HDP milletvekilleri, Soma'daki işçi katliamıyla ilgili Bakanlar hakkında verdikleri gensoru üzerine yaptıkları konuşmada, hükümetin sorumluluğuna dikkat çektiler. Dora, sınırsız kazanma hırsıyla işçilerin yaşamını yitirdiğini belirtirken, Ata da 2002-2013 yılları arasında Bakanlık verilerine göre toplam 880 bin iş kazası olduğunu hatırlattı. Önder ise "Bu muhalefet, cayır cayır, bu konuda sizi uyarmış, bir gün dönüp bakmamışsınız. Oraya işçi bir gün polis çağıramamış ama patron 'zırt' dediğinde oraya bütün TOMA’lar yığılacak. Bundan vicdanen siz muzdarip olmayacak mısınız" diye konuştu.

HDP grubunun vermiş olduğu gensoru önergesi üzerine HDP milletvekilleri Erol Dora, Ayla Akat Ata ve Sırrı Süreyya Önder Meclis'te söz aldı.

HDP Mardin Milletvekili Erol Dora, Soma’da yaşanan katliamın bedelinin ağır bir yüzleşme vesilesi olduğu ifade ederek, "Sınırsız kazanma hırsıyla göz göre göre yüzlerce insanın hayatının hiçe sayılması, siyasal iktidar ve yönetim pratiğini bir kez daha teşhir etmiştir. Soma kömür madeninde meydana gelen madenci işçi kıyımını elbette basit bir iş kazası gibi görmek ve yaşanan durumu iş kazası kavramı üzerinden okumak, ayrıca, yaşamını yitiren işçilerimizin yakınlarına tazminat ve rehabilitasyon hizmetleri gibi gelecek zaman dilimine atıfta bulunan iyileştirme çabalarından bahsetmekle yetinmek, en hafif ifadeyle, madenlerde süregiden köle işçi koşullarının devam ettirilmesi anlamına gelmektedir" diye konuştu.

Soma’da gerçekleşen işçi kıyımının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından günümüzden bir asır önce farklı ülkelerde gerçekleşmiş benzer olaylarla karşılaştırılarak kamuoyuna sunulmasını da, "maden işçilerinin yüz-yüz elli yıl önceki köle mantığıyla çalıştırıldıklarının bir itirafı" şeklinde yorumlayan Dora, şöyle devam etti:

"Soma'da meydana gelen madenci işçi kıyımını özelleştirme, iş güvenliği, kötü koşullardaki işlere mecbur bırakılmış insanlar, sermaye-devlet çıkar ortaklıkları, algı yönetimi operasyonları, medya baskısı, sömürü sistemleri gibi kavram ve olgularla birlikte düşünmek bilimsel bir zorunluluktur. Soma’da yaşanan madenci işçi kıyımından sonra ortaya çıkan bilgilerden anlaşılmaktadır ki burada olup biten sadece iş ve işçi güvenliği tedbirlerinin alınmamış olması sonucu yaşanmış bir facia değildir. Açığa çıkmıştır ki Soma Anonim Şirketi bizzat Hükûmet ve ilgili bakanlıklar tarafından organize edilip ülkenin en çok kömür çıkaran özel şirketi hâline getirilmiş ve ülkenin en önemli iki maden havzası olan Soma ve Merzifon’da önemli ocaklar bu şirketin işletimine verilmiştir. Hükûmet, söz konusu şirketlerle geliştirdiği ilişkinin kamuoyuna yansımaması için facia yaşandıktan hemen sonra tüm hazırlıklarını bir algı operasyonu kurgulamak ve yönetmek üzerine yapmıştır. Öyle ki şirket yöneticilerinin ancak dördüncü gün basın karşısına çıkabilmelerinin başka bir izahı mümkün değildir. Aynı biçimde, mülki amirler, belediye başkanları vesairin kurtarma çalışmaları sonuçlanana kadar basına yansıyan bir açıklamaları olmamıştır."

