HDP Hakkari Milletvekili Adil Zozani, ‘hayata dönüş’ operasyonları ardından meydana gelen ölümler, uygulanan şiddetin sorumlularının açığa çıkarılması için meclis araştırması önerdi.

Türkiye’de 1980 darbesi sonrasında başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere, cezaevlerinde uygulanan insanlık dışı uygulamalar ve şiddetin, 1990’lı yıllarla birlikte devam ettiğine dikkat çeken Zozani, “Özellikle 90’lı yılların sonuna doğru devlet; kendi varlığına tehdit olarak addettiği cezaevlerini, yeniden dizayn etme yoluna gitmiştir. Bu amacını gerçekleştirmek adına, cezaevlerindeki mahpusları birbirinden ayırma, tecrit etme ve en temel haklarından bile faydalanmasını engellemeye dönük F tipi cezaevleri sistemini inşa etmiştir.

Bu geçiş sürecine, cezaevlerinden itiraz gelmiş ve F tipi cezaevlerine dönük Türkiye’nin birçok cezaevinde örgütlü direnişler başlamıştır” dedi.

Devletin cezaevlerinde daha iyi koşullar talep eden tutsakların örgütlü yapısını kırmak ve kendine biat eden tutsak profili yaratmak adına başlatmış olduğu F tipi sürecinin ciddi bir direniş ile karşılaştığını da kaydeden Zozani, bu direnişleri bastırmak için ilk olarak 26 Eylül 1999’da Ulucanlar Cezaevi’ne yapılan operasyon ile 10 tutsağın vurularak katledildiğini hatırlattı. Ulucanlar ile başlayan kanlı operasyonların Burdur Cezaevi’ndeki prova ile devam ettiğini de belirten Zozani şunlara dikkat çekti: “2000 yılının sonuna doğru ise, cezaevlerinde F tipine geçişe karşı direniş, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile başka bir hal almıştır. Cezaevlerinde hak temelli başlayan bu direnişin kamuoyu gündemine oturması üzerine, MGK’da alınan karar sonrası, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine eş zamanlı baskın düzenlenmiş, 83 saat süren bu operasyon, kanlı bir şekilde sonuçlanmış ve 32 mahpus katledilmiş, yüzlercesi yaralanmıştır. Direnişi kırmak ve cezaevlerinde devletin mutlak hâkimiyetini kabul ettirmek adına yapılan bu operasyona, ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ ismi verilmiştir. Operasyon sonrası ‘Bizi diri diri yaktılar!’ sözleriyle, Birsen Kars adlı mahpus operasyonun içeriğini tek cümlede özetlemiştir!”

Yıllar sonra ortaya çıkan belgelerde MGK tarafından kararın alındığının ‘tereddütsüz, misliyle mukabelede bulunulacak, zor ve silah kullanılacak’ şeklinde ibarelerin yer aldığı bu operasyona başlarken, amacın açlık grevleri ve ölüm oruçlarının bitirilmesi olarak açıklandığını da hatırlattı.

Ölüm oruçlarının sona ermediği gibi katılımlarla arttığı ve ‘hayata dönüş’ operasyonları ile birlikte toplam 122 kişinin yaşamını yitirdiğini de vurgulayan Zozani, “Yüzlerce kişi Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalanmıştır. Bunun yanında; vahşetin izlerini, kalıcı bir hasar olarak hem fiziksel olarak vücutlarında, hem de psikolojik olarak bütün yaşamlarında hisseden, aileleriyle birlikte binlerce kişinin varlığına ayrıca vurgu yapmak gerekir.

Ancak Ulucanlar ile başlayıp Burdur ile provası yapılan ve Hayata Dönüş ile sonuçlanan kanlı cezaevi baskınlarının hiçbirinde, bu operasyonların sorumluları ve katilleri cezalandırılmamış, tam aksine; ‘cezaevinde asayişin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahale’ ve ‘idarenin hizmet işleyişinde kusurlu davranmadığı’ yönünde kararlar alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, katledilenlerin kendi ölümlerinden ‘ölen şahsın kendi eyleminden ve kişisel kusurundan kaynaklanması’ şeklinde gerekçelerle sorumlu tutulduğu bir hukuksuzluk yaşanmıştır” dedi.

Cezaevlerindeki bu kanlı operasyonların karar verici pozisyonundaki birinci sorumluların devlet ve hükümet yetkilileri ile bu kararların uygulayıcıları açısından hiçbir sorumlunun cezalandırılmadığını da belirten Zozani, döneme ait hiçbir davanın katledilenler lehine sonuçlanmadığını da vurguladı.

“Bununla birlikte, yaşananlarda birinci derecede sorumlu olan devletin; bu vahşetten kalıcı zarar gören, yaşanılanlara rağmen hayata tutunmaya çalışan, geçmişe dair fiziksel ve psikolojik izler taşıyanlara ve ailelerine, yaşananları bir nebze de olsa tazmin edecek maddi ve manevi haklarını iade etmediği, tam aksine Veli Saçılık davasında olduğu gibi hakkın geri iadesini talep ettiği görülmüştür” diyen Zozani, ‘Yeni Türkiye’nin’ söylem ile değil, eylem inle inşa edileceği gerçeğini, önemle vurgulamak gerektiğini de söyledi.

26.09.2014