Kadın Meclisimizden açlık grevleri için duyarlılık çağrısı: Cezaevleri toplama kampı gibi!

Kadın Meclisi Sözcümüz ve Ağrı Milletvekilimiz Dilan Dirayet Taşdemir, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve açlık grevlerine ilişkin genel merkezimizde basın toplantısı gerçekleştirdi. Şakran, Edirne, Sincan, Menemen, Van, Siirt, Ermenek ve Osmaniye cezaevlerinde çok sayıda siyasi tutsağın başlattığı açlık grevlerine ilişkin hükümetin sessizliğine dikkat çeken Taşdemir, Türkiye'deki cezaevi koşullarının toplama kampı uygulamalarını aştığını ifade etti.

Taşdemir şöyle konuştu:

Hükümet, cezaevlerindeki açlık grevleri ve hak ihlalleri yokmuş gibi davranıyor

Ülke gündemi 16 Nisan'da yapılacak olan referanduma odaklanmışken, diğer yandan suskunlukla karşılanan, gündeme alınmayan ve ötelenen bir sorun var. Şu an cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevleri var. Türkiye cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri bugün başlayan bir durum değil, yıllardır politik kimliklerinden kaynaklı insanlar cezaevlerinde. Tutsaklara özgürlükleri ellerinden alınması yetmezmiş gibi bu tutsaklara yönelik bir de cezaevi koşullarından kaynaklı yoğun hak ihlalleri yaşatılıyor. Bu hak ihlalleri, her gün özellikle insan hakları örgütlerinin de son günlerde açıkladıkları raporlarda olduğu gibi korkunç boyutlara ulaşmış durumda. Bizler açlık grevleri başlamadan önce de Meclis'te gerek soru önergeleri ve gerekse yaptığımız açıklamalarla bu duruma dikkatleri çekmiştik. Hak ihlalerine karşı cezaevlerine yönelimler olacağı konusunda hükümeti uyarmıştık. Ama maalesef hükümet, sanki cezaevlerinde yaşanan bu durum sanki bu ülkede, iktidar oldukları bir ülkede yaşanmıyormuş gibi davranıyor. Sanki cezaevlerinde 40 gündür var olan bu açlık grevleri onları ilgilendirmiyormuş gibi bir tutum içerisindeler.

Cezaevlerindeki hak ihlalleri, toplama kampı uygulamalarını aşmış durumda

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin boyutu korkunç bir seviyeye gelmiş bulunmakta. Bunu artık cezaevi sorunları olarak tanımlamak mümkün değil; cezaevlerinde dayatılanlar, toplama kamplarının uygulamalarıdır. Yaşanan ihlaller, sorunlar ve uygulamalar toplama kampları uygulamalarını aşmış durumda. Cezaevlerinde yaşanan bu ihlaller aslında yargılama süreci ile başlayan ihlallerdir. 15 Temmuzdan sonra 40 bine yakın insan tutuklandı. Bu insanlar nasıl tutuklandı, gerçekten adil bir yargılanma oldu mu?

5 bine yakın HDP'li cezaevinde!

Birçok insan iktidarın siyasi gündemi ve talimatları doğrultusunda tutuklandı ve bunların büyük çoğunluğu bizim parti yöneticilerimiz ve çalışanlarımızdır. Sadece şu an 27 ilçe eşbaşkanımız, 85 il eşbaşkanımız, 750'ye yakın yöneticimiz tutuklanmış bulunmakta. Tüm üyeleri ile birlikte saydığımızda 5 bine yakın HDP’li şuan cezaevlerinde. Bu arkadaşlarımıza yönelik cezaevlerinde sanki politik kimlikleri yokmuş gibi uygulamalar geliştirilmektedir.

Cezaevlerinde yaşanan vahşete karşı duyarlılık çağrısı yapıyoruz

Buradan hükümete çağrıda bulunuyoruz; bu insanlar dışarıda politika yapıyordu, ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik siyaset temelinde çözümü için mücadele ediyorlardı. Siz içeri attığınızda bu politik kimliklerinden soyutlanmış olmuyorlar. Bu insanların politik kimlikleri yokmuş gibi davranamazsınız. Bugün cezaevlerinde yaşatılan vahşet konusunda hem hükümeti uyarıyoruz ve hem de bu konuda kamuoyuna duyarlılık çağrısında bulunuyoruz.

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin boyutları hergün gittikçe birbirini aşan bir noktaya varıyor. Yıllardır hem tutsakların hem kendi mücadeleleri hem de hukuksal anlamda elde edilen kazanımlar geri alınıyor. Ağır bir tecrit söz konusu, özellikle Sayın Öcalan ve diğer tutsaklar üzerinde ağır bit tecrit uygulanıyor.

