
Grup Başkanvekilimiz Filiz Kerestecioğlu, partimizin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında verdiği gensoru önergesinin görüşmelerinde bir konuşma yaptı. Sözlerini bitirdikten sonra, acıların paylaşılması dileğiyle AKP, CHP ve MHP grup başkanvekillerine karanfil veren Kerestecioğlu'nun konuşması şöyleydi:
Soylu Bilançosu
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
İçişleri Bakanı ülkedeki yurttaşların ve ülkeye misafir olarak gelen yabancıların can ve mal güvenliğini sağlamak, kurumların düzenli ve istikrarlı çalışmalarını tesis etmek üzere görevlendirilmiş yürütme erkinin bir üyesidir.
Bu görev tanımı içerisinde değerlendirilen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde ülkemiz Dante’nin cehennemine doğru ilerleyen bir felaket lokomotifi haline dönüşmüştür. Ülkedeki her yer saldırı gerçekleşme potansiyelinin olduğu bir mecra, her yurttaş potansiyel bir suçlu konumuna düşürülmüştür. Açıktır ki, Cumhuriyet tarihi boyunca böylesi bir yıkım tablosu, hiçbir zaman gerçekleşmemişti.
Hakkında Gensoru önergesi verdiğimiz İçişleri Bakanı döneminde;
12 Eylül 2016 tarihinde Van şehir merkezinde bombalı araçla saldırı düzenlendi. Bu saldırıda 7 yurttaşımız ağır olmak üzere toplamda 56 yurttaşımız yaralandı.
6 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Yenibosna’da motosiklette bulunan bombanın patlaması sonucu 10 yurttaşımız yaralandı.
24 Kasım 2016 tarihinde, Adana Valiliği otoparkında bomba yüklü araç patlatıldı. Saldırıda 2 yurttaşımız hayatını kaybetti, 33 yurttaşımız da yaralandı.
4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde bulunan Emniyet Müdürlüğü’nün ek binası yakınlarında bomba yüklü bir araçla düzenlenen saldırıda 2’si polis 11 yurttaşımız hayatını kaybetti.
10 Aralık 2016 tarihinde İstanbul Beşiktaş'ta düzenlenen iki ayrı saldırıda 45 yurttaşımız hayatını kaybetti, 155 yurttaşımız yaralandı.
17 Aralık 2016 tarihinde Kayseri'de askerleri taşıyan otobüse bomba yüklü araçla saldırı düzenlendi. TSK, 13 askerin hayatını kaybettiğini, 48 askerin yaralandığını açıkladı.
19 Aralık 2016 tarihinde Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara'da katıldığı bir sergide uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı İçişleri Bakanı’na bağlı Emniyet teşkilatına mensup polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş gerçekleştirdi. Ve bu saldırgan, sağ yakalanması için onlarca yol varken, öldürüldü.
Son olarak ise; 1 Ocak 2017 tarihinde İstanbul’un en ünlü gece kulüplerinden biri olan Reina’da yeni yılın ilk saatlerinde silahlı saldırı gerçekleşti. Uzun namlulu silahla kapı önündekilere ateş açan saldırgan daha sonra içeri girdi. İçeride yeni yıl kutlaması için bulunanlara kurşun yağdıran saldırgan 1’i polis 39 kişiyi katletti. Saldırıda 4'ü ağır 65 kişi yaralandı.
Özellikle Yılbaşı akşamı, ABD dâhil birçok kaynaktan istihbarat gelmiş olmasına rağmen ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı 25 bin polis ile güvenlik önlemi aldık demiş olmasına rağmen gerçekleşen katliam, göz göre göre gerçekleşmiş bir katliam olarak tarihe not düşülmüştür.
Reina saldırganı elini kolunu sallaya sallaya kaçarken,İçişleri Bakanı, Twitter’da katliama tepki gösteren gençlerin peşine düşüp, ihbarda bulunmuştur. Diğer yandan, Suruç’ta yakınlarını kaybeden insanlar Reina’da acıyı paylaşmak için karanfil koymaya gittiler biliyorsunuz; çünkü acılar ancak paylaşılarak azalır. Ancak İçişleri Bakanının maiyetindeki polisler, bu insanları gözaltına aldılar arkadaşlar. Acılı insanları gözaltına almak ne demektir? Bu insanlar dün gece yarısına kadar gözaltında tutuldular. O ana kadar ise Reina saldırısıyla ilgili tek bir kişi dahi gözaltına alınmamıştı.
