
Ağrı Milletvekilimiz Dilan Dirayet Taşdemir, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
Her gün bu Meclis kürsüsünden milliyetçilik propagandası yapılıyor, buna karşı tek bir söz söylenmiyor ama Osman vekilimiz bu ülkenin bekasının Kürdistan gerçekliğini kabul ederek olabileceğini söylediğinde, onu ayrımcılık yapmakla suçlayıp linç ettiniz.
İnsan hakları literatürü küçümseniyor, alaya alınıyor; il yöneticileriniz, vekilleriniz, valileriniz ayrımcılığı neredeyse alenen savunan cümleler sarf ediyor. Daha geçen gün, televizyonda yandaş bir gazeteci açıkça işkenceyi savundu, tek bir itiraz gelmedi sizden. Ama mesele muhalefete saldırmak olunca değersizleştirdiğiniz bu kavramlara dört elle sarılıyorsunuz.
Kürdün, kendine Kürt demesini bile kabul edemiyorsunuz
Ayrımcılık bir kişiye, bir gruba belli özelliklerinden dolayı önyargılı davranmaktır. Dün söylenenlerin tek bir cümlesinde ayrımcılık yoktu. Ama siz “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği” cümlesinde bile ayrımcılık görüyorsunuz, çünkü Kürdün kendine Kürt demesini bile hala kabul edemiyorsunuz.
Türkçe öğretmenliği yapılarak yeni ambalaj kavramlar mı icat edilecek?
Yıllarca Kürdistan teriminin yasak olması yüzünden onun yerine 'Anadolu' terimi kullanıldı, Said Nursi risalelerindeki Kürdistan kelimesi şarkiyat olarak değiştirildi. Türkiye’de “batılı” diye bir kimlik olmamasına rağmen, “doğulu” diye bir kimlik icat edildi. Bu böyle mi devam edecek? Sırf Kürt ve Kürdistan kelimesine tahammül edemiyorsunuz diye, yıllar boyunca Türkçe öğretmenliği yapılarak yeni ambalaj kavramlar mı icat edilecek?
Kürdistan’ı biz icat etmedik
Kürdistan tarihi, coğrafi, kültürel bir gerçekliktir; bu kavramı biz icat etmedik! Her fırsatta mirasını üstlendiğiniz Osmanlı İmparatorluğu’nun temel metinlerinde geçti bu kavram. Bugün bu ülkede ismi mahallelere, okullara verilmiş Evliya Çelebi’nin Kürdistan’ını bir okuyun.
Cumhuriyet dönemi farklı mı? Mustafa Kemal’in, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda, Sovyet Rusya Dısisleri Komiseri Çiçerin’e yazdığı mektupta, bazı Meclis konuşmalarında ‘Kürdistan’ dediğini, Birinci Meclis’in Kürdi üyelerine ‘Kürdistan mebusu’ dendiğini de biliyoruz.
Bugün bu konuşmaları yaptığımız Meclis’in Kütüphanesi’nde bile, isminde Kürdistan kelimesi geçen tam 128 yayın var.
Yok diyorsunuz, yok mu olduk?
Dün yaşanan tartışmaların özünde yüzyıllık Kürt sorunu var. Bu sorun demokratik bir şekilde çözülmedikçe de bu tartışmaları daha çok yaparız burada. Çözüm süreci boyunca ne Kürt’ten, ne de barıştan rahatsız değildiniz.
Günübirlik taktiklerle büyük sorunları çözemezsiniz. Yarın ittifaklarınız değiştiğinde ne yapacaksınız? Ne diyeceksiniz Kürt halkına? Bu yanar döner siyasetten vazgeçebilseydiniz, ne Kürt sorun olurdu sizin için, ne de Kürdistan sorun olurdu. Yok diyorsunuz, yok mu olduk? Bin yıl önce de vardık, bin yıl sonra da olacağız.
Kadının hayatına ve onuruna Saray’ın bekası kadar kıymet verilmiyor
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aslında ne aile ne de sosyal politika bakanlığı. Bu bakanlık artık tam anlamıyla bir sosyal yardım bakanlığı. Bütçesine bakıyoruz; Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün bütçesi azaltılırken, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün bütçesi habire artıyor. Gündemine bakıyoruz; sadece aralık ayı içerisinde sosyal medya hesabından yapılan 71 paylaşımın sadece 7’si kadınlarla ilgili. Her gün bir kadın cinayetinin yaşandığı bir ülkede paylaşımların çoğu tekçi siyasetin propagandası. Çünkü bir kadının hayatına ve onuruna Saray’ın bekası kadar kıymet verilmiyor.