Yine ailelerle görüşler, cezaevi görüşleri ile ilgili kısıtlama ve sınırlılıklar getirilerek görüş hakları ellerinden alınıyor. Örneğin sürgünler bir cezalandırma yöntemi olarak uygulanıyor. İnsanlar cezaevlerinde ayda 3 defa sürgün ediliyor. Çocuklarını görmeyen aileler var çünkü ve çocuklarının hangi cezaevlerinde olduğunu tespit etmekte zorlanıyorlar.

Cezaevlerini denetleyen mekanizmalar OHAL'le ortadan kaldırıldı

Yine cezaevleri alanında çalışan ve dayanışan dernekler OHAL gerekçesiyle kapatıldı. Bugün Türkiye cezaevlerini denetleyen, tutsaklarla ve ailelerle dayanışmayı sağlayan mekanizmalar ortadan kaldırılmış durumdadır. Bir şekilde tutsaklar ile birlikte aileleri de bu tecrit ile karşı karşıya.

Tahliye edilmesi gereken tutsaklar sudan gerekçelerle tahliye edilmiyor. Dün İskenderun cezaevinde Mehmet Yıldızbakan 65 yaşında hasta tutsak yaşamını yitirdi. 5 yıldır cezaevinde bulunan Mehmet Yıldızbakan tüm çabalara ve hukuki girişimlere rağmen tahliye edilmedi. Tahliye edilmesi gereken gün de hastahanede yaşamını yitirdi.

Hükümet, hasta tutsaklar ile ilgili verdiği sözleri unuttu

Hasta tutsaklar uzun bir süredir hem bizim hem kamuoyunun gündeminde. Açıkçası çözüm sürecinde de bu konuda uzunca tartışmalar ve görüşmeler yürütülmüştü. Hükümet-AKP hasta tutsaklar konusunda sözler vermişti. Ama maalesef bu sözlerini unuttu. Hukuku ve adaleti bir kenara bırakan iktidarın, hasta tutsaklar konusunda vicdani ve ahlaki bir çürüme yaşadığını söyleyebiliriz. Kendileri söz konusu olunca en ufak bir hak ihlalinde uluslararası kriz yaratan AKP iktidarı, cezaevlerinde ölüm döşeğinde olan hasta tutsakların aileleri ile bir vedalaşma, bir helalleşme durumuna dahi müsaade etmiyor. Bu açıkçası bizim açımızdan artık hukukun ve adaletin tecelli etmesi gereken bir durumdan ziyade ahlaki bir meseledir, ahlaki açıdan bakılması gerektiğini düşünüyoruz.

Bugün birçok cezaevinde açlık grevleri devam ediyor. Şakran’da 41. gün Edirne 29.gün, Sincan 31. gün, Menemen'de 21. gün, Van 19.gün, Elazığ da 10. gününde, yine bütün cezaevlerinde dönüşümlü bu grevlere destek amaçlı 5 günlük süresiz dönüşümlü grevler başlamıştır. Şakran cezaevinde açlık grevinde olan tutsaklara bir saldırı olduğu kamuoyuna yansıdı. Birçok yerde hükümet tutsakların taleplerini dinlemek yerine, müzakere etmek yerine, baskı ve şiddet yöntemini tercih etmiştir. Açlık grevinde olan tutsakların sağlık bakımında kritik bir noktaya geldikleri, kilo kayıplarının olduğu da bizler basın yoluyla ve aileler aracılığıyla öğrenmiş bulunmaktayız. Dolayısıyla politik tutsakların taleplerinin özellikle Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve OHAL uygulamalarının son bulması ve cezaevlerine yansıyan OHAL uygulamalarının son bulması için bir diyalog sürecinin başlatılması gerekiyor.

Yine bu cezaevlerine hem bizlerin hem STÖ’lerin ziyaretine açılması gerekiyor. Yerinde inceleme yapmamız için bu anlamda hükümeti uyarıyoruz. Bu referandum sürecinde hükumetin görünmez kıldığı, medyanın duyarsızlığı karşısında cezaevlerinde açlık grevinde olan tutsaklara sahip çıkmak politik ve ahlaki bir sorumluluktur. Bizler de bu mücadeleyi sürdüren, cezaevlerinde olan politik tutsakların mücadelesinin yanındayız ve elbette ki başka acılar yaşanmaması adına bizler de mücadelemizi yürüteceğiz ve bir kez daha buradan da iktidara çağrıda bulunuyoruz ki bu tutumlarından bir an önce vazgeçsinler, bu OHAL uygulamalarına son versinler. Tutsakların güvenlikleri ve sağlıkları da bu hükümetin de sorumluluğunda ve bir an önce yerine getirmesi gerekmektedir.

Referanduma birkaç gün kaldı. Bizler de nasıl cezaevlerinde nasıl hak ihlalleri yaşanıyorsa bizler de kadınlar, emekçiler olarak aslında büyük bir cezaevinde HAYIR kampanyasını örgütlemeye çalışıyoruz. HAYIR kampanyamıza yönelik çok büyük engellemeler var. OHAL’in bütün koşulları HAYIR kampanyasını yürüten emekçilere, gençlere, kadınlara uygulanıyor.

