
Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu:
Parti Sözcümüz Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Günay şunları söyledi:
Dün AKP ve MHP iktidarının Meclis'e yönelik gerçekleştirdiği darbenin de yıl dönümüydü. 20 Mayıs 2016 tarihinde önceki dönem eş genel başkanlarımızın ve milletvekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırılarak halk iradesine bir darbe gerçekleştirildi ve gasp edildi. 90’lı yılların karanlık uygulamalarını referans alan iktidar, 1994 tarihinde gerçekleştirilen DEP darbesini 2016 yılında bir kez daha tekrarladı. O tarihten beri Türkiye’de demokratik siyasete yönelik kesintisiz bir saldırı hüküm sürüyor. Bu darbe ile Meclis'in iradesini, halkın iradesini çetelere, mafyaya teslim ettiler ve şimdi bu kurdukları düzen tel tel dökülüyor. Demokratik siyaseti tasfiye ederek yerine bu çete ve mafya düzenini ikame etmek istediler. Ancak ne biz mücadelemizden vazgeçtik, ne tutsak alınan arkadaşlarımız tek bir adım geri attı ve ne de darbeciler amacına ulaştı. Sadece Türkiye halkları değil, bütün dünya demokratik siyasete kurulan kumpasları, komployu, darbecileri ve anayasaya aykırı olmasına rağmen bu darbeye destek verenleri unutmadı, unutmayacak.
Partimize yönelik saldırı, komplo ve kumpaslar devam ediyor
Bu komplo ve kumpaslar partimize karşı saldırılarla hala devam ediyor. İktidar bloğu derinleşen yoksulluk ve ekonomik kriz, pandemi başta olmak üzere ülkenin bin bir türlü derdi varken ve bu sorunlara acilen çözüm üretmesi gerekirken temel politikasını HDP ve Kürt halkına yönelik saldırılar üzerine kurguluyor. Geçen hafta HDP Genel Merkez binamıza birkaç çete artığı saldırdı. Onca baskıyla zulüm ile tutuklama ve yıllarca cezalarla yılmayan HDP sizin iki taşınızla mı yıkılacak? Peki merkez binamızın yanına tüneyen kolluğa ne demeli? İki vatandaş bir araya gelince alarma geçen polisler, saldırıyı izlemekle yetinmedi, adeta onlara yol gösterdi, kaçmalarına yardım etti. Kürtçe bir deyim vardır. “Heft çîrokên hirçê hene, her heft jî li ser hirmiyê ne” Yani ayının bildiği yedi öykü var; yedisi de armut üzerinedir. Faşist iktidar ortaklığının da bin tane hikâyesi var, bini de HDP’ye ve Kürtlere saldırı üzerine kurulu.
Sincan’da günümüzün engizisyon mahkemesi kuruldu
Bunlardan biri de duruşmaları devam eden Kobanî Kumpas Davasıdır. Davanın evveliyatı ne kadar hukuksuzca hazırlanmışsa dava duruşması da bir o kadar hukuksuzca yürütülüyor. Sincan’da günümüzün engizisyon mahkemesi kurulmuş demek abartı olmaz. HDP'yi legal siyasetin dışına itme ve sindirme emelleriyle açılan, baştan sona yalanlarla dolu kumpas davasıyla HDP'yi yargılayabileceklerini sanıyorlar. Ama yanılıyorlar. HDP'yi susturacaklarını sananlar er ya da geç bu halk tarafından yargılanacaklar. Yalan üzerine kurulan bu mahkemeler hakikat mahkemelerinde tarihin çöplüğüne gönderilecekler.
Sebahat Tuncel’in dediği gibi gerçeğin sesiyiz
Sabahat Tuncel'in de dediği gibi “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. İşte biz gerçeğin sesiyiz. Karanlıktan beslenenler ışıktan korkarlar. Türkiye halklarının eşitliğini savunduğumuz için bizi engel olarak görüyor.” Figen Yüksekdağ'ın dediği gibi “arkadaşlarımız yitirdiğiniz canlarımızın, yoldaşlarımızın katili olmakla yargılanırken diğer taraftan bu siyasi iktidarın bakanı teşhir olmuş mafya ilişkilerine dair en ufak bir soruşturmaya uğramıyor. Biz diyoruz ki ‘kral çıplak’. Bu memlekette darbe var.” Yine Demirtaş'ın dediği gibi; “Bu dava Kobanî Davası değil, HDP’ye dönük kumpas ve siyasi intikam davasıdır. Günün birinde Kobanî Davası açılacak ve gerçek sorumlular, katliam yapan ve yaptıranlar ortaya çıkacaktır ama herkes emin olsun o zaman sanık sandalyesinde bizler olmayacağız.” Arkadaşlarımız bu yargılamada faşizmin nasıl yargılanacağını, hakikatlerin nasıl büyük bedeller uğruna savunulacağını herkese gösterdiler. Hepsini buradan bir kez daha saygıyla selamlıyoruz, HDP yargılamaya devam ediyor.”
