Türkiye, denebilir ki, tarihinin en kritik seçimlerine hazırlanıyor. Seçimleri bu derece kritik hale getiren, içinde bulunduğumuz toplumsal, siyasal koşullardır. En baştan belirtmeliyiz ki, mevcut Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası ve yüzde 10 seçim barajı ile gerçekleşecek seçimler demokratik ölçütler açısından son derece zaaflı ve eksiklidir.

Varlığını 12 Eylül’ün seçim yasalarına borçlu olan AKP Hükümeti, Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası’nda gerekli demokratik değişiklikleri yapmak bir yana, seçimlere giderken gündeme getirdiği ‘İç Güvenlik Paketi’yle ülkeyi bir kaosa sürüklemektedir.

12 yıldır en vahşi biçimde uygulanan neoliberal politikalar ülkeyi işsizler, yoksullar ve açlar ülkesi haline getirirken; demokrasi sorunları giderek ağırlaşmaktadır. Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümü; söz, basın, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gibi en temel demokratik talepler ortada durmaktadır.

En küçük bir hak arayışı devlet zoruyla bastırılmaktadır. İşçilerin grev hakları fiilen ellerinden alınmıştır. Muhalif kesimler üzerinde tam bir cadı avı başlatılmış bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek gibi sınırları belirsiz bir suçlama ile gündeme gelen tutuklama ve gözaltılar adeta bir siyasi operasyona dönüşürken, Kürt illerindeki tutuklama ve gözaltı furyası da sürmektedir. Bu tutum, hükümetin çözüm sürecindeki samimiyetsizliğini göstermektedir.

Hükümet, Kürt siyasi hareketinin çözüm sürecinin müzakere sürecine evrilmesi için ortaya koyduğu taslağa ilişkin herhangi bir şey söylemezken, son dönemde yaptığı açıklamalar sorunu bir seçim yatırımı olarak görme fırsatçılığını sürdürdüğünü göstermektedir.

Ülkemizi uluslararası sermaye için ucuz emek gücü haline getiren politikalar, işçileri esnek, kuralsız ve taşeron çalışma ile sefalet ücretine mahkum ederken, iş cinayetleri açısından Türkiye’yi Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sıraya yerleştirmiştir.

AKP’nin alamet-i farikası olan muhafazakar söylem ve uygulamalar en çok kadınları vurmuştur. Kadın cinayetleri bu iktidar döneminde yüzde 1400 artış göstermiştir. Zorunlu din dersi anaokullarına inecek seviyelerde yaygınlaşırken, inançlar üzerinde baskı ve ayrımcılık sürmektedir.

Ülkemizin kentleri, doğal sit alanları, tarihi varlıkları talan edilmektedir. Baraj, HES, RES, nükleer santral yapımı ve kentsel dönüşüm adı altında süren yağma sonucu kent emekçileri şehrin dışına sürülürken, kırsal alanda köylünün üretim ve yaşam alanları elinden zorla alınmaktadır.

Oysa, bugünkü Türkiye’nin ihtiyacı, halkların ve inançların eşit haklara dayalı olarak, kardeşçe yaşama olanaklarının sağlanmasıdır. Siyasal hak ve özgürlüklerin, basın ifade özgürlüğünün, örgütlenme ve toplu pazarlık haklarının teminat altına alınmasıdır. Kadınların istihdamdan sosyal hayata, eğitimden sağlığa her alanda güçlendirilmesi ve yaşamlarının güvence altına alınmasıdır. Laik, demokratik, bilimsel ve anadilinde eğitimin ayrımsız, her toplumsal kesimden çocuk için hak olmasıdır. Aleviler üzerindeki ayrımcı politikalara son verilmesidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Doğa ve çevre tahribatına yol açan politikaların, ülke ekolojisini mahveden uygulamaların sona erdirilmesidir. Laikliğin sağlanması ve herkesin inanç özgürlüğünün garanti altına alınması, demokrasinin yegane koşuludur.

Halklarımız, bu acı ve sıkıntıları çekerken Cumhurbaşkanı ve AKP Hükümeti, sarayı korumanın ve iktidarını sürdürmenin derdine düşmüştür. Bu uğurda halklarımıza ve topluma yeni bir rejim dayatılmaktadır.

Türkiye'nin tek adam diktatörlüğüne ve giderek bir iç savaşa doğru sürüklendiği gerçeğini  görerek, emekten, barıştan ve demokrasiden yana güçlerin bu gidişe dur demek için sorumluluk alması gerekir.

Türkiye'de bu tabloyu değiştirecek bir mücadele birikimi ve enerjisi vardır. Gezi Direnişi'nde ortaya çıkan mücadele kararlılığı, Türkiye'de çok farklı güçlerin, bu ülkenin bir diktatörlüğe sürüklenmesine izin vermemek için neleri yapabileceğini göstermiştir.

Kürt halkının hakları için büyük bedeller ödeyerek ortaya koyduğu mücadele, Alevi örgütlerinin Hükümetin ayrımcı politikalarına dur demek için alanları doldurması bizim önemli dayanaklarımızdır.

Türkiye'nin her gün bir yerinde ortaya çıkan işçi ve emekçi direnişleri, grevleri, hükümetin tüm yasakçı tutumuna rağmen, emekçilerin haramilerin saltanatını yıkmaya kararlı olduğunu gösteriyor. 

Biz, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Emek Partisi (EMEP) olarak, bugüne kadar yürüttüğümüz ortak mücadele ve ittifak deneyimlerimizin birikimleri ile birlikte bu seçimlere ittifak yaparak gireceğiz.

Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve bileşeni tüm partileri, emek ve demokrasiden yana tüm güçleri, demokratik bir Türkiye'yi birlikte kurmak için, halklarımızın önüne kurulan barajları yıkmak için HDP çatısı altında ortaklaşmaya çağırıyoruz.

Selahattin Demirtaş & Figen Yüksekdağ              Selma Gürkan
HDP Eş Genel Başkanları                                       EMEP Genel Başkanı


22 Şubat 2015