Türkiye’de sadece kömür sektöründe son yirmi üç yıllık dönemde iş cinayetleri ve meslek hastalığı nedeniyle 3 binin üzerinde yurttaşın hayatını kaybettiğini, sürekli iş göremez hâle gelenlerin sayısının ise 14 bini bulduğunu dile getiren Dora, "Türkiye’de maden ocaklarında meydana gelen patlamalar ve yangınların nedenleri araştırıldığında üretim yönetiminin gereklerinin tam olarak yerine getirilmemesi, üretim plan ve projesinin bulunmaması ve havalandırma konusundaki eksiklikler ilk sıralarda yer almaktadır. Kazaların başlıca nedenlerinin altyapı ve teknolojiyle ilgili önlenebilir sorunlardan kaynaklanması denetim ve yatırımların caydırıcı olmadığını ortaya koymaktadır" eleştirisinde bulundu.

"Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin denetim raporlarının ocağa inmeden, işçileri yeterince dinlemeden kaleme alındığı yönünde önemli iddialar mevcuttur. Çalışma Bakanlığının sendikalarla ilişkileri düzenlemesi ve denetlemesi gerektiği hâlde bu görevini de yerine getirmediği ortadadır.

Adalet ve Kalkınma Partisinin sürdürdüğü neoliberal ekonomik program ve onun sırtını dayadığı taşeronlaşma, özel sektöre devir politikaları, Hükûmetin ve bakanlıkların denetleme fonksiyonlarını da yerine getirmemesiyle birlikte toplu bir işçi kıyımına dönüşmüş durumdadır."

Dora, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın da madenlerden ve dolayısıyla Soma’da gerçekleşen işçi kıyımından birinci derecede sorumlu olduğunu ifade etti. Enerji Bakanlığı'nın Soma’dan sınırsız kömür alımını garanti ettiğini, Türkiye Kömür İşletmelerinin bu garantisi sonucunda şirket işçilerini üretim zorlamasına sürüklediğini belirten Dora, şöyle konuştu: "Bakan, Soma’yı örnek maden ilan ederek halkı yanlış bilgilendirmiştir. Bakanlık denetçilerinin raporlarının nitelikten yoksun olduğu ortadadır. Sayın Bakan denetim yetersizliğinin ve niteliksizliğinin de birinci derecede sorumlusudur. Ayrıca, Enerji Bakanlığına bağlı Türkiye Kömür İşletmeleri yönetiminin de bu olayda gerçek işveren olarak birinci derecede sorumluluğu bulunmaktadır. Gerçek işveren olarak Türkiye Kömür İşletmeleri 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun öngörmüş olduğu önlemleri almamış olmaktan dolayı sorumludur ancak henüz ilgili sorumlular ne görevden alınmış ne de soruşturma kapsamına alınmışlardır. Bu da Sayın Bakanın sorumluluğunu ortaya çıkaran ayrı bir durumdur."

Bakanlar Taner Yıldız ve Faruk Çelik’in derhâl istifa etmeleri gerektiğini kaydeden Dora, bu konuda Genel Kurulda kendileri hakkında gensoru açılmasını HDP adına talep etti.

HDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata da resmi rakamlara göre 301 işçinin yaşamını yitirmesine rağmen bakanların istifa etmediğine, bu nedenle gensoru verdiklerine dikkat çekti.

"301 can toprak altında yaşamını yitirmiş ama hiç kimse sorumluluk kabul etmiyor" diyen Ata, Türkiye'nin iş cinayetlerinde dünyada 3’üncü, Avrupa’da 1’inci olduğunu hatırlatarak, 2002-2013 yılları arasında da Bakanlığın vermiş olduğu verilere göre toplam 880 bin iş kazası olduğunu belirtti.

