Kemalbay: AKP-MHP ittifakının hedefi Kürtleri devre dışı bırakmak

Eş Genel Başkanımız Serpil Kemalbay'ın Ahval'e verdiği röportaj:

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Baalşkanı Serpil Kemalbay, gündemdeki sıcak başlıklara ilişkin Ahval’in sorularını yanıtladı...

Tutuklu milletvekillerinizin durumuyla başlarsak, halen 9 milletvekili tutuklu. Yargılamalar ve vekilliklerinin düşürülmesi de devam ediyor. Size göre bu yönelimin asıl amacı ne?

Partimizin Eş Genel Başkanları, milletvekillerine ve belediye eş başkanlarına yönelik bu rehin alma durumu tamamen siyasi bir hamledir.

Aslında 7 Haziran'dan sonra parlamentoda HDP'nin güçlü bir şekilde temsil edilmesi yine HDP'nin barış konusunda halklara verdiği umut, bunun kamuoyunda karşılık bulması, egemen siyaseti oldukça korkuttu.

O dönem AKP'nin tek başına iktidar olmasını engelleyen parti HDP oldu.

HDP'deki parlamenterlerin sayısını düşürmek, HDP'yi takatten düşürmek, hatta olası seçimlerde de baraj altında bırakmak için çeşitli politikalar geliştirdiler.

Aslında bizim yaşadığımız bu dokunulmazlıkların kaldırılması ve partililerimizin rehin alınması, bu programın bir parçası.

Sandıkta yenemediklerini böyle bir siyasi operasyonla yok etmeye çalışma girişimiydi.

Bu sadece seçilmişlerin rehin alınmasıyla da bitmedi, sokakta büyük bir şiddet var. OHAL gerekçesiyle toplum ağır bir baskı altında.

Siyasi bir hamle dediniz. Peki bu siyasi hamle ne zaman son bulur. Yakın zamanda bırakılmalarını bekliyor musunuz?

Bu sürecin farklı bir noktaya evrilmesi, yani seçilmişlerin partililerimizin özgürleşmesi tamamen bu siyasi iklimin değişmesine bağlıdır.

Bu ancak cumhuriyetin demokratikleşmesi, yeniden bir çözüm sürecinin gündeme gelmesi ile gerçekleşebilir.

Onların amacı Kürt halkına pes ettirmek ve taleplerinden tamamen vazgeçmesini sağlamak. Onlar bu hedefle gidiyorlar.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasından bu yana da bunun sonuçlarını toplamaya çalıştılar.

Anayasa Mahkemesi de başvurulara dair “kabul edilemez” kararı verdi. Şimdi gözler AİHM'den gelecek kararda. Buradan olumlu bir sonuç bekliyor musunuz?

Türkiye'de tamamen hem insan hakları ilkelerinden hem de hukuk ilkelerinden uzaklaşan bir iktidar var.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) normalde yapması gereken, bu hukuksuzluğa karşı tutumunu açıklamak ve gerçekleri ortaya koymaktır.

Biz şunu biliyoruz ki bugün dünyada otoriterleşen rejimler yaygın bir şekilde var. Dünyanın yaşadığı bu neo-liberal kriz pek çok yerde insan haklarını, demokrasiyi yıprattı.

Bu yıpranışın aslında Avrupa'da olduğunu, kendi değerlerinden uzaklaşan bir Avrupa'ya da tanıklık ediyoruz. Bu açıdan politikanın oralarda da ülke çıkarlarının, evrensel değerlerin üstüne çıkabildiğini görüyoruz.

Mülteci politikaları ile esir alınmış bir Avrupa var karşımızda.

Dolayısıyla o kurumların da bu iktidarlardan bağımsız olmadığını düşünüyoruz. Fakat yine de biz Avrupa'nın kendi değerlerini üstün tutan bir karar almasını bekliyoruz.

Öyle bir karar çıkmazsa ve olası erken bir seçim yada 2019’a giderkenki süreci HDP göğüsleyebilecek mi? Bu durumda nasıl bir strateji izleyeceksiniz?

