Günay: Yeni mücadele programımız başlıyor: 2021 yılı bizim için inşa yılı, mücadele yılı olacak

Parti sözcümüz Ebru Günay, haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

Parti sözcümüz Ebru Günay, haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Açlık grevleri, siyasi partiler yasası ve seçim kanununda yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere birçok konuya ilişkin görüş bildiren Günay, şunları söyledi: 

Değerli basın emekçileri, haftalık olağan açıklamamıza hoş geldiniz. Bizleri izleyen halkımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bildiğiniz üzere siyasi tutsakların 27 Kasım’da 120 cezaevinde başlattığı açlık grevi direnişi, bugün 57’inci gününde. Bu eylemlerin temel talebi Sn. Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve cezaevlerindeki hak ihlallerinin bir an önce son bulmasıdır. 

İmralı başta olmak üzere yaygınlaştırılan tecrit insanlığa karşı suçtur

Tecrit sistemi, işkence yasağına aykırı olarak sistematik bir şekilde başta İmralı cezaevi olmak üzere Türkiye’deki cezaevlerinde yaygın olarak uygulanan insanlık suçudur. Bu sistemle tutsakların avukat ve aile bireyleriyle her türlü iletişim aracılığı ile haberleşme hakkı başta olmak üzere, sosyal ilişkilenme hakkı, düşünce ve ifade hakkı gibi tüm yasal hakları ortadan kaldırılmakta, evrensel hukuk kuralları askıya alınmaktadır. 

İktidar tecridi bütün ülkeye yayarak sistematikleştirdi

CPT başta olmak üzere birçok uluslararası kurum, iktidarın işkence yasağına aykırı olarak tecrit uygulamasına başvurduğunu defalarca belgeledi ve insanlığa karşı bu suçtan geri adım atması için iktidara çağrılarda bulundu. Ancak iktidar tam aksine bu politikalarından vazgeçmediği gibi, tecrit sistemini ülkenin geneline yayarak sistematik hale getirdi. İmralı Cezaevi’ndeki tecrit uygulamalarına karşı daha önce de açlık grevleri yapılmış, bu grevlerin etkisi ile aile ve avukat görüşmeleri yapılmış ancak 7 Ağustos 2019 tarihinden beri görüş yasakları yeniden devreye girmiştir. Bu durum BM Mandela Kuralları'na, CPT tavsiyelerine ve 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na da aykırıdır.

Tecrit içinde tecrit, çıplak arama işkencesi…

Cezaevlerinde bulunan tutsaklara karşı “tecrit içinde tecrit” sistemi uygulanarak, keyfi uygulamalarla tutsakların hakları gasp edilmekte. Özellikle pandemi koşullarında hijyen ve sağlık imkanlarından mahrum bırakılan siyasi tutsaklar adeta ölüme terk edilmiştir. Son dönemlerde onur kırıcı ve gayri ahlaki çıplak arama işkencesi de gözaltı merkezlerinden başlayarak cezaevlerin geneline yaygınlaştırılmıştır.

Açlık grevi eylemi yapan tutsakların talepleri meşru, hukuki ve demokratik taleplerdir

Bunlar ve benzeri tüm hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine son verilmesi, kişi onuruna yakışır muamele yapılması, mahpuslara yönelik işkence, kötü muamele ve diğer hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, hasta mahpusların tedavilerinin aksatılmadan yapılması, hastane sevkleri sonrası karantina koşullarının işkenceye dönüştürülmesinin önlenmesi de bu eylemlerin talepleri arasındadır. Bu taleplerin tamamı meşru, hukuki ve demokratik taleplerdir. 

İyi Hal Kurulu eliyle tutsaklara, pişmanlık ve itirafçılık gibi kirli politikalar dayatılıyor

Ancak iktidar talepleri karşılamak şöyle dursun, ihlalleri arttıracak yeni uygulamalar devreye sokmuştur. Bu duruma bağlı olarak en önemli hak ihlallerinden birisi de, “İyi Hal Kurulu” uygulamasıyla infazı biten tutukluların keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilmeleridir. İyi Hal Kurullarında, savcı ve hapishane görevlileri, mahpusların şartlı tahliye tarihi öncesinde bir rapor hazırlıyor ve değerlendirme yapıyor. Siyasi mahpuslara, “pişmanlık”, “itirafçılık” gibi kirli politikalar dayatılıyor. Sırf siyasi görüşünden kaynaklı, çıplak arama uygulaması gibi cezaevinin insanlık dışı uygulamalarına direnenler ve açlık grevlerine katılanlar hakkında olumsuz raporlar veriliyor, tahliyelerinin önüne geçiliyor. Kurulda baro görevlisi veya hükümlünün avukatı bulunamıyor. 