İleride 'cinsiyetçiliğe giriş' diye bir ders açılırsa, AKP’nin politikaları bir bir okutulacak
15 yıllık AKP iktidarının kendisi, bizzat politikalarıyla cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğü mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koydu. AKP’nin en ilerici olarak takdim edildiği günlerde bile, AKP gerici yüzünü her zaman kadınlarla ilgili politikaları üzerinden ortaya koydu. İlerde okullarda cinsiyetçiliğe giriş diye bir ders açılırsa, AKP’nin bu politikaları bir bir okutulacak.
Aile Bakanlığı’nın geçen yıldan bu yana kadınlarla ilgili üç projesi var. Biri ta 2013 yılından beri 10 ilde “neşe fabrikaları adıyla kreş açacağız” dedikleri Annemin İşi Benim Geleceğim Projesi. Sayın Bakan geçenlerde İş’te Kadın Zirvesi’nde 81 ile Organize Sanayi Bölgeleri’nde yeni kreşler açacakları müjdesini vermiş. Yeni vaatlerde bulunmadan önce 2013’ten beri vaadedilen kreşleri neden açamadınız, önce onun açıklamasını kadınlara yapmanız gerekmez mi?
İkinci proje AKP’nin ihale kralı, BOTAŞ yolsuzluk davasıyla bildiğimiz, işçi ölümleriyle hatırladığımız Limak Holding’le yürütülen Türkiye’nin Mühendis Kızları Projesi. Hatırlarsanız 4 eski AKP milletvekilinin yöneticisi olduğu, TOMA üreticisi Katmerciler şirketi LİMAK’la birlikte bu yıl "savunma şirketi" kurmuştu. Kadınlarla ilgili çalışmalar iş adamları için AKP’den iş bağlama aracıları haline dönüşmüş durumda. Türkiye’de özellikle yandaş dernekler öyle bir hale getirildi ki, dernek adı altında paralel Bakanlıklar oluştu. Bakanlıklar bu derneklere para aktarma aracı haline getirildi. Hükümetin kadın derneği Kadem lüks binaları ile dikkat çekiyor. Reza Zarrab'ın kefalet başvurusu dilekçesinde, Togem-Der'e 2013’ten beri düzenli olarak para yağdırdığı ortaya çıktı.
Bakanlığın Üçüncü projesi ise 500 kadına mesleki beceri kazandırılmasının hedeflendiği Filli Kadın Ustalar Projesi. Bir kadın derneği olsa anlarız da, koskoca Bakanlığın 28 milyon çalışamayan kadın için hedefi 500 kadına meslek eğitimi vermek midir?
Kadınlara önerilen 21. yüzyıl köleliğidir
Çalışan kadınlar hükümetin sözüne uyup 3 çocuk doğururlarsa tam 16 yıl istihdamdan uzak kalacaklar. Bu ne demek? Ucuz ücretle, yükselme olanağı olmadan, emekliliği unutarak, hem çalış hem de üç çocuğa bak demek. Kadınlara önerilen 21. yüzyıl köleliğidir.
Bu projelerden anlıyoruz ki; bakanlığın kadın gündemi, sadaka bakanlığına dönüştürülmeye çalışılan bir bakanlığın üzerine serpilmiş bir sostan ibaret.
Eşitlik kelimesinden bu kadar korkmak, kadınlardan korkmaktır
Cumhurbaşkanı kadın erkek eşitliğine inanmadığını açıkça beyan ettikten sonra eşitlik kelimesi bütün kamusal metinlerden siliniyor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2013’ten sonra hazırlanmadı. Kadın istihdamının artırılması ile ilgili genelgede eşitlik kelimesinin geçtiği üç düzenleme de metinden çıkarıldı. Yıllardır, TBMM bünyesindeki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kapatılıp, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu’nun kurulması gibi bir hedefin olduğunu da biliyoruz. Eşitlik kelimesinden bu kadar korkmak, kadınlardan korkmaktır.
