Siyasi ve askeri darbe geleneğine sahip Türkiye siyasi tarihine damga vuran siyasi darbelerden biri, "KCK" adı altında girişilen siyasi operasyonlar oldu. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla 14 Nisan 2009 tarihinde, 15 ilde pek çok adrese dönük gerçekleştirilen operasyonlarla "KCK" adı altında başlatılan yönelim 5'nci yılını geride bırakırken, ilk günden bu yana hala Türkiye siyaseti ve Kürt sorununun merkezlerinden birini oluşturuyor. İlk operasyonda gözaltına alınıp, tutuklanan 51 kişinin ardından dalga dalga yayılan yönelim sonucunda aynı ay içerisinde 225, Mayıs ayı içerisinde 116'sı, Haziran ayında ise 73 kişi tutuklandı. 24 Aralık 2011 tarihinde ise yine Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Hatip Dicle, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Batman Belediye Başkanı Necdet Atalay'ın da aralarında bulunduğu 80 Kürt siyasetçi daha gözaltına alındı, 24'ü ise tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Kürt siyasetçiler ve sivil toplum örgütü yöneticileri ve üyeleri ile başlayan "siyasi soykırım" olarak adlandırılan bu yönelim, sonrası dönemde yine Kürt siyasetçiler, belediye başkanları, sendikacılar, gazeteciler, insan hakları savunucuları, kadınlar ve avukatlar ile devam ederek 10 bine varan bir rakama ulaştığı ifade edildi.

10 binlerce insan cezaevine hapseden bu siyasi yönelim, çözüme kavuşturulmak istenen Kürt sorunundaki açmazı daha da büyütürken, içte olduğu kadar dış kamuoyunda da Türkiye'yi zorlayan konuların başında geldi. Yapılan bu siyasi yönelimle birlikte başvurulan fiziki imha yöneliminin sonuç vermemesi üzerine girilmek zorunda kalınan barış yolunun, öncelikli maddeleri arasında yer alan KCK tutsakları, 5 yıldır onlarca hukuksuz örneğine sahne olan yargılamalara rağmen Anayasa Mahkemesi'nin "5 yıllık tutukluluk düzenlemesi" sonucunda bugün özgürlüklerine kavuşmaya başladı. En son dün söz konusu yönelimin kendileri ile başladığı "KCK ana davasında" tutuklu yargılanan 92 isimden 48'i dün gece yarısı serbest bırakıldı. Aralarında Hatip Dicle'nin de bulunduğu 44 ismin esareti ise sürdürülen hukuksuzluğu farklı bir görüntüsü ile devam ediyor.

14 Nisan'da gerçekleştirilen ilk operasyonda gözaltına alınarak tutuklananlar arasında yer alanlardan biri olan HDP Milletvekili Selma Irmak, AYM'nin tutuklu milletvekillerinin tahliyesine ilişkin verdiği kararın ardından 2013 yılının son günlerinde HDP milletvekilleri Kemal Aktaş, İbrahim Ayhan, Faysal Sarıyıldız ve Gülser Yıldırım ile birlikte tahliye edildi. Irmak, "KCK" operasyonlarını, nedenlerini ve ortaya çıkardığı sonuçları DİHA'ya değerlendirdi.

Operasyonları, Kürtlerin demokratik alanda gelişmesini istemeyen, Kürtleri daha fazla tıkatan ve kriminalize etmeye çalışan, paralel yapının bir bütünen Kürtlere yönelik politikaların tezahürü olarak tanımlayan Milletvekili Selma Irmak, "Devlet, Kürtlerin siyaset yapması konusunda halen emin değil. Kürtler siyasi yollarla mücadeleye devam etsin mi? Etmesin mi? Demokrasi gerçekten gelişsin mi? Gelişmesin mi? Kürtlerin son birkaç yüzyıldır süregelen durumu, baskı altında asimilasyon ve katliamla yok edilmeye çalışılan varlığının etkisizleşmesine dönük farklı yollar denemeye çalışıyor. Bunun tecrübesini yapmaya çalışıyor. Halen bir umut taşıyor. Operasyonlar bu anlamı taşıyordu" dedi.

Irmak, "KCK" operasyonlarının, Kürtlerin demokratik siyaset alanları ve mücadele yollarını engellemek kadar kendilerini ifade etme koşullarının da ortadan kaldırma çabası ve anlamı taşıdığına da dikkat çekti. Bu yüzden de operasyonların sadece devletin içindeki paralel yapıların işi olmadığının son dönemde iyice açığa çıktığına işaret eden Irmak, söz konusu operasyonlar ile hedeflenmek isteneni şu sözlerle açıkladı: "Kendi içinde bir mekanizma vardı. Sonuç aldı mı? On bin siyasetçi alındı. Politika yapmak isteyen siyasetçiler ile birlikte, bunun çeperinde olan sivil çalışmalar içinde olan insan hakları dernekleri, sivil inisiyatifler, kadın aktivistleri, gençlik hareketinin çalışanları, avukatlar, akademisyenler, gazeteciler tutuklandı. Kürtlerle ilgili söz söylemek 'terör' damgası altındaki geniş yelpazede ilerledi. Amaçlanan bu noktada set kurmak, gözdağı ve rota vermekti. Akışın yönünü çevirmekti."

Bu amaca rağmen operasyonların sonuca ulaşamadığını söyleyen Irmak, "Kürt halkı kendini ifade etti, mücadelesini yürütmeye devam etti. Yani mücadele durmadı, kaldığı yerden devam etti. On bin içerdeyse buna on bin yeni kadro eklendi. Bu nedenle operasyonların kendi içinde çürüdüğünü ve boşa çıktığını düşünüyorum" diye belirtti.

