HDP olarak halkların umudu ve ortak bir geleceğin güvencesi olmaya devam edeceğiz

21 Eylül 2019’da Ankara’da toplanan HDP Parti Meclisi, aşağıdaki konu başlıklarını görüşmüş, bu konudaki görüşlerini kamuoyuyla paylaşmayı uygun bulmuştur.
 
1-Dünyadaki siyasi dengelerin değişmesiyle beraber büyük kapitalist devletlerin gerek kendi aralarında gerekse bölge devletleriyle süren rekabet ve çıkar çatışmaları çelişkileri keskinleştirmekte ve çeşitli biçimlerde süren savaşları yaygınlaştırmaktadır. Suriye ve Türkiye dahil Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar ideolojik, politik, ekonomik ve askeri düzeyde sürdürülen savaş stratejileri bütün bölge ülkeleri üzerinde yıkıcı etkilere neden olmaktadır. Türkiye dahil bu devletlerin silahlanma yarışı düzeylerini dikkate aldığımızda dahi görünür gelecekte çelişkilerin, çatışmaların ve savaşların farklı biçimlerde süreceğini öngörebiliriz. 

Bu öngörü doğrultusunda:

2-AKP-MHP iktidar blokunun Kürt düşmanlığı üzerine inşa edilmiş ırkçı ve militarist Suriye politikası, Türkiye’yi bölgeye yönelik demokratik ve barışçıl bir siyasi projeksiyondan yoksun bırakmaktadır.

Son günlerde sıkça dile getirilen askeri operasyon hezeyanları ve ABD’yle yapılan ‘güvenli bölge’ anlaşmasına dair itirazların da gösterdiği gibi, Türkiye’nin temel sorunu ‘güvenlik’ değil, Kürtlerin kazanımlarını yok ederek yeni Suriye’nin inşasında siyasal statü elde etmesini önlemektir. Bu amaçla bütün enerjisini ve imkanlarını ABD ve Rusya arasında tüketmekte ve Türkiye’yi dünya kamuoyu önünde IŞİD türevi cihatçı çetelere hamilik yapan bir ülke konumuna düşürmektedir. ‘İdlib’de çetelere hamilik – Rojava’da Kürtlere düşmanlık’ politikası Türkiye’yi Suriye’de iç savaşın sona ermesi ve siyasal bir çözüm sürecinin önünün açılmasında en büyük engellerden biri haline getirmiştir.

Halkların kardeşliğini ve eşitliğini dış politikasının temel bir ilkesi olarak benimsemesi gereken Türkiye’nin böyle bir utanç verici dış politika ikilemine sürüklenmesi kabul edilemez. Türkiye kayıtsız ve şartsız olarak Suriye topraklarından çıkmalı, kendi sınırlarına çekilmelidir. Barışçıl bir politikaya dönüş yapmalı, yeni Suriye’nin inşasında Suriye halklarının kendi siyasi geleceğini belirleme hakkına saygılı olmalıdır.

3-31 Mart seçimlerinden sonra yerel yönetimlere seçilen HDP’lilere yönelik saldırılar aralıksız devam ediyor ve mevcut gidişat Kürt illerinde yeniden bir kayyum rejimi oluşturulmak istendiğini gösteriyor.

19 Ağustos’ta Amed, Van ve Mardin’de gerçekleştirilen siyasi darbeyle HDP’li üç büyükşehir belediyesine kayyım atanması, belediye eşbaşkanlarımızın görevden uzaklaştırılması, belediye meclislerinin kapısına fiilen kilit vurulması Kürt halkının siyasi iradesinin bir kez daha gasp edilerek Türkiye'ye sürülen kara bir lekedir.

Kayyım darbesinin bir amacı da kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir kazanımı olan eşit temsil ve eşbaşkanlık sistemini ortadan kaldırmak, yerelleri kayyımlar vasıtasıyla Saray’ın birer uzantısı haline getirmek, doğal ve kentsel varlıkları daha kolay ve hızlı yoldan talan etmeye zemin hazırlamaktır.