"Yine 13.442 işçi yaşamını yitirmiş. Bu yılın, 2014 yılının ilk dört ayına baktığımızda da 396 insanımız yine yaşamını yitirmiş ve yine mayıs ayıyla birlikte yani Soma’da yitirdiğimiz canlarla birlikte ele aldığımızda 14.500’e dayanıyor. Bu, yılda ortalama 1.250, ayda ortalama 105, günde yaklaşık 4 ölüm demektir; 4 eve ateş düşmesi demektir, 4 eve yangın var demektir. Ama bu noktada bir sorumluluk gösterilmiş mi? Hayır. Bakın, bu Parlamentoda iki dönemdir milletvekiliyiz, her iki bakanlığın çalışma alanı itibarıyla, değil bir, değil iki, değil üç, defalarca kez araştırma önergeleri verildi ama sonuç nedir? Bu araştırma önergeleri ne zaman ki Hükûmet tarafından onaylanır, o zaman gündeme alınır, komisyon kurulur.

Şimdi, bu noktada kurulmuş bir komisyonumuz yok muydu? Vardı. Sorunlar tespit edilmemiş miydi? Edilmişti. Ne yapılması gereken açık mıydı? Açıktı. Nelerden vazgeçilmesi gerektiği ortada mıydı? Ortadaydı. Peki, bu niye yapılmadı diye soracağımız mekanizma kim? Tabii ki Hükûmet, tabii ki ilgili bakanlar. Ortada bu Meclisin iradesiyle oluşmuş bir araştırma komisyonu ve onun hazırladığı bir rapor var ama bu raporun hiçbir sonucu pratikleştirilmedi. Peki, kim hesap verecek? Bunu, hep beraber, hesabı vermesi gereken başta Hükûmetin yetkili bakanları, herkesten sormak bizim boynumuzun borcudur diyoruz."

51 ilde madencilik yapıldığını ve Soma’dan önce, son üç yılın verilerine bakıldığında en çok ölümün yaşandığı illerin Balıkesir, Zonguldak, Manisa, Maraş ve Ankara olduğunu dile getiren Ata, "Toplam üç yılda 292 işçi yaşamını yitiriyor. Evet, bir günde 301 ama üç yılda da toplam 292 işçi madencilik sektöründe yaşamını yitirmiş. Önlem almak gerekmez miydi? Gerekirdi. Bir şeyler yapmak gerekmez miydi, bir söz söylemek gerekmez miydi? Bunların hepsinin gerekliliğine inanıp bir şeyler yapılmadığı için biz bugün mutlaka ama mutlaka istifa edilmesi yahut bu Meclisten gensoru görüşmelerinin açılması yönünde salt çoğunluğunun el kaldırması gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.

Son altı yıl içerisinde yaşanan hiçbir iş cinayetinde, soruşturmaların etkin ve aktif bir şekilde yürütülmediğini belirten Ata, "Bakanlık, bürokratlarına izin vermedi yargılanmaları için. Ha keza bilirkişi raporlarının çoğu iki yılda, üç yılda tamamlanabildi. Aileler mahkeme koridorlarında perperişan oldular" diye ekledi.

İş cinayetleriyle ilgili davalara değinen Ata, şunları ifade etti:

"Son altı yılda hiçbir dava sonuçlanamadı, ne Zonguldak’taki Karadon davası ne Afşin Elbistan’daki termik santral davası ne Zonguldak’taki Kozlu davası ne Ostim İvedik davası ne Esenyurt çadır yangını davası ne de Davutpaşa davası. Bunların her biri rafa kaldırıldı. Her biri için hâlâ aileler adalet bekliyorlar.

İş cinayetleri, küresel rekabetin sonucudur ve sermayenin daha fazla kâr güdümünün ürünüdür. Asıl sorumlu, sermaye ve gerekli denetimleri yapmayan devlettir ve çağın en büyük hastalığı olan kapitalist modernitenin karşısında ancak biz demokratik moderniteyi, bunun ayaklarını oturtarak durabiliriz.

Bütün sorunların çözümünün altında yatan nasıl ki demokratikleşme adımlarıysa, evet, iş cinayetlerinde de katili bulup yargılanmasını sağlayabilmek ve yine, bir daha yaşanmaması için gerekli adımları atabilmek için demokratik bütün adımları atmaya, bu iradeyi göstermeye hazır olabilmek gerekiyor. Kapitalist modernitenin bu mecrada kendisini var edememesi için biz demokratik modernite unsurlarını hayata geçirmek durumundayız."

