama direnmeye devam ettikçe neyi kazanacağımızı bilen, bunu tarihimizle tecrübe etmiş bir partiyiz. 

Bu kirli siyasetin karşısında tek muhalif güç olarak HDP dimdik ayakta olunca Bahçeli ve Erdoğan’ın her gün bir başka öfke açıklaması peşi sıra geliyor. Çünkü HDP’yi tasfiye etmedikçe kafalarındaki faşizmi tam olarak icra edemeyecekler.  

AKP için hesap zamanı geldi

AKP iktidarı, içinde bulunduğumuz, geleceğimizi çalan derin ve yapısal krizin temel nedenidir. İktidarın kendisi kriz üretmekte ve halkın önüne her geçen gün daha kabarık bir fatura koymaktadır. Bu hesabı ödemeyi kabul etmiyoruz. Hesap ödemesi gereken AKP iktidarı ve ortaklarıdır. Yakın bir gelecekte olacak olan budur, elbet hesap vereceklerdir.

Hep söyledik, bir kere daha söyleyelim: HDP umudun ve direnişin partisidir. Tüm zor aygıtlarıyla, medyası, polisi, yargısıyla üzerimize çullanan faşist rejim bizi yok etmek için çabaladıkça daha güçlü çıkacağımız bir yılın başlangıcındayız. Bizim taşıdığımız umut gelecek için mücadele etme, demokratik bir Türkiye, demokratik bir rejim inşa etme umududur. Bunu mutlaka ama mutlaka başaracağız. 

Li Tirkiyeyê pergala qeyûman tê avakirin

Çapemeniyê hêja, wek hûn jî dibînin, Tirkiye êdî ber bi pergala qeyûmtiyê ve diçe. Doh şaredariyên me îro zanîngeh, sazî û dezgehên sivîl. Rewşa Zanîngeha Bogaziçiyê, xetereya pergala qeyûmtiyê careke din nîşan da. 

Bi rêya qeyûman şaredariyên me hatin xespkirin û îradeya gel hat binpêkirin. Dixwestin ku destkeftiyên gelê Kurd tune bikin û derbekê li demokrasiyê bixin. Ev hemleyeke siyasî bû û hedef îradeya gelê Kurd û qada sivîl bû. 

Me gotibû ku dê qeyûm li temamî Tirkiyeyê belav bibe, mixabin cardin em mafdar derketin

Me gotibû ev êrişa siyasî ne tenê li gelê Kurd e. Ev êriş li hemberî temamê Tirkiyeyê hatiye kirin. Wexta ku me ev got hin kesan ev gotinên me rexne kirin, gotinên me şaş şîrove kirin. Lê îro mixabin dîsa em mafdar derketin. Binihêrin piştî şaredariyên me, êrişî şaredariyên partiyên din jî kirin. Mudaxale li biryarên wan kirin. Dûre ji bo qeyûm biavêjin ser sazî dezgeyên civaka sivîl zagon derxistin. Êdî kengî bixwazin wê bikarin saziyên civaka sivîl bi qeyûman diyar bikin û îradeya wan jî xesp bikin. 

Dema ku şaredariyên me hatin desteserkirin jî deriyên wan hatin kelepçekirin

Binihêrin îro êdî qeyûm dişînin ser zanîngehan jî. Ciyên ku pêwîst e azad û xweser be, xebatên azad û xweser bimeşînin îrdeya wan bi rêya rektorên qeyûm tên xespkirin. Deriyên zanîngehan tên kelepçekirin. Bila bê bîra we, deriyên şaredariyên me jî zincîr kiribûn. Raya giştî baş dizane dema ku qeyûm avêtin ser şaredariyên me deriyên şarederiyên me jî hatin zincîrkirin, kelepçekirin.  

Her qeyûmek Erdoganekî biçûk e

Êdî pergala qeyûman li temamî Tirkiyeyê belav bû. Pêşiyê li ser şaredariyên me niha jî dixwazin vê pergalê bikin pergaleke domdar.  Lê pergala qeyûmtiyê îro êdî bûye amûreke rêveberinê. Her qeyûmek Erdoganekî biçûk e. Her qeyûm Erdogan temsîl dike. Lê ne dereng e em dikarin li hemberî vê faşîzmê ji duh xurttir li ber xwe bidin.  Divê em îro li hemberî vê pergalê derkevin, dibe ku êdî sibe dereng be. Em dizanin ku dê bi têkoşîn û berxwedanê qeyûmên AKP'ê têk biçin.

