Kerestecioğlu: Devlet, barışı düşleyen Aslı Erdoğanı neden tehlikeli buldu?


Grup Başkanvekilimiz ve Parlamento Kadın Grubu Sözcümüz Filiz Kerestecioğlu,19 Ağustos 2016 tarihinden bu yana tutuklu olan gazeteci-yazar Aslı Erdoğan'ın durumuna ilişkin Meclis'te bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

HDP milletvekilleri Bedia Özgökçe Ertan ve Dilan Dirayet Taşdemir'in de katıldığı basın açıklamasında Kerestecioğlu şunları ifade etti:

Kapatılan Özgür Gündem gazetesi Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazar Aslı Erdoğan, 19 Ağustos’tan bu yana tutuklu. Astım, KOAH, pankreas ve şeker gibi ciddi rahatsızlıkları olmasına rağmen tutuklandığı ilk hafta tek kişilik bir hücrede tutulan Aslı Erdoğan’a ilaçları verilmedi, havalandırmaya dahi çıkartılmadı. İdrar kokan bir yatakta yatırıldı ve kalıcı hasara neden olacak koşullarda barındırıldığını kendisi de onu ziyarete gidenler de çokça ifade etti. Üşüdüğü için istediği hırkayı 15 gün sonra ancak “kazanabildi.” İhtiyaç duyduğu boyun yastığı için, tam altı kurumla günlerce yazışma yapıldı.

Peki, Aslı Erdoğan’ı tutuklatan, ona bu zulmü yaptıran neydi? Resmi evraklar onun “devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozduğunu” ve “silahlı terör örgütüne üye olduğunu” yazıyor. Bütün bu suçların dayanağı ise, “cezai ve hukuki hiçbir sorumluluğu olmayan” yayın danışma kurulu üyeliği ve 3’ü Özgür Gündem’deki köşesinde, 1’i Karakarga Dergisi’nde yayınlanmış 4 yazısıydı. Yani bir yazar, yazmaktan suçlu ilan edildi!

Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozacak ne yazmıştı Aslı Erdoğan?

Yazıların ilki, 29 Mart tarihli “Bu Senin Baban” isimli köşe yazısı. Cizre’de yaşanan vahşeti yaşayanların ağzından aktaran Aslı Erdoğan, bu yazıda tek bir yorum dahi yapmıyordu. Yazıdaki bütün cümleler yaşayanların anlattığı şekliyle ve tırnak içerisinde aktarılıyor. Örnek vermek gerekirse: “Bir cenaze çıkıyor, diyorlar. Diyoruz, belki odur, gidiyoruz hastaneye, dönüp geliyoruz gene. İnsanlar cenaze gelince üzülür, biz bulunca seviniyoruz… Oğlum doğup büyüdüğü sokakta katledildi. Ne acılarla büyüttüm onu, ne yoksullukla… Gitti, daha bulamadık. Kimse kimseyi bulamadı… Kızım lise son sınıf öğrencisiydi. Bir barikat var, kızımla aramda, kaldırsınlar, gidip alayım. Bir kemik de olsa…”

İkincisi, 20 Mayıs tarihli “Faşizm Güncesi” yazısı. Cizre’de insanların katledilmesini kaleme alan Aslı Erdoğan, yazısında şöyle diyordu: “Bodrumlarda kuşatılmış insanların –kimi yaralı, kimi çocuk— diri diri yakıldığı günlerde yaşamanın ve yazmanın dayanılmaz ağırlığı… Hayatın yerine ikame edilen sözcüklerin, sözcüklerin üstlendiği sessizliğin korkunç ağırlığı… O uçurum orada ve burada, geçmişte, gelecekte, bugünde… Biz ne kadar gözlerimizi kaçırsak da, o benzersiz derinlikteki bakışlarını gözlerimizden ayırmıyor. Öznesini yitirmiş cümlelerin, anlatıların suskunluğuyla, yarıda kesilmiş bütün hikâyelerin, bütün hayatların ebedi suskunluğuyla bakıyor, bekliyor ve sisli sonsuzlukta, tam içimizde yürüyor.”

