
Urfa Milletvekilimiz İbrahim Ayhan Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerine değerlendirmelerde bulundu ve şu ifadeleri kullandı:
İnsanların düşüncelerini, fikirlerini söyleme özgürlüğünün olması gerektiğini en fazla savunan biri olarak ve bunun en fazla olması gereken yerin de Meclis olması itibarıyla bu geri tartışmaların, bir siyaset malzemesi yapılmasını asla doğru bulmuyorum. İnsanlar tartışmalıdır, tartışmayan insanlardan korkulmalıdır. İnsanların düşüncelerini açıklamaması bizi daha fazla tedirgin etmelidir, daha fazla "Ne yapmalıyız?" noktasına sevk etmelidir. Dolayısıyla insanların düşüncesini açıklamasını yadırgamamak, bunu saldırıyla, bunu farklı niyet okumalarla değerlendirmemek gerekiyor.
Çalışma Bakanlığının bütçesinin çalışma alanının çok yoğun ve çok sorunlu olması itibarıyla oldukça eleştiriye açık bir bütçe olduğunu ifade etmek gerekiyor. Şu anda bu bütçeyi konuştuğumuz gün itibarıyla bugün Soma'da bir maden ocağında 1 işçi ne yazık ki yaşamını yitirmiştir. 2007 yılından günümüze kadar son 11 ayda 1.851 işçi" iş cinayetleri" dediğimiz cinayetlerle ne yazık ki yaşamını yitirmiştir. Ucuz iş gücü ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilen çalışanlar yaşamını yitiriyor ve insanlar ekmek kazanmak için, para kazanmak için, evine aş, ekmek götürmek için yaşamını yitirmek zorunda kalıyor.
Çalışma Bakanlığı işsizlik bakanlığı oldu
İkincisi: Türkiye'de ekonomik göstergeler giderek kötüleşirken çalışma yaşamında da iş cinayetleri, işsizlik, ücret eşitsizliği gibi temel konu başlıkları yaşamın bütün alanına yansımaktadır. Çalışma Bakanlığı ne yazık ki şu ana kadar işsizlik başta olmak üzere iş güvenliği, eşit ücrete yönelik çalışmalarda sınıfta kalmıştır. Buna ilişkin çok ciddi, çok kalıcı çalışmalar yapmamıştır. Âdeta, denilebilir ki Çalışma Bakanlığı işsizlik bakanlığı olmuştur.
Eğer büyüyorsak işsizliğin azalması, ücretlerin artması gerekir
Daha dün, TÜİK, işsizlik rakamını 10,6 olarak açıkladı ve ondan bir hafta önce de büyüme rakamları yüzde 11,1 olarak açıklandı. İşsizlik geçen aya göre yüzde 0,6 azalmış ama büyüme yüzde 11,1 olmuş. Bu büyük bir makas açıklığıdır, bu büyük bir çelişkidir. Eğer büyüyorsak işsizliğin de azaltılması gerekiyor, eğer büyüyorsak ücretlerin de artmış olması gerekiyor, çalışanların ücretlerinde de iyileşme olması gerekiyor, esnafın ticaretinde de iyileşme olması gerekiyor, çiftçilerin yaşamında da iyileşme olması gerekiyor. Yani bütünen yaşamda iyileşme olması gerekiyor ama büyüme rakamları, emeğiyle, ücretiyle çalışanlara yansımıyor. Kime yansıyor? Bir avuç finans sektörüne, paradan para kazanan bir avuç kesime yansıyor.
Bir ülkede tarım büyümüyorsa ekonomi de büyümez
Dolayısıyla, hazine garantili fonlarla, piyasaya sıcak para sürülmesiyle ortaya çıkarılan büyüme tamamen hormonal bir büyümedir, tamamen sanal bir büyümedir ve bu büyüme reel üretime yansımamıştır. Bakın, yüzde 2,8 tarımda büyüme olmuştur, yüzde 18,7 inşaat alanında büyüme olmuştur, imalat sanayisinde büyüme yüzde 14 civarında kalmıştır. Yani bir ülkede tarım büyümüyorsa ekonominin büyümesi de mümkün değildir. Bir ülkenin ekonomisinin motoru tarım ve tarım sanayisidir. Buradaki büyüme eğer gerçekleşmiyorsa bir ekonomik büyümeden bahsetmek çok da gerçekçi değildir. Yani reel sektörde bir büyümeden söz etmek mümkün olmamıştır.
