İbrahim Ayhanın bütçe kapanış konuşması

Urfa Milletvekilimiz İbrahim Ayhan'ın 2018 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı kapanış konuşması:

2018 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’nın tümü üzerinde HDP grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız, cezaevlerinde tutulan Eş Genel Başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş, Sayın Figen Yüksekdağ, Grup Başkanvekillerimiz Sayın İdris Baluken, Sayın Çağlar Demirel şahsında bütün milletvekillerimizi, belediye eşbaşkanlarımız ile diğer bütün arkadaşları saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi bir ayı aşkın komisyon çalışmalarının ardından, 12 günlük Genel Kurul çalışmalarıyla, bugün 2018 Bütçe görüşmelerinin sonuna geldik. Tabi bu süre zarfında çok şey konuşuldu, bazen sert tartışmalar, hatta kavgalar yaşandı.

Kürdistan sözünün Meclis’te yasaklanması ile geçmişte Kürt dilini, coğrafyasını, tarihini yok sayan darbecilerin konseptine tekrardan dönüldüğüne de tanıklık ettik.

Çoğunlukçu iktidar yaklaşımının demokrasi, barış, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi temel taleplere ne denli kapalı olduğunu, demokrasi ve özgürlüklerden rahatsızlık duyduğunu da gördük. Halk iradesinin tecelli etmesi gereken bir parlamentonun, halkın temel taleplerine ve sorunlarına çözüm üretememesi, çözümden uzak bir yaklaşım ortaya koyması son derece üzüntü ve kaygı verici bir durumdur. Tekçi sistem ve egemenlikçi bir siyaset zihniyetiyle de karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. 

Bütçe görüşmelerinin son gününde, bütçenin toplumsal olarak neye tekabül ettiğini vurgulamakta fayda görüyorum. Demokratik toplumun olmazlarından biri ekonomik kaynakların kullanımına ilişkin olarak halkın söz sahibi oluşudur. İlk toplumsal sözleşmeden bu yana ekonomik varlıkların kullanımı konusu demokratik sistemlerin temel unsuru olarak kabul edilir. Aynı zamanda ekonomik kaynak kullanımının eşit bir dağılıma tabi tutulması da bir başka temel kabuldür. Eğer kaynak paylaşımında adalet varsa, demokrasiden, eşitlikten söz edilebilir. Bütçe hakkı olarak tanımlanan bu haklar kapitalist sistemlerde uygulanamamaktadır. Türkiye gibi kapitalizmi acımasızca uygulayan bir ülkede ise, bütçe hakkının “h”sinden bile ne yazık ki bahsedemiyoruz.

12 gün boyunca gerek Kabine’deki Bakanlar, gerek iktidar partisi ekonomide büyüme ve hedefler konusunda toplumsal gerçeklikle hiçbir şekilde örtüşmeyen hayali bir tablo sundular bize ve ekranları başındaki halkımıza. İktidar sözcülerinin çizdiği pembe tabloya bakılırsa sanki açlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, sefaletin, sömürünün,  yaşandığı bir ülkede değil de bolluk ve refahın kol gezdiği zengin bir ülkede yaşıyoruz. Ama gerçeklik AKP’nin çizdiği sanal tablodaki gibi değil. Daha sözün başında ifade edeyim. Rakamsal olarak sundukları tabloların büyük çoğunluğu hayal ürünüdür, yalandır. TÜİK eliyle yaptıkları hilelerden ibarettir. Gerçi bütün hilelere rağmen artık TÜİK bile siyasal iktidarın topluma sunmaya çalıştığı bu yalan hedefleri tutturamıyor. Deyim yerindeyse artık yalanda da bir istikrar tutturamıyorlar! Nitekim AKP’nin Orta Vadeli Program’da, açıkladığı ekonomi paketlerinde, Hükümet yetkililerinin söylediği; döviz kur hedefi, işsizlik rakamları, enflasyon, büyüme hedefleri gibi bütün hedefler, bizim oraların deyimiyle “fıs” oldu. Emekçinin, dar gelirlinin, üreticinin, çiftçinin, esnafın yani halkın içinde olmadığı bu bütçeyle ve sanal büyüme rakamlarıyla topluma hayal satmanın çabası içerisinde olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bul karayı al parayı misali bir bütçe. İçinde halkı bulursanız, parayı da bulursunuz. 

Eğer bu bütçe, bu iktidar halka umut ve güven verseydi, Nimet Abla bayisinin önünde uzun piyango kuyrukları olmazdı. Gidin bakın, halk artık umudu nerede görüyor yerinde tespit edersiniz. Eğer toplum iddia, milli piyango gibi kuyruklara girmiş, oradan medet umuyorsa, bu sizin utancınızdır.

Dolayısıyla toplumsal algıyı yönetmeye çalışmak, AKP’nin 15 yıldır başardığını sandığı en iyi iş olsa da, artık halkımız da; günlük hayatında cebine giren hatta girmeden çıkan para ile yapılan harcama arasındaki farkı görüyor. Gece gündüz çalışıp kazandığı üç kuruşun neredeyse tamamının dolaylı veya doğrudan vergilere gittiğini birebir yaşıyor.