Üçüncüsü 17 Haziran tarihli “Bir delinin tarih okumaları” isimli yazısıydı. Bu yazıda da AKP hükümetinin yıllardan beri gelen, kendi tutukluluğunun da sebebi olan, demokrasi kisvesi altındaki uygulamalarını şöyle anlatıyordu: “‘Terör örgütüyle’ aynı görüşleri savunanların da terörist olduğunu saptayan TMK yürürlüğe girdiğinde yurt çapında askeri vesayetten kurtuluşumuzu kutlamaktaydık. Beş yıl içinde tüm dünyadaki ‘terör suçlularının’ üçte biri Türkiye cezaevlerindeydi. Bu arada biz askeri vesayetten kurtulmanın yetip yetmediğini oylamış, derin devletten de kurtulmuştuk. Kendini yönetme konusunda isteksiz olanların direncine karşın Türkiye değişiyor, dünyaya posta koyuyordu. Kürtlerin ‘kardeş olarak’ keşfedildiği günlerdi, herkes sokaklardaydı, biber gazında rekor kırmıştık. Silah sanayimiz millileşmiş, TOMA’yla mertlik geri gelmişti, Şam’a girmemiz an meselesiydi. En kuşkucular bile, sınırda 32 ‘Kürt kaçakçının’ bombalanması emrinin bir sivilden geldiğini duyunca suspus oldular, hakikaten buna ‘askeri vesayet’ denemezdi. Kürtlerin kardeş olduğunu biliyorduk ama onlara sivil demeye içimiz gitmiyordu.”

Sonuncusu ise 8 Temmuz tarihli “Ayların En Zalimi” isimli yazıydı. Bu son yazı da tıpkı ilki gibi bir derlemeydi. Farklı gazetelerin, Nusaybin’den, Şırnak’tan, Lice’den gelen abluka ve devlet şiddet haberlerini toparlayan Aslı Erdoğan bu yazıda da kendine ait tek cümle kullanmamıştı.

Tutuklandığı ilk günden itibaren birçok sivil toplum kuruluşu, siyasetçi, akademisyen, hukukçu, yazar Aslı Erdoğan’a destek verdi; hukuksuzca tutuklanmasına karşı çıktı. Aslı Erdoğan için “Özgürlük Nöbeti” başlatıldı, yüzlerce vatandaş nöbete katıldı. Çünkü Aslı Erdoğan, bu ülkenin aklı mantığı yerinde diğer bütün insanları gibi savaşın bitmesini istedi. Ancak devlet, her gün köşelerinde savaş çığırtkanlığı yapan, tehditler savuranları değil; barışı düşleyen Aslı Erdoğan’ı daha tehlikeli buldu. Nasıl ki barış isteyen herkes terörist ilan edildi; akademisyenler, yazarlar gözaltına alındı; gazeteciler, siyasetçiler tutuklandı; vatandaşlar katledildi; Aslı Erdoğan’a da aynı şekilde ödülü verildi. Üstelik suç delili olarak gösterilen yazılarında da Aslı Erdoğan’ın ne şiddet çağrısı, ne de şiddet övgüsü yapmadığı; kendine özgü dili ile yaşadığı hüznü dile getirdiği apaçık ortadayken.

Bu 4 yazı Aslı Erdoğan’ı devlet gözünde azılı bir terörist yaptıysa da hukukçular onun hiçbir suçu olmadığı konusunda hemfikir. Farklı çevrelerden 18 hukukçu hukuki görüşlerini bildirerek Aslı Erdoğan’ın yargı ve tutukluluk sürecinin baştan aşağıya “hukuk dışı” olduğunu belirtti.

Hukukçuların hepsi farklı görüşlerden gelseler de Aslı Erdoğan’ın yazılarının eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ve suç sayılamayacağında hemfikirler. Avukat Ayşe Batumlu, bu durumu şöyle özetliyor: “Bu yazıların tamamı da eleştiri sınırları çerçevesinde ve düşünce özgürlüğü kapsamındadır. Türkiye Devleti’nin mevcut ve bizce yeterince demokratik olmayan yasalarında dahi, bırakın suç olmayı, korunması gereken haklar kapsamındadır bunları kaleme almak, yaymak. Üstelik her daim şiddete karşı, yaşanan ağır şiddetten rahatsız ve daha barışçıl bir topluma özlemle yazılmış;  özellikle devletin, çizdiği gayri hukuki sınırlar dışında değinilmesinden hazzetmediği, Kürt Halkı’na yaşatılan sorunlar ve ayrımcılık hakkında kaleme aldığı, çoklukla büyük bir ıstırabı içeren yazılardır. Devlet de, kişiler de; Aslı Erdoğan’ın bu yazılarında İfade ettiği görüşlere katılmasalar, rahatsız olsalar hatta bu görüşleri şoke edici bulsalar dahi, onun bu görüşlerini ifade edebilmesi hakkı öncelikle devlet tarafından korunmak zorundadır!”