Soylu dönemindeki saldırıların haritasını çıkardığımızda şunu görmekteyiz: Doğusundan Batısına barış çığlığı ile iki buçuk yıllık Çözüm Süreci’nde ısrar eden halklarımıza, bugün, İstanbul’dan Van’a, Adana’dan Kayseri’ye kadar kandan çizilmiş tabloların adresi olmuştur. Guernica tablosunda olduğu gibi demek istiyoruz ki; kandan çizilmiş bir tablo var.
Soylu ve KHK’lar
Süleyman Soylu döneminde ülke bir yandan kaybettiklerinin acısını yaşarken; diğer yandan sivil toplum kuruluşlarına, basın ve yayın kurumlarına yönelik dayatılan baskılarla, kapatmalarla meşgul olmaktadır. Aralık 2016 tarihi itibariyle Hükümetin sivilleri etkilemeyeceğini iddia ettiği OHAL’in bilançosu derlendi. Buna göre 83 bin kişi ihraç edildi, 2 bini aşkın kurum kapatıldı.
İçişleri Bakanlığı marifetiyle darbe girişimi ile alakası olmayan yüzlerce derneğin kapısına kilit vuruldu, AKP’li olmayan hemen hemen tüm basın ve yayın kuruluşları kapatıldı. Bugün yandaş medya yazıp yandaş medya okuyor. Yıllardır simge haline gelmiş gazeteciler bugün hapisteler. En son 30 Aralık 2016 tarihinde İçişleri Bakanının talimatıyla 20 ilde 96 dernek kapatıldı.
Modern devletin varlık sebeplerinden biri olan ve bileşeni olan Sivil Toplum, Soylu’nun düşmanca yaklaşımı ile bugün yok edilmeye çalışılıyor. Çocuklardan mültecilere, kadınlardan yoksullara kadar geniş yelpazede hizmet veren ve darbecilerle AKP ortaklığında da baskılara maruz kalan birçok dernek kapatıldı. Bu kapatmalar sonrası ise Süleyman Soylu şöyle bir açıklama gerçekleştirdi: “370 dernek kapattık. Neden? Oralarda konaklayacaklar, pinekleyecekler, terör örgütüne destek sağlayacaklar, biz de onlarımeşru bir organ olarak göreceğiz. Vurduk kilidi, gitti. Hadi bakalım açın da görelim.”
Şimdi bu açıklamaya baktığımızda karşımızda görünen kişi kimdir, sizce?
A. Mafya lideri B. Kadın düşmanı bir erkek C. Mahalle Kabadayısı D. İktidarın zehirlediği ve muhtemelen yakın bir gelecekte adını bile anmayacağımız bir siyasetçi.
Bize görüneni D Şıkkı.
İnsanları darbe ile ilgisi olmamasına rağmen KHK’larla işinden edip işkencelere sürükleyen ve kendisi de partinin/Bakanlığın parasını nasıl harcadığını dahi açıklamayan bir Bakanlık pratiğini önce sizlerin sonrasında ise kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.
Demokratik Siyasete Baskılar
Süleyman Soylu’nun devraldığı İçişleri Bakanlığını ironik olarak en başarılı şekilde devam ettirdiği alan, partimize yönelik saldırılar ve baskılardır.
7 Haziran’dan önce 200’den fazla parti binamıza taşlı, silahlı, bombalı saldırı gerçekleşti. Diyarbakır’da 5 Haziran’da “Büyük İnsan-lık”mitingimiz bombalandı. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yine 300’e yakın parti büromuz saldırıya uğradı. Süleyman Soylu döneminde ise bir basamak daha atlandı. Genel Merkezimize girişimiz yasaklandı. Genel Merkezimize çok sayıda saldırı gerçekleşti. Eş Başkanlarımız ve milletvekillerimiz rehin alındı. Ve en son komedi mi, dram mı, trajedi mi diye aramızda çok tartıştığımız ama karar veremediğimiz bir olay oldu. Genel Merkezimizin hemen önünde arkadaşlarımız tarafından yapılan Kardan İnsan’a yönelik polisler tarafından saldırı gerçekleştirilip kardan insanın kolları kırıldı.
22 Temmuz 2015 tarihinden bu yana Partimize, Partimiz tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları neticesinde toplam 8 bin 737 kişi gözaltına alındı, aralarında Eş Genel Başkanlarımız, Milletvekillerimiz, il-ilçe eşbaşkanlarımız, yöneticilerimiz ve parti üyelerimizin bulunduğu 2 bin 704 kişi tutuklandı.