HDP'nin stratejisi, demokrasi mücadelesini genişletmek, demokrasi cephesini kurabilmektir. Bununla ilgili çeşitli handikaplarımız var. Öğrenilmiş bazı politik kalıplar, önyargılar, bizim demokrasi cephesini genişletmemizin önünde bazen engel olabiliyor.

Biz hala Türkiye'nin temel sorunlarının başında Kürt sorununun geldiğini, onu çözmeden demokrasi sorununu çözmenin mümkün olmadığını, dolayısıyla aslında kadın sorunundan tutalım da işsizliğe kadar bu bağlamda çözülemeyeceğini, birimiz özgür değilsek hiç birimizin de kurtulamayacağını daha iyi anlatmamız gerekiyor.

Yolu biraz buradan oluşturmamız gerekiyor. Sihirli bir formül yok.
Bunlar birbirine bağlı konular. Bu sorunları da halklar arasında köprüler kurarak çözebiliriz.

Demokrasi mücadelesini bu köprülerle güçlendirebiliriz. Yoksa AİHM'den bir karar gelecek yada bir şekilde Erdoğan gidecek... Böyle düşünürsek, yada "seçimlere gideceğiz sandıkta biz faşizmi yeneceğiz" gibi bir yaklaşım oldukça hayal olur.

HDP 7 Haziran’dan bu yana yoğun baskı ve operasyonların da odağında yer alıyor. Bu durum nereye kadar devam edecek, HDP daha ne kadar direnecek?

HDP kazanıncaya kadar direnecek. Aslında bu saldırılar bize yöneldiğinde Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş bir mesaj yollamıştı: Mutlaka kazanacağız...

Biz de şöyle görüyoruz; bu ülke artık bu kadar yükü taşımıyor.

Bu sadece HDP ile ilgili bir şey değil. Bu statüko Türkiye'nin kuruluş ilkeleri şu anda halkların 21. yüzyıldaki demokrasi taleplerini, özgürlük, eşitlik talepleri açısından baktığımızda, bütün bu talepleri karşılayacak bir yönetimle yaşamıyor.

Kurucu ilkeleri sorgulanıyor. Bu ilkeler kireçlendiği için onun yerine siyasal İslam soslu bir ideoloji ile devam edilebilinir mi diye bir çaba içerisinde oldular. Ama 15 yıl içerisinde bu da çöktü.

Türkiye'nin temel bir demokrasi sorunu var. Türkiye derin bir şekilde Kürt sorunu başta olmak üzere bu sorunlarla karşı karşıyadır. Buna karşılık da toplum, bu sıkışmışlık karşısında çaresiz olmadan yeni kanallar açarak bundan sonra yoluna devam edecektir.

Bunun en önemli aktörlerinden birisi de HDP'dir. O yüzden HDP bu işi başarıncaya kadar kararlı.

7 Haziran demişken o günlere giderken sloganınız "Seni başkan yaptırmayacağız" idi. Bu halen geçerli mi?

HDP, "seni başkan yaptırmayacağız" derken antidemokratik başkanlık rejimi, tek adam rejimi kurmak isteyen Erdoğan'a bunu söyledi.

Bu konuda ne kadar haklı olduğu da ortaya çıktı.

Çünkü tek adam rejimi demek; bütün toplumun susturulması, hukuksuzluk, denge ve denetleme mekanizmalarının ortadan kaldırılmasıdır.

Biz bütün bunları fiili başkan olduğu OHAL sürecinde yaşamış olduk.

Dolayısıyla HDP'nin o çıkışı doğru bir çıkıştı.

Ve biz halen onu başkan yaptırmayacağız...

Bir yanda da ittifak tartışmaları var. AKP-MHP'ye karşı diğer güçler ittifak zemininde bir araya gelebilir mi?

MHP oturup bir ittifak formulü çizse de hiç kimse anlamadı. Her türlü şekilde böyle bir ittifakla Kürtleri ve demokrasi güçlerini dışarıda bırakacak bir ittifak arayışındalar.

HDP'yi dar bir bölgeye sıkıştırmak istiyorlar.

Bunun karşısında biz öncelikle halklarımıza AKP-Saray rejiminin politikalarını ve onun ittifaklarının hedeflerini iyi anlatmamız gerekiyor.

