HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Soma maden faciası üzerine Meclis araştırması açılması konusunda TBMM Genel kurulunda yaptığı konuşma yaptı. Tüzel'in Mecliste HDP Grubu adına yaptığı konuşma şu şekilde:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Soma maden faciası üzerine bir Meclis araştırması açılması konusunda Halkların Demokratik Partisi olarak grup önerimiz üzerine söz aldım.

Öncelikle, 301 maden emekçisinin, onların kederli, yaralı ailelerinin, Soma halkının, Türkiye halklarının, işçi sınıfımızın bir kez daha başı sağ olsun. Acılıyız, yüreğimiz yanıyor, öfkeliyiz ve bu öfkede de son derece haklıyız çünkü biliyoruz ki eğer böyle giderse, bu kara düzen böyle giderse Soma maden faciası, bu işçi katliamı son olmayacak, ilk olmadığı gibi son da olmayacak. O nedenle, aslında burada büyük bir ciddiyetle bu konunun üzerine gidilmesi gerekir ama dün ve bugün yaşadığımız manzara Meclisin bu ciddiyeti gösterip göstermeyeceği konusunda hayli soru doğurmaktadır.

Dün Enerji Bakanını, bugün de Çalışma Bakanını dinledik. Dün ve bugün, Soma maden işçileri kaymakamlık önünde oturuyorlar, bir yetkili istiyorlar, "Çalışma Bakanı buraya gelmeli, bizi dinlemeli." diyorlar. Bir hafta geçti, madenlerde çalışma düzeni yeniden başladı. O Soma'daki maden sahalarına işçilerin yeniden sokulmasını istemek, çalışmasını istemek, çok açık, işçilerin acısına saygısızlıktır ve yeni ölümlere davetiye çıkarmaktır.

13 Mayıs'tan bugüne Türkiye ayakta Edirne'den Hakkâri'ye. Başta Soma olmak üzere, bugüne kadar yaşanmış bütün iş cinayetleri tekrar tekrar hatırlanıyor. Soma'yı konuşurken, daha dün Diyarbakır'da ve Erzurum'da emekçiler can verdi. Diyarbakır'da bir inşaat işçisi 9'uncu kattan düştü, Erzurum'da bir sağlık emekçisi Kırım-Kongo kanamalı hastalıktan can verdi. Buraya her çıktığımız konuşmada iş cinayetlerine değinmek zorunda kaldık. Her gün 3-5 Türkiye işçisi, emekçisi bu cinayete kurban veriliyor. Boşuna söylenmiyor, on iki yılda 14 bin işçi ölümü, 301 madencinin ölümünden söz ediyoruz. Türkiye tablosuna bakıldığında, her ay bu kadar işçi, emekçi hayatını kaybediyor. Türkiye maden tarihinde, bugüne kadar 3 bini aşan işçi ölümü var ve Soma'da, orada 13 bin işçi hâlen çalışmakta, her biri aynı tehlikeyle, tehditle karşı karşıya. Bunu Enerji Bakanı bilmez değil, bunu Çalışma Bakanı bilmez değil, onlar da zaten burada söylüyorlar.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de bir işçi sınıfı var, milyonlarcası tersanelerde, maden ocaklarında, inşaatlarda, tekstil atölyelerinde, metal sektöründe, değişik iş kollarında aynı acımasız koşullar altında çalışıyor. Bu katliam nedeniyle, bu facia nedeniyle bir kez daha hatırlandı. Ama şunu da görmek gerekiyor ki iki sınıfın olduğunu, bir tarafta işçi, emekçiler, öbür tarafta sömüren kapitalistler, burjuvazi sömürgenler sınıfı olduğunu bir kez daha gördük. İşçi sınıfının nasıl cenazelerini sahiplendiğini, nasıl sınıf kardeşini kurtarmak için canhıraş bir şekilde çalıştığını, nasıl bir dayanışma içerisinde olduğunu, nasıl gerisinden gelenlerin hakkını hukukunu gözettiğini, böyle bir paylaşım içerisinde olduğunu gördük ama onun karşısında, bu ölümlere neden olan, acımasızca bu ortamı hazırlayanların da nasıl sahtekârlık içerisinde, ikiyüzlüce bu cinayetleri örtbas etmek için yalan konuştuğunu, bu gerçekleri gizlemek için çabaladığını, bunları bir istismar aracına dönüştürmek istediğini bir kez daha gördük.