12 Aralık'tan bugüne kadar ise 19 HDP il eşbaşkanı, 56 ilçe eşbaşkanının da bulunduğu 976 kişi gözaltına alındı, 218 kişi tutuklandı.
Yukarıda saydığımız IŞİD saldırıları sonrasında kimse gözaltına alınmazken, bu ülkede gazetecilik yapan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Hüsnü Mahalli, Ahmet Şık, Engin Aydın, karikatürist Musa Kart, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Şahin Alpay; siyasetçi Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Grup Başkanvekillerimiz İdris Baluken, Çağlar Demirel ve milletvekili arkadaşlarımız gözaltına alınarak tutuklandılar.
Sokağa Çıkma Yasakları
Maalesef yine Süleyman Soylu’nun Bakanlığı döneminde yıllardır 81 il olan ülkemizde Şırnak’ıharitadan silindi ve 80 il sayısına düşürüldü.
Bu yılın sonuna kadar Diyarbakır’da 71, Mardin’de 18, Şırnak’ta 14, Hakkâri’de 11, Muş, Batman ve Bingöl’de 2’şer kez ve Tunceli’de 1 kez ilan edilen, toplam 9 il ve en az 35 ilçede 125 kez ilan edilen (zaman aralıklı ve gün boyu) sokağa çıkma yasakları toplamda 2585 günü bulmuş durumdadır. Bu tablonun kendisi bile ülkenin “yönetilemediğini”göstermekte ve bundaki en büyük pay sahibinin İçişleri Bakanı Soylu olduğunu kanıtlamaktadır.
Kadınlara Yönelik Şiddet
Diğer yandan, her fırsatta militarizmi överek savaşı ve erkekliği yücelten Sayın Bakan, kadınlara yönelik şiddetten de sorumludur. Bugün, ülkedeki herkesin güvenliğini korumakla ve İstanbul Sözleşmesini uygulamakla yükümlü olan Bakan, kadınları koruyamadığı yetmezmiş gibi, yine erkeklere fedakarlık öğütleyerek ve imtiyaz vaat ederek o militarist erkek egemen damara hitap etmeye çalışıyor. Kapatılan dernekler arasında uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında çalışan, önemli deneyimler biriktiren ve 1998 yılından beri düzenlenen Kadın Sığınakları ve Dayanışma Merkezleri Kurultayı bileşeni olan 7 kadın örgütü de var. Benzer şekilde Eylül ayında birçok belediyeye kayyum atanması da yine uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında deneyimi olan belediyeye bağlı kadın danışma merkezlerinin kapatılmasına neden oldu. Bugün belediyelerde kadınlara destek olan kadın birimleri kapanırken kayyım atanan Belediyelerde inanılmaz hizmetler veriliyor. Ağrı Diyadin Belediyesi’ne atanan kayyım, Erdoğan adına takvim bastırıp zorla esnafa astırtıyor. OHAL nedeniyle kadınlar, polise başvurduklarında personel yetersizliği nedeniyle sığınaklara yerleştirilemediklerini ya da karakollarda saatlerce beklemek zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar.
Bugün Türkiye’de radikal selefi yapıların ülkede örgütlenmesini görmezden gelen İçişleri Bakanlığı, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’a yönelik suikastte tanık olduğumuz gibi, bu yapıların devlet içine örgütlenmesine sebep olmuştur. Bize “HDP’liler 3. Sınıf siyasetçi”diyen Bakanın görevde bulunduğu ülkemizde yalnızca son bir ayda Rus Büyükelçi öldürülüyor, Boğazın ortasında katliam gerçekleştiren bir kişi elini kolunu sallayarak kaçabiliyor. Biz 3. sınıf isek, kendisine sınıf dahi tayin etmekte zorlanıyoruz.
Değerli arkadaşlar, Reina katliamı göz göre göre geldi. Günlerce bazı kimseler sosyal medyada “Noel kutlamayın”diyerek ülkemizde tedirginlik içinde yaşayan Hristiyan toplumunu ve Yılbaşını huzur içinde, 2016’da yaşanan acıların geride kalması dileğiyle kutlamak isteyenleri hedef gösterdi. Neden Bakan çıkıp bu ülkenin vatandaşları istediği gibi bayramlarını kutlarlar demedi? Neden Diyanetin yayınladığı hutbeye karşı“Hocam, zaten ülkede herkes düşmanlaşmış durumda; herkese barış dileyin, birlik dileyin”demedi?