Barış ve çözüm istemedikleri için tecrit diyorlar
Bu karanlık tablo ve ülkenin sürüklendiği çürümenin sebebi ısrarla sürdürülen tecrit politikalarıdır. Dibi olmayan hukuksuz politikalarına İmralı Cezaevi'nde başlayıp bölge bölge, il il, sokak sokak, ev ev ülkenin her bir yerine yayıyorlar. Barış istemedikleri için tecrit diyorlar, halka refah istemedikleri için tecrit diyorlar, çözüm istemedikleri için tecrit diyorlar.
Tutsakların tüm taleplerini sonuna kadar sahipleniyoruz
Çünkü çok iyi biliyorlar ki Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırırlarsa, bu topraklara barış gelecek ve ortada beslenecekleri bir savaş kalmayacak. İşte tam da bu atmosferde yüzü aşkın cezaevinde binlerce tutsak açlık grevi eyleminde. Başta Sayın Öcalan üzerindeki tecrit olmak üzere hasta tutsaklar ve cezaevlerindeki hukuksuz uygulamalar için bedenini açlığa yatırmış olanların talepleri baştan sonra hukuki ve meşru taleplerdir. Biz tutsakların tüm taleplerini sonuna kadar sahipleniyor, ‘talepleri talebimizdir’ diyor ve yetkililerin bir an önce adım atmasını istiyoruz, daha da gecikmeden.
Yıllardır bu suç şebekelerini anlatıyoruz: Bu sistem suç üretiyor
Şu an Türkiye’de olan biten ve ifşa olan kirli ilişki ağı dün söylediklerimizin tamamını bir bir teyit ediyor. Yıllardır başta Genel Kurul olmak üzere, mitinglerimizde, soru ve araştırma önergelerimizde, açıklamalarımızda, savunmalarımızda bu kirli ilişkileri, bu suç şebekesini anlatıyoruz. Gerçekler örtbas edilemez dedik. Bugün sonuçları görüyoruz, daha da göreceğiz. Susurluk raporunu hazırlayan bürokratlar, “kişilere değil, çerçeveye bakın” diyor. Evet, bu sistem suç üretiyor. Devlet şeffaf, demokratik, denetlenebilir değil. Adaletle işleyen bir hukuk sistemi yok. Bu da devlet içinde çeteleşmeyi, devletin mafyaya teslim edilmesini beraberinde getiriyor.
Hak arama mücadelesini boğmak için her türlü yalan ve hileye başvuruyorlar
Bugün yönetici konumunda olan kişiler, ele geçirdikleri güç ve konum sayesinde, özellikle mafya-çetelerle kurdukları ilişkiler üzerinden, paramiliterleştirilen basın yayın organları ile siyaset yapıyorlar. Üzerinden rant devşirdikleri milliyetçi ve şoven duygularla demokratik siyaseti, hak arama mücadelesini boğmak için her türlü yalan ve hileye başvuruyorlar. Şimdi biz devlet içine çöreklenen suç örgütlerinin çıkar çatışmalarına tanıklık ediyoruz. Anlatılanların ve ifşa edilenlerin hiçbiri sürpriz değil, itiraflar malumun ilanıdır. Halkı açlığa sevk ederken kendileri zevk û sefa içinde yaşayanların nasıl birer yolsuzluk ve suç makinesi olduğu ortaya çıkan itiraflarla teyit etti.
Devlet mafyalaştı, mafya devletleşti
Bu ilişkiler ağında bulunanların tamamı milyonların kaderi ile oynayan, toplum düşmanı, sivillerin kanına girmiş birer örgütlü çete unsurudur. Çete-mafya-kontra yapıları her zaman ülkenin yönetiminde aktifti. Bunu en iyi Kürtler bilir, en çok Kürtler devletin bu yüzü ile uğraştı. Bugün yaşananlar bir düzeltme talebi değil, yeni bir yapının kurulmasına dair ortaklık kavgasıdır. Düzeltilmesi istenen rant ve mafya düzeninin restorasyonudur. Bu karanlık yapı o kadar palazlandı ki, devlet mafyalaştı, mafya devletleşti. İşte ortaya çıkan hakikat budur.