Faşîzm bi tecrîda Îmraliyê ve girêdayî ye

Faşîzma ku îro li Tirkiyeyê tê belavkirin, bi Tecrîda li Îmraliyê ve girêdayî ye. Îro AKP-MHP, ji bo Îmraliyê hemû qanûnên xwe binpê dike, qanûnên navneteweyî nas nake. Dixwazin Tirkiyeyê bikin girava Îmraliyê. Êdî tecrîd bûye şêwaza birêvebirina AKP-MHP’ê. AKP polîtîkayên xwe li ser tecrîdê ava dike û li temamê Tirkiyeyê belav dike. 

43 roj in girtî li hemberî tecrîdê di greva birçîbûnê de ne

Piştî Îmraliyê tecrîd îro li ser hemû girtîgehan tê meşandin. Û mixabin îro li gelek zindanan li hemberî vê tecrîdê bertekeke mezin heye. Bi sedan girtî 43 roj in li hemberî tecrîdê di greva birçîbûnê de ne. Tecrîd êrişeke li dijî mafê jiyanê ye, sûcekî li dijî nirxên mirovahiyê ye, bêhiqûqî û bêedaletî ye. Ez careke din ji vir bang dikim. Tecrîda li ser İmraliyê li ser birêz Ocalan rakin, daxwazên girtiyên siyasî qebûl bikin û vegerin ser rêya heq û edelatê. 

Pirs: Dadgeha Mafên Mirovan a Ewropayê (DMME) derbarê Demîrtaş de biryar da lê Tirkiyeyê gotibû em biryara wê qebûl nakin. We jî komisyonek ava kiribû, gelo xebatên vê komîsyonê di çi astê de ne? Wê kijan çalakiyan li dar bikeve. Pirsa din di 22'ê Çile de dersên bijarteyên Kurdî dê bi dawî bibin. Li ser dersên bijarte yên Kurdî ku HDP'ê boykot dikir qebûl nedikir. Niha helwesta HDP'ê çawa ye di vî warî de. 

Nenaskirina biryara DMME derbeya li hemberî demokrasî û hiqûqê ye

Ji bo pirsa yekemîn; komîsyona me hîn jî xebatên xwe didomîne. Em ê hem bi aweyekî hiqûqî têkoşîna xwe bimeşinin hem jî bi çalakiyên xwe em ê xebatên xwe bimeşînin. Em êdî dizanin ku nenaskirina biryara DMME’yê derbeya li hemberî demokrasiya Tirkiyeyê ye. Di biryarê de derbeyên AKP'ê li hemberî muxalefetê, li hemberî partiya me û siyasetmedarên me bi rêbazeke çawa hatiye pêkanîn dide nîşan. DMME dibêje êdî ez van derbeyan qebûl nakim. Ez wan wekî sûcekî qebûl dikim. Lewma nenaskirina vê biryarê derbeya li demokrasiyê û Tirkiyeyê ye. Em ê kar û xebatên xwe wekî berî bidomînin. Komîsyon dê bernameyên taybet jî derxîne û em ê di demên pêş de bi raya giştî re jî parve bikin.  

Pewîstî bi perwerdehiya zimanê Kurdî heye

Dersên bijarte yên Kurdî ji bo gelê Kurd ji bo 40 milyon Kurdî têrê nake. Hûn jî dizanin wekî her saziyên gelê Kurd em jî dibêjin pêwîstî bi perwerdehiya zimanê zikmakî heye. Em dixwazin dersa bijarte berdewam bike, lê pêwîstiya herî mezin ew e ku bi zimanê zikmakî perwerde bê dayîn. Ji bo van yekan dê çalakiyên me berdewam bikin. Ew platforma ku em jî di nav de îro li Amedê daxuyaniyekê dide em piştevaniya wan jî dikin. 

8 Ocak 2021