Çalışma Bakanlığı işsizliği düşürmeyeceğini vaat etti
Bakın, işsizlik çığ gibi büyüyor. Yani 3 milyonun üzerinde, resmî rakamlara göre 3 milyon 600 bin civarında işsiz var şu anda Türkiye'de ve bu işsizlerin çoğu genç nüfus. Diğer taraftan, işsizlik büyürken Çalışma Bakanlığı, kendi bütçe sunuşunda 29 kez istihdamdan bahsetmiştir. Ne gariptir ki istihdamdan bu kadar bahseden Çalışma Bakanlığı 2018 işsizlik hedefini de 10,7 koymuştur; yani, bu yılki hedefi olarak koymuştur. Yani, siz istihdamı bu kadar artıracaksanız, bu kadar istihdam alanı yaratacaksanız işsizliği düşürmeniz gerekiyor. Şimdiden, peşinen, 2018 yılında Çalışma Bakanlığının işsizliği düşürmeyeceğine dair bir vaadi söz konusudur; bu da çok ilginç bir çelişkidir.
İŞKUR iktidarın seçmenlerini tatmin etme alanı
İŞKUR hakkında o kadar çok şey söylenebilir ki son Sayıştay raporlarında da bu kendini açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2006 yılından beri İŞKUR Sayıştay’a düzenli bir şekilde bilgi vermemektedir. Bakın, devletin bir kurumuna Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olan bir kurum rapor sunmamaktadır. Ve İŞKUR neye hizmet etmektedir? Siyasal iktidarın kendi seçmenlerini tatmin etme ve bunun üzerinden seçmen oluşturma maksadıyla politik bir alan olarak kullanılmaktadır. İş güvencesini, istihdamı geliştirmesi gerekirken, bunu yaygınlaştırması gerekirken tamamen bir siyasal anlayışın bir alanı olarak değerlendiriliyor. İllerde, ilçelerde AKP'nin il ve ilçe örgütlerinin, kendi yandaş kesimlerinin arpalığı olarak değerlendiriliyor.
2017'nin Eylül ayındaydı, bir gazetede İŞKUR'la ilgili büyük bir vurgun ortaya çıkmıştı. Bu vurgun neydi? İŞKUR üzerinden çeşitli patronların, işçileri oraya yönlendirerek, işçiler için ödemeleri gereken sigorta primlerini İŞKUR'a ödettirerek ve oradan da çok düşük bir ücretle bir vurgun süreci yaşandı. Yani, Çalışma Bakanlığı eğer Sosyal Güvenlik Kurumuyla bu iş yerlerini denetlemiyorsa, bu iş yerleri üzerinde bir denetim mekanizması kurmuyorsa bu, Bakanlığın oldukça eksik olduğu bir husustur.
Muhtarlar kaçak çalıştırılmış
Denetim meselesi de son derece ciddi. Basına da yansıyan bir husus var; 1.308 muhtarın primi yatırılmamış ve SGK 6 milyon civarında zarara uğratılmıştır. Dolayısıyla bu muhtarlar kaçak bir şekilde çalıştırılmıştır. Bu da Çalışma Bakanlığının denetimi ve kontrolü altında olan bir alandır. Buna benzer birçok alanda Çalışma Bakanlığının yeterli denetimi yapmamasından kaynaklı büyük vurgunlar ve büyük kayıplar gerçekleşmektedir.
Arabuluculuk şartıyla işçinin hak aramasının önünü kestiniz
Geçtiğimiz günlerde arabuluculuk yasası çıkarıldı. Arabuluculuk yasası zaten önceden vardı. Önceden var olan bir yasayı tekrardan işçi aleyhine çıkarmak sermayeden yana, patrondan yana bir tutum almaktır. Zaten mevcut İş Kanunu gereği patrona karşı zayıf olan işçi korunurken ara buluculuk sistemiyle siz ne yaptınız? Patrona karşı işçiyi daha zayıf bir noktaya getirerek arabuluculuk şartıyla işçinin hak aramasının önünü kestiniz.