“Her eve bir reis projesi”
21. yüzyıl faşizminin en önemli özelliği erkeklere kadın erkek eşitliği ile ellerinden alınan reisliği geri verme vaadidir. Emekçi olarak kaybettikleri statülerini bir kadın üzerinde hegemonya kurarak devam ettirebilecekleri bir zemin yaratılmasıdır. Biz AKP’nin kadınların yaşamını ilgilendiren tek bir projesini biliyoruz. O da “her eve bir reis projesi”. Erkekliğin kışkırtılması projesi.
“En çok kadınlara ölüm serbest!”
2002 – 2015 arasında tam 5 bin 406 kadın yaşamını yitirmiş. Bakın bu yıl Kırşehir’in nüfusu 5 bin arttı. Bir ilin nüfus artışından fazla kadın kıyımı yaşanmış. Bu ülkede artık her şey yasak bir tek ölüm serbest! Bakın, AKP’ye yeni seçim sloganı da bulduk böylece: “En çok kadınlara ölüm serbest!”
Kadınlar resmen hayatta kalmak için yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalıyor. Suriye’de IŞİD’e katılan, 1 yıl sonra Türkiye’ye dönen Ahmet K, karısını öldürmeye çalıştığında karısı kurtulmak için ölü numarası yapmak zorunda kaldı. Sakine, maruz kaldığı şiddete boşanmadan katlanabilmek için evli olduğu adamla tam 32 yıl konuşmadı.
Şiddetten vahim olan şey siyasi iradenin bizzat şiddet üretmesidir
Ama Türkiye'de kadına yönelik şiddetten daha vahim olan bir şey var biliyor musunuz? Vahim olan şey; Çorum’da AKP’li İl Genel Meclisi Başkanı Halil İbrahim Kaya’nın, hem de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin yıldönümünde yapılan etkinlikte “napalım kadınlar öldürülüyorsa. Adam öldürüyorsa cezasını çekiyor. Erkekler öldürülmüyor mu?” diyebilmesidir. Böyle birinin bir ilde meclis üyesi olabilmesidir. Kadınlarla tokalaşmayı ateşi tutmaya benzetenlerin üniversitelere rektör olabilmesidir. Başörtüsüz kadınları mağazalardaki ambalajı açık ürünlere benzeten kişilerin müftü yapılmış olmasıdır. Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum diyebilen birinin cumhurbaşkanı olmasıdır. Ölü kadın bedenlerini çıplak olarak teşhir edenleri savunanların bakan, vekil olabilmesidir. Bırakın sokakları, meclisin ta kendisinin şiddet ve küfür mekanı haline getirilmesidir.
Şiddetten vahim olan şey, bu şiddete çözüm olmakla yükümlü siyasi iradenin bizzat şiddet üretmesidir!
AKP’nin kadınlara bakışı Sayın Bakan da dahil dillerinden düşmeyen “Kadınlarımız” söyleminde yatıyor aslında. Kadınlar çocuk mu, yaşlı mı, engelli mi ki, onları bağımlı nüfusla aynı kefeye koyuyorsunuz? Bu hitap biçimi, kadınları yetişkin ve kendine yeterli bireyler olarak kabul edemediklerinin yansımasıdır.
Biliyorsunuz güzel bir deyimimiz var: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz diye. E bakıyorsunuz AKP’ye, 1394 belediye başkanı adayından sadece 7 kadın belediye başkanı olabildi. Uzun süredir ilk defa zaten kadın işi olarak görülen aile bakanlığı dışında bir bakanlık, çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı, bir kadın bakana teslim edildi.
AKP bugün kota uygulamalarını tartışmaya devam ediyor. Ancak bizler kota uygulamasının da aşarak eşbaşkanlık uygulamamızı, 2014 yılında tüm yönetim katmanlarında hayata geçirdik. Daha önce belediyecilik binalardan ibaretti, erkek yönetimi hakimdi. Bizler binaları insanlaştırdık, yönetimleri kadınlaştırdık. İşte kadın partisi olmak budur! Kadınların evde, sokakta ve siyasette tek güvencesi olmak budur!
Siyasetin kadınsızlaştırılmaya çalışılması, Türkiye’nin siyasetsizleştirilmeye çalışılmasıdır
Meclis’in tek Kadın Grubunun üyeleri olan kadın vekillerimiz hala tutuklu. Cezaevindeki Eşbaşkanımız Figen Yüksekdağ’ın vekilliği Erdoğan’a siyaset yolunu açan madde ile düşürüldü. Dikkatinizi çekmek istiyoruz; Faysal Sarıyıldız hariç bugüne dek vekilliği düşürülenlerin tamamı kadın milletvekillerimizdir. Siyasetin bu şekilde kadınsızlaştırılmaya çalışılması, aslında Türkiye’nin siyasetsizleştirilmeye çalışılmasıdır.