Şimdi 8 tane tutuklu var. Yeter mi? Bu 8 kişi midir bu 301 maden işçisinin, emekçisinin ölümüne neden olan? Elbette değil. Biliyoruz, zincirleme bir sorumluluk var, kolektif bir sorumluluk var. Listenin ilk sırasında elbette bu madeni, bu ilkel, acımasız sömürü koşullarında o vahşi kapitalizmin bütün uygulamalarını yürüten, özel sektöre has çalışma metotlarıyla günde 10 bin ton kömür üretimini zorlayan ve bedelini bu şekilde karşımıza çıkartan Soma Holding patronu, Soma Kömür İşletmeleri, onun sahipleri, onun oradaki yöneticileri, sorumluları, genel müdürü, işletme müdürü, denetçileri elbette ilk sırada onlar var ama en az onlar kadar bu sorumluluğu taşıyan siyasi, Hükûmetin yetkilileri var. "Özelleştirme politikalarıyla artık devlet küçülmeli, ekonomiden elini çekmeli" diyerek maden sahalarını, TKİ'ye bağlı işletmeleri, rödovans sistemi, kiralama sistemi, hizmet alımıyla bunlara bir yağlı pasta içerisinde sunan siyasi idare, siyasi iktidar AKP Hükûmeti var. Bunu da görmezden gelemeyiz. Ardından gelen tabii ki orada örgütlediği işçinin hakkını, hukukunu, kazancını, emeğini gözetmesi gereken, insanca çalışma düzenini savunması gereken bir sendika var ki, o sendikanın hâli de ortada. Örgütlü sendika, Türk-İş'e bağlı Maden-İş sendikası Genel Başkanı, maden patronunun sahibini "Burada her şeyi yapıyor, burada her şey iyiydi." diye onu savunma derdine düşen bir sendikacı düşünün. İhanet içerisinde, uzlaşma ve iş birliği içerisinde "işçi sınıfı" diye bir derdi çoktan terk etmiş bir sendikacı. Onların da bu 301 maden emekçisinin ölümünde payları vardır, sorumlulukları vardır, kusurları vardır.

Değerli milletvekilleri, sevgili işçiler, bizi izleyen halkımız, madenciler; canımız yanıyor elbette. Trafoydu, elektrikti, şuydu buydu bugün çok daha iyi bir şekilde geriye dönülüp bakıldığında ortaya çıkıyor. Orada çalışan işçilerin ifadeleri, emekli işçilerin ifadeleri, aileleri, hepsi olanı biteni biliyor ve her zaman olduğu gibi, bütün iş cinayetlerinde olduğu gibi ölüm "Geliyorum." diyordu. Daha önce açılan bir ocak ama gerektiği gibi kapatılmamış, denetlenmeyen, ölçümleri yapılmayan, içten içe kızışan kömür gün geldi, 13 Mayıs günü tutuştu ve saldığı karbonmonoksit işçileri zehirledi, işçileri toprak altına gömdü. Bu, bilinmez bir şey değildi. Ağır ve tehlikeli iş kolu, yer altında çalışma hangi önlemlerin, tedbirlerin alınması gerektiği açık, ortada.

Şimdi, Sayın Enerji Bakanı dün burada krizi doğru yönettiklerini söylüyor. Yani, "kriz yönetmek" demek oradaki işçi cenazelerinin, cesetlerinin peyderpey çıkarılması demek değil. Kurtarma çalışmalarının nasıl bir hengame içerisinde yürütüldüğünü orada gördük. Biz de kazanın olduğu gece oradaydık, Şırnak Milletvekili Selma Irmak'la birlikte bir HDP heyeti olarak oraya gittik işçilerin yanında olmak için, kurtarma çalışmalarına nezaret etmek için, varsa elimizden bir şey geldiğinde onu yapmak için. Kriz masasının başındaydı evet, Sayın Bakan bizle de gözlemlerini paylaştı. Ama, şu değil: Yani biz ucuz kömür almasını da bilirdik, ithalat yapmasını da bilirdik, "İstihdam olsun." diye işçilerimize bu alanları açtık. Açtık ama ne oldu? Devlet, kamu bu alandan elini çekti, her şeyiyle para, kâr, büyüme, gökdelenler dikmek, haksız servet edinmek isteyen bu sözde iş adamlarına, bu sermaye yağmacılarına, rantçılara buralar peşkeş çekildi. Niye hizmet alımı, niye redevans? Bu mudur işçi sınıfını gözetmek? Bu mudur emeğe saygı? Bu mudur hakkı hukuku gözetmek?