Halkın iradesine yönelik bu saldırıları teşhir etmemiz gerekiyor.

Demokrasi ve özgürlüklerden yana olan kesimlere ulaşıp, böyle bir süreçte de özellikle OHAL'in kalktığı demokratik bir ortamda seçimlere gidilmesini sağlamak için ilk elden bu hareketi, yan yana gelişi sağlamak gerekiyor.

Bunun için çalışmamız lazım. Bunun için ilk önce demokratik muhalefetin yan yana durması lazım.

Eğer bunu başarırsak zaten işin en zor kısmını başarmış olacağız.

Bu zor kısmı gerçekleştirebilmenin günümüz koşullarında umudu var mı?

Nasıl ki seçilmişlerin özgürleşmesi halkın direnişiyle mümkün olacaksa, OHAL'in kalkması da sivil darbe ortamının geriletilmesi de halkların itirazlarıyla olacak.

Bugün birçok yerde işçilerin, emekçilerin yasaklanmasına rağmen grevleri var, direnişleri var.

Pek çok yerde aslında kötüleşen ekonomi, yoksulluğun artması, işsizliğin en çok yüksek noktalara tırmanmış olması gibi pek çok sebeplerle büyük rahatsızlıklar var.

İnsanların yaşam alanlarına müdahale edilmesi, suyuna, doğasına yönelik AKP'nin yağmacı politikaları, kayyumların pervasız saldırıları toplumda büyük bir öfke birikimi yarattı.

Bu mutlaka bir itiraza dönüşecektir. Böyle yönetilebilir bir ülke olduğunu düşünmüyoruz.

Ana muhalefet partisinin de demokrasiden yana olan kesimlerin de bu dönemde OHAL'in kalkması ve demokratik hukuk sisteminin sağlanmadığı bir ortamda da seçimlerden taraf olmaması gerekir.

Bunun için ortak tutum alması gerekir. Bunun için de biz çağrılarımızı ve çabalarımızı sürdürüyoruz.

Erken seçim olacağı yönünde tartışmalar da var. Böyle bir ihtimal var mı sizce?

Her an bir baskın seçim de olabilir.

Hiç seçim de olmayabilir.

Biz her zaman seçime hazırız. Fakat öte taraftan OHAL koşullarında Erdoğan'ın kazanmayacağı bir seçime de kolay kolay gitmeyeceğini düşünüyoruz.

Partinize dönük yoğun saldırıların bir nedenini de 'baraj altında bırakma çabası' olarak değerlendirdiniz? HDP şu anda baraj altında mı?

Bize gelen rakamlarda HDP yerini koruyor. Yüzde on bandının üzerinde, orada sağlam bir şekilde duruyoruz.

Bu bizim artık kemikleşmiş diyebileceğimiz bir skorumuz.

Bu, daha yüksek bir yere doğru da çıkacaktır.

Demokratik bir seçimle karşı karşıya geldiğimiz ilk evrede bu oranın çok daha yükseğine sıçrayacağımıza da eminiz.

Bu kadar çok militarist politikalara karşın halk demokrasi talebinde ısrar ediyor. Buradan geri adım atmıyor.

Herkesin bu konuda ısrarını sürdürdüğünü görüyoruz.

Baraj sorunumuz yok.

Demokratik bir seçimde HDP'nin baraj sorunu yok.

Zaten HDP'ye yönelik saldırıların sürmesi de bununla ilgili.

Önünüzde büyük bir olağan kongre süreci var... Bu kadar yoğun baskılar altında yeni döneme nasıl hazırlanıyorsunuz.

İl ve ilçe kongre sürecimiz devam ediyor. Bütün bu saldırı ve baskılara rağmen güçlü bir kongre süreci gerçekleştiriyoruz. Oldukça yaygın bir şekilde konferanslar gerçekleştireceğiz.

Önümüzdeki dönemi, önümüzdeki dönemin HDP'sini halkımızla birlikte tartışacağız. Böyle bir yol haritasını çizmek için komisyonlarımız da çalışıyor.

Yakın zamanda komisyonlarımız oluşturacak. Bu zorlu dönemde nasıl bir HDP olacağına dair konferanslarımız olacak.