Soylu suçlarını örtbas etmeye çalışıyor
İşin vahimi iç güvenliğin başındaki İçişleri Bakanı’nın bütün bu kirli ilişkilerin göbeğinde yer almasıdır. Her gün partimize saldıran, demokratik siyasete düşmanlık yapan Soylu, bu saldırılarla esas olarak işlediği suçları örtbas etmeye çalışıyor. Ama nafile mafya ve çete yöntemleriyle devlete çöreklenenlerin tamamı er ya da geç bu halka, adalete hesap vermek zorundadır. Yapılan itiraflar ve deliller ışığında, İçişleri Bakanı sadece istifa etmemeli, Yüce Divan’da yargılanmalıdır. Bu çürümüşlüğü ortaya çıkaran sistem lağvedilmeli, demokratik, denetlenebilir, şeffaf, çoğulcu bir yönetim sistemi inşa edilmelidir.
Meclis’te araştırma komisyonu kurulmalı
Meclis bünyesinde acil bir araştırma komisyonu kurulmalı, ortaya çıkan medya-mafya-devlet üçlüsünün esas ayağı olan finansman, siyasi ve başka ayakları da bir an önce ortaya çıkarılmalıdır. İkiyüzlülükleri ortaya çıkanların daha çok HDP’ye saldırarak kendilerini aklama devri bitmiştir. Suçlarınızı HDP’ye saldırarak, hamaset yaparak örtemezsiniz. Halkımızla birlikte bu suçlular ittifakına, bu toplum düşmanı ittifaka karşı temiz ve demokratik bir geleceği yaratacağız.
Cumhurbaşkanı yargısız infazları yapanları Saray’a ortak yaptı
Bu hafta aynı zamanda kayıplar haftası. Zorla kaybedilenlerin, işkence ve infaz edilip bedenleri yok edilenlerin yoğunca anıldığı haftada tam da kaybetmelerin faillerini konuşuyoruz. İçişleri Bakanı Cumartesi Annelerine hitaben “çocukları Eminönü'nde gezerken kaybolmadı” deyip yargısız infazları savunurken bugün ortaya çıktığı üzere elbette bu işin failleri ile beraberdi. “Biz olmasak mafya çökerdi” deyip milyar dolarlık marinalara çökenler kaybettirdiklerinin, yaptıklarının hesabını verseydi bu çürüme yaşanmayacaktı. Birkaç yıl önce Cemil Kırbayır’ın annesi rahmetli Berfo Ana’ya oğlunun kemiklerini bulacağız diyen Cumhurbaşkanı Berfo anaya verdiği sözü tutmadı, o dönem yargısız infazları yapanları Saray’a ortak yaptı. Kayıplar haftasında yakınları devlet eliyle kaybettirilen bütün annelerin, çocukların, yakınların mücadelesini selamlıyoruz.
İsrail Hükümeti’nin militarist ve ırkçı politikalarını kınıyoruz
Bir diğer önemli konu savaş siyasetidir. 10 Mayıs’tan bu yana İsrail Devleti’nin Filistin’e yönelik saldırıları sonucu şimdiye kadar 68’i çocuk olmak üzere yüzlerce Filistinli hayatını kaybetti. Devam eden bombardımanlar sonucu Gazze’de 450 binanın yıkıldığı ve 52 bin insanın yerlerinden edildiği insani ve siyasi bir kriz söz konusu. HDP olarak İsrail Hükümeti’nin Filistin Halkına karşı uyguladığı yayılmacı, militarist ve ırkçı politikalarını kınıyoruz. HDP, zulüm nerede olursa olsun, kimden gelirse gelsin mazlumun yanında yer almaya devam edecektir. Bu konuda ilkesel ve enternasyonalist tavrımızdan asla geri adım atmayız. Anti-semitizme de köktenci, ırkçı yaklaşımlara da müsamaha göstermeden bölge halklarının özgürlük ve barış umutlarının yanındayız. Özgürlük taleplerinin kirli pazarlıklara konu edilmesini reddediyoruz.
