Türkiye’de yaşanan krizler genellikle jeopolitik bir perspektifle açıklanır. Siyasi coğrafyanın belirleyici gücüne yapılan abartılı vurgu diğer tüm dinamikleri adeta bu perspektife bağımlı kılmakta. Jeopolitik belirlenimin gücünü inkâr etmek olası değil, ama bu okumanın sınırlarını da bilmek önemli. Ekonomi politiğin, tarihselliğin, sosyolojik gelişmelerin ve diğer birçok etmenin jeopolitik düzlemi hareketli kıldığını bilmemiz gerekiyor.
Bugün Türkiye siyasetine baktığımızda, yaşanan birçok gelişmenin jeopolitik düzlemdeki hareketlilikten kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu hareketliliği belirleyen gelişmelerin üzerinde yaşadığımız coğrafyanın düzlem kaymaları yaşamasında aranması gerekliliği ortadadır. Kürt sorunu başta olmak üzere Suriye, Rusya, İran, AB ile yaşanan bütün sorunlar ve gelişmeler bu hareketliliği sağlamaktadır. Ekonomi politiğin gelişimi ise çok daha belirgin izler bırakmaktadır. Siyasi coğrafyanın kendi çeperinde olan ilişkilerin bu kaymalara yol açmasının ötesinde, çepere uzak ilişkiler de bu kaymalar üzerinde etkili olabilmektedir. Atlantik ötesi ilişkilerden NATO eksenli ilişkilere kadar, hatta ÇİN ekonomisindeki hareketlilik bile bu süreci etkileyebilmektedir.
Bu hareketliliğin statükocu bir akılla yorumlanamayacağı, buradan etkin stratejilerle çözüm üretilemeyeceği bir gerçeklik. ‘Stratejik Derinlik’in bu perspektiften yoksun olmasının bugün sadece Türkiye için değil, birçok ülke ve toplum için ne denli büyük ve içinden çıkılmaz sorunlar yarattığı ortada. Rusya ile yaşanan gerilimde de bunun payı o denli yüksek ki, Rus Büyükelçisi’nin Ankara’da suikasta uğraması yeni bir eksen kayması içinden okunabilir.
Tüm bu çoklu gelişim dinamiklerini algılamaktan yoksun bir devlet yönetimi ile karşı karşıyayız. Kürt sorununun çözüm meselesini bir takıntı haline getirip, yüzyıllık aklı muhafaza etme pahasına kendi halklarını, toplumunu bir uçuruma sürüklemekle kalmayıp, adeta tüm bölgeyi ateşe sürükleyen bir politika geleceği daha da karartmakta. Kürt sorununun çözümüne bu çerçeveden bakıldığında; sadece içeride barışı sağlamaya yönelik bir hamle değil, yeni bir ekonomi politiğin biçimlenmesine de etki eden bir güce sahip olduğu görülecektir. Bu sorunun çözüm perspektifi bu açıdan okunmadığı sürece, bölgesel gelişmeler güvenlik konseptine indirgenmekte, bunun da yansımaları daha fazla şiddet ve savaş olarak hayata aksetmekte.
Savaşın sonlanması ve kalıcı bir barışın sağlanması artık Türkiye iç gündemiyle sınırlı bir konu değil. Bu konu bölgesel, hatta küresel ölçekte belirlenebilecek bir boyuta çoktan ulaştı. Jeopolitiğin hareketliliği bu açıdan bakıyorsak, olası stratejilerin de buna uygun üretilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olacaktır. Türkiye bu okumaları yapabilecek kadrolardan ve entelektüel kapasiteden yoksun. Siyasi iktidar kendi dar ufkuna sıkışarak ve bu sıkışmayı sadece iç politik düzleme değil, tüm dünyaya dayatarak yol alabileceğini umuyor. Bunun mümkün olamayacağı yaşanan iktisadi gelişmeler başta olmak üzer tüm politik ve toplumsal gelişmelerde görülmekte. Siyasi iktidar bu denli açık görüngülere sahip gelişmeleri bile okumaktan uzak. Kriz her alanda derinleşiyor…
Bir zamanlar jeolojik hareketsizliğinin sağladığı avantajlarla kendisini yeniden üretebilmiş bir devlet aklının soğuk savaş koşullarının yarattığı devinimsizlik sonrasında hala bir soğuk savaş stratejisi aksında konumlanmaya çalışması, bugün içinden çıkılamaz sorunların en önemli kaynağı. Akıl sağlığı ciddi şekilde bozulmuş bir kadronun elinde çok daha vahim gelişmeleri yaşamak olasılığı maalesef giderek artıyor. Bunu kırmanın yolu siyasi coğrafyanın hareketliliğini ve tüm bu gelişmelerdeki hâkim dinamikleri sağlıklı bir akılla okumaktan ve bununla uyumlu gelişmeleri sağlayacak siyaseti var etmekten geçiyor.
21 Aralık 2016