Diğer bir konu, OHAL kapsamı ve KHK'larla birlikte Çalışma Bakanlığının aslında koruması gereken bir alanda yaşanan hak ihlalleridir. OHAL boyunca 111.588 kamu emekçisi ihraç edilmiştir. İdari işlemle ihraç edilen, açığa alınan, sözleşmesi yenilenmeyenlerle birlikte bu sayı 130 binin üzerine çıkmıştır. İhraçların büyük kısmı da Millî Eğitim Bakanlığında yapılmıştır. 33.227 Milli Eğitim personeli ihraç edilmiştir. Devlet üniversitelerinde bu paydan nasibi alan 5.717 akademisyen, 1.306 idari personel ihraç edilmiştir. Hâlen de işte bu OHAL Komisyonu denilen yerden cevap gelmemiştir ve bunlar hukuksuz bir şekilde, tamamen keyfî ve niyet okuma yöntemiyle, ihbarlarla ve benzeri yaklaşımlarla ihraç edilmişlerdir.
Taşeronun kendisi yasa dışı
Taşeron konusu, son günlerde çokça gündeme getirilen bir konu. Aslında taşeronun kendisi yasa dışı bir şey, taşeronlaşmanın kendisi yasa dışı bir şey. Hükümet şimdi bu yasa dışı bir şeyi yasal bir düzenleme yapacakmış gibi topluma sunmaya çalışıyor. Yani insanların yasa dışı bir şekilde çalıştırılması ne kadar kabul edilemez ise onu yeniden düzenlemek için yasa çıkarmak da o kadar kabul edilemez bir şeydir. Dolayısıyla bu da büyük bir çelişkidir.
İşçiyi bir taşerondan alıp başka bir taşerona vermek marifet değildir
Bugün işçiyi bir taşerondan alıp başka bir taşerona vermek marifet değildir. Bu şuna benziyor: Yani babasının şiddetinden kaçan bir kızın koca şiddetine maruz bırakılmasıdır. Yani siz özelden alıyorsunuz, belediye şirketine veriyorsunuz; güvence, kadrolu çalışma, ücretlerinde iyileştirme gibi herhangi bir şey yapmıyorsunuz. Dolayısıyla bu bile büyük bir saptırmadır. Onların haklarını savunmaya yönelik ifade edilen hiçbir şeyin doğru olmadığını gösteren bir uygulamadır.
Bir diğer konu, özellikle bu OHAL süresince çalışanların grev yapma hakkı... AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın söylediği gibi "Biz, OHAL'i işverenlerin daha iyi kâr etmeleri için ve işverenlerin lehine ilan ettik" söylemi bile başlı başına bu OHAL rejiminin neye ilişkin, neyin çıkarına, neyin faydasına kullanıldığının da göstergesidir. Yani burada işçiler korunmuyor, burada çalışanlar korunmuyor, burada çalışanların hakları korunmuyor; tamamen onları sömürü ve artı değer baskısı altında tutan kesimlerin çıkarlarını korumak için kullanıyor OHAL. O açıdan da bu OHAL uygulaması da oldukça yanlış, oldukça eşitsiz ve hukuksuz bir uygulamadır, çalışma yaşamını da ciddi bir şekilde tehlikeye sokan ve iş yaşamındaki barışı ortadan kaldıran bir uygulamadır.
Bir yerde işsizlik varsa orada ciddi bir insan hakkı ihlali vardır
İnsanların işsiz bırakılması, insanın ekmeğe, beslenmeye, gıdaya maruz bırakılması ve buna mahkum edilmesi kadar çok utanç verici bir şey yoktur. Bir yerde işsizlik varsa orada ciddi bir insan hakkı ihlali vardır. Bir yerde insanı işsiz bırakılarak terbiye edilmesi gibi bir politika yürütülüyorsa bu asla ve asla kabul edilecek bir şey değildir. Bu ne demokratiktir ne özgürlükçüdür ne de eşitlikçidir. Demokratik yaşama, eşit ve özgür yaşama uymayan bir uygulamadır.
Bugün sadece Türkiye'de değil, paradan para kazanma sisteminin, finans sektörünün ve kapitalizmin hüküm sürdüğü her yerde işsizlik çığ gibi büyümektedir. Yapılması gereken emekten yana, eşitlikten yana adaletli bir bütçe oluşturmaktır. Bunun için de toplumun tüm kesimlerinde bir gelir eşitliğini sağlamaktır, bunu sağlayabilecek adımlar atmaktır. Aksi takdirde insanları işsiz bırakarak, insanları terbiye etme anlayışı kesinlikle kabul edilebilir bir anlayış değildir.
16 Aralık 2016