AKP rejimi Filistin’e saldırıların ortağıdır
Vitrinlerde Filistin için gözyaşı döker gibi görünen AKP rejimi, İsrail ile sürdürdüğü ilişkiler üzerinden Filistin’e karşı saldırıların ortağıdır. 2000’li yıllardan bu yana Türkiye’den İsrail’e satılan on milyarlarca dolarlık çimento, inşaat demiri ve benzeri inşaat yan ürünlerinin Filistinlileri birbirinden ayıran duvarlar arasına hapsetmesindeki başat rolü inkâr edilemez. AKP İktidarı, aslında Filistin halkının haklarını değil İhvancı grupların çıkarlarını önceliyor, yani bu ölüm kalım üzerinden ideolojik hesaplar yapıyor. Filistin’de bile ayrımcı ve kutuplaştırıcıdır.
AKP iktidarı ilkeli yaklaşsaydı Cizre, Sur, Nusaybin ve Şırnak’ta İsrail’in yaptığı gibi devlet terörüne başvurmazdı
AKP İktidarı Filistin’deki şehirlerin bombalanmasına ve sivillerin katledilmesine karşı gerçekten ilkeli biçimde yaklaşsaydı bugün ve önceki yıllarda Gazze’de olduğu gibi 2016’da Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de ve Şırnak’ta tanklarla ve toplarla İsrail’in yaptığı gibi sistemli devlet terörüne başvurulmazdı. İlkeli olunsaydı ülkedeki darbe mekaniğinin devreye girmesi yerine çözüme dair diyalog ve müzakere kanalları açık tutulurdu ve belki bugün gençlerin göç etmediği, ölümlerin yaşanmadığı bambaşka bir siyasi ve sosyal tabloya tanıklık ederdik. Filistin’de zulme karşı duruş sergileyenlerin içeride Kürt halkına ve haklarına karşı İsraillileşmesi yaşadıkları ikiyüzlülüğün kanıtıdır.
Halkın sabrı kalmadı en kısa zamanda erken seçim yapılmalı
AKP kendi iktidarının geleceğini savaşların ve çatışmaların devamına ipotek etmiş bir yönetim olarak savaşı Irak Kürdistan Federal Bölgesi içlerine taşıyor. 90’lardan bu yana devam eden sınır ötesi operasyonlar ülkeye daha fazla ölüm ve emekçi halklara daha büyük bir ekonomik külfet olarak yansımaktan başka bir işe yaramadı. Bundan sonra da bu saldırılar Kürt sorununu, ekonomik krizleri derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Ülkeye savaşı dayatanlar mafya, çete ilişkileri ağıyla ülkenin kaynaklarına çökenlerdir. Halkın evlatlarına ölüm, kendi evlatlarına lüks ve şatafatı reva görenlerdir. Hem ülke içinde hem Ortadoğu coğrafyasında çözümsüzlüğü dayatan mezhepçi, militarist ve iki yüzlü politikaların sona ermesi için bu kirli, çürümüş siyaset tarzının sona ermesi için mücadelemizi sürdürüyoruz. Halkın da bu iktidarı göndermek için sabrı kalmadı. O yüzden kısa zamanda erken seçimlerin yapılması çağrısında bulunuyoruz.
Yanlış politikalar nedeniyle su ve gıda kıtlığı ile karşı karşıyayız
Türkiye savaş, tek adam rejimi, yoksulluk, işsizlik, kadın kırımı gibi gündemlerle boğuşurken tüm nüfusu etkileyecek bir kıtlıkla da karşı karşıyayız: Su kıtlığı ve beraberinde getireceği gıda kıtlığı. Küresel ısınma ve buna karşı izlenen yanlış politikadan kaynaklı bu sene milletvekili olduğum Mardin’de ekili tarım arazilerinin yüzde 35’i kurumuş durumda. Bu oran Diyarbakır’da yüzde 80, Urfa’da yüzde 40’a kadar çıkmıştır. Elbette bu kuraklık bir yandan bu yıl beklenen yağışın olmamasıyla alakalı ama diğer bir yandan 19 yıllık AKP iktidarında alternatif sulama sistemlerinin kurulmamasından kaynaklanıyor. 19 yıl boyunca betona, mermiye yüz milyarlarca TL harcayan iktidarın bu alana hiçbir yatırım yapmaması bizleri bu noktaya getirmiştir.