AKP’nin kadın düşmanı politikaların turnusol kağıdı, belediyelerimize atanan kayyumların icraatlarıdır. Hem devletle, hem erkek egemen sistemle mücadele ederek seçilmiş vekillerimiz, kadın belediye eş başkanlarımız tutuklandı. 8 mart etkinlikleri düzenlemek, kadın çalışmaları yürütmek gibi faaliyetler ‘terör faaliyeti’ olarak iddianemelere konuldu. Örneğin tutuklu bulunan Selma Irmak’ın “Kadın yaşamdır, yaşam ise kadınların direnişiyle olacaktır.” cümlesi iddianamede yer aldı, Çağlar Demirel’in, cansız bedeni günlerce yerde bekletilen Taybet Ana’nın cenazesine katılımı suç unsuru olarak kabul edildi. Figen Yüksekdağ “yaşamın ve özgürlüğün orta yerinde dimdik ayaktayız. Kadınlar boyun eğmedi, eğmeyecek” dediği için yargılanıyor. Ne bekleniyor, kadın siyasetçiler sadece yardım ve iaşe miktarlarını mı açıklasın? AKP’nin yaptığı gibi, kadın faaliyeti olarak sünnet törenleri örgütleyip kan bağışı kampanyaları mı yapsın?
Kadın dernek ve yapılarının kapatılmasının tek sebebi, ülkenin batısında yürütülen kadın çalışmalarını Kürt kentlerinde yürütüyor olmalarıdır. Bunu yaparak Türkiye’de kadın hareketini bölebileceklerini sandılar. Ama kadın örgütleri 'Mühürlenen sadece mekanlar, biz her yerdeyiz' açıklamasıyla Türkiye’nin dört yanından yanıt oldu.
Cinsiyetçiliğin bu kadar tırmandırılması, kadınların yaşam tarzının hedef haline gelmesi, kadın kurumlarına yönelik baskılar, elbette tesadüf değil. Bu özgürleşmenin yaratacağı toplumsal değişimde, tekçi siyasetin barınmasının imkansız olduğunu siz de biliyorsunuz. Kadın ve özgürlük kavramlarının yan yana durması bile tüylerinizi diken diken ediyor.
Asıl ayrımcılık Cumhurbaşkanı’nın sözlerinde
Kadınların hep birlikte cinsiyetçiliğe karşı mücadelesinin neler yaratabileceğini biliyorsunuz. İşte bu yüzden ırkçı, cinsiyetçi söylemlerle kadınları bölmeye çalışıyorsunuz. Cumhurbaşkanının Türk kadınlarına yönelik Kürt kadınlarından daha çok doğurun anlamına gelen çağrısı, kadınları doğuran/doğurmayan, Kürt - Türk olarak bölmektir. Asıl ayrımcılık budur. Kadınları birbirine, hatta kendine düşman etmeye çalışırken, yaptığınız projelerin hiçbir anlamı kalmıyor.
Tarihler ve coğrafyalar ötesinden eşitsizliğe duvar ören sayısız kadının ısrarı dimdik duruyor
Türkiye’deki kadın hareketi dünyada eşitlik ve özgürlük için mücadele eden tüm kadınların gücü ve heyecanıyla birlikte mücadele veriyor. Bu gücün kaynağı her türlü toplumsal sorunun çözümü için gidilen Muşlu Gevri Nine, 75 yaşına rağmen zindanlarda tutulan Sise Ninedir. Bu gücün kaynağı aynı zamanda Latin Amerika’nın işgaline karşı mücadele vermiş kadınlardır. İsrail'de barış mücadelesi veren siyahlı kadınlar, Birinci İntifada’nın özgürlük simgeleri haline gelen kadınlardır. Kürt kadın siyasetinin yaşam devrimcileri, Rojava’yı bir kadın devrimine dönüştüren binlerce kadındır. O yüzden sanmayın ki karşınıza aldığınız şey sadece Türkiye’deki kadın mücadelesidir. Karşınızda tarihler ve coğrafyalar ötesinden eşitsizliğe duvar ören sayısız kadının ısrarı dimdik duruyor.
14 Aralık 2017