Kerestecioğlu ve Sancardan yargı – iktidar ilişkisi üzerine değerlendirme

Grup Başkanvekilimiz Filiz Kerestecioğlu ve Mardin Milletvekilimiz Mithat Sancar, yargı – iktidar ilişkisini ele aldıkları bir basın toplantısı düzenledi. Gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da yanıtlayan Kerestecioğlu ve Sancar’ın öne çıkan ifadeleri şöyleydi: 

Filiz Kerestecioğlu: 

Danıştay’ın 149. Kuruluş yıl dönümü nedeniyle konuşan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, “16 Nisan 2017 tarihinde halk oylaması ile kuvvetler ayrılığı güçlendi” dedi. Güngör, “Olağanüstü halin ilanı ve bu süreçte kabul edilen KHK’ların amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir” diye konuştu. 

Danıştay Başkanı ile aynı ülkede mi yaşıyoruz?

Görülüyor ki, bu ülke, gerçekten yargı mensuplarının da bulundukları konumu ve hukuku unuttukları bir yer haline geldi. Şimdi inanın sormak istiyoruz Danıştay Başkanına biz aynı ülkede yaşamıyor muyuz?

150 bin insan KHK ile işinden edilmiş, 150’nin üzerinde gazeteci içeride. Kocaman bir ülke yarı açık cezaevine dönmüş, Danıştay Başkanı hak ve özgürlüklerden söz ediyor. Referandumdan geçen anayasa değişikliği ile tek adam rejimi başlıyor, kuvvetler ayrılığının güçlendiğinden söz ediyor…

Halk halen referandumun meşruiyetini sorguluyor ve hayır oylarının peşindeyken bir Danıştay başkanının bu noktada yapması gereken, bu referandumdaki ihlalleri tespit etmek ve aslında bir açıklama yapacaksa buna dair yapmak ve hukukun üstünlüğünden söz etmek iken, kendisi kuvvetler ayrılığının güçlendiğinden söz ediyor! Ve üstelik bunu sadece Türkiye'deki insanlar değil, neredeyse bütün dünyada herkes, Türkiye'de kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığını dile getirirken yapıyor! Bu ülkede olan bitenden Danıştay Başkanı’nın haberinin olmaması mümkün mü? Mümkün değil; ama böyle yapmayı tercih ediyor.

Danıştay Başkanı hakkını arayanların yanında olmadığını ilan etmiştir

Üstelik öğreniyoruz ki, Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu “Saray kadrosu”nda görev yapıyor, damadı ise Saray’ı yapan şirkette çalışıyormuş. Bir önceki yıl Erdoğan’ın önünde düğmesi olmayan cübbesini iliklemeye çalışan Zerrin Güngör’ün Erdoğan’a saygıda kusur etmemesinin nedeni de bu olsa gerek!

Danıştay ülkenin en zorlu ve baskıcı zamanlarında bile “hakimler var” dediğimiz, insanların nispeten hakkaniyetli sonuçlara ulaşabildiği bir mahkemeydi. Şimdi bu açıklama idari yargıya başvuran ya da başvuracak on binlerce insan için açıkça bir ihsas-ı rey niteliği taşıyor. Yani taraf olma, tarafını belli etme! Danıştay Başkanı hakkını arayanların değil, haksızlığı inşa edenlerin tarafında olduğunu çok açık biçimde ifade etmiştir.

Hükümet Nuriye ve Semih’in taleplerine ses vermeli 

Bugün “Adalet isteyen insanlar, umutlarını, adalet aramanın hakiki yeri olan mahkemeler yerine açlık grevine boşuna teslim etmiyorlar…” Danıştay Mahkemesi Başkanının böylesi taraflı bir tutum aldığı bir ortamda; hukuksuzca ihraç edilen eğitimciler adalet için tek çözüm yolunu açlık grevi olarak görüyorlar. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevlerinin 65. Günündeler; üstelik bugün her zaman eylemde bulundukları Yüksel Caddesinde kendilerine destek olmak için bekleyen arkadaşlarına polis saldırıda bulundu ve 4 kişiyi gözaltına aldı. Basın açıklamamızın bittiği saatlerde, iki eğitimci tekrar Yüksel Caddesine geçecekler; hükümet, artık eğitimcilerimize işkence etmekten vazgeçmeli. Onların kılına zarar gelmeyeceğini umuyoruz! Hükümet artık buna ses vermeli. İki insanın ölüp gitmesine seyirci kalmamalı ve işkence etmekten vazgeçmeli.

Danıştay Başkanını ise, tarafsızlık ilkesini hiçe sayan açıklamaları nedeniyle istifaya davet ediyoruz.

Baluken’in tutukluluğu işkenceye dönüşmüştür

Yargıdan bahsederken Sayın İdris Baluken’in durumunu özel olarak ifade etmek isterim. İdris Baluken, Kandıra cezaevinde iken kısmi felç geçirdi. Cezaevinden çıktıktan sonra ilk hafta sinir sistemindeki sıkışmadan ötürü ameliyat oldu. Bu ameliyat sonrası, üç ay fizik tedavi görmesi gerektiği doktor raporuyla sabitlenmişti; ama hastaneye baskı yaptılar ve fizik tedavi sürecine hemen geçilmemesi sağlandı ve İdris Baluken’i hastane kapısında gözaltına alıp tutukladılar. Sincan cezaevinde ise İdris Baluken’in fizik tedavisini görmesi için gerekli ortamı sağlamadılar.

İdris Baluken’in tutuklu olduğu dosya farklı tarihlerde farklı ceza maddeleri üzerinden hazırlanmış. Toplam 11 eylem yazıyor. 11 eylemin çoğu konuşmalarından. Bir grup başkanvekilinden söz ediyoruz. Misalen 5 Haziran'da IŞİD tarafından bombalı saldırı düzenlenen mitingde İdris Baluken sahnedeyken saldırı olmuştu. Bu saldırıyla ilgili devlet hala şaibe altındayken, İdris Baluken’e dava açılmıştır. Yine konuşmalarının çoğu çözüm süreci kapsamındadır. İdris Baluken şahsında bu süreç yargılanmaktadır. Baluken’in tahliyesini ve tedavisine imkan sağlanmasını talep ediyoruz. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de mesaj vermek gerekiyor. Bizler hukukçu vekilleriz. Yargıya müdahale edilmemesi gerektiğini hayatımız boyunca savunduk. AİHM’in de AİHS‘in gereği olarak bir ülkede hukuk yolu kalmamışsa görevini yapması gerekmektedir. Türkiye’de adalet arayan insanların başka çıkış yolu kalmamıştır. 

Mithat Sancar: 

Kuruluş yıl dönümleri biat mesajları seremonisine dönüştü

Yüksek yargı organlarının kuruluş yıl dönümü konuşmaları, yıllarca hukuka uyma çağrılarını yapmak için vesile olarak kullanılmıştır. Fakat başta Danıştay olmak üzere yüksek yargı organlarının kuruluş törenleri biat ve sadakat mesajlarının verildiği bir seremoniye dönüşmüştür. Bu vahim bir durumdur. Hele Danıştay Başkanının açıklamalarının kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Hem Danıştay’ın tarihine hem de bedel ödeyen vicdanlı yargıçlara da saygısızlık olmuştur. 

Yargı; otoritenin, iktidarın en başta da Cumhurbaşkanının yönlendirmesiyle hareket ediyor. Bunu en açık görebileceğimiz yer de dokunulmazlıkların kaldırılması süreci ve sonrasında başlayan tutuklama ve gözaltı süreci. 

2013’te 2, 2016’da 35 fezleke hazırlanması tesadüf olamaz 

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı dosyalara baktığınızda, yıllara göre fezlekelerin nasıl arttığını görebilirsiniz. 2011’de sadece 15 dosyası varken, 2012de 8, 2013'te 2 ve 2015’in ortalarından başlayarak sayı katlanarak artıyor. 2016’da ise 35 tane fezleke hazırlanmış. Cumhurbaşkanının dokunulmazlıkların kaldırılması talimatını vermesiyle savcılar fezleke hazırlamaya başlamıştır. 2016 fezlekeleri iktidarın isteğiyle hazırlanmıştır. Selahattin Demirtaş hakkında 10 yıl boyunca hazırlanan fezlekelerin 2 katı 2016’da hazırlanmış. Bu tesadüf olamaz. 

Ayrıca bazı fezlekeler yapılan konuşmadan 5 yıl sonra hazırlanmıştır. Bizlerle ilgili tüm fezlekelerde asıl yoğunlaşma 2015’in sonu ve 2016. Buradan çok açık mesaj fezlekelerin iktidarın talimatıyla ve onun politikalarına uygun olarak hazırlandığı. 

Ülkede yargı yok

Bağımsız yargı sözü artık kara bir ironi haline gelmiştir. Herhangi bir nedenle yargı bağımsızlığı kavramını ağzımıza almak en büyük ayıptır. Böyle bir olgu artık yoktur. Bırakın yargı bağımsızlığını yargı ortadan kalkmıştır. Bugün Türkiye’de yargı diye bir mekanizma yoktur. Ülkemizde yargının varlığından söz etmenin şartları da ortadan kalkmıştır.

‘Yakala, bırak, tekrar yakala’ kirli oyunu 

Tahliye edilen milletvekillerimizle ilgili yeniden verilen tutuklama kararları da bunun örneğidir. 4 önemli örnek var; biri İdris Baluken. Baluken, oy birliğiyle Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesince, Balbay içtihadı gerekçe gösterilerek tahliye edilmişti. Bu karara itiraz diliyor, tekrar tutuklama kararı çıkarılıyor. 8. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı, tahliye kararı veren mahkemenin başkanı görevinden alınarak kürsü hakimliğine atandı, yani cezalandırıldı. 

Yakala bırak, tekrar yakala diye nitelediğimiz kirli oyunun örneklerini Ferhat Encü, Nursel Aydoğan ve Besime Konca’da da görebiliriz. Yargı iktidar işbirliğiyle sergilenen kirli bir oyunudur bu. Yakalanıp tahliye edilen IŞİD sanıklarının sayısıysa tüyler ürpertici. Bozdağ’ın, IŞİD sanıklarının kaçmasının firar olarak nitelenemeyeceği açıklaması da dikkatlerden kaçmamalıdır. 

Milletvekillerimiz hakkında fezlekeleri hazırlayan savcıların önemli bir kısmı iktidarın FETÖ olarak nitelendirdiği yapıya üye oldukları iddiasıyla ihraç edildi ve veya tutuklandı. Selahattin Demirtaş’ın 31 fezlekesinden 8’ini hazırlayan savcılar ihraç edilmiş ve tutuklanmışlardır. Aynı şekilde Figen Yüksekdağ hakkındaki kararlara imza atan savcılar ve hakimler de ihraç edildi veya tutuklandı. Hükümet, terörist diye tutukladığı hakim ve savcıların kararlarını geçerli kabul ediyor çünkü işine geliyor.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) daha önce milletvekillerinin tutukluluk durumuna ilişkin içtihadı var. Özü şudur; milletvekilleri tutuklu yargılanamaz. Bizim de milletvekillerimizle ilgili başvurularımız var ama AYM bugüne kadar hiçbir şey yapmadı. Öncelikle bu dosyaları hemen gündemine almalı ardında içtihadına uygun davranarak tutukluluğun Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtmeliydi. AYM’ler özgürlükleri korumak için oluşmuş yapılardır. Bütün çağdaş demokrasilerdeki işlevleri iktidarları denetlemek ve özgürlükleri korumaktır. AYM bu tarihsel kuruluş felsefesine ihanet etmektedir. AYM hem kendi içtihatlarına hem kendi kuruluş felsefesine daha fazla aykırı davranmamalıdır. 

Kerestecioğlu ve Sancar, basın emekçilerinin sorularını da yanıtladı: 

SORU: ABD’nin PYD’ye ağır silah vermesi üzerine başlayan tartışmalara ilişkin değerlendirmeleriniz nedir? 

Sancar: PYD’ye - YPG’ ye silah yardımı konusu son derece yanlış tartışılıyor. IŞİD gibi barbar bir örgüte karşı etkili bir mücadele yürüten SDG diye bir yapı var. Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyareti iptal edilsin mi tartışması asıl meseleyi örtüyor. Asıl mesele şu; Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın Suriye konusundaki tercihlerinin bedeli çok ağır olmuştur. Kürtleri düşman olarak görmek bu yanlışın temel sebebidir. Değiştirilmesi gereken Suriye politikasının kökten değişmesidir. Hayati mesele gözden kaçırılmamalıdır. Suriye politikasında Kürtleri tehdit ve düşman olarak gören anlayış ülke içinde de barıştan uzaklaşmamıza sebep olmuştur. Yapılması gereken barış için birlikte yaşamak için bir politika oluşturmaktır. 

SORU: Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik hakaret içerikli açıklamalara ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? 

Kerestecioğlu: Politik söylemin hiçbir şekilde hakaretle bağdaşmadığını düşünüyoruz. Bizim söylemlerimizde hakaret olamaz. Türkiye’de yüz binlerin saygı duyduğu bir lidere cinsiyetçi söylemler üzerinden hakarette bulunmak kabul edilebilir değil. Biz politik eleştirinin, adabına göre yapılmasından yanayız. Söylenen şey özellikle kadınlar olduğunda erkekler tarafından ortam başka bir söyleme dönüşmekte ve bilinçaltı tüm algılar ortaya çıkmakta. Bu cinsiyetçi söylemi reddediyoruz. 

12 Mayıs 2017