Dolayısıyla, bu işle sorumlu olanların gerçekten yatacak yerleri yok. Ama, burada muhalefetin, burada bizlerin derdi Hükûmeti sıygaya çekmek, Hükûmeti sıkıştırmak falan değil, neyse sorumlulukları ahlaki, vicdani, siyasi, idari, adli bunun hesabının halka, millete ve bu Meclise verilmesidir, gerçeklerin ortaya çıkmasıdır. Bakın, 2010 Mayısında yine Zonguldak'taki maden kazasından sonra bir komisyon oluşturulmuş, incelemeler yapılmış, böyle kütük gibi raporlar ortaya çıkmış ama uyulmuş mu, hangi biri yerine getirilmiş? Yani burada bugün dinlediğimiz Sayın Çalışma Bakanı söylüyor ama hepsi yalan olmuş.

İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıkmış. Adı bile "işçi sağlığı, iş güvenliği" değil. Bakın, işçiyi unutturmak için iş sağlığı güvenliği. İşin sağlığı mı olurmuş? Neymiş? Uluslararası sözleşmelere uygunmuş. Neymiş? Risk varsa faaliyette bulunamazsınız. Hangi iş denetçisi, hangi iş müfettişi, orada patronun maaşını verdiği denetçi "Şurada risk var, şalteri indirin." diyor? Yasaya yazmak mümkün mü? Onun maaşını o patron verdiği sürece hangi oradaki denetçi, emniyet vardiya amiri "Durun bakalım." diyecek, hangi biri cesaret edebilecek buna? Edemezler, edilmemiştir de. İşverenin takip denetimi, acil durum tatbikatı, hepsi hikâyedir, hepsi yalan olmuştur. Yasalarda, kitaplarda yazmak, bunları konuşmak o değil.

Karşımızda 301 tane işçinin, emekçinin ölümü var, göz göre göre gelen ölüm var. Bundan ötesi hikâyedir, yalandır ve şimdi, Hükûmet, siyasi ağırlığını koyup Çalışma Bakanı, Enerji Bakanı... Hâlâ o madenlerde çalışma sürüyor. Zonguldak'ta, Bursa'da, Kütahya'da, Balıkesir'de, Soma'da, hepsinde aynı tehlikeli koşullar vardır, hepsi yeni bir faciaya gebedir. Derhâl buralarda üretim durdurulmalıdır. Önlemler alınmadığı sürece, tedbirler alınmadığı sürece ortada hafif bir kusur yoktur, ortada ağır bir ihmal vardır, tedbirsizlik vardır ve geçiştirilmemelidir. Ama ne yazık ki Türkiye'nin tarihinde bu türden iş cinayetleri, siyasi cinayetler, katliamlar, 77 milyonu üzüntüye boğan, belki birkaç tane eksiktir o üzüntüye boğulmayan ama bütün bunları yeniden yaşamamak için hiçbir neden yoktur. Hiçbirisi de aydınlanmamıştır aslında gerçekte, tarihin derinliklerinde kalmıştır.

Burada ulusal yas ilan edildi, Meclis çalışmasına ara verdi. Ne oldu? Bugün işte burada, hâlimiz ortada. Ne kadar ciddiyetle üzerine gidileceğini önümüzdeki günlerde de göreceğiz ama sayın bakanların dedikleri ortada, Başbakanın dedikleri ortada, dediği, demediği, oraya gittiğinde estirilen hava, terör ortada. Bakın, bugün Soma Kaymakamı, hâlâ buraya dışarıdan gelenler tehlikelidir demeye getiriyor, bütün Türkiye'nin gözü üzerinde. Elbette oraya gideceğiz, elbette Soma halkıyla dayanışma içinde olacağız, elbette adalet arayışı içerisinde olacağız, gözümüz orada olacak. Avukatıyla, meslek odalarıyla, inanç gruplarıyla, demokratik örgütleriyle, siyasi yapılarıyla orada olacağız, takipçisi olacağız. Hep birlikte ses çıkartırsak o zaman gerçekler aydınlatır ve ortaya çıkartırız. Öyle yapacağız, edeceğiz demeye güveneceğiz hiçbir şey yok. Yani, evet, üzüntü duyulmuş olabilir, üzülmemek başkaca bir, insanlık dışı bir şeydir ama ortada insanlık adına da gerçekten hiçbir şey kalmamıştır, bunu da görmek zorundayız.