Ata, taşeron sistemine dönük eleştirilerini de şöyle dile getirdi: "Çalışanların iş güvencesinin azalmasına neden oldu; evet, çalışanların sendikalaşma oranının azalmasına neden oldu; evet, ücretler ve çalışma standartlarının düşmesine sebep oldu; evet, iş sağlığı ve güvenliğinin rafa kaldırılmasına sebep oldu. Peki, bunun devamı için biz niye 'hayır' demedik? Peki, bu konuda 2023 vizyonunda bile 'mücadele edeceğim' denildiği hâlde, Hükûmet niye taşeronlaştırmanın alternatifi olabilecek bir sistem ya da iş güvenliğini, iş sağlığını kaçınılmaz olarak hayat bulduracak bir sistem açığa çıkarmadı? Bu programda yok muydu? Tabii ki vardı. Kaldı ki Sayın Çalışma Bakanının açıklamalarından öğreniyoruz, oradaki taşeronlaştırmanın hangi boyutta olduğundan bile habersiz ama Soma’da sağ çıkan işçiler ne dediler? Dediler ki; 'bizde işçi taşeronu ayrıdır, bizde baca taşeronu ayrıdır, bizde ayak taşeronu ayrıdır, bizde darama taşeronu ayrıdır. Orada adına ‘taşeron’ demezsiniz, odabaşları vardır, ekipbaşları vardır, onlar onun yerine hizmet ederler.' Peki, kim dinledi? Çalışma Bakanı bunu duydu, o günden sonra 'kim bu baca taşeronu, ayak taşeronu, darama taşeronu, işçi taşeronu' diye sordu mu? Hani ülkenin en iyi, iş sağlığı, iş güvenliği açısından en iyi madenlerinden biriydi, işçiler orada en büyük güvenceye sahiplerdi; kimse sormadı. Madende 800 işçi yaşamını yitirdi, niye? Bir madende, 800 işçi… Çünkü iş gücüne dayanılarak madenler çıkarılıyor."

Hükümeti eleştirmeye devam eden Ata, AKP'li milletvekillerine, "ILO’nun Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni muhalefetin ısrarına rağmen sizler imzalamadınız. Dünyada yalnızca Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde bulunmayan yaşam odalarını yönetmeliğe koymadınız, zorunlu hâle getirmediniz. Maden ocaklarında yaşanan işçi katliamlarının en büyüğünün yaşanacağına dair uyarılara gözünüzü yumdunuz, kulaklarınızı kapadınız. Bizi, 21’inci yüzyılda, bu topraklarda 300’den fazla işçinin ölüme mahkûm edilişine tanıklık etmek zorunda bıraktınız" diye seslendi.

İşçi yakınlarının tepkilerini hatırlatarak, "Canlarını yitirenler tabii ki tepki gösterdiler, tabii ki bir duyarlılık gösterdiler, tabii ki protesto ettiler, kimi edeceklerdi? Bakanı edeceklerdi, Başbakanı edeceklerdi, sendikayı edeceklerdi" diyen Ata, şöyle devam etti: "Hatırlarsanız, Sayın Başbakan, oğlu ifadeye çağrılmasın diye neler yaptı! Canı yandı, neler yaptı! Peki, burada yavrusunu yitirenler ne yapsınlar? Ellerinde iktidarın gücü de yok, ne yapabilirler? Tabii ki onlar da protestonun en anlamlısını ortaya koydular; ağladılar, sessizce ağladılar. Siz, o sessizce dökülen gözyaşlarına bir anlam veremediniz."

"Bu gensoru görüşmelerine onay verilse ve bu Parlamentoda bu görüşmeler başlasa ve sonucunda yapılan oylamada siz tekrar güvenoyu alıp devam etseniz bile bu kaza sizin döneminizde gerçekleştiği için vicdanlarda mahkûmsunuz, sorumlusunuz. Bir evi yönetirken anne, babanın gösterdiği sorumluluğu siz bir ülkeyi yönetirken gösteremediniz Sayın Bakan, Hükûmetiniz bu sorumluluğu gösteremedi. Ortada iş kazasının sayısı vardır, ortada ölen işçi sayısı vardır. Bu kadar işçi, 14 bin küsur işçi iktidarınız döneminde yaşamını yitirdi. Nasıl kurtulacaksınız?"