Şubat ayının ortaları gibi de büyük kongremizi planlıyoruz.

Selahattin Demirtaş’ın yeniden aday olacağı belirtiliyor. Eş genel başkanlık için bir değişiklik olacak mı?

Bizim kongre süreçlerinde nasıl bir çalışma yöntemi izlendiyse, benzer bir çalışmayı da şimdi önümüzdeki dönemde yapacağız. İlk anda isimleri tartıştığımıza kimse tanıklık etmemiştir.

Yine aynı şekilde ilgili komisyonlarımız çalışmalarını yürütecek ve ihtiyaç görüldüğü dönemde gerekli açıklamalar zaten yapılacaktır. Bizim için özellikle fikriyat tartışması önemlidir.

Türkiye gündemi de oldukça hareketli... Man adasındaki bir şirkete para transferi, ABD’deki Reza Zarrab... Bunlara dair düşünceleriniz?

AKP büyük bir çürüme yaşıyor. Metal yorgunluğu değil, metan gazı sıkışması yaşıyor.

Pandoranın kutusu açıldı ve her şey etrafa saçılmaya başladı.

Zarrab davası bunu gösteriyor. Siz İran'a karşı yürütülen ambargoyu tanımayabilirsiniz fakat bu sizin rüşvet alacağınız, yolsuzluk içerisine batacağınız anlamına gelmiyor.

Neden bu kadar pisliğin içerisine battınız?

Erdoğan'ın bunu açıklaması gerekiyor.

Fakat bunu açıklamak yerine Türkiye'ya karşı yürütülen bir operasyon argümanıyla kapatmaya çalışıyorlar.

Bu süreçte gerçekten de ülkeyi büyük bir uçuruma sürükledikleri, halkın kaynaklarını yağmaladıklarını bize açık bir şekilde gösteren bir tabloyla karşı karşıyayız.

Man adasıyla gündeme gelen para aktarımları da iyice gerçek yüzlerini ortaya koydu. Bunların normalde 17-25 Aralık'ta ortaya çıktığında o zaman bir yargılama süreci olmalıydı.

Bunun yapılmaması Erdoğan'ın da bu sürecin bir parçası olduğunu gösteriyor.

AKP iktidarı bütün iktidar hayatı boyunca insanlığa karşı suçlar işlemiştir.

Şimdi insanlık suçlarına bir de rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk gibi pek çok suç da eklenmiş oldu.

Türkiye'de demokrasinin tahsis edildiği dönemde aslında bu suçlardan muhakkak bu iktidarın yargılanması gerekiyor.

Bir de ABD’nin Kudüs kararı son bir kaç günün en önemli tartışma konusu oldu. Bu gelişmeyi ve Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amerika'nın Kudüs açıklaması Ortadoğu'yu kana bulayacak yeni çatışmaların çıkmasını sağlayacak çok tehlikeli bir hamle. Bunu geri çekmesi gerekir.

Hem demokratik toplumun da bu yönde baskılarını arttırması gerekiyor. Türkiye’de burada hemen bu argümana sarıldı. İçerideki sıkışmışlığını örtmek için İsrail'e dönüyor.

Kudüs'ün, bütün semavi dinlerin ortaya çıktığı bir kültür, tarih mirası olduğunu düşünüyoruz.

Burada halkların demokratik bir şekilde barış için yaşayabileceği bir formül geliştirilmelidir.

"Kudüs benimdir, Kudüs senindir" gibi bir yaklaşım da halklar açısından yanlış olur.

Kudüs halklarındır, inançlarındır...

Ve buradan yaratılmaya çalışılan bu işgalci politikaların derhal durdurulması gerekir.

Biz her zaman tarihte olduğu gibi Filistin halkının yanındayız.

AKP'nin İsrail'e dönük politikaları da iki yüzlüdür.

Derhal İsrail ile ekonomik ilişkilerini kesmesi gerekiyor ki; bu konuda samimi bir tutum içinde olduğunu söyleyebilelim...

Mavi Marmara'da olduğu gibi burada iki yüzlü davranıyor.

Demokrasiden yana bir tutum almak herkesin görevidir.

12 Aralık 2017