Televizyonlar 7/24 sadece Evet kampanyasının propagandasını yapmakla meşgul. HAYIR kampanyası da sadece yapılan saldırılar ile gündeme geliyor. Yani ‘Neden HAYIR’ dediğimiz HAYIR kampanyasını yürütenlerin aslında sözleri, söylemleri televizyon programlarında yerini bulmuyor. Son dönemlerde HAYIR örgütlülüğü yükseldikçe, anket sonuçları bir şekilde açığa çıktıkça, Hayır oranı yükseldikçe, anket sonuçları bir şekilde açığa çıkınca bilinçli bir şekilde HAYIR kampanyasına yönelik saldırılarda da bir yoğunluk olduğunu gözlemleyebiliyoruz.

Valilik, kaymakamlık ve belediyeler AKP il teşkilatları gibi çalışıyor

Bu 60 günlük bilançoyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
-175 kişi gözaltına alındı.
-8 silahlı saldırı gerçekleşti.
-13 kişi yaralandı.
-14 kişi sadece HAYIR kampanyasına destek olduğu veya görüşlerini beyan ettiği için işinden ve okulundan atıldı.
-40’a yakın etkinlik yasaklandı. Etkinlik materyallerimiz gasp edildi.

Kürdistan’ın birçok ilinde hem mitinglerimiz hem de illerde yapılacak karşılamalara yönelik, bilboardlarımızın toplatılmasına ilişkin hukuksuz kararlarla bizler karşı karşıyayız. Devletin bütün kurumları ve olanakları bugün Hayır’a karşı Evet’i kampanyasını destekliyor. Yerelde valiler, kaymakamlıklar ve belediyeler, AKP il ilçe teşkilatı gibi çalışıyor. Tarafsız olması gereken kamu hizmeti Hayır’a karşı kullanılıyor.

8 Mart'tan Newroz'a korku konseptini kadın mücadelesi yıkmıştır

Tüm bu baskı ve korkutma politikalarına karşı Hayır kampanyası gittikçe yükseliyor. Kadınlar öncülüğünde alanlarda biz bunun örgütlülüğünün yükseldiğini görüyoruz. Newroz’da ve 8 Mart’ta alanlara rengarenk akan kadınların buradaki mücadelesi, bu korku konseptini yenmiştir. 8 Mart’ta sokaklarda direnen, kadın mücadelesi bize Newroz’u da güçlendirerek beraberinde şu mesajı iletmiştir: Evet bu korku konseptini kadın mücadelesiyle yıkmıştır. Hayır kampanyasıyla özgürlük talebi bir kez daha yükselmiştir.

Kadınlar şunun farkındadır; hiçbir kaybetme riski özgürlüğünü kaybetme riskinden daha tehlikeli değildir. Kadınlar hayır direnişini yükseltiyor. Mahalle mahalle sokak bu direnişi yükseltiyor. Kadınlar “Tek Adam” rejimine boyun eğmemek için bu Hayır Kampanyasının öncülüğünü yapıyor. 16 Nisan’da oylanacak şey bir Anayasa değil bir diktatörlüğün el kitabıdır. Bizler de tarihsel kazanımlarımızı eşit ve özgür bir şekilde sürdürmek için bu diktatörlük rejiminin onaylanacağı bu referandumda Hayır’ımızı yükseltiyoruz.

Çocuk istismarını onaylayan pankart, bir çocuğun eline nasıl verilir!

İktidar aslında bütün insani değerleri hiçe sayarak bir evet kampanyası yürütmektedir. Siirt, Pozantı, Ensar ve Karaman’da yaşanan çocuk istismarlarının hesabını vermeyen iktidarın çocuk istismarını normalleştiren ve onaylayan bir pankartı küçük bir çocuğun eline vermesi, nasıl çirkin ve insani değerleri hiçe sayan bir kampanya yürüttüğünü ortaya koymaktadır.

Bütün kadınları da çocuk istismarını onaylayan bu zihniyete karşı 16 Nisan’da Hayır diyerek sandığa gitmek gerektiğini düşünüyoruz. Bizler direnerek mücadele ederek Hayır'ın örgütlülüğünü sürdüreceğiz. 8 Mart ve Newroz aslında Hayır kampanyasının kadınlar cephesinden kazanıldığını bir kez daha gösterdi ama yine de bütün bu yıldırma politikalarına karşı rehavete kapılmak yerine bizler Hayır örgütlülüğünü yükselteceğiz.

Önümüzdeki dönem 15 ilde mitinglerimiz ve hal buluşmalarımız var bütün bu mitinglere ve buluşmalara yine kadınlar öncülüğünde büyük bir katılımın gerçekleşeceğine olan inancımla bütün kadınları bir kez daha Hayır’a davet ederek selamlıyorum.

28 Mart 2017