Türkiye’yi bir ‘Kayyım Cumhuriyeti’ne dönüştüren faşist iktidar bloku, 31 Mart’ta siyasi iradesine yeniden sahip çıkan Kürt halkından rövanş almaya, seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmaya ve Türkiye halklarının barış, demokrasi ve özgürlük umutlarını yok etmeye çalışmaktadır.

4-19 Ağustos’ta üç büyük şehirde gerçekleştirilen kayyım darbesi aynı zamanda demokratik siyasete karşı bir darbedir. Bu darbenin sadece kayyımlarla sınırlı olmadığı açıktır. 9 Ağustos’ta barış çağırıları yapan Sayın Öcalan’la görüşmelerin kesintiye uğratılmasının ve tecridin sürdürülmesinin bu darbeden bağımsız olduğunu düşünemeyiz. Amed il binamızın önüne çocuklarının akıbetini öğrenmek isteyen annelerin yönlendirilmesi ve değişik Kürt kentlerinde asker, polis, memur ve korucu aileleriyle birlikte organize edilen provokatif mitingler de gerçekleştirilen kayyım darbesinin bir parçası niteliğindedir.

Kayyım darbesine karşı demokratik ve meşru direnişimiz genişleyerek, zenginleşerek, büyüyerek, belediyelerimiz kayyımlardan geri alınıncaya kadar sürecektir. Kayyım darbesine karşı olan, geleceğini demokraside gören herkesi HDP’yle omuz omuza olmaya davet ediyoruz.

PM olarak bu vesileyle darbe gününden itibaren yurt içinden ve yurt dışından dayanışma gösteren, destek veren, ziyaretlerde bulunan, HDP’nin yanında olan herkesi selamlıyor, teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız…

5-Bu iktidar çoğunluk desteğini yitirmiş, siyasi çözülme sürecine girmiş ve demokratik meşruiyetini kaybetmiş bir iktidardır. Toplumsal rıza üretme yeteneğinden yoksundur. Yağma ve talan üzerine kurulmuş olan soygun ve savaş düzenini meşru zeminlerde ve demokratik yöntemlerle sürdürmeleri imkansızdır. O nedenle bu düzeninin önündeki en büyük engel olarak gördükleri HDP’yi kriminalize etmeye, yalnızlaştırmaya, tasfiye etmeye çalışmaktadır.

Erdoğan’ın Teknofest’te HDP’yi kastederek yaptığı konuşmada, bir Cumhurbaşkanı’na yakışmayacak cümlelerle nefret suçu niteliğindeki kışkırtıcı ve düşmanca sözleri ortalığa boca etmesi bu nedenledir.

Amed il binamızın önünde oturan annelerin de, polis ve asker ailelerinin de, Cumartesi ve Barış Anneleri’nin de evlat acılarının ortak olduğunu biliyoruz. Annelere ve ailelere uzun yıllardır bu acıları yaşatan savaş ve şiddette ısrar eden AKP-MHP iktidarıdır. Annelerin acılarına son verecek çözüm yeri Meclis, muhatabı iktidardır. Bütün anneleri bir kez daha Meclis’e davet ediyoruz. Meclis’te bütün partilerin içinde yer alacağı bir ‘Çözüm Komisyonu’nun kurulmasını ve sorunun çözülmesine katkı sunulmasını öneriyoruz.

6-Önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarıldı. Bu karar 4 Kasım siyasi darbesinin devamıdır ve bir düşman hukuku uygulamasıdır. Bu adımın hukukla bir alakası yoktur. Siyasi intikam amacıyla Saray direktifiyle atılmış bir adımdır. Yargı kisvesi altında uygulanan tam bir zorbalıktır, adaletin katledilmesidir.

Özellikle Demirtaş’ın tahliye edilmesi gereken bir anda alınan bu karar, Türkiye’nin Saray’ın isteklerine uygun kararlar veren bağımlı ve taraflı yargı mekanizmasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımadığının ve hukuk dışı yöntemlerle boşa düşürdüğünün utanç verici bir belgesidir. Bu kararla bir kez daha görüldü ki, arkadaşlarımız cezaevlerinde siyasi rövanş amacıyla tutulan siyasi rehinedirler.

