27 Ekim Pazartesi günü Ankara’da toplanan Merkez Yürütme Kurulumuz, siyasal duruma ve Partimizin yürüteceği çalışmalara dair değerlendirmeler yapmıştır.

1. Kobanê’de IŞİD çetelerine karşı yürütülen özsavunmanın 44. gününe girdiği ve direnişin hali hazırda tarihsel bir nitelik kazandığı tespit edilmiştir. Franco faşizmine direnen Madrid ve Hitler faşizmine direnen Stalingrad gibi, IŞİD çetelerine direnen Kobanê de ilerici insanlığın tarihine altın harflerle yazılmıştır. Kobanê direnişi, halen büyük bir kararlılıkla devam etmekte, IŞİD çetelerinin şehri işgal tehlikesi sürmektedir. IŞİD çetelerinin kimyasal silah kullandığına dair giderek güçlenen iddialar, Kobanê’deki durumun aciliyetini bir kez daha vurgulamaktadır.

2. Rojava’da bulunan Kürt siyasi partilerinin kendi aralarında yeni bir diyalog geliştirmelerini ve sağladıkları Duhok Anlaşması’nı sevinçle karşılıyoruz. Ayrıca Kürdistan Federe Parlamentosu’nun Rojava Kantonlarını tanıma ve destekleme kararı; yine bu temelde Irak Kürdistan Federe Hükümeti tarafından Kobanê’ye gerçekleştirilen silah yardımı da olumlu gelişmeler arasındadır.

3. AKP Hükümeti’nin, Kobanê’ye yardım koridoru konusunda ayak sürüyen, sürece yayan tutumu hala devam etmektedir. Öyle ki, bu tutum PYD ile IŞİD’i bir tutma ve PYD’yi “terör örgütü” ilan etme aymazlığına kadar varmıştır. Türkiye’yle hiçbir çatışmaya girmemiş, her fırsatta Türkiye ile dostluğunu ilan etmiş PYD’nin “terör örgütü” ilan edilmesini asla kabul etmediğimiz gibi; Musul Konsolosluğu’nu basmış, 49 konsolosluk görevlisini rehin almış, halen de her fırsatta Türkiye’yi tehdit eden IŞİD ile PYD’nin bir tutulmasının yanlışlığını halkımızın dikkatine sunuyoruz.

Hükümet, Rojava halklarının kendi yaşadıkları kentlerde özyönetimlerini ifade eden Rojava Kantonlarını bir tehdit olarak görmekten artık vazgeçmelidir. Asıl tehdit, Türkiye de dâhil bütün İslam coğrafyasına egemen olma iddiasını taşıyan, istilacı, katliamcı, tecavüzcü, insanlık düşmanı IŞİD çeteleridir. YPG ve YPJ, dünyanın dört bir tarafından getirilmiş bu çete elemanları karşısında kendi evini, canını, kentini savunmaktadır. Kobanê’de bir insanlık direnişi sergilenmektedir.

4. 6-8 Ekim günlerinde Kobanê’den yükselen “Hawar” (İmdat) çığlığına yanıt olmak için sokaklara çıkan, polis tarafından infaz edilen ya da polisin denetimi ve gözetiminde gerçekleştirilen linç saldırılarında öldürülen onlarca insanımızın failleri hakkında hiçbir soruşturma yapılmamaktadır. Partimiz üyesi ya da sempatizanı yüzlerce insan sabah baskınlarıyla gözaltına alınmakta, tutuklanmaktadır. KCK operasyonlarını anımsatan bir siyasal bastırma hamlesi ile karşı karşıyayız. Hükümet, yol açtığı bu ölümlerin sorumluluğundan kaçamaz. Halkımızın 6-8 Ekim’deki meşru demokratik mücadelesi, Kobanê’deki durumu köklü biçimde değiştirmiş, Kobanê’yi dünya kamuoyunun gündemine taşımış ve kentin düşmesine barikat olmuştur. 6-8 Ekim’de yitirdiğimiz insanlarımız için adalet mücadelesini yürütmeye ve estirilen tutuklama terörünün karşısında durmaya devam edeceğiz.

5. Hükümet, barış sürecini tıkayan bir tutum ve yönelim içerisine girmiştir. İmralı’da Sayın Öcalan’ın müzakereleri yürütmesini kolaylaştıracak bir sekretarya kurulması bile krize dönüştürülmekte, görüşmelerin gerçek bir müzakereye dönüştürülmesinin koşulları sürekli ertelenmektedir. Sayın Öcalan’ın “Başmüzakereci” sıfatı tartışmaya açılmaktadır. Hatta Başbakan Yardımcısı Arınç tarafından “çözüm sürecine mahkûm değiliz” denilerek, sürecin hükümet tarafından bitirilebileceği iması yapılmaktadır.

