Karaman’dan Boston’a “Burada böyle şeyler olmaz”!

Ne dinin, ne ailenin hiç kimseye bir ahlaki koruma getirdiğini, sığınak sağladığını düşünemeyiz. Bir çocuğun küçücük bir tırnağı ya da hırpalanan ruhu dinin ve siyasetin de, kurumların da, vakıfların da itibarından çok ama çok daha fazla önemlidir. Bu nedenle, çocukları korumak yalnızca istismar yaşandıktan sonra faili cezalandırmak değil, istismarı önleyici bir sistem oluşturmaktır.

Karaman’da, Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne ait yurtlarda kalan 9-10 yaşlarındaki çocuklar, yine bu yurtlarda kaldığı iddia edilen sözde ‘gönüllü’ bir öğretmenin cinsel saldırısına maruz kaldılar. Bu kişi hakkında dava açıldı ve "Çocuğun nitelikli cinsel istismarı", "hürriyeti tahdit", "kasten yaralama" ve "müstehcen görüntüleri izletme” suçlarından 600 yıla yakın hapsi istendi. 20 Nisan’da yapılan ilk duruşmada Karaman Ağır Ceza Mahkemesi  “gönüllü” öğretmen, Muharrem Büyüktürk’ün 508 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmasına karar verdi!

Bu yıl Oscar alan Spotlight isimli film, tam da Karaman olayının basında yer alarak duyulmasından sonra tesadüfen seyrettiğim bir filmdi. Filmde Katolik kilisesinin rahiplerinin çocuklara nasıl taciz ve tecavüzde bulunduğu, bir gazeteci ekibinin çabalarıyla ancak yıllar sonra ortaya çıkarılıyor. Ancak, olayın olduğu koskoca Boston şehrinde yıllarca birçok yetkili ve etkili insan durumu bildiği hâlde sırf kilisenin itibarı için çocukların yaşadıklarını görmezden geliyor, onların ruhsal ve bedensel yok oluşlarını izliyorlar ve film yapıldığı tarihten sonra bile şimdi yetişkin olan o zamanın cinsel istismara uğrayan çocukları ortaya çıkıp yaşadıklarını anlatmaya devam ediyorlar, bugün bile aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen…

Karaman olayında bizlerden beklenen de neydi, biliyor musunuz? "Dindar hiçbir insan bunu yapmaz, Müslümanlar bunu yapmaz" dememiz, çocuklar soruşturmalarda "Ensar evlerinde kalıyorduk" dedikleri hâlde "Orada bunlar olmaz" deyip küçücük çocukların yaşamlarını, geleceklerini yok saymamız… Oysa ne dinin, ne ailenin hiç kimseye bir ahlaki koruma getirdiğini, sığınak sağladığını düşünemeyiz. Bir çocuğun küçücük bir tırnağı ya da hırpalanan ruhu dinin ve siyasetin de, kurumların da, vakıfların da itibarından çok ama çok daha fazla önemlidir. Bu nedenle, çocukları korumak yalnızca istismar yaşandıktan sonra faili cezalandırmak değil, istismarı önleyici bir sistem oluşturmaktır.

Dünyada 5 çocuktan 1’inin mutlaka istismarın bir biçimine maruz kaldığı söyleniyor. Türkiye’ye dair maalesef elimizdeki resmi kurumlar tarafından iletilmiş tek veri, kaç çocuk istismarı vakasının şikayet konusu olduğu, kaçı hakkında dava açıldığı ve kaç failin ceza aldığı... 

Araştırmalar STK’ların ve akademinin inisiyatifine bırakılmış, resmi kurumlar veri tutmuyor, araştırma yapmıyorlar. Avrupa Konseyi Lanzarote Sözleşmesi’nin istismarı önlemek için şart koştuğu cinsel istismar ve sömürü ile ilgili izleme mekanizması da yok. Ne çocuklar ve ne de failler izleniyor. 
Çocuk istismarını önlemek için yapılması gerekenlere bakarsak:

Devlet, çocuğu hamilelikten itibaren izliyor mu? Hayır!
Çocuk okul çağına gelene kadar aile hekimi ve çocuk hekimi, okul çağına geldiğinde ise öğretmeni çocuğu periyodik olarak takip ediyor mu? Hayır!
Mahalle düzeyinde örgütlenmiş, çocuğu sürekli destekleyen bir sosyal hizmet var mı? Hayır!Çocuklarla çalışan tüm kamu görevlileri, çocuk ihmal ve istismarını takip etme konusunda bilgilendirilmişler mi?
Sağlık çalışanları ve eğitimciler, çocuk istismarını adli ve sosyal hizmet yetkililerine bildirme sorumluluğu yönünde eğitilmişler mi? 

Kamu görevlisi öğretmen, doktor ve sosyal hizmet uzmanlarından oluşan bir çocuk koruma sistemi var mı?
Çocuk devlet ile temasını bu görevliler üzerinden düzenli biçimde sürdürüyor mu? 
Hayır, hayır, hayır! 
Peki, çocukların kendilerini koruma kapasiteleri güçlendiriliyor, mu? Çocuklar çocuk istismarına karşı eğitim alıyorlar mı? 
Çocukların kolaylıkla ulaşabilecekleri bir bildirim mekanizması var mı?
Temasta bulundukları kamu personeline istismar yaşamaları halinde bunu bildirebileceklerini biliyorlar mı?
Hayır! 
Cinsel dokunulmazlığa karşı suç işleyenler, “çocuğun rızası” kavramı üzerinden cezasız kalıyor. 
Yasalar çocuklarla yalnızca bir kez görüşme yapılmasını ve bu görüşmenin daha sonraki kullanımlar için kayda alınmasını öngörürken, hukuki süreçler böyle mi işliyor? Hayır! 
Çocukların çoğuyla birden çok görüşme yapılıyor ve çocuklar birkaç kez fiziksel muayeneden geçiriliyorlar. Bir istismar yaşandığında çocuklar, kendilerine yapılan büyük haksızlığın telafi edildiğini, suçlunun cezalandırıldığını, adaletin yerine geldiğini, artık endişe duymasına gerek olmadığını hissediyorlar mı? 
Maalesef yine hayır! 
Aksine, cezasızlık çocukların ve yakınlarının cinsel istismara karşı adalet aramak için cesaretlerini kırıyor. 