7-1 Ekim’de Meclis’e getirileceği açıklanan ve toplumda büyük beklentilere yol açan ‘yargı paketi’ konusunda dağ fare doğurdu. Toplumun beklentileri dikkate alınmaksızın AKP-MHP iktidar blokunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hazırlanmış bu düzenleme demokratik yargı reformu olarak nitelenemez.

Başta yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı olmak üzere, gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri, yazarları ‘terörist’ diye damgalayan TMK ve benzer yasalar kaldırılarak, evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda ifade ve düşünce özgürlüğünü, özgür siyaset yapma hakkını güvenceye alacak ve OHAL mağduriyetlerini ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılmaksızın atılacak adımları demokratik yargı reformu olarak nitelemek mümkün değildir.

Yargı, iktidarı ve muhalefetiyle bütün toplumu ilgilendiren bir konudur. Türkiye’nin göstermelik düzenlemelere değil, gerçek reforma ihtiyacı vardır.

Bu nedenle başta hukuk örgütleri olmak üzere bütün toplum kesimlerinin katılımıyla hazırlanacak ve uzlaşmayla sonuçlandırılacak bir demokratik yargı reformu için Meclis’i göreve çağırıyoruz.

8-Türkiye bir ekonomik kriz içinde debelenmekte, işsizlik Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde seyretmekte ve yoksulluk giderek derinleşmektedir. Gündelik temel ihtiyaçların giderilmesinde bile zorluk çeken halkın insanca ve onurluca bir yaşam sürdürmesi imkansızdır. Kendini yakan emekçiler, işsizlikten intihar eden gençler, işten atılan ve iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçiler her gün karşılaştığımız dramatik gerçeklerdir.

Başta engelliler olmak üzere toplumun tüm dezavantajlı kesimleri için ise yaşam daha fazla ağırlaşmakta, engeller çoğalmaktadır. İktidar bu krizi arka arkaya yapılan zamlarla, yeni vergilerle işçilerin, emekçilerin ve yoksulların sırtına yıkmakta, kamu işçi ve emekçisine karşı kuruşun hesabını yaparken, yandaş sermaye gruplarının borçlarını ödemek için kamu maliyesinde kesenin ağzını sonuna kadar açmakta bir beis görmemektedir. Krizle boğuşan Türkiye’ye bu iktidarın cevabı daha çok silah alacak, doğayı daha çok talan edecek uygulamalar, işten atmalar, işsizlik, yoksulluk, pahalılık olmaktadır.

Ancak emekçi yoksul halkların, işçilerin, köylülerin, gençlerin, kadınların direnişleri parçalı da olsa tüm coğrafyamızda çoban ateşleri olarak parlamaktadır. HDP hakları ve yaşamları için direnen, özgür ve eşit bir yaşam isteyen; geleceğini barış, demokrasi, adalet ve eşitlikte görerek direnenlerin tüm direnişlerini selamlamaktadır. Bu coğrafya zalimlikte sınır tanımayan bu iktidarın da ömrünün uzun olmayacağını gösteren pek çok direniş tarihine sahiptir. Partimiz direnişin ve geleceğin birlikte kurulabileceğini ispat etmiş geleneklerin ortak hafızasının ve kolektif iradesinin taşıyıcısıdır. Halkların umudu ve ortak bir geleceğin güvencesi olmaya devam edeceğiz.

9-Faşizmin partimize ve tüm demokrasi güçlerine saldırılarının aralıksız devam ettiği, partimizi suçlayan, etkisiz kılmaya çalışan operasyonlarını sürdürdüğü bu günlerde Parti Meclisi olarak geleceğini demokraside gören tüm güçleri ‘‘HDP’yle KENETLENMEYE’’ çağırıyoruz. HDP’yi bu saldırılardan korumak, büyütmek ve güçlendirmek bir demokrasi ve vicdan görevidir. Bu bilinç ve kararlılıkla sürdürdüğümüz örgütlenme ve direniş yolculuğumuz sürmektedir. Demokrasi nöbetlerimizi, adalet taleplerimizi, özgürlük direnişlerimizi eş zamanlı olarak aynı coşku ve heyecanla sürdürmeye devam edeceğiz.
 
Halkların Demokratik Partisi
Parti Meclisi
22 Eylül 2019