Tutsaklar bir kez daha cezalandırılıyor

Yani tek taraflı yargısız infaz süreci İyi Hal Kurulları eliyle hayata geçiriliyor. Bu raporlar iki kez uygulanabiliyor ve her seferinde 6 ay olmak üzere şartlı tahliye tarihi 1 yıla kadar ertelenebiliyor. Aslında mahpuslar yeni bir ceza ile karşı karşıya bırakılıyor.

İnfaz süreleri bitmiş çok sayıda tutsak keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilerek aslında büyük bir insan hakkı ihlalinin yanında, kişiyi hürriyetinden mahrum bırakma suçu da işleniyor. Cezaevlerindeki hak ihlallerine bir yenisini ekleyen bu uygulama mahpuslara “cezaevi içinde cezaevi” yaşatan hukuk dışı, insanlık dışı bir uygulamadır. Tüm bu nedenlerle 57’nci gününe giren açlık grevlerindeki taleplere yönelik olarak, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere yetkililer görevlerini yapmaya, ayrımcılığa ve keyfi uygulamalara bir an önce son vererek, tüm hak ihlallerinin sonlandırılması ve tecridin kaldırılması için bir adım atmaya davet ediyoruz. 

Demokratik kamuoyunu tutsakların sesini duymaya çağırıyoruz

Her şeyden önce bu süreçte açlık grevi yapan mahpusların kaldıkları hapishanelerde düzenli sağlık kontrollerinin yapılması, protokollere uygun beslenme ihtiyaçlarının karşılanması, tıbbi bakımlarının da düzenli olarak yapılması gerekmektedir. Çok geç olmadan, yeni can kayıplarını yaşamamak adına derhal harekete geçilmelidir. HDP olarak insan yaşamının bizim için çok değerli olduğunu buradan tekrar ifade ediyor ve mahpusların yaşamlarını riske atacak her türlü tutuma karşı bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz. Herkesi duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Afrin’de işgal edilen sadece coğrafya değil; bir halkın dili, kültürü, geleceği saldırı altında

Değerli arkadaşlar, Afrin’in işgal edilmesinin üzerinden 3 yıl geçti. “Tehdit” bahanesiyle TSK ve desteklediği cihatçı gruplar Suriye iç savaşında tek bir kurşun bile sıkılmayan Afrin’e yönelik 20 Ocak 2018 tarihinden itibaren işgal harekâtı başlattı. Afrin’de sadece bir coğrafya işgal edilmedi. Aynı zamanda Ortadoğu’nun en eski halklarından olan Kürtlerin dili, kültürü, geleceği ve toplumsal değer yargıları hedef alındı. Biz daha ilk günden AKP iktidarının hedefinde Kürtlerden başka bir şey olmadığını her platformda söyledik. Ve bugün gelinen nokta gösteriyor ki, AKP iktidarı ve desteklediği gruplar Afrin’de ve genel olarak Kuzey Suriye’de yaptıkları bir beka meselesi değil, sadece Kürt düşmanlığıdır. 

BM raporları Afrin’de suçları belgeledi: Soruşturma açılmaması ‘suç işliyoruz’un itirafıdır

En son BM’nin Ocak-Temmuz 2020 tarihleri arasında Suriye’de yerinde yaptığı çalışmalar bize yeniden AKP iktidarı tarafından desteklenen grupların insanlığa karşı suç işlemeye devam ettiğini göstermiştir. Şunun altını çizmek gerekir: BM başta olmak üzere, uluslararası birçok izleme örgütlerinin çağrılarına rağmen işgalden sorumlu olan AKP iktidarı tarafından bu suçların araştırılmasına dair ne bir adım atılmıştır ne de bir açıklama yapılmıştır. İktidarın bugüne kadar bir soruşturma başlatmamasının tek bir gerekçesi olabilir. O da kendi başlatacakları soruşturmada bile asıl sorumluların kendileri olduğu ortaya çıkacağı içindir. Evet, AKP’nin bu suçlara ve uygulamalara dair soruşturma açmaması ‘biz orada suç işliyoruz’un örtülü itirafıdır.

