12 Mart 1995 tarihinde İstanbul’da Kürtlerin ve Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi’nde dört kahvehane ve bir pastane, aynı anda ve kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla açılan ateşle tarandı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir vatandaş hayatını kaybederken, beşi ağır yirmi beş kişi yaralandı. Saldırıyı gerçekleştirenler, benzer saldırıları Sivas, Maraş ve Çorum’da da planlayan ve gerçekleştirenler gibi asla bulunamadı.
Saldırılardan sonra Gazi Mahallesi halkı, saldırının devlet içerisindeki derin odaklar tarafından yapıldığını bilerek, sorumluların bulunması ve adaletin gerçekleşmesi talebiyle ayağa kalkıp karakollara ve polis merkezlerine hesap sormak üzere yürüyüşe geçti. Bu yürüyüşe cevap olarak polis, tarihe GAZİ KATLİAMI olarak geçecek bir şekilde, Gazi halkının üzerine ateş açmak suretiyle 20’den fazla insanın ölümüne ve onlarca insanın ağır biçimde yaralanmasına sebep oldu.
Bu saldırı, Alevilerin inançsal kimlikleri dolayısıyla uğradıkları ilk saldırı değildi, 2013 Gezi direnişinde görüldüğü gibi, son olmadığı da ortaya çıktı. Gazi Katliamı, Kürdistan coğrafyasının ev ev yandığı, köylerin yakılarak boşaltıldığı, yüzbinlerce insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığı, binlercesinin devlet görevlilerince infaz edildiği, yine onbinlercesinin de zindanlara doldurulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu politika aynı kişiler tarafından planlanıp yürütülüyordu.
Katliam için Gazi Mahallesi’nin seçilmesinin temel nedeni de, acılarda ortak olmuş Kürt ve Alevi vatandaşlarının diğer demokratik güçlerle bir arada yaşadığı İstanbul’un önemli bölgelerinden birisi olmasıdır. Gazi Katliamı, aynı zamanda Alevilerin, Kürtlerin ve Demokrasi güçlerinin birliğini hedeflemiş bir saldırıdır.
Gazi Katliamı’nın bir devlet politikası olduğu bugün herkes tarafından kabul edilen bir gerçeklik haline gelmiştir. Nitekim bu katliam neticesinde 20’den fazla insanın ölümüne sebep olan olaylarda etkin bir soruşturma yürütülmemiştir. Devlet, katliamın sorumlularını açığa çıkarmamıştır. Katliama karşı direnen Gazi halkı evlatlarını kaybetmiştir. Bu yetmediği gibi, olayların sorumluluğu da Gazi halkı arasından insanların üstüne yıkılmaya çalışılmıştır. Örneğin bu olaylar neticesinde kaçırılan ve kaybedilen Hasan Ocak’ın akıbeti aradan geçen yıllara rağmen ortaya çıkmamıştır.
Hasan Polat da, önce Hasan Ocak gibi kaçırılarak kaybedilmeye çalışılmış, başarılamayınca da “Gazi provokatörü” ilan edilip, başka bir dava da eklenerek İstanbul 1No’lu DGM tarafından önce idam, sonra da ömür boyu hapse çaptırılmıştır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, DGM tarafından yürütülen yargılamada ‘adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini’ tespit ederek, yeniden yargılanması yönünde karar vermiştir. Bu karar üzerine İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 12 kasım 2013 tarihinde infaz durdurulmayarak, DGM tarafından alınmış olan kararın onaylanması yönünde karar alınmıştır. Hasan Polat’ın avukatları tarafından yapılan temyiz başvurusu, 9 Temmuz 2014 günü Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından duruşmalı olarak görülecek.
Cezaları onaylanmış olduğu halde Anayasa Mahkemesi kararı ile sanıkları tahliye edilen Balyoz Davası; veya yine Yargıtay’ca dosyası onaylanmış olduğu halde “yeniden yargılama” kararı verilerek infazı durdurulan Şike Davası da dikkate alındığında, kesinleşmiş bir hükmü olmadığı halde 20 yıla yakın bir süredir tutuklu bulunan Hasan Polat’ın tutukluluğunun davamı ne hukuken ne de ahlaken kabul edilemez bir durumdur.
Bu dava aynı zamanda Hasan Polat’ın şahsında adaleti çalınmış Gazi Mahallesi halkının adalet talebinin dile getirildiği ve Gazi Katliamı’nın aydınlatılması yönünde de önemli bir davadır.
Halkların Demokratik Partisi olarak, tüm demokrasi güçlerini ve kamuoyunu Hasan Polat’a özgürlük, Gazi’ye adalet ve halkların demokratik birliğini savunmak için duruşmaya sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Meral Danış Beştaş
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı
8 Temmuz 2014