Kobanî Kumpas Davası devam ediyor: 3530 sayfalık torba iddianame yargıya müdahalenin belgesidir

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden duruşmanın öğleden sonraki oturumunda Nazmi Gür, Ali Ürküt, Can Memiş, Cihan Erdal, Emine Ayna, Sırrı Süreyya Önder, Alp Altınörs, İbrahim Binici, Bülent Parmaksız, İsmail Şengül, Mesut Bağcık, Zeki Çelik, Nezih Çapan, Ayşe Yağcı, Bircan Yorulmaz, Berfin Özgü Köse, Pervin Oduncu, Meryem Adıbelli ve Beyza Üstün tutukluluk değerlendirmesine ilişkin konuştu.

İlk sözü alan Nazmi Gür, Türkiye’nin en temel sorununun hukukun üstünlüğü ilkesinin iktidar tarafından ayaklar altına alınması olduğunu belirterek, “Anayasal düzenin ve hukukun böylesine ayaklar altına alındığı bir dönem daha rast gelmemiştir. Bu sadece yargının değil bizim, ezilenlerin, 83 milyonun sorunudur. ‘Türkiye’de bağımsız bir yargı vardır’ inancı yok bende de. Hangi yayına, hangi uluslararası kuruluşun raporuna bakarsanız bakın Türkiye’deki en önemli sorunlardan birinin hukukun üstünlüğü olduğunu söyler.

Başı Sedat Peker’le belaya giren İçişleri Bakanı yargıya sığındı

Cumhurbaşkanı ve ortağı Bahçeli’nin açıklamalarının tamamının yargıya müdahale olduğunu söyleyen Gür, “Bağımsız bir yargıya Türkiye’nin ekmek kadar hava kadar ihtiyacı olduğunu her koşulda dile getirdik. Şimdi başı Sedat Peker’le belaya giren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yargıya sığındı. Bu çok ironik. Şimdiye kadar Sedat Peker’in sözleriyle ilgili harekete geçmedi yargı. Şimdi talimat makamındaki Soylu, yargı arıyor” dedi.

3530 sayfalık iddianame yargıya müdahalenin belgesidir

Mahkeme başkanının, “Yargıya müdahale edildiğine dair bir tane belge getirin, istifa ederim” sözünü hatırlatan Gür, “Sayın Başkan sizin önünüzde tam 3530 sayfalık yargıya müdahalenin belgesi duruyor” dedi.

Yasama, yürütme, yargı Saray’da birleşti, yargıçlar yargıyı iktidara karşı korumak zorunda

Yasama, yürütme ve yargının Saray’da birleştiğini söyleyen Gür mahkeme başkanına seslenerek, “Recep Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk döneminde en çok yargıdan şikayet ederdi, yargının ayak bağı olduğunu söylerdi. Şimdi yasama, yürütme, yargı Saray’da birleşti. Türkiye’nin sorunları çözüldü mü? Yargının iktidarı hukuki çizgide tutma gücü kayboldu. Ülkede yargının bağımsızlığını sizler de savunuyor ve cübbenin hakkını vermek istiyorsanız eğer en çok siz yargıyı iktidara karşı korumak zorundasınız” diye konuştu.

Gür konuşmasının sonunda reddi hakim talebini ifade ederek ve tahliyesini talep etti.

Bu kadar ağır suçlar nasıl oldu da 6 yıl bekletildi?

Gür’ün ardından söz alan Ali Ürküt, davanın 6 yıl sonra gündeme geldiğini hatırlatarak, “Aradan 6-7 yıl geçmiş, ceza kanununda ne kadar ağır suçlar varsa hepsi peş peşe dizilmiş. Bu kadar ağır suçlar ne oldu da 6 yıl bekletildi? Birdenbire de raflardan indirildi. Herkes biliyor ki bu dava konjonktüreldir, siyasidir ve iktidarın devamı için ihtiyaçtır” dedi.

Tarih boyunca işlenmiş ne kadar ağır suç varsa kendilerine isnat edildiğini belirten Ürküt, “Benim bu suçum varsa, evet ben o dönem HDP MYK üyesiyim. Yargılama budur benim açımdan. O toplantıda tamamen barışçıl, tamamen siyasi faaliyet kapsamında, IŞİD barbarlığına karşı kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapılması tartışılmış ve bir paylaşım yapılmış. Bütün mesele budur” ifadelerini kullandı.

Yeşil, sarı, kırmızı renklerin suç sayılmasına muhalefetim de bu dosyada suç olarak karşıma çıktı

İddianameye ilişkin değerlendirmeler yapan Ürküt, iddianameden bir örnek de verdi: “RTÜK üyesiyken bir TV kanalına yeşil sarı kırmızı renkleri gösterdiği için ceza kesilecekti. Yeşil, sarı, kırmızıyı 21. asırda suç gibi göstermek yakışmaz. Bir renk, herhangi bir örgütün yasa dışı sembolü değildir. Ben de kanala ceza kesilmesine muhalefet ettim, muhalefet ettiğimi de sosyal medyada paylaştım. Bu da bu dosyada benim karşıma suç olarak getirildi”.

Reddi hakim talebini ileten Ürküt, tahliyesini talep etti.

İnsanların hala ‘yok artık’ diyebilmesi bu ülkeye inanmanın temel garantilerinden

Gür’ün ardından söz alan Cihan Erdal; farklı görüşlerden, yaşlardan, inançlardan mektup ve dayanışma mesajları aldığını belirterek şunları söyledi: “Aldığım mesajlarda diyorlar ki ‘yok artık, bu kötü bir şaka’. Yalnızca benim yaşadığım haksızlık için değil hepimiz için. Benzeri haksızlıkları yıllardır yaşayan arkadaşlarımın yanında bunu söylemekten, kendi uğradığım haksızlıktan bahsetmekten hicap duyuyorum. Ama insanlar hala ‘yok artık’ diyorlar. İnsanların hala ‘yok artık’ diyebilmesi bu ülkeye inanmanın temel garantilerinden biri”.

Kendisine yöneltilen tek suçlamanın yasal bir siyasal partinin MYK üyesi olması olduğunu belirten Erdal, kendisiyle ilgili başka hiçbir iddia olmadığını söyledi. 2014’ten tutuklanana kadar sayısız kez yurt dışında akademik konferanslara katıldığını, Erasmus bursu ile Fransa’ya gidecekken Kanada’da daha önemli bir burs kazanarak orada doktorasına devam ettiğini anlatan Erdal, “Başka bir ülkede kalıcı oturum aldım, ülkemle bağımı koparmadım. Bu ülkede annem var, babam var, yeni doğan ve yüzünü göremediğim yeğenim var, akademisyen dostlarım, hocalarım var. Defalarca gidip geldim Türkiye’ye. Bu ülkeyle bağımı koparmadım” diye konuştu.

Bu ülkenin gençleri bir gün sebepsizce özgürlüğünden mahrum kalabileceğine inanıyor

Erdal sözlerine şöyle devam etti: “Bu ülkenin gençleri, AKP’ye, CHP’ye, HDP’ye oy veren gençlerin çoğunluğu ne hissediyor biliyor musunuz? İster Kürt ister Türk ol, istediğin kadar şiddet karşıtı ol, istediğin kadar ülkenin kaderini değiştirme iradesini göster, ister akademik alanda ülkenin, dünyanın geleceği için üretimler yap, gece gündüz çalış, emek ver hiç fark etmez, bir gün sebepsizce bir kumpas davasının parçası olabilir, bir torbanın içine atılıp özgürlüğünden mahrum kalabilirsin. Hukuki öngörülebilirliğin olmadığı bir ülkede yaşıyorsun. Böyle hissediyor gençler. O koltukta oturduğunuz için bunu engellemek sizin elinizde”

Bu iddialar başka bir siyasi partinin adına yapılmış olsaydı savcı ‘soruşturmaya yer yok’ der geçerdi

Cihan Erdal’ın reddi hakim ve tahliye talebinin ardından Can Memiş söz aldı. Medya eliyle ciddi bir itibar suikasti ile karşı karşıya olduklarını ifade eden Memiş, bir dönemin siyasi aktörleri yargılanıyorsa, sanık sandalyesinde oturuyorsa bugün sanık sandalyesinde çok daha fazla kişinin oturması gerektiğini ifade etti. 2014 yılından tutuklandığı güne kadar hayatına normal şekilde devam ettiğini, üniversiteye gittiğini, çalıştığını anlatan Memiş, kaçma şüphesinin dayanaksız olduğunu söyledi. Tahliyesini ve reddi hakim talebini ileten Memiş, “Bu iddialar başka bir siyasi partinin adına yapılmış olsaydı emin olun bu kadar soyut dayanaksız delillere savcı ‘soruşturmaya yer yok’ der geçerdi” diye konuştu.

Memiş’in ardından söz alan Emine Ayna, eski vekil olmasından kaynaklı yurt dışına çıkış koşullarının çok rahat olduğunu ancak yurt dışına çıkmayı hiç düşünmediğini söyledi. Tutukluluk halinin kaldırılması gerektiğine inanan Ayna, tahliyesini talep etti.

Yargı siyasallaşmamış, siyaset yargısallaşmış

Ardından söz alan Sırrı Süreyya Önder, Cumhuriyet tarihi boyunca mahkemelerin etkisinden bahsetti ve şöyle konuştu: “Cumhuriyet zannedildiği gibi ulusal kurtuluş savaşı ile kurulmamıştır. Önemli bir bağımsızlık mücadelesi verilmiştir, tamam ama 100 yıllık tarihine baktığımızda burada rejim mahkemelerde kurulmuştur. İstiklal Mahkemeleri ile başlayan süreçte DGM, sıkıyönetim mahkemeleri, OHAL mahkemeleri, yüksek yetkili mahkemeler; adını unuttuğum yüzlerce mahkeme bir sopa işlevi görmüştür. ‘Yargı siyasallaşmış’ kavramı gerçeği açıklamaya yeten bir kavram değil siyaset yargısallaşmıştır. Bu bugünün işi de değil. Dün de öyleydi bugün de böyle. Belli ki demokrasi bize selam verene kadar devam edecek.”

Filistin konusundaki hassasiyetle Kobanî konusundaki hassasiyet aynıdır

Önder, konuşmasına şöyle devam etti: “Kuruluşunda ve fikriyatında emeğim olan, ilk vekili olma onurunu taşıdığım bir siyasi partinin davası görülüyor. 6 milyonun üzerinde oy alıyoruz. Bu siyasal yapı topyekün bir terör organizasyonu olmakla itham ediliyor. Bir hukukçu değilim, sayarsanız bir sanatçıyım sıradan insandan daha fazla duyarlılık, sorumluluk sahibiyim. Ömrüm demokrasi mücadelesi ve bunun bedelini ödemekle geçmiş. Ceza, cezaevi gibi şeylerin bizim üzerimizde bir yaptırım değeri yok. Elbette özlenen, tercih edilen mekanlar değil ama bunlar yüzünden tutumundan tasarruf edecek insanlar değiliz. Bu bizim için bir yaşam biçimidir; su gibi, ekmek gibi, hava gibidir. Bu memlekette yaşananların adını doğru koymazsak hiçbir yere gidemeyiz. Bugün Filistin konusunda gösterilen topyekün hassasiyet neyse dün Kobanî konusunda gösterilen topyekün hassasiyet aynıdır. Tek bir farkla provokasyon yoktur.

6 milyonluk bir terör örgütü yoktur

Dünyanın hiçbir yerinde 6 milyonluk bir terör örgütü yoktur. Dünyanın birçok ülkesinin nüfusundan fazla terör örgütü olur mu? Öyle bir itham varsa akla gelecek soru, ‘bu terörden başka bir şey olmasın’ olmalıdır. Temel refleksimizin bu olması gerekir. Nedir bir ülkede 6 milyon insanı olağan şüpheli de değil kesin suçlu statüsüne iten? 24 saat belirlenmiş kanallarda bize küfür ve hakaret ediliyor. Orada kendimizi ifade etme anlamında en ufak bir alan açılmıyor. Bunu yapanların da omuzlarında yargı kılıcı bir o yanda bir bu yanda sallanıyor. Bu reva mıdır? Değildir, bugünler geçecek. Bu topraklar hikmetli insanların bereketli olduğu topraklardır. Bu bir avuç nefret söylemiyle dolu, kendini ancak Kürt düşmanlığı ile var eden vasıfsız insanlar bir gün siyaset sahnesinden silinip gidecekler. Ama yazık değil mi bu insanlara.

Et ve Süt Kurumuna ne yaptım?

Davanın müdahillerine ilişkin ironiye de dikkat çeken Önder, “Et ve Süt Kurumunun temsilcisi oradaysa sorayım, kardeşim ben size ne yaptım? Etinizi mi yedim, sütünüzü mü döktüm? Siz benim 38 kez müebbetle yargılanmamı isteyen bir davaya niye müdahil oluyorsunuz? dedi.

Anadilinde savunma hakkına da değinen Önder, “Bir vekilimiz anadilinde savunma yapamamanın hüznüyle konuştu. Bakın, anadilinde konuşma yapanlar çok kısa konuştu. Siz bu dili anlamadığınız için onlar kısa konuştu. Siz konuştuğunuzda da Kürtçe konuşanlar sizin o Kürtçe savunmadan anladığınız kadarını anlıyorlar. Bu, bu meselenin en çok can yakıcılarındandır. Bu şekilde mahkeme salonlarını reva görmek insanlık açısından