Irmak, bu operasyonlardan sadece Kürt siyasetçilerin değil, Türkiye'nin de sonuç alması gerektiğinin altını çizdi. Irmak, bunu da "Demokratik mücadeleyi durdurmak mümkün değil. Ne yaparsanız yapın bunu engelleyemiyorsunuz" ifadesiyle vurguladı.

Kürtlerin ağır bedeller ödediğini ve halen ödemeye devam ettiğini, buna rağmen de mücadelesinde kararlı olduğuna da işaret eden Irmak, Kürtlerin kendini var ve inşa etmek istediğini söyledi. Kürtlerin kendi iradesiyle bunu yapmak istediğini dile getiren Irmak, "Bunu da bu süreç zarfında ortaya koydu. Devletin bundan ders çıkarıp denenmiş yollardan vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye bu operasyonlarla dünya kamuoyunda ciddi prestij kaybetti. Devlet kendi güvenilirliğini uluslararası arenada kaybetti. Demokrasi ve insan haklarında gelişme var, AB kriterleri çerçevesinde ilerliyor, ileri demokrasi gibi söylemlerin ne kadar sözde kaldığı anlaşıldı. Bu bir devlet açısından ciddi kayıptır. Türkiye bunun çok farkında değil 'biz söyleriz ama bu halk balık hafızalıdır, unutur' diye düşündü. Ancak sonuç bunun tam tersi oldu. Sadece dünya kamuoyu değil, kendi içinde de yapması gerekenlerini yapma noktasında enerji kaybetti. Başka yollara saparak bunu gerçekleştiremedi" diye belirtti.

Irmak, "KCK" operasyonlarıyla hukukun dibe vurduğu üzerine de dikkat çekti. Yargılama süreçlerinde hukuk ucubeleri ile karşılaşıldığını dile getiren Irmak, bu konuda şunları söyledi "7 bin 552 sayfa iddianame hazırlandı. Ek iddianameler hazırlandı. Hakimlerin ve heyetlerin yargılama biçimleri içler acısı. Ciddi anlamda yargının siyasallaştığını gördük bu süreçte. Türkiye'de hiç olmadığı kadar siyasallaştı. Hükümetin oyuncağı haline geldi. Bir örnek vermek istiyorum. Mahkeme süreçleri devam ediyor. Tahliye talepleri isteniyor. Savcı tahliye olan ve tutuksuz yargılanan 4 kişinin 'tutukluluk halinin devamına' karar veriyor. O arkadaşlar duruşmayı izlemeye geldiler. Şimdi buna avukatlar isyan ediyor. Mahkeme 'niye dalga geçiyorsunuz ciddi olun' diyor. Ciddi olmayan kim? Bunu sorar hale geldi insan. Yargının bağımsızlığından eser kalmadı bu ülkede."

Kürtlerin direngenliğinin bu operasyonlar ve cezaevi sürecinde de sürdüğünü kaydeden Irmak, kendileri için de başka bir direnme gerekçesi olduğunu söyledi. Moral bozukluğu olmaksızın mücadeleye devam ettiklerini ifade eden Irmak, anadilde savunmanın en temel hak olarak gördüklerini ve mahkemelerde bunu dile getirdiklerini belirtti. Irmak, "Nihayet Türkiye demokrasisi için adım attırdığımız anadilde ifade etme, savunma hakkının ortaya çıktığı süreci yaşadık. Bunlar da olumluydu. Operasyonların ne kadar siyasi olduğu, devlet politikasının Kürtlere dair politikalarının sonuçsuz olduğu, devletle yurttaş arasında yarattığı uçurumları dile getirmeye çalıştık. Bunlar kendimizi dile getirdiğimiz alanlar oldu. Yani tersine çevirdik. Yargılayanları yargıladık diyebilirim" dedi.

Cezaevlerinde bulunan Kürt siyasetçileri için en önemli moral kaynağının halk olduğunu ifade eden Irmak, tutukluluk süreleri ile ilgili ise şunları kaydetti: "5 yılı geride kalıyor. Tutukluluk hali 6'ıncı yıla girerse orada hak ihlali yaşanıyor demektir. Sağlıklı sonuç çıkması beklenemez. Birçok arkadaşımız üyelikten yargılanıyor. 4 yıl 8 ay alt sınırı. 6 yıl 3 ay onun infazı. Bu süreyi çoktan aşmıştır. Böyle bir durum var. Buna zaten o nedenle müdahale etti Anayasa Mahkemesi. 5 yılın makul bir süreye çekilmesi için uyarı yaptı hükümete. Bizce 5 yıl da uzun süredir. Bu sürenin daha da azaltılması lazım. Bir gün bile insanların özgürlüğünün kısıtlanması hak ihlalidir. Masumiyet karinesi gölgelenemez. Bunun üzerinden şüphe geliştirilemez. Bu durumda hak ihlali söz konusudur. Bir insan hak ihlaline uğrarsa tüm insanlık uğramıştır. Bunun katliam ve infaz olduğunu düşünüyoruz. Bunun kasıtlı, rehine tutma olduğunu düşünüyoruz. Haklı hiçbir gerekçe olmaksızın, tutuklamanın devamı için yargının öne sürdüğü gerekçeler art niyetle yürütülüyor. Böyle değerlendiriyoruz. Başka türlüsü olamaz."

13.04.2014