Hükümetin Bingöl’de, ardından Kars Kağızman’da gerçekleştirdiği yargısız infazlar toplumda 1990’lara dönüş endişelerini geliştirmiştir. Başbakan Davutoğlu’nun Bingöl’deki karanlık suikastten sorumlu tutarak “cezalandırdık” dediği, Genç ilçesinde infaz edilen 4 insanın, Bingöl merkeze hiç girmedikleri ve bu olayla hiçbir alakalarının bulunmadığı netleşmiştir. Kağızman’da gerçekleştirilen yargısız infazın da HES barajına yönelik başka bir eylem gerekçe gösterilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Anımsatmak isteriz ki, Türkiye’de idam cezası kaldırılmıştır. Hükümet, yargısız infazlarla adı konulmamış biçimde idam cezasını uygulamaktadır. “Cezalandırdık” diyerek, açıktan bunu ifade etmektedir. Bu infazlar iki yıldır süren ve bizce çok değerli olan “çatışmasızlık” ortamını zorlamaktadır.

Yüksekova’da üç askerin öldürülmesi, canımızı yakan, barışa dair endişelerimizi büyüten bir diğer gelişme olmuştur. Asker, polis, gerilla hiçbir gencimizin ölmeyeceği bir barış ikliminin yaratılması için çıktığımız yolun önüne her geçen gün yeni engeller konulmaktadır.

6. Halkların Demokratik Partisi, demokratik Türkiye’ye giden yolun anahtarı olan barış sürecine var gücüyle sahip çıkmaya, Kürt sorununun çözümünde yegâne yöntem olarak müzakereye işaret etmeye devam edecektir. Çatışmasızlık sürecini zorlayan her türlü girişimin ve gelişmenin karşısında olacaktır. Hükümet müzakere sürecini bitirmeye niyet etse dahi, biz bu süreci sahiplenen ve ilerletmeye çalışan taraf olacağız. Çünkü barış her şeyden önce halklarımızın talebi ve ihtiyacıdır.

7. Güvenlik paketiyle, hükümet polise infaz yetkisi vermektedir. Kamu güvenliğini otoriter yasalarla sağlamak iddiası ve yönelimi, “Eski Türkiye”nin en bilindik özelliğiydi. Neticede onyıllar süren deneyimle sabittir ki, kamu güvenliği ancak demokrasinin geliştirilmesi, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ortamında sağlanabilir. Otoriter, yasakçı, baskıcı yasalar, hele devlet infazları ancak toplumsal gerilimleri daha da büyütür ve kışkırtır. AKP Hükümeti’nin 2004’te değiştirdiği Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun ve keza 2006’da getirdiği yeni TMK’nın ne denli büyük acılara yol açtığı ortadayken, güvenlikçi zihniyetle getirilecek yeni yasaların yol açacağı sonuçlar da bellidir. Çözüm süreci kapsamında, kamuoyu TMK gibi demokratik siyasal alanı fiilen yok eden yasaların kaldırılmasını beklerken, AKP Hükümeti, tam tersi istikamette hareket etmektedir.

Partimiz güvenlikçi değil, özgürlükçü yasalarla demokrasiyi geliştirme iddiasındadır. Bu nedenle AKP’nin güvenlik paketinin karşısında duracak ve halklarımızın siyasal özgürlük ve demokrasi talebinin Meclis’teki yegâne savunucusu olmaya devam edecektir.

8. İstanbul Validebağ’da bir korunun yok edilmeye çalışılması, mahalle halkının direnişiyle önlenmeye çalışılmaktadır. AKP Hükümeti, Gezi sürecinden hiçbir ders çıkarmadığını ispatlarcasına, yine kentsel çevreyi betonlaştıran politikalarını sürdürmektedir. AKP’li Üsküdar Belediyesi, halkın cami gibi kutsal değerlerinin arkasına gizlenerek, yine kentsel rant peşinde koşmaktadır. Daha geçen yıl, borcuna karşılık 4 camiyi satan bir belediyenin inanç değerleri üzerinden yaptığı savunu ikna edici olmaktan uzaktır. Bölgenin yegâne yeşil alanının yok edilmesine karşı mahalle halkının gösterdiği tepki meşru ve demokratik temeldedir.

9. Keza Ordu-Fatsa’da ilçe halkının siyanürlü altın arama çalışmalarına karşı, Soma-Yırca’da köylülerin zeytin ağaçlarını imha eden termik santral çalışmalarına karşı yürüttüğü mücadeleler sermayenin doğa talanına karşı halkımızın demokratik mücadeleleri olarak değerlendirilmiştir.

10. Soma’da yaşanan ve 301 işçinin canını alan iş cinayetinin üzerinden 5 ay geçtiği halde, sorumlular halen cezalandırılmamıştır. Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, çalışmalarını tamamlayıp sorumluları ortaya koymamıştır. Soma işçilerinin ağır çalışma koşulları halen devam etmekte, dahası işçiler ücretlerini dahi zamanında alamamaktadırlar. Facianın yaşandığı ocaklardan birisi olan Eynez Ocağı’ndan işçilerin “ücretlerinin ödenmesi” talebiyle yürüyüş yapması, Soma’daki vahşi çalışma koşullarına dair yeni bir örnek oluşturmuştur. Yine Soma madenlerinde yaşanan iş cinayetinin benzerleri inşaatlarda sürekli tekrarlanmaktadır.

Partimiz, doğanın yıkımına ve kentsel çevrenin talanına olduğu gibi, iş cinayetlerine ve işçilerin maruz bırakıldıkları vahşi sömürü koşullarına da karşı durmaya, bu yönde mücadele yürüten halk kesimleriyle birlikte hareket etmeye devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Halkların Demokratik Partisi
Merkez Yürütme Kurulu
27 Ekim 2014