Hukukçuların endişelerini ortak şekilde dile getirdikleri bir diğer konu ise Türkiye’de yargının durumu. Avukat Canan Arın ortada hukuk ile açıklanabilecek bir durum olmadığına vurgu yaparak “Kararı çoktan verilmiş, hem ilgilisine hem de onun gibi olanlara gözdağı vermek amacı ile bir insanın hayatının karartılması söz konusu!”diyor. Avukat Emrullah Beytar ise bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Yargının insan haklarını tehdit eden bu fonksiyonun en önemli sebebi;  yargının hiçbir zaman siyasi erkin güdümünden çıkmamış olmasında kaynaklanmaktadır”. Ve ekliyor: “Gazeteci & Yazar Aslı Erdoğan’ın gazete haberlerini kaynak göstererek yazmış olduğu makalelerinden dolayı bugün tutuklanmış olması hukuk, adalet ve insan hakları noktasında kaygı verici bir durumdur.”

Bütün hukukçuların ifade özgürlüğü olarak değerlendirdiği bu yazıları Türkiye yargısının suç olarak nitelemesi ise elbette tesadüf değil. Çünkü Avukat Cüneyt Canış’ın da belirttiği gibi, Yargıtay’ın kendi kararlarına göre bu suçların oluşması için bu soruların cevabı şarttır: “Aslı Erdoğan hangi örgütün sempatizanıdır? Hangi yazısında sempatisini dile getirmiştir? Hangi siyasal ya da ideolojik eğitimlerden geçmiştir? Hangi kitle eylemlerine katılmıştır? Hangi kod adı almıştır? Silahlı eğitim almışsa nerde almıştır? Hangi örgütle bir hiyerarşik bağı bulunmaktadır? Hangi örgütsel toplantıya katılmıştır? Tüm bunlara dair suç olamayacak yayın danışma kurulunda olması ve köşe yazarlığı dışında hangi somut delil bulunmaktadır?”. Avukat Hüsnü Öndül ise bu soruları tek bir cümleyle cevaplıyor:  “Türkiye’de,  kişiler, sırf siyasal iktidar ya da resmi görüş tarafından benimsenmeyen düşünceleri açıkladığı için, terör suçu işlemiş kabul edilebilir, terörist olarak nitelenebilir ve yargılama ve infaz rejimine tabi tutulabilir durumdadır.” 

Avukat Ergin Cinmen’in de nitelendirdiği gibi, “Netice olarak Aslı Erdoğan’ın tutuklanması ancak bir hukuk trajedisidir.” Çünkü çok iyi biliyoruz ki; Aslı Erdoğan hukuki bir kararla değil, siyasi bir kararla tutuklandı. Bir edebiyatçının barış isteyen yazıları hiçbir zaman kendisine isnat edilen suçların kanıtı olamaz. Yargı, vatandaşın eleştiri ve ifade özgürlüğü hakkını devlete karşı koruyan temel mekanizma olmalıyken, Türkiye’de emek, barış ve demokrasi sesini yükselten herkesin önünde engel oluşturmak dışında bir vasfa sahip değildir. Fakat aynı yargı, “HDPli vekilleri indirmek lazım” “Oluk oluk kanlarını akıtacağız” diyerek savaş naraları atanların sarf ettiği bu ölüm tehditlerini ifade özgürlüğü olarak değerlendirebiliyor. 

Yargıya olan inancımız ve güvenimiz gün be gün azalsa da; Türkiye’de bağımsız ve tarafsız bir yargı olmadığına her seferinde bir kez daha şahit olsak da; barışa ve demokrasiye olan inancımız umudumuzu diri tutuyor. 29 Aralık’ta ilk duruşması görülecek olan Aslı Erdoğan’ın bu akıl almaz tutukluluk halinin derhal son bulmasını ve hakkında açılan bu hukuk dışı davadan derhal beraat ettirilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Aslı Erdoğan yalnız değildir.

15 Aralık 2016