Çocukların ve ailelerin cesaretlerini kırabilecek bir başka alan daha vardı aslında; siyasiler! 

“Ev” veya “yurt”, adına ne denirse densin, bu yerlerde çocuk istismarı yaşandığı ortaya çıktığında; ne Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, ne Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan, bu usulsüz biçimde işletilen evlerin statüsüne dair tek bir yorum gelmedi!  

“Ensar Vakfı’nın kuruluşlarının açılmasında uygulanan standartlar nelerdir? 
Standartlara uygunluğu denetleyen ve açılış izni veren Bakanlık hangi Bakanlıktır? 
İzin başvurusunda ve denetimlerde sunulan çocuk bakım hizmetlerine ilişkin esaslar, personel için uygulanan işe alım kriterleri nelerdir?
Çocuklarla çalışan bu kurumlarda uygulanan programların esasları ve bilimsel dayanakları nelerdir? 
Bu kuruluşlarda hangi bakım hizmeti modeli uygulanmaktadır?” sorularının cevabı ise: Ne bir standart vardır, ne bir izin, ne bir kriter, ne de bir denetim… 

Bunlardan dolayı herhangi bir siyasi sorumluluk alındı mı diye sorarsak: Bunun cevabı da hayır!

Aksine, çocuk istismarına karşı yıllardır bir politika, bir ulusal eylem planı geliştirememiş ilgili Bakanlıkların kamuoyuna özeleştiri vermesi, sorumlu Bakanların istifa etmesi gerekirken; ardı ardına Bakanlardan Vakfı destekleyen açıklamalar geldi! En yaralayıcı olanı ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun “Bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” açıklamasıydı! 

Bu muydu bir bakanın önceliği ve söyleyeceği ilk söz!  

Başbakana kadar birçok hükümet yetkilisinden böylesi açıklamalar gelmesinin bir sebebi vardı. Söz konusu vakıflar, bilinçli biçimde korunuyor, himaye ediliyordu. Çünkü esasen bu herhangi bir Vakıf’ta yaşanmış bir istismar değildi. Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştireceğiz” ifadesiyle kamuoyu ile paylaştığı eğitim stratejisinin çöküşüydü!

Bütün bunlara karşı, olayın ilk duyulduğu andan itibaren, hem Milli Eğitim Bakanlığı’na hem Adalet Bakanlığı’na verdiğimiz soru önergelerine henüz bir cevap alamadık. Çocuk istismarıyla ilgili veri toplama, izleme, araştırma ve çocuklara yönelik cinsel saldırı suçlarının gerçekleşmeden önlenmesini sağlamak için gerekli yasal ve idari tedbirleri almak üzere çalışacak bir komisyon kurulması için 22 Mart 2016 tarihinde verdiğimiz Araştırma Önergesi, muhalefetin desteğine rağmen AKP’nin oylarıyla reddedildi.

Çocuk istismarının araştırılması için verilen Halkların Demokratik Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi önergelerine yekten karşı çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi, önergelerin reddedilmesinden saatler sonra, kamuoyunun yarattığı yoğun baskı üzerine komisyonun kurulmasını kabul etmek durumunda kaldı.

23 Mart tarihli Danışma Kurulu toplantısında partilerin önergelerinin birleştirilerek başta cinsel istismar olmak üzere, çocuklara yönelik her türlü istismar olaylarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi için ortak bir komisyon kurulmasında uzlaşıldı. Ancak bu uzlaşmaya rağmen Komisyon, AKP’nin uzun süre Komisyona üye vermemesi nedeniyle çalışmaya başlayamadı. Manidardır ki, Komisyon, 20 Nisan’da verilen 508 yıl ceza kararının ardından 21 Nisan’da ilk toplantısını gerçekleştirdi. 

Biz her şeye rağmen çocukların geleceği için bu Komisyon’un çalışmasının, başka çocukların aynı şeyleri yaşamaması için gerekli olduğunu ve önleyici bir rolü olabileceğini düşünüyoruz.

Bu arada adeta sözkonusu vakıfları suçlamamak için sürekli hatırlatılan “hani suçların şahsi olduğu” prensibini de unutmadan ve 30 yıllık meslek hayatımda ilk defa tanık olduğum biçimde bir günde yapılan yargılamayla bir kişiye verilen ceza, bizleri tatmin edecek mi!
Bizler şimdi ne Karaman’da, ne Ensar Vakıflarında, ne Kaimder’de, ne cezaevlerinde,  ne de başka yerlerde çocuklara yapılan cinsel istismar ve işkencelerden, başka kimselerin haberi olmadığını ve bütün olaylarda “mecburen cezalandırılan” birer kişinin en yüksek cezaları almasıyla adaletin sağlandığına inanacağız, öyle mi! 
Böyle düşünenler maalesef ki yanılıyorlar! Ne çocuklar, ne de bizler bitti demeden bu dava bitmeyecek! 


Filiz Kerestecioğlu

Halkların Demokratik Partisi
İstanbul Milletvekili