HDP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de konuşmasına, "432 tane evladımız yetim kaldı. Eğer rakamlara vuracaksak, bunun en önemli bilançosu bu; gerisi lafügüzaf. Bunların bu kaybını hiçbir şey yerine getirmeyecek" diye başladı.

Önder, şunları ifade etti:

"Sizi, 70’li yılların sonunda Suluova Yeni Çeltek maden direnişini bir araştırmaya davet ediyorum; buradaki konuşmaya sığmayacak kadar önemlidir. YERALTI MADEN-İŞ’in, sarı sendika tarafından kapatılan, kapattırılan bir maden işletmesini alıp nasıl verimli ve insan onuruna, emeğin onuruna yakışır bir vaziyete getirmesinin hikâyesidir. Ben sadece finalini söyleyeyim size: 'Verimsiz' diye kapatılan ocağa, oradaki devrimci işçiler el koymuş, üretimin bütün gelirini hazineye bloke ettirtmiş bir kuruşuna dokunmadan, yaklaşık 60 misli verimliliği artırmıştır. Finali şu olmuştur: 12 Eylül faşist darbesi geldiğinde o madendeki bütün işçiler işkenceli sorguya alınmış, dövülerek öldürülen, felç bırakılanlar olmuş. Devlet, eskiden beri sistem, yer altında çalışan işçiden korkar. Onları sistem içine çekme çabası ta o zamandan başladı."

Amasya Sıkıyönetim Mahkemesinde görülen Yeni Çeltek davasına değinen Önder, şöyle konuştu:

"Kemal Derviş’i de anmadan bu cinayeti anmak olmaz. En az değinilen yanı burası oldu. Ben biraz önce bir arşivleri karıştırdım. Kemal Derviş Sayın Başbakanla -o zaman Başbakan değil- bir görüşme yapıyor, diyor ki: 'Üç günde 3 yasa çıkarmamız elzem.' Nedir bu? Birisi tütün ekiminin sınırlandırılması hakkında yasa, ikincisi ihale yasası, üçüncüsü borçlanma yasası. Bu 'on günde 10 yasa' dedikleri şey var ya onun 3 tanesi için bütün partileri ziyaret ediyor, Hükûmet ortağı olmayanları, bunlara destek isteniyor. Somalı cinayete kurban giden işçilerimizin kaderi Soma’da ve bütün Ege’de ve bütün tütün ekimi yapılan, 580 bin ailenin bölgesel dağılımı neyse o zaman, hepsinde tütün ekiminin sınırlandırılmasıyla birlikte, kalanın da özel sektörün ya da neoliberal sistemin azgın iştahının ve olmayan vicdanının eline bırakılmasıyla birlikte buradaki işçi madene ya da yerin altına ya da diri diri kabristana o gün mahkûm edilmiştir, o gün mahkûm edilmiştir. Siz cenazelerin, rahmetli olanların hangi köylerden olduğuna bir bakın, bu acı gerçeği olduğu gibi göreceksiniz.

Tarlasında tarımla uğraşan insana artık gübrenin ve tohumun, bırakın insan emeğini, bırakın geçinebilmeyi, girdisini bile kazanamayacak şartlara getirmekle bu işçiyi toprağın altına itmeye mahkûm olmuşsunuz. O gün iktidar ortağı olanlar, o gün muhalefette olanlar, hiç kimse, Allah rızası için, solculardan başka, sosyalistlerden başka hiç kimse… Kardeşim, o gün alınacak para 10 milyar dolar, 5,5 milyar doları faize gidecek, 5,5 milyar doları! O gün görüşülen hiç kimse “Ya, bize para vermek için bizim tütün ekimimizi niye yasaklıyorlar, bu hangi mukaddesata sığar?” diye muhafazakâr partiler sormamış, 'Bizim toprağımızda ne ekeceğimize Amerika ne karışır' diye milliyetçiler sormamış. Siz bunu peşkeş çekmişsiniz. Bugünkü cinayetin bütün halkaları o gün örülmeye başlamış. Burada Anayasa Komisyonunda olan arkadaşlarımız vardı. İşi durdurma yetkisi var bir sendikanın iş güvenliği söz konusu olduğunda. Oradaki sarı sendikanın temsilcisinin bu yetkiden haberi bile yok."

