Kerestecioğlu: Kadınlar Vardır

Grup Başkanvekilimiz Filiz Kerestecioğlu'nun Taz için verdiği röportaj:

17 Mayıs 1987. 12 Eylül sonrası ilk sokak gösterisi. Kadınların ilk kitlesel eylemi: Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü. Kadıköy iskelesinde buluşan kadınlar Yoğurtçu Parkı’nda Kadınlar Vardır şarkısı eşliğinde tarihi bir miting düzenliyor. Ve feminist hareket büyük ivme kazanıyor. 17 Mayıs mitinginin tertip komitesi başkanı, Kadınlar Vardır’ın bestecisi, Mor Çatı Kadın Sığınma Evi’nin kurucularından İstanbul milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile 8 Mart arefesinde, HDP kongresi sonrası ilk grup toplantısının öncesindeki dar vakitte, ‘87’nin yürüyüşünden bugünün gündemine, bu uzun tarihe kuşbakışı göz atıyoruz…

Sizin bestelediğiniz meşhur Kadınlar Vardır şarkısını da ilk kez söylediğiniz 1987’deki feminist hareketin yükseliş günleriyle bugünü kıyaslarsanız, kadınların gündemi, tartışmaları, öncelikleri, ruh hali açısından aradan geçen otuz küsur yılda nasıl bir mesafe alındığını görüyorsunuz?

O dönem biz, feminizm sözünü söyleyen kadınlar, çok azdık. Feminizmin dışında, kadın haklarını telaffuz eden, kadın hakları için mücadele eden de az sayıda kadındık. Bugün ise çok ciddi bir yaygınlaşma görüyoruz. 1987’deki Dayağa Karşı Yürüyüş’ün öncesinde de içimizde sokaklarda olan çok kadın vardı, ama ilk defa kendi taleplerimiz için sokağa çıkıyor olmak, bir mitingi organize etmek, “özel olan politiktir” diyerek özel olanın politikasını yapmak, bunu kadınlardan kadınlara taşımak... Bunlar ilk defa olan şeylerdi ve dolayısıyla çok heyecan vericiydi. Elli kadın da olsa, yüz kadın da olsa yürüyeceğiz kararını vererek gittik Yoğurtçu Parkı’na. Ben de tertip komitesi başkanıydım o yürüyüşün. 1980 darbesi sonrası ilk yasal yürüyüştü, bizden önce kimse sokağa çıkmamıştı. Bini aşkın kadın gelmişti. Demek ki o heyecan geçirilebilmişti herkese. Bugünse on binleri buluyor sokağa çıkan kadınlar. Mesele ayrıca, sadece bir miting ya da 8 Mart meselesi de değil, aynı zamanda, fikrin yaygınlaşması, fikrin birçok kurumda karşılığını bulması. O dönemden sonra birçok kurum açıldı: üniversitelerde kadın araştırmaları bölümleri, Kadın Eserleri Kütüphanesi, Mor Çatı ve daha birçok yer... O zamanların heyecanını yaşamış olanlar “bugün o kadar değil” gibi görebilir, ama ben öyle düşünmüyorum. Bugün fikrin çok daha yaygın ve çok daha sağlam olduğunu görüyorum.

Bugün kadınların öncelikli talebinin, feministlerin gündeminin ne olması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Maalesef kadın cinayetleri gündem olmaktan çıkamadı. Ama bu Türkiye’de de, dünyada da en zor üstesinden gelinebilecek şeylerden biri. Erkek egemenliği de öyle paldır küldür alt edilecek bir şey değil. Gündemlerden biri tabii ki kadın cinayetleri, küçük çocuklara doğru yaygınlaşan tecavüz ve istismarlar... Ve savaş. Antimilitarizm, savaş karşıtlığı geçmişin de gündemiydi belki, ama bugünün en yoğun gündemi bu diye düşünüyorum. Bir sloganımız var: “Bedenimiz bizim, emeğimiz bizim, kimliğimiz bizim, kadınlar dayanışmaya!” Bu slogan geçerliliğini koruyor. Bedenimize sahip çıkmaya çalışıyoruz, bunu yapmaya devam etmemiz lâzım, çünkü sürekli buna yönelik müdahalelerle karşılaşıyoruz. Bazen saldırı, taciz, tecavüz şeklinde, bazen de kıyafetimize, davranışımıza, mimiklerimize varıncaya kadar müdahalelere karşı birlikte dayanışmak durumundayız. Ayrıca, emek sömürüsü çok yoğun. Her türlü yolsuzluğun, derin yoksulluğun olduğu bir yerde kadınların yoksul olmaması ve emeklerinin sömürülmemesi düşünülemez. Aynı zamanda, esnek çalışma gibi kamuflajlar altında kadınların emeğinin hepten yok sayılması ve işsizliğin yükseldiği durumlarda işten çıkarılacak, evlerine gönderilecekler olarak da ilk kadınların görülmesi... Geçenlerde, Ford fabrikasında çalışan kadın işçilerin, metal işçilerinin ortak grevine karşı lokavt kararı alan MESS’e hitaben çektikleri “Grev... korktun mu? Korkmalısın!” videosunu gördüm. Çok güzel bir şey yapmışlar. İnsana hakikaten umut veriyor o genç kadınlar. Yaygınlaşma dediğim bu işte. Emek alanında da bunun yaygınlaştığını görüyoruz. Orada da kafa tutuyor kadınlar. Bu başkaldırı herhalde iktidarı, erkekleri ürkütüyor, çünkü her yerde kadınların kafası dik. Bu yaygınlaşma çok önemli. Bu dönemin en önemli gündemlerinden biri de dayanışma. Kadınların birbirini kucaklama, dayanışmayı yükseltme zamanı. Dayanışmayı şahikasına çıkarmak durumundayız. Erkek egemenliği hayatın her alanını sarmış durumda. Savaşçı, militarist dünya liderleri de bu anlayışı yükseltiyor. Bizimse en büyük mücadele silahımız dayanışma ve feminizm düşüncesini yaygınlaştırma.

Sizi bir siyasi partide siyaset yapmaya yönelten ne oldu? HDP’den milletvekili adayı olurken feminist siyasi faaliyetinizi bu çatıda sürdürmeyi mi düşünüyordunuz, yoksa başka öncelikler mi ağır basmaya başlamıştı?

Açık söylemek gerekirse, benim milletvekili olmak gibi bir düşüncem yoktu. Bir partide yer almak gibi bir düşüncem de yoktu. Ama pişman değilim burada olduğum için. En fazla da neden pişman değilim? Kadınlar, arkadaşlarım, dostlarım, ya da dostum olmayan, sokaklarda gördüğüm kadınlar “iyi ki orada varsın, bizim sesimizsin, iyi ki bu sözü söylüyorsun” dedikleri için bu mücadele gücünü buluyorum ben. Yoksa, iki buçuk senedir HDP milletvekilleri olarak belki tarihte kimsenin yaşamadığı kadar büyük zorluklar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Hâlâ kimin vekilliğinin düşürüleceği, nasıl devam edileceği belli değil. Kişisel olarak sorunuza gelince, gençler ve kadınlar bana çok büyük güç veriyor. Bunu hissediyorum, onların sesini, ellerini omuzuma atmalarını hissediyorum. Yoksa, benim tercihim milletvekili olmak değildi. Ben çeşitli sivil toplum mecralarında, sokaklarda ya da besteler yaparak (gülüyor) kendi yürüdüğüm yoldan devam etmeyi tercih edebilirdim. Ama bugün Halkların Demokratik Partisi’nin çok doğru bir yer olduğunu ve bu kadar baskıya rağmen dirençle durduğunu görüyorum. Feminist bir kadın olarak buranın özellikle benim açımdan da doğru nokta olduğunu düşünüyorum.

2011 seçimlerinde ilk defa Meclis’teki kadın milletvekillerinin oranı yüzde 10’u aştı –yüzde 14,3. HDP’nin parti olarak katıldığı ilk seçim olan 7 Haziran 2015 sonrasında kadınların oranı yüzde 17,6’ya çıktı. Bugün de Meclis’teki kadın oranı 14,7. HDP’nin varlığı bu açıdan da Meclis’teki havayı değiştirmiş olmalı. Meclis’le, diğer partilerin kadın vekilleriyle ilgili gözlemleriniz nasıl? Meclis kadınlar açısından nasıl bir yer?

Meclis’te kadın varlığını nicelik olarak artıran biz olduğumuz gibi, aynı zamanda nitelik olarak artıran da bizleriz. Kadınların bu kadar çok söz aldığı, konuştuğu başka bir parti yok. HDP parlamentoda da kadın sesini yükselten bir parti. Kadınlar konuştuğu zaman sadece kadın sorunlarıyla ilgili konuşuyor da değil, böyle bir alana kıstırılmak bizim savunduğumuz bir şey değil zaten. Ekonomi de konuşabiliriz, savaş siyasetine karşı da konuşabiliriz, çocuk istismarına karşı da konuşuruz, ekoloji de konuşuruz. Kadınlar her alanda müdahalede bulunabilir, ki zaten bunu yapıyorlar da, önlerine barikatlar çekilip engellenmediklerinde tabii. Burada işte o barikat yok. HDP bir kadın partisidir. Bu söz Meclis’te de karşılığını buluyor, kadınlar çatır çatır sözlerini söylüyor, tartışıyorlar. Partimizin Kadın Meclisi’nin aldığı kararlar tartışılmaz, Kadın Meclisi ne karar alıyorsa, uygulanır. Kadın beyanı esastır ilkesi aynı şekilde önemli. Bu anlamda, kadınları güçlendiren bir parti. Eksiklerimiz yok mu? Çok.

Ne gibi?

Erkek egemen düzende yaşıyoruz. Eksikleri gidermiş değiliz. Erkekler hiçbir şekilde rollerinden vazgeçmek istemiyorlar. Çok yerde, illerde, ilçelerde, genelde eşbaşkanlardan önde olan “eş” erkek oluyor. Bunlar değiştirilmesi, dönüştürülmesi gereken ciddi şeyler. Güncelleme eğitimleri verilmesi gerekiyor, veriyor da arkadaşlar. Güzel eğitim programları yapıyoruz. Diğer partilerin kadınlarıyla ilişkiye gelince, biz bir kadın grubu olan yegâne parti olarak başka partilerden kadınlarla da, özellikle kadın sorunları etrafında, bir araya gelip konuşabilelim istedik. Bir-iki kere bunun için çağrı da yaptık. Bir karşılık bulmadı. Bu kadar kriminalize edilmeye çalışılan bir partiyle kadınların cesaret bulup yan yana gelmesi mümkün olmadı. Ya da belki kadınların bir kısmı da zaten “bunlar suçlu” diye baktı. Böyle görmeyenler de bir araya gelmek, konuşmak için cesaret bulamadılar. Türkiye’nin işte bu ortamdan çıkması gerekiyor. Aksi takdirde, hiçbir sorunun çözümü yok. Ben kadınların gücüne inanıyorum. Ama kadınların da karşı karşıya gelmesi, birbirinin sözünü dinlemesi, anlaması lâzım.

OHAL altında, ülkenin KHK’lerle yönetildiği bir dönemde Meclis ne anlam ifade ediyor? 2019 seçimleri öncesindeki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz “OHAL şartlarında seçim olmaz” diyoruz. Bu şartlarda bizim gündemimiz, önceliğimiz seçim değil. OHAL herkesin hayatını etkileyen bir uygulama. Fırsata çevrilmiş bir darbe girişimi var; o sivil darbeyi çok ciddi bir şekilde yaşıyor bütün ülke. İktidar bunsuz yönetemiyor. Ülkenin demokratik koşullarda yönetilmesinin mümkün olmadığını görüyor. Sosyal medyada “barış” demek bile gözaltına alınmaya, tutuklanmaya yetebiliyor. Çünkü iktidarın meşruiyeti yok. Bizim önceliğimiz OHAL’in kaldırılmasıdır. OHAL koşullarında seçim söz konusu olamaz. Ama MHP’yle yaptıkları ittifakla bu yolda yürüyorlar. Yakın zamanda uyum yasalarını Meclis’e getirecekler. Meclis uzun zamandır noter konumunda, önüne getirileni onaylıyor. Ki bazen noter konumuna bile gelemiyor, çünkü iktidar kendi çoğunluğunu da sağlayamıyor, milletvekillerini defalarca çağırıyorlar. Türkiye’de eskiden çok büyük demokrasi geleneği vardı, devlet sosyal devletti, her şey şahaneydi demiyorum, bu ülkenin epey bir zamanını yaşadım, biliyorum. Ama Meclis’in bu kadar işlevsizleştiği bir dönem olmamıştı daha önce. Öte yandan, yalanlarla, algı yönetimiyle yürütülen araba eninde sonunda bir yere toslar.

Röportaj: Siren İdemen
13 Mart 2018