Değerli milletvekilleri, bakın, orada derinlikli bir araştırmaya ihtiyaç var ama bugün bunu yapacak olanların hâlâ bir istismar üzerinden bu meseleyi ele aldığını görüyoruz. Şimdi, haklı olarak yani Başbakan, nasıl bir genci tekmeler, tokatlar; nasıl orada insanların üzerine yürür? Bu hâle mi geldi bu ülke? Bütün bunları hepimiz düşünüyoruz, hepimiz sorguluyoruz. Ama nedir bizi bu noktaya getiren? Düne kadar bu ülkede yolsuzlukları konuşuyorduk, 17 Aralık diye bir gündemimiz vardı. Kamunun adının geçtiği, devlet ihalelerinin adının geçtiği, özelleştirmenin, taşeron sisteminin adının geçtiği her yerde bir yolsuzluk olgusu da karşımıza çıkıyor.

Haklı olarak muhalefet milletvekilleri soruyor. Bakanlar var, Enerji Bakanı var, başkaca ilgili bakanlar var. Bu maden arama ruhsatları niye doğrudan Başbakanlığa bağlanıyor? Niye bu izin doğrudan buraya bağlanıyor? Halkın, ülkenin, vatandaşın güvenliği için mi, selameti için mi?

Değerli milletvekilleri, bakın oradaki madenciler ölümleri yaklaştığını hissettiklerinde o çamurlu topraktan abdest alıp şehadet getirip çocuklarına pusula yazıp arkadaşlarıyla, kardeşleriyle vedalaşıp elleri dua eder biçimde bu hayattan göçüp gittiler. Onlar sonuna kadar imanlarına, inançlarına, dinlerine bağlı olarak bu ülkenin büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi bu güzel duygularla göçüp gittiler. Hükûmet ne yaptı? Hükûmet oraya yine "Bu işin fıtratında vardır, kaderdir, takdiri ilahidir." duygularını geliştirmek üzere Diyanetin görevlilerini gönderdi. Bu, bir psikolojik destek olarak, onların maneviyatını güçlendirmek olarak açıklanacak bir şey değil. Ne yazık ki bir kez daha güce biat edilmesi, bir kez daha kaderlerine boyun eğilmesi, bir kez daha onların bu yolda devam edip gitmelerini sağlamaya dönük bir anlayışın ürünü olarak, bir hizmet olarak oraya gitti. Artık din istismarına, artık halkımızın inançları üzerinde tepinmeye bir son verilmesi gerekir. Bu Hükûmet de, bu İktidar da... Şimdi bakın kampanyalar açılıyor: Yoksullara, şehitlere yardım. Sayın Bakan diyor ki:" Sivil şehit sayılmaları için gereken hazırlıklar yapılıyor." Şimdi, kapitalist iktidarlar yıllardır zaten bunu yaptılar. Yıllardır bu yoksulluğu sürdürdüler, kendilerine görev olarak bu yoksullara, bu ölen ailelerin, emekçi ailelerin yetim kalmışlarına, dullarına yardım etmek üzere varlıklarını ifade ettiler. Biz de halkın politikacıları, halkın vekilleri, muhalefet güçleri olarak diyoruz ki: Biz bu yetimliğe, biz bu dullara, artık işçi ölümlerine, yoksulluğa, işsizliğe, garip gurebaya son vermek üzere, bu kapitalist sisteme son vermek üzere yapmamız gerekenleri yapalım. Yapılması gerekenler ortada, bir tanesini söyledim, derhâl bu işletmenin ruhsatı iptal edilmeli, benzer işletmelerde üretim durdurulmalı ve ILO Sözleşmesi... çekinceler kaldırılmalı. Sayın Bakan "Emek sömürüsü taşeron sistemi adı belli." dedi ama işte bıraksak yarın öbür gün sözde taşeronu iyileştirecek yasa düzenlemeleri getirilecek. Bu basiretsizlikten derhâl vazgeçilmelidir, adalet orada tecelli etmelidir. Baskı, sopa, devlet şiddeti, Soma'dan ve Türkiye'nin her yerinden derhâl kaldırılmalıdır. İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasası İş Yasası içerisinde yeniden tanımlanmalıdır. Yasayı uygulayacak olan, cinayetleri önleyecek olan işçinin kendisidir. Ve gördük... Bu soruşturmalar yapılmalı, bu komisyonla oluşturulmalı, bu denetimler yapılmalı ama bütün bu işin merkezinde işçi sınıfı olmalı, onun gerçek temsilcileri olmalı. Böyle satılık sendikacılar, ihanet ve uzlaşma içerisindeki sendikacılar olmamalı ve Türkiye işçi sınıfı bu kapitalist sistemi yıkmadığı sürece, kendi hakkını hukukunu yok sayan bu yasaları buruşturup atmadığı sürece bu iş cinayetleri ve katliamları önlenmeyecektir. Bunun için birleşelim, bunun için örgütlenelim ve mücadele edelim diyorum."

21.05.2014