İçişleri Bakanı, neden Şevki Yılmaz isimli şahıs, Televizyonda açıkça MİT’in HDP’lilere yönelik suikastlar düzenlemesini isterken, onun sözleriyle tekrarlıyorum: “MİT’in bazı kelleleri alması gerektiğini, bunun İslami olduğunu, terörle Anayasa ve kanunla mücadele edilemeyeceğini söylerken”hiçbir şey yapmıyor da, IŞİD’e tepki gösteren Halkevci gençleri hemen twitter’da hedef gösteriyor?
Bugün o gençlerin protesto ettiği radikal selefi gruplar, yaptıkları kanlı saldırılarla Türkiye’de yaşayan vatandaşların yaşama hakkını tehdit ettikleri yetmezmiş gibi; kadınlar başta olmak üzere tüm vatandaşların gündelik hayatı üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyorlar. Kamusal alanda kadınlara yönelik şiddetin artması, bu grupların yaptığı kadın düşmanı propagandalara göz yumulmasıyla ilintilidir. Şort giydiği veya parkta spor yaptığı gerekçesiyle kadınlara saldıranlar, Türkiye’de örgütlenmeleri meşru hale gelmiş bu grupların yarattığı iklimden cesaret alıyorlar.
Bakan bugün tweet atarak IŞİD’e tepki gösteren yurttaşları ihbar etmek yerine, kadınların sokaklarında özgürce dolaşabilecekleri, şiddete uğramadan insanca yaşayabilecekleri, herkes için huzurlu bir ortamı tesis etmelidir. Halkevleri üyesi gençlerin "IŞİD'cilere ve cihatçı çetelere geçit vermeyeceğiz”sözünü paylaşmıyor mu Sayın Bakan, bunu gerçekten kendisine sormak isterim, biz kadınlar, biz özgürlüklerden yana olanlar da aynı cümleleri sarf ediyoruz, bizleri de Twitter’dan hedef gösterecek misiniz Sayın Bakan?
ABD’de 1947-57 yılları arasında yapay bir komünizm korkusu yaratarak Charlie Caplin’in de aralarında olduğu yüzlerce entelektüeli hapishanelere gönderen ya da sürgün eden McCarthy’nin ihbarcılık, jurnalcilik gibi yöntemlerini toplumda yaymaya çalışan bir İçişleri Bakanı, yarattığı iklimin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mı?
Değerli arkadaşlar, böylesi düşmanca, öfkenin bilerek beslendiği dönemlerde erkek egemenliği de yükseltilir. Çocuklar daha korunmasız kalır. Bugün özellikle en korunmasız durumda olan, İçişleri Bakanlığının sorumlu olduğu mülteci çocuklar için ben büyük bir endişe duyuyorum. Nizip’te, İçişleri Bakanlığına bağlı bir mülteci kampında 30 tane küçücük çocuk kampta çalışan bir görevlinin tacizine uğradığında kampı ziyaret etmemiz bile engellendi. Sayın Soylu sonradan bu kamplarla ilgili, çocuk istismarıyla ilgili tek bir açıklama yapmadı.
Soylu’nun“Siyasi”Açıklamaları
Hitler faşizminin saldırısı altında bulunduğu zaman içerisinde yaşamını yitiren Walter Benjamin şöyle bir veciz söz kullanmış, 1934 yılında: “Gelecekte cahiller okuma yazma bilmeyenler değil, görüntüyü okuyamayanlar olacak.”
Ülkemizdeki görüntünün bir parçasında işkenceler, gözaltılar, tutuklamalar; diğer parçasında patlayan bombalar kararan hayatlar var. Bir parçasında ise kutuplaşmış toplumsal yapı, patlamak üzere olan toplumsal dinamikler var.
Bu görüntüye rağmen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, nefret söylemini dilinden eksik etmeyen açıklamalar yapmaya devam ediyor.
Ülkenin sakinleşmeye, ortak dile, huzura ihtiyacı varken İçişleri Bakanı, bir konuşmasında “Yarından tezi yok birinci öncelikli iş intikam almaktır”demişti.
Biz Sayın Soylu’ya Cemal Süreyya’nın dizeleri ile cevap vermek istiyoruz.
“Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında”
Yakın ve Uzak Geçmişi
Sayın Bakanın iktidarın ömür boyu sürmeyeceğini iyi bildiğini tahmin ediyoruz. Geçmişte doğru ata oynamak misali, AKP’ye hakaretler yağdırıp sonra Bakanlığa kadar yükselişinden biliyoruz. Soylu’nun henüz 2012 yılında AKP’ye katıldıktan sonra bu kadar hızlı bir yükseliş göstermesi, dokunulmaz kişilerin, devletin karakutularının arkasında olduğunu gösteriyor. Yeni Türkiye için yeni karanlık adamlar, yeni karakutular mı yaratılıyor arkadaşlar? 90’lardan hiç mi ders almadık?
Yarın öbür gün iktidar değişince, Sayın Bakanın “ben aslında intikam, ölüm, kan demedim; onlar dedirtti” demeyeceğini de bilemiyoruz. Sadece eskiye dair bir kaç cümlesini hatırlatmak faydalı olabilir. 10 Aralık 2008’de “29 Mart yerel seçimlerinde halk AKP hükümetine sarı, DP ise kırmızı kart gösterecek. AKP hükümeti, yanlış ekonomi politikası sonucu bayramları da millete zehir etti. İnsanlarımız gülmeyi unuttu. Beceriksizlik ve yetersizlikle, Türkiye’yi krizle karşı karşıya bıraktılar. Paçalarından yolsuzluk akıyor. Türkiye'de ihale ve yandaş belediyeciliği yapılmaktadır.”
14 Mart 2009’da “Seçim sürecinde Türkiye’de çok manidar işler oluyor. AKP mensupları uzun zamandır genel başkanları ve başbakanlarını, Başbakan da kendisini padişah olarak görmek istiyor. Ülkemizde sadaka kültürü var. Türkiye'de 3 kişiden biri fukaralık sınırının altındadır. Eleştirilmesi gerekenler insanları bu duruma düşüren hükümettir.”
Bunları buraya bırakıyor ve memleketin siyasi geleceğini, bu gelecekte Soylu’nun yeni duraklarını gözlemeyi tercih ediyoruz.
Sonuç
Değerli Parlamento üyeleri,
Parlamenter Hükümet Sistemlerinde İçişleri Bakanlarının görevi,
- Halkın can güvenliğini sağlamak,
- Kadınlara yönelik şiddeti önlemek,
- İşkenceye asla izin vermemek,
- Uzun gözaltılara karşı durmak,
- Toplumsal kutuplaşmayı arttıran söylemlerden uzak durmak,
- Düşmanlaştırıcı değil, kucaklayıcı bir yaklaşıma sahip olmak.
Bunları yapamayan Bakanlar dünya siyasi tarihinde pek çok kez istifa etmişlerdir.
Örnek vermek gerekirse;
- 1994 yılında Fransa İletişim Bakanı Alain Carignon, Kamu malını kötüye kullanmak ve kullanmaya yardım etmek suçlamasıyla soruşturma başlatılmadan bir hafta önce istifa etmişti.
- 2006 yılında Danimarka Ulaştırma Bakanı Maria Borelius Evinde çalıştırdığı dadıyı yetkili makamlara bildirmediği için istifa etti.
- 2013 yılında Danimarka DışYardım Bakanı Friis Bach Halka yanlış bilgi verdiği için istifa etti.
- 2012 yılında Mısır Ulaştırma Bakanı Raşid el Mateeni 49 öğrencinin hayatını kaybettiği tren kazası sonrası istifa etti.
Keşke İçişleri Bakanı ülkedeki bunca olaydan sonra kendisi istifa etseydi ve biz de Gensoru müessesine başvurmak zorunda kalmasaydık. Ancak şu ana kadar ülkemizde bunu görmemiz mümkün olmadı.
Sadece “mertlik, delikanlılık”gibi erkek egemen kışkırtmalar duyuyoruz siyasilerden. Oysa bir Bakanın görevi delikanlılık, mertlik değildir; işini iyi yapmak, önleme sorumluluğunu yerine getirmek, hukuki sorumluluğu almak ve ülkeyi yaşanabilir bir yer kılmaktır.
Bakanın görevi, Türkiye’yi birbirini seven insanların dayanışma içinde yaşadığı, yurttaşlarının yaşam hakkının korunduğu bir ülke haline getirmektir.
Değerli arkadaşlar, karanfil maalesef acının simgesidir ve karanfiller acı kokar, bilirsiniz. Bu yüzden sizlere, acıları paylaşabilmek için, bunu öğrenebilelim diye, bu karanfilleri vermek istiyorum. Çünkü bu ülke, artık acıların samimiyetle paylaşıldığı ve bir daha da acıların yaşanmadığı bir ülke haline gelmelidir. İçişleri Bakanını istifaya çağırmamızın ve Gensorumuzun da amacı budur.
4 Ocak 2017