“Coğrafya kaderdir.” demiş İbni Haldun. Binlerce yıldır Kürdistan insanı yaşadığı coğrafyanın kaderini yaşıyor. Dört parçaya bölünen bir ülke, dört parçaya yayılan ezilmişlik, dört parçaya savrulan direniş, dört parçaya dağılan aileler, dört parçaya savrulan ölülerimizin külleri; sınırın ötesinde ve berisinde yaşanan aşklar ve özlemler, bir karış uzaklıktaki vatana ancak soğuk bir damga ile geçişin mümkün olduğu coğrafya... Bu coğrafya ki her vakit sakinlerinin gözünde bir vuslat oldu. Hep bu özlemle düştük toprağa. 

Bir sonbahar günü vuslat ile son bakışını dört ayaklı minareye diken Tahir Elçi ile çok eksildik. Tahir de coğrafyasının kaderini yaşadı... Dört parçaya ayrılan vatanı gibi dört ayak üzerine kurulu bir minare önünde hayata veda etti.

Tahir, Cudi’nin hemen dibindeki cennet misali olan Hebler (Hisar) Köyü’nde doğdu. Süryanilerin Zilil Horet diye çağırdıkları bu köy ve yanı başındaki Şax (Çağlayan) Köyü doğa güzelliği ile dillere destandır. İki köy sürekli beraber anılır. İki köyün kaderi de bir olmuştur.

Bugünkü Ortadoğu’nun haritasının çizilmesinde büyük rolü olan ve “çöl kraliçesi” olarak bilinen İngiliz Casus Gertrude Lowthian Bell’in ayak basmadığı yer bırakmamış ve gittiği her yeri fotoğraflamıştır. Bell, 1911′de yayımladığı ”Amurath” adlı eserinde “Cizre’nin Şax Köyünün kalesinden ve Hebler köyünün mukayese edilemeyen inanılmaz güzelliğinden bahseder. Onun anlatımına göre Hebler nar, ceviz, incir, badem, dut ağaçlarına gömülü, üzüm asmaları bir ağaçtan diğerine uzanmış, yerler ekinlerle kaplı, yamaçlar ise kıpkırmızı zakkum çiçekleri ile çevrili bir yerdir.”

Adeta İrem Bağlarına sahip olan bu iki köy 1993 yılında devlet güçleri tarafından yakılıp yıkıldı. Tahir’in doğduğu köy Hebler ve Şax Köyü yakıldıktan sonra çorak bir araziye dönüştürüldü. Neredeyse her yıl uçak bombardımanları ile defalarca kez vuruldu. Her iki köy Kürt Özgürlük Hareketi saflarında 100’e yakın evladını toprağa verdi. Cizre’deki son yasakta da her iki köyden 6 kişi devlet güçleri tarafından katledildi. Ablukada katledilen firüzan yüzlü, şiir tutkunu Rizgar Yıldızgörer Tahir’in köylüsü ve akrabasıydı.

Yurtsever kimliği ile bilinen bu köyün kaderi Tahir’in de kaderi oldu.

Dostları ve sevenleri anlatır: Dört ayaklı minareye kurşun sıkıldığı gün yüreği bir “güvercin tedirginliği” ile çarpmıştır.  Tarihi ve kültürel yapılara olan sevgisi ve merakı çevresindeki herkes tarafından bilinirdi. Çatışma ve abluka bölgesinde bulunan Dört Ayaklı Minare’ye Tahir mutlaka ulaşacaktı... Ötesi yoktu.

Katledilmesinden bir gün önce meslektaşlarına “Öleceksem Dört Ayaklı Minare’nin altında öleyim” sözü öylesine söylenmiş külhanbeyli bir laf değil. Tahir’in gözüpekliğinin marifetiydi. Dört Ayaklı Minare’ye yapılan kültürel suikast en çok O’nu üzdü. Dört Ayaklı Minare’ye suikast düzenleyenler minarenin gölgesine sığınan Tahir’e de suikast düzenledi. 

Devlet ısrarla bu cinayetin üstünü örtmeye ve sümen altı etmeye çalışıyor. Tahir’e sıkılan kurşunun menşeini bu halk çok iyi biliyor. Tartısının üzerinde muktedirin parmağı olan devletin adalet terazisine güvenmeyi bu halk çoktan bıraktı. 1990’lı yıllarda işlenen bütün siyasi cinayetleri ve katliam dosyalarını kapatan ve failleri terfi eden adalet mekanizması aynı şekilde Tahir Elçi cinayetini de kapatma arayışında. Çünkü fail devletin ta kendisi. 'Faili meçhul cinayet bu ülkede bir tarz-ı siyaset’.

Tahir Elçi, sadece bir tetikçinin değil kollektif bir cinayetin kurbanı oldu. Tıpkı muhalif görüşlerinden ötürü cezaevine gönderilen, topluma bir “komünist öcü” olarak gösterilen Sebahattin Ali’nin öldürülmesi, İHD’nin 1990 Ekim sonunda Ankara’daki kongresinde kürsüye çıkıp İHD Diyarbakır Başkanı olarak Kürtçe konuşmak istediği için hedef gösterildikten sonra katledilen Vedat Aydın, devletin Kürdü yok sayan statükocu zihniyetine kalemi ile meydan okuyan Apê Musa’nın öldürülmesi, kurucu devlet ideolojisinin dışına çıktığı için önce medya aracılığıyla siyasi bir lince ardından hiyerarşik bir cinayet ile susturulan Hrant Dink gibi...

Tahir, bir televizyon programında siyasi ve sosyolojik bir tespitle “PKK terör örgütü değildir.” dediği için ilk başta iktidar tarafından hedef gösterildi. Daha sonra söylediği bu sözden sonra hakkında gözaltı kararı çıkaran bağımlı yargı devreye girdi. Bu süreçte de manşet tetikçiliği ile iktidar medyası Tahir’i sürekli hedef göstererek siyasi açıdan aforoz etti. Suikasti düzenleyenin silahından çıkan son kurşundan önce iktidar, yargı ve medyanın kurşunu Tahir’i katletti.

Hebler’de başlayıp Dört Ayaklı Minare’de son bulan Tahir’in hikayesi coğrafyamızın hikayesidir. Tahir’in hikayesi aynı zamanda Türkiye’deki siyasi cinayetlerin aydınlatılmamış tarihidir. Ancak, coğrafyamızın kadersizliği elbet bir gün son bulacak. Dört Ayaklı Minare’de Tahir’in çok sevdiği demli çay damağımıza yapışacak. Artık gömleğimize kanın kırmızı lekesi değil Hebler’in o güzel nar tanelerinin lekeleri düşecek. Dört Ayaklı Minare, Hebler, Cizre ve Kürdistan bir boydan bir boya seni minnet ve özlemle anıyor sevgili Tahir...

Faysal Sarıyıldız

1 Aralık 2016