2 milyon ton rekolte kaybı bekleniyor
Kısacası bu sene yaşanan kuraklıktan kaynaklı Türkiye genelinde 2 milyon ton rekolte kaybı yaşanması öngörülüyor. Bu aynı zamanda zaten çok pahalı olan gıda fiyatlarının daha da artacağının işaretidir. Acil bir şekilde bu kuraklık meselesi gündeme alınarak hem üreticinin hem de tüketicinin yararına uygulamalar hayata geçirilmelidir. Bu noktada, DSİ, acil bir şekilde kuraklık yaşayan bölgelerde tarım arazileri için ücretsiz bir şekilde su vermelidir. Kuraklıktan zarar görenlerin zararlarının telafisi için doğrudan nakdi yardım yapılmalıdır. Küçük ölçekli çiftçilerin borçları derhal silinmelidir.
AKP, suyu Kuzey ve Doğu Suriye’ye karşı silah olarak kullanıyor
AKP iktidarı Türkiye’de izlediği su politikasının daha düşmanca biçimini Kuzey ve Doğu Suriye’de devam ettiriyor. Pandemi ve savaş koşullarında varlığını sürdürmeye çalışan halka karşı suyu bir ‘silah’ olarak gören iktidar, kendi imzaladığı anlaşmalara aykırı davranıyor. Başta BM olmak üzere, birçok uluslararası kurum AKP’nin Serekaniyê’de bulunan su istasyonundan Haseke’ye giden suyu kesmesini çok sert bir şekilde eleştirmiş ve bunun sivillere yönelik olduğunu söylemişti. Bugün de sistematik olarak AKP iktidarı, Kuzey ve Doğu Suriye’deki suyu bir silah olarak kullanmaya devam ediyor. Pandemi ve savaşı bir arada yaşayan Kuzey Doğu Suriye halklarını susuz bırakmak insanlığa karşı işlenen bir suçtur.
Polîtikayên AKP’ê yên şer û pevçûnê rê li ber van êrîşan vedike
Endamên çapemeniya hêja, ez dixwazim çend gotinan jî derbarê dijminatiya li dijî Kurdan de bibêjim. Tu rojek derbas nabe ku Kurd rastî êrîşên nîjadperest neyên. Dijminatiya li dijî Kurdan êdî sînoran nas nake. Herî dawî li Mêrsînê, malbateke Kurd rastî êrîşên nîjadperest hatin. Ev êrîş ne êrîşeke ji rêzê bû û ne bûyereke edlî bû. Di bingeha vê êrîşê de dijminatî û nîjadperestiya li dijî Kurdan heye. Her wiha polîtîkayên AKP’ê yên şer û pevçûnê rê li ber van êrîşan vedike. Em vê ferasetê baş nas dikin, ji berê heta niha em li hemberî vê hişmendiyê têkoşîna xwe dimeşînin. Mixabin êrîşkarên vê bûyerê jî 2-3 roj berê hatin berdan.
Berpirsyarên van êrîşan nehatin darizandin
Bûyereke din jî li navçeya Colemergê, li Rûbarokê qewimî. Leşkeran du ciwanên Kurd ên sivîl dan ber guleyan û ew birîndar kirin. Desthilatiya AKP’ê ji van herdu bûyeran re jî çav û guhê xwe girt û berpirsyarên van êrîşan nehatin darizandin. Dema ku êrîşêk li Kurdan bê kirin, helwest û nêzikatiya desthilat û berpirsyaran naguhere û ew her daîm êrîşkaran diparêzin. Em careke din van êrîşên ku li Kurdan tên kirin şermezar dikin û qebul nakin. Em baş dizanin di bingeha van êrişan de polîtîkayên şer ên AKP’ê hene.
Tu êrîş û tu astengî me ji kar û xebatên me venagerîne
Dîsa di 14’ê Gulanê de, êrîşeke li hemberî avahiya me ya navendî jî pêk hat. Wekî di dîmenan de jî xuya dike, polês pêşiya êrîşkaran nagire, wan binçav nake, riya revê nîşanî wan dide. Polês wekî ku alîgirê wan bin, êrîşkar parastin. Em dubare dikin, tu êrîş û tu astengî me ji kar û xebatên me venagerîne, em ê li hemberî van êrîşan têkoşîna xwe mezintir bikin.
Em ê deng bidin dengê girtiyan
Ev zilm û zordarî bingeha xwe ji tecrîdê digire. Tecrîda ku niha li girava Îmrali’yê berdewam dike dibe bingeha şer, kuştin, pevçûn û dijminatiya li hemberî Kurdan. Niha girtiyên siyasî 176 roj in di zindanan de greva birçîbûnê berdewam dikin. Em careke din dibêjin; “ ji ber ku mafên wan tê binpêkirin em ê deng bidin dengê girtiyan, xwestekên wan xwestekên me ne”.
21 Mayıs 2021