Önder, Anayasa Komisyonunda dinlemeler yaparken emek örgütlerinin temsilcilerini, sendikaları da çağırdıklarını belirterek, şunları anlattı: "DİSK geldi. Bir kitap bastırmışlar yeni anayasa konusunda. Bu ülkenin bütün sosyal, toplumsal meselelerine emek gözlüğüyle bakarak, emek perspektifinden bakarak bozucu alanları tespit etmişler ve bir kitapçık hâline getirmişler, bunun için bir arama konferansı, bir çalıştay düzenlemişler. Bugün orada Hükûmet tarafından yönetim kurulu üyelerine bile müdahale edilen, işveren tarafından yönetim kurulu üyeleri atanan, bu şartla başkanlığa icazet verilen bu sarı sendikanın temsilcileri de geldi Anayasa Komisyonuna. Bütün diğer partilerden arkadaşlarımız, o toplantıya katılanlar bilirler. Kimi göndermişler biliyor musunuz? Avukat göndermişler. Herhâlde 'Anayasa hukukla ilgilidir, bizdeki hukukçuyu gönderin, orada bir iki şey söylesin' demişler, avukatları geldi. Elinde 3 tane mektup kâğıdı, matbu bir şey de yok, notlar almış. Konuşmaya şöyle başladı: 'Biz, TÜRK-İŞ olarak ana dilde eğitime karşıyız.' 'Aferin' dedim. Dayanamadım, normalde biz müdahale etmiyorduk dinlenilenlere. 'Bak, burada 4/C var, 4/B var, taşeronlaştırma var, emek başından aşağı meselelerin içine gömülmüş, senin emek meselesi hakkında söyleyecek bir tane önerin yok mu' dedim, boyunlarını büktüler. O toplantıyı terk ettim."

Emeğin değersizleştirmesinin, iktidarın ve sistemin emek örgütlerine müdahil olup 'kastrasyon'a uğramasıyla başladığını söyleyen Önder, "İşte, bakıyoruz, Yeni Çeltek direnişi nerede, burada işçilerine zebanilik eden, orayı onlara bir cehenneme çeviren madenin kapısında zebanilik eden sarı sendikacılık anlayışı nerede?" diye ekledi.

Önder, konuşmasını AKP milletvekillerini eleştirerek bitirdi:

"Bu 432 yetimin de hakkını alıyorsunuz. 'En azından, neyi reddettiğinizi biliyorsanız ben buradan özür dileyip ineceğim' dedim. Bu kadar egemenlik kullanıyoruz biz burada ya, egemenliği kullanıyoruz. Bundan daha büyük bir yetki var mı? Peki, bu egemenliği kullananlara bu kadar saygısız, bu kadar nezaketsiz, bu kadar yok sayan bir anlayışla nasıl gelip diyeceksiniz, bu acılar karşısında hep beraber ortaklaşalım? Bu muhalefet, cayır cayır, bu konuda sizi uyarmış, bir gün dönüp bakmamışsınız. Oraya işçi bir gün polis çağıramamış ama patron 'zırt' dediğinde oraya bütün TOMA’lar yığılacak. Bundan vicdanen siz muzdarip olmayacak mısınız? Bütün kalanlarını paraya boğsanız ne olur? Bu 432 yetimin gözüne bir ışıltı, gidenleri telafi edecek bir şey yapabilir misiniz? Yok. Onun için, bu neoliberal politikalara onay veren, sorgulamayan, oy veren, sessiz kalan herkes de bugünkü Hükûmet kadar bu meselenin failleri arasındadır."

22.05.2014