Afrin’de asimilasyon saldırıları derinleştiriliyor

3. yılına girdiğimiz Afrin işgalinde şu ana kadar 300 bin Afrinli yerinden edildi. Kentte Kürt diline dair her şey Türkçeleştirildi. Tüm okullarda Türkçe zorunlu hale getirildi. Kürt tarihinin önemli isimlerinin verildiği meydanlar Türkçeleştirildi. Son 3 yılda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 7 binden fazla kişi kaçırıldı ve binlercesinin akıbeti hala bilinmiyor. Kaçırılan kadınların zorla evlendirildikleri, cinsel saldırıya maruz kaldıkları, BM, Af Örgütü ve birçok insan hakları izleme örgütü tarafından somut bilgilerle kanıtlandı. 

Bu iktidar Afrin’in doğasını da talan ediyor. 20 milyona yakın zeytin ağacı bulunan Afrin’de birçok zeytinlik yağmalandı, kesildi veya yakıldı. Zeytinlerden üretilen yağların iç piyasanın yanı sıra İspanya, Danimarka gibi ülkelere satıldığı da zaten belgelenmişti. Dönemin Ticaret Bakanı da “gelir bize geçsin istiyoruz” diyerek bunları kabul etmişti. Sonuç olarak, BM gibi, Türkiye’nin de dahil olduğu ulus üstü bir kurumun raporları ve AKP iktidarının itirafları, aklı selim her insanın “AKP, Afrin’de ağır suçlar işliyor” dedirtebilecek niteliktedir. Biz HDP olarak şunu çok iyi biliyoruz, Afrin’de cinayet işleyen fail ertesi gün elini kolunu sallaya sallaya İstanbul’da, Hatay’da geziyor. Ve dün Afrin’de suç işleyen bu zihniyet yarın Türkiye’nin herhangi bir yerinde aynı suçu işleyecektir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden beklentimiz AKP’nin Kürt düşmanlığı politikalarını kabul etmemeleridir

Geçtiğimiz gün Milli Savunma Bakanı'nın Irak ziyarette bulundu ve bunlar basına yansıdı. Son yıllarda ne zaman AKP iktidarından birileri Irak’ı ziyaret etse ardından savaş politikaları devreye giriyor ve kan dökülüyor. Biz HDP olarak, gerek Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi gerekse Irak Merkezi Hükümeti’nin Türkiye’yle diplomasisine elbette karşı değiliz. Aksine bu ilişkilerin demokratik temelde geliştirilmesini temenni ediyoruz. Fakat, hem Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden hem de Irak Merkezi Hükümeti'nden beklentimiz, AKP’nin “Kürt düşmanlığı” dayatmasını kabul etmemeleridir. İç kavga senaryosu bile sadece Kürtler arası birliği değil, Ortadoğu’daki bütün halkların geleceğini olumsuz etkileyecektir. 

Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu’nda kimi değişiklikler yapılacağına dair zaman zaman basına yansıyan “kulis” bilgileri oluyor. Nedir kamuoyuna yansıyan bilgi? MHP ve AKP, bu iki kanunda bazı değişiklikler yapmak için çalışıyorlar. Bir kere altını çizerek belirtmemiz gerekir ki: Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları, bir ülkede yurttaşların “yönetime katılma biçimini”, “ülke yönetiminde söz sahibi olma düzeyini” belirleyen çok önemli hukuki metinlerdir.

İktidar alavere-dalavere ile seçim mevzuatını lehine değiştirmek istiyor

Dolayısıyla böylesine önemli iki kanuna dair, MHP ve AKP’nin; “kapalı kapılar ardında” yani seçimlere katılacak diğer partilere danışma tenezzülünde dahi bulunmadan, ilgili sivil toplum örgütleriyle ortaklaşmadan yani halktan, kamuoyundan saklayarak, gizleyerek yapmak istedikleri alavere-dalavere bir işten ibarettir. Elbette, demokrasilerin olmazsa olmazlarından birisi; demokratik, şeffaf ve güvenilir seçimlerdir. Seçimlerin halk iradesini, yurttaş iradesini en doğru biçimde yansıtacak özgür, demokratik, şeffaf ve  güvenilir usul ve yöntemlerle gerçekleştirilmesi, ayrıca seçme ve seçilme özgürlüğünün yani halk iradesinin güvence altına alınması bir ülkede demokratik siyasetin hakim kılınması bakımından hayati niteliktedir. Bu bağlamda; Seçim mevzuatının demokratik bir temele oturması şarttır ve zorunluluktur. Peki bu iki parti, yani MHP ve AKP 12 Eylül cunta anayasası bağrından çıkmış mevcut siyasi partiler ve seçim kanunlarını “demokratik bir temele” oturtmak için mi çalışma yürütüyor? Elbetteki Hayır. Nereden biliyoruz? Çünkü kapalı kapılar arkasında, halktan ve diğer siyasi partilerden gizleyerek yapılan işlerden demokrasi çıkmaz. Çıksa çıksa otoriterlik çıkar, faşizm çıkar, hile çıkar, hurda çıkar.

Hatırlayalım; MHP-AKP ikilisi, adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri otoriter rejime, anayasal dayanak oluşturmak için ne yaptılar? 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan ettikleri OHAL koşullarında, siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin, yurttaşların tutuklandığı, fikirlerin dahi özgürce dile getirilemediği, tartışılamadığı bir baskı ortamında, sözüm ona halk oyuna sunarak, referandumla anayasada değişiklik yaptılar.

Mühürsüz oy pusulası hilelerini unutmadık

Sözüm ona referandum çünkü bu referandum tarihe “mühürsüz oy pusulalarıyla” geçti. 16 Nisan 2017’de saat 16.10’da yani henüz sandıklar açılmamışken, AKP’nin YSK temsilcisi YSK’ya bir dilekçe vererek “Mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılmasını” istedi. Henüz sandıklar açılmamışken sandıklarda “mühürsüz oy pusulaları olduğunu” nereden biliyorsun? Ve bu mühürsüz oy pusulalarında yapılan tercihin “evet” olduğunu nereden biliyorsun?

Bu ülke tarihinin en büyük seçim hilelerinden birisine imza atarak ve buna “kanuna aykırı biçimde olur veren” YSK’yı da dahil ederek, referandumu kazandıklarını ilan ettiler. Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri MHP-AKP ikilisinin ülke demokrasisini askıya aldıkları bu yeni rejim meşruiyet kazanamamıştır. Her türlü baskının mübah sayıldığı bir siyasi iklimde üstüne üstlük hileli bir halk oylamasıyla iktidarlarını tahkim etmişlerdir. 

Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu değişikliğiyle iktidar cambazlık yapma peşinde

Peki bugüne gelelim; baskı ortamı, faşizan uygulamalar, OHAL koşulları ortadan kalkmış mıdır? Hayır, daha da katmerlenmiştir? Peki böyle bir ortamda bu iktidar bloku ne yapmak istiyor? Siyasi partiler ve seçim kanunlarında kalan asgari demokratik kırıntıları da temizlemek, yok etmek istiyor. Kendilerinin lehine, kendilerinin dışındaki tüm partilerin aleyhine daha ne kadar cambazlık yapılabilir? Bunun peşindeler. Yapacakları değişiklikleri Meclis'e getirip, el-kol çokluğuyla geçireceklerdir. Elbette bizler demokratik muhalefetimizi en üst düzeyde yapacağız. 

Kimse bunlar gitmez palavralarına itibar etmesin: AKP’nin faşizan iktidarı çatırdamaya başladı

Şunu eklemek isterim; otoriter partilerin, siyaset anlayışlarının bir vesayet odağına dönüşmesini, Türkiye gibi heterojen bir topluma sahip, 83 milyon ve genç nüfuslu bir ülke daha fazla kaldıramaz. Nitekim bunların faşizan sistemi çatırdamaya başladı. Diğer taraftan; "Bunlar seçimle gitmez!" "Ne yapar eder, seçimi kazanırlar." "Seçimi kaybetseler de gitmezler!" gibi halk arasında yaymaya çalıştıkları, muhalefete oy veren seçmenin inancını zayıflatıp, sandığa gitmesini engellemek için, sistematik olarak yayılan palavralara da hiçbir yurttaşımızın kulak kabartmamasını, itibar etmemesini istiyoruz. Bunun için gerekli teknik bilgi ve donanıma, uzmanlığa ve her şeyden önemlisi mücadele azmine her zamankinden fazla sahibiz. 

Bizim baraj sorunumuz yok demokrasi için sıfır baraj önerisinde bulunuyoruz

Biz HDP olarak bu ülkede mevcut olan her siyasetin Meclis’e yansıması gerektiğine inanıyoruz. Çoğunluğun değil, çoğulculuğun siyasetini yapıyoruz ve bu fikriyatın Meclis’te de temsil edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bugün Türkiye’de olan yüzde onluk seçim barajı dünyanın hiçbir yerinde yok. Bu barajın kesinlikle kaldırılması gerekir. AKP iktidarı yıllardır 12 Eylül’ün mirası olan bu sisteme sahip çıkıyor. İktidara gelince yan çizdiler. Bugün HDP’nin baraj sorunu yok ancak demokrasinin gereği olarak sıfır barajla tüm siyasi partilerin kendini ifade edebileceği, Meclis’te yer alabileceği koşullar yaratılmalı. İktidar bloku, cunta mirası seçim barajını kaldıracağına, demokratik, adil ve eşit bir seçim yarışı için artık ucube hale gelmiş seçim kanunlarını değiştireceğine yatıp kalkıp hiç kimselere danışmadan, konuşmadan Ali Cengiz oyunlarıyla ülkenin geleceğini dizayn etmeye çalışıyor. Buna izin vermeyeceğiz. 

Sokağın öfkesini sandıklara, sokağın sesini iktidara taşıyacağız

Siyasi partiler ve seçim yasası üzerine çalışan parti komisyonlarımız hazırlık içindeler. Bizim için temel kriter, demokratik ölçü ve ilkelerin hem siyasi partiler, hem seçim, hem diğer ilgili kanunlara yedirilmesi gerektiğidir. Sandık üzerinden toplum mühendisliği yaparak halkı seçimden, sandıktan soğutmak isteyen, inancını kırmak isteyen AKP-MHP iktidarına şunu diyoruz: Halkın öfkesini hangi sandık hilesiyle yok edebilirsiniz? Sokağın kabaran öfkesini seçim sandıklarına taşıracağız. Sokağı mutlaka iktidara taşıyacağız.

Sokak sokak gezip halkı dinleyenler olarak 1 Haziran ile 1 Eylül 2020 tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz Demokratik Mücadele Programı kapsamında Edirne ve Hakkari’den Darbeye Karşı Demokrasi İçin Yürüdük. AKP-MHP iktidarının her türlü saldırı ve engellemelerine karşı direnerek, bu yürüyüşü halklarımızın da büyük desteğiyle sonuçlandırdık. Bu üç aylık Mücadele Programının ardından yine 4 aylık Demokratik Eylem Programımızı her alanda mücadele ederek, hayata geçirdik. İktidarının her alandaki saldırısına karşı fabrika önlerinde, alanlarda, sokakta, Meclis’te Kürd'ünden Türk'üne, Alevi'sinden Sunni'sine, kadınların ve tüm ötekilerin, yaşam alanı savunucularından tarım işçilerine kadar hakları gasp edilen her kesimin ve kimliğin hem omuzdaşı hem de sesi olduk. 

Yeni mücadele programımız başlıyor: 2021 yılı bizim için inşa yılı, mücadele yılı olacak

7 aydır sürdürdüğümüz bu programımızı kesintisiz olarak 2021 yılında da devam ettireceğiz. Aralık ayından bugüne partimizin farklı organları 2021 yılı planlaması için tartışmalar yürütüyor. Bu çerçevede 6 Ocak tarihinde İl Eşbaşkanları toplantımızı, 10 Ocak tarihinde PM toplantılarımızı gerçekleştirdik. Ayrıca tüm bölgelerde özgün bölge toplantılarımızı da gerçekleştirdik. Toplantılarda yürütülen geniş tartışmalar sonucunda 2021 yılının da bizler açısından inşa yılı olacağı, AKP-MHP faşizminin saldırılarının boşa düşürüleceği, örgütlülüğümüzü büyüteceğimizi gördük. Saray rejiminin içinde bulunduğu çıkmazı sürdürmek için bize daha fazla saldıracağını biliyoruz. Nitekim 2021 yılının ilk ayında partimize ve bileşenlerimize yönelik saldırılarla, gözaltılarla bunu net olarak gördük. Toplantılarımızda 2021 yılında AKP-MHP iktidarına karşı mücadele yılı olacağını kararlaştırdık. Yeri geldikçe detaylar kamuoyuyla paylaşılacaktır elbet. AKP-MHP iktidarı nasıl ki, tüm ezilenlere karşı zulmünü sürdürüyorsa biz de bu topraklara eşitlik, adalet ve özgürlüğü getirinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Biz kazanacağız ve o günler uzak değildir, sadece ve sadece birlikte omuz omuza mücadele etmemiz yeterlidir. 

Girtî ji bo bidawîkirina tecrîda li hemberî birêz Ocalan 57 roj in di greva birçîbûnê de ne

Girtiyên siyasî ev 57 roj in li 120 girtîgehên cuda greva birçîbûnê dimeşînin. Li dijî tecrîdê û li dijî zext û zordariyan girtiyên siyasî li ber xwe didin. Pergala Îmraliyê pergaleke ne meşrû ye. Îşkenceyeke bipergal, sistematik û domdar e. Birêz Ocalan ev 22 sal in hemû mafên xwe yên rewa mixabin nikare bikar bîne. AKP li hemberî Ocalan tu hiqûq û krîterên mirovahiyê nas nake. Û îro pergala Îmraliyê li hemû girtîgehan tê pêkanîn. Mafên sereke yên girtiyan tên binpêkirin.

Desthilatdar li hemberî girtiyan bi kîn û nefretê tevdigere: Em vê yekê red dikin

Girtîgeh rewşa edeleta welatekî nîşan didin. Li Tirkiyeyê girtîgeh her dem bûn cihên îşkence û neheqiyê. Cihên zext û zordariyê û îro ev neheqî gihiştiye asteke pir mezin.Li hemberî girtiyan polîtîkayên “tecrîda di nav tecrîdê de” tê meşandin. Girtî di girtîgehan de careke din tên cezakirin û tecrîdkirin. Rewşa girtiyên nexweş êdî roj bi roj ber bi xirabiyê ve diçe. Sûcê herî mezin jî niha bi destê “lijneya halê baş” tê kirin. Girtiyên ku wextê înfaza wan xelas bûye û divê bên berdan, bi destê vê lijneyê mixabin nayên berdan. Desthilat li hember girtiyên siyasî bi kîn û nefreteke mezin tevdigere. Heqê girtiyan dixwe. Em van polîtîkayan red dikin. Em desthilatê gazî hiqûq û edeletê dikin. Em dibêjin zagonên xwe bimeşînin û ev sûcê ku li girtigehan tê kirin êdî bi dawî bikin. Rojek berî rojekê van polîtîkayên dijmirovane ji holê rakin. Her roj ji bo jiyana girtiyan rojeke xetere ye, ji bo ku sibê dereng nebe. 

Hûn dizanin çend roj berê Wezîrê Parastina Netewî ya Tirkiyeyê Iraq û Başûr ziyaret kir. Di salên dawî de kengê AKP’yî Iraqê ziyaret dikin pişt re polîtîkayên şer dikevin dewreyê û pişt re jî xwîn dirijê. Em dîplomasiya rayedarên Başûr û Iraqê giring dibînin. Em hêvidar in ev têkiliyên dîplomatîk li ser rêgezên demokratîk bên meşandin. Em bendewar in ku rayedarên Başûr û Iraqê polîtîkayên dijminatiya li hemberî Kurdan nepejirînin. Şerê navxweyî ne tenê têkiliyên di navbera Kurdan de, têkiliyên Rojhilata Navîn jî dixe xetereyê. Bandoreke neyînî lê dike. Em dixwazin li Rojhilata Navîn aştî û aramî bê avakirin. Ji ber vê yekê jî divê têkilî li ser van esesan bên meşandin. 

Em bi têkoşîna xwe, bi hêza gelê xwe bawer in

Pirs: Li ser hatina Joe Biden û rêveberiya DYA’yê ya nû jî em dixwazin nirxandina ve bigirin. Hûn bawer dikin ku di siyaseta Amerîkayê ya Rojhilata Navîn de bi taybetî ji bo Kurdan guherînek çêbe? 

Em cardin perwirdariya wî pîroz dikin. Hêvîdar im ku ji bo peywirdarî ji bo Amerîka, dinya û Rojhilata Navîn bibe sedema rojên baş. Em ji bo Rojhilata Navîn ji bo pêşeroja gelê xwe em bi xwe bawer in, bendewariya me ji me û gelê me ye. Ger tifaqa gelê Kurd, têkoşîna gelê Kurd mezin bibe, ji bo gelê Kurd dê siberojeke baş dê çêbibe. Elbet rêveberiyên welatên din bandor dikin lê ya esas hêza gelê Kurd û tifaqa gelê Kurd e. 

Em ji bo girtiyên siyasî azadiyê dixwazin

Pirs:  Parlamentoya Ewropayê biryarek eşkere kir. Li gor vê biryarê gotin bila Selahattin Demîrtaş û girtiyên siyasî bên azadkirin. Li ser vê yekê nirxandina HDP'ê çi ye? Her wiha komîsyona ku ji bo biryara DMME’yê hatibû avakirin di nav kiîan xebatê de ye. Pirsa duyem jî hevşeredarê Qersê ku li dewsa wî qeyûm hatiye tayînkirin, daxuyaniyek belav kir. Got ku divê HDP bibe partiyeke girseyî û HDP bibe partiyeke sîwan. Gotibû pêdivî bi fikreke nû heye. Hûn van rexneyên Ayhan Bîlgen çawa dinirxînin. Tê gotin ku dê partiyekê ava bike. Tu danûstandineke we ligel Ayhan Bîlgen heye? 

Biryara Parlamentoya Ewropayê giring e. HDP her tim, beriya van biryara jî me gotibû ku divê girtiyên siyasî tewahî bên berdan. Biryara DMME'yê jî nîşan da ku ev girtin bi talîmata AKP'ê hatine pêkanîn. Em cardin dubare dikin, ji bo girtiyên siyasî em azadiyê dixwazin.  Kampanyaya ku em ê bimeşînin, min di destpêkê de jî got em ê di rojên pêş de li ser van yekan xebatên xwe plansaziya xwe bi raya giştî re parve bikin. Xebatên me yên esasî hene, amedekariyên me hene. Amedekariyên me berdewam dikin û em ê van yekan bi we re parve bikin.  

Her fikr û nirxandin ji bo me biqîmet û watedar in

Ayhan Bîlgen di encama polîtîkayên hikûmetê yên dijminatiyê niha girtiye û li hepsê ye.  Ayhan Bîlgen bi bêhiquqî hatiye girtin û pêwist e ev bêhiqûqiya li ser Ayhan Bîlgen bi dawî bibe û demildest ew bê berdan û bigihîje azadiya xwe. Ayhan Bîlgen hevşaredarê me yê Qersê ye, têkiliyên wî yên partiya me hîn berdewan dike. Di heman demê de endamê damezrîner ê HDP'ê ye. Di heman demê de ew dema ku li ser kar bû endamê me yê MYK’yê bû û berdevkiya partiyê kir. Ayhan Bîlgen rêhevalekî me yê biqîmet e. Di rêgezên me yên demokrasiyê de her kes dikare rexneyên xwe bike. Her kes dikare nirxandinên xwe bike. HDP hêza xwe ji rexne û nirxandina azad digire. Em li ser van esasan kar û xebatan dimeşînin. Ji bo HDP'ê her fikr, her nêrîn biqîmet û watedar e. Em her tim van nîqaşan dikin.  

Divê nêrînên me nebin sedema mezinkirina desthilatdariya AKP’ê

HDP jixwe sîwan e, pêkhateyên wê hene. Partiyên me yên hevpar hene. Em dizanin ku hin daxwazên îktidarê hene. Divê nêrînên me nebin sedema mezinkirina desthilatdariyê. Roj li hemberî vê desthilatdariya AKP’ê bi hev re, mil bi mil roja tekoşînê ye. Divê em bi hev re van xebatan bimeşînin. 

22 Ocak 2021