Daha bu Meclis’ten bütçe öncesi geçirdiğiniz torba yasa ile gazoza bile ÖTV getirmediniz mi? Tütün üreticilerinin kazandığı üç kuruşa, tekelci patronlar kazansın diye vergi koyup ceza getirmediniz mi? Telefon şirketlerinin trilyonlarca vergi borcunu silip, halkın iletişimine ek vergi koymadınız mı?

Torba yasalarınız, halkın alınteriyle kazandığını geri gasp etme torbasına dönüşmüş durumda. Artık kepçeyle değil, torbayla topluyorsunuz halkın kazancını. Torbacı bir iktidara dönüştüğünüzü görmeniz gerekir.

2017 yılında aylık brüt maaşı 3 bin TL olan, yıllık 36 bin TL kazanan emekçinin bu kazancının 12.560 TL’si doğrudan, 7.600 TL'si dolaylı olmak üzere, toplam 20.160 TL'si vergilere gitmektedir. Yani bir emekçi, 365 günün 205 gününü sadece devlete vergi ödemek için çalışmaktadır. Peki, trilyonlarca vergi borcu affedilen holdingleri, vergi cennetlerine para kaçıranları görmüyor mu bu halk?

Ev işçisi bir kadın; eşinin bıraktığı parayla bırakın et almayı, kasabın yanından dahi geçemiyor. Baklagillerden mercimeğin, nohutun kilosunun 20 lira olduğunu görüyor. Pazara gittiğinde ıspanak, pırasa gibi ucuz bilinen sebzeleri bile alacak gücü kalmadı.

İşçi emeklisi bir teyzemiz; torunlarına artık bırakın muz, kivi almayı; ülke olarak cenneti olduğumuz portakal ve mandalinayı bile alamaz hale gelmiş durumda.

Ömrünü insanları yaşatmaya ve iyileştirmeye adamış yüzlerce hekim, sağlık çalışanı, muhalif düşüncelerinden dolayı KHK ile ihraç edilmişken; yerlerine cemaat ve tarikatlara dayananların atandığını görmüyor mu?

Asgari ücretle çalışan sanayi işçisi, çocuklarına kışlık mont, bot dahi alamazken; Çalışma Bakanı’nın kendisinden “fedakârlık” istediğini görmüyor mu?

Soma’daki maden işçisi, her sabah eşi ve çocuklarıyla vedalaşıp arkadaşlarını kaybettiği maden ocağına giderken, kendisini tekmeleyen “bürokrat” kılığındaki işçi düşmanlarının, iktidar tarafından terfi ettirildiğini görmüyor mu?

Bir emekli öğretmen ömrü boyunca çalışıp aldığı üç kuruş tazminatla başını sokacağı bir ev bile alamazken; öğretmen eniştelerin vergi cennetlerinde milyon dolarlarla nasıl oynadığını çok net görüyor.

Daha 23 yaşında iken ataması yapılmadığı için intihar eden Sosyal Bilgiler Öğretmeni İsa Erdoğan’ın şahsında, ataması yapılmayan öğretmenler ve onların aileleri; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanların çocuklarının 25 yaşında milyon avrolarla satın aldıkları gemicikleri, devletin trilyonlarca parasının kendi çocuklarının yönettiği derneklere, vakıflara gittiğini görmüyor mu sanıyorsunuz?

Elbette halkımız; adaletsizliğin, eşitsizliğin, gelir dağılımı adaletsizliğinin, emek hırsızlığının, işçi sömürüsünün, yolsuzluğun ve bu ülkenin nasıl yönetildiğini görüyor. Bu bütçenin, kendi bütçeleri olmadığını da iyi biliyor. Bu bütçe halkın parasıyla oluşturulan ama halkı dışlayan bir bütçedir.

Bütçenin hazırlanmasında demokratik katılım söz konusu değildir. Öncelikle TBMM Genel Kurulu’nun Hükümetin sunduğu bu bütçeyi kabul veya reddetmek dışında hiçbir seçeneği yoktur. Belirlenen ödenekler üzerinde eksiltme veya arttırma yetkisi yok. Bu yetki Anayasa gereği sadece Plan ve Bütçe Komisyonuna verilmiş. Peki, komisyon nasıl teşekkül ediyor? 40 üyenin 25’i iktidara ayrılmış, yani 25’i iktidar partisi olan komisyon, Hükümetin bütçesini noter gibi otomatikman kabul ediyor. Bütçe görüşmelerinde Komisyon’da savaşa, silaha ayrılan bütçenin çok fazla olduğunu ve buraya ayrılan bütçenin işçilerin, emekçilere, asgari ücretli çalışanların maaşına ayrılmasını önerdik, çağrı yaptık. Ama nafile. Önerimiz AKP milletvekilleri eliyle reddedildi.

Benim esas dikkat çekmek istediğim nokta; Hükümetin politikalarının en önemli denetim süreci olan bütçe tasarısı görüşmelerinde, yasama organının 10 üyesinin cezaevlerinde rehin tutuldukları için bu görüşmelere katılamamış olmasıdır. Parlamento eksik iradeyle toplanmıştır. Dolayısıyla birazdan çoğunluk oylarıyla kabul edilecek bu bütçe Anayasa’ya aykırıdır.

Bu parlamentonda grubu bulunan iki siyasi parti Genel Başkanı bütçe açılışında bu sıralarda oturup, Hükümetin bütçesine dair değerlendirmeler yaparken, Meclisin 3. Büyük partisinin Grup Başkanı olan Sayın Selahattin Demirtaş neden Hükümet bütçesi hakkında konuşamıyor? Neden Sayın İdris Baluken, grup başkanvekili ve bir hekim olarak Sağlık emekçilerinin sorunlarına işaret edemiyor?

Hükümetin sunduğu bu bütçenin, 10 milletvekili cezaevindeyken görüşülmesine içiniz nasıl razı oluyor meclisteki Sayın milletvekilleri? Bu bütçenin meşru olmadığının açık bir göstergesi değil midir? Bu bütçeye adil, eşit, demokratik, katılımcı diyebilir miyiz?

Bu bütçe kimin bütçesidir, kimin bütçesi değildir. Gelin şimdi buna bakalım.

Bu bütçe KHK’larla ihraç edilen on binlerce kamu çalışanın bütçesi değildir.

Bu bütçe, ataması yapılmayan 400 bin öğretmenin, emeği sömürülen 100 bin ücretli öğretmenin bütçesi değildir.

Bu bütçe yüz binlerce sağlık emekçisinin bütçesi değildir.

Bu bütçe 24 milyonu aşkın öğrencinin,  1 milyonu aşkın eğitim emekçisinin bütçesi değildir.

Bu bütçe;

Emeklilerin,

Esnafların,

İşçilerin,

Çiftçilerin,

Üreticilerin

Engellilerin,

Kadınların,

Yaşlıların,

Çocukların,

Gençlerin,

Asgari ücretle çalışan milyonlarca emekçinin, bütçesi değildir.

Peki bu bütçe, kimin bütçesidir?

Bu bütçe; gençlerimizin hayatına malolan savaş hazırlıklarının bütçesidir. Bu bütçe tank, top, tüfek bütçesidir. Halkımızın sofrasındaki ekmeği büyüten bir bütçe değildir.

Türkiye, bir halklar, inançlar, diller ve kültürler bahçesidir. Fakat bu bütçe; farklı diller, farklı din ve inançlar, farklı kültürlerin bütçesi değildir. 

Türkiye; her bir tarafı coğrafi, tarihi güzellik ve zenginliklerle bezenmiş bir ülkedir. Fakat bu bütçe; doğanın, tarihin, ekolojik yaşamın korunmasının bütçesi değil, talan edilmesinin bütçesidir. 

Bu bütçe adaletin bütçesi değildir.

Bütçe özgürlükçü değil, güvenlikçi bakış açısının ürünü bir bütçedir. 

Halkımızı bezdiren OHAL/KHK rejimini kalıcı hale getirmeyi amaçlayan bir bütçedir.

Bu bütçe barış, huzur ve adalet bütçesi değildir. Bu gün ülkenin en acil ihtiyacı barıştır, demokratik çözümdür, içeride ve dışarıda barış-dostluk temelli, kalıcı ilişkilerin, ittifakların kurulmasıdır. Biz savaş hazırlığı bütçesi derken bu tespitimizi bizzat hükümetin açıklamaları doğrulamaktadır.  Sayın Cumhurbaşkanı “Afrin’i temizleyeceğiz” diyor. Bu sözlerin bütçeyle bağını kurmak için bütçe uzmanı olmaya gerek yok. Dolayısıyla bugün ülke, AKP’nin politikaları nedeniyle bölgesel bir savaş tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kim ne derse desin önümüzdeki bütçe de buna göre ayarlanmaktadır. Halkları karşı karşıya getirecek bu sürecin hiç kimseye faydası yoktur.

Doğru olan; Rojava halklarının özgür demokratik iradesini tanımak, saygı duymak, onlarla tarihsel bir ittifak ilişkisi kurmaktır. Çözüm, Afrin’e girerek, bölgesel bir savaş çıkartmakta değildir. Çözüm barıştadır, diyalogdadır, müzakerededir.

Ne yazık ki bu bütçenin barış bütçesi olmadığını üzülerek, endişe duyarak ifade etmek istiyoruz. Ancak her şeye rağmen biz barışı, özgürlükleri, demokrasiyi, adaleti ve eşitliği savunmaya, savaş politikalarına karşı çıkmaya devam edeceğiz.

Türkiye halklarına sözümüz; yoksul halkımızın alın terinden alınan vergilerden oluşan bütçenin, hesabını kuruş kuruş siyasi iktidardan soracağız ve gerçekleri halklarımıza tüm yönleriyle anlatmaya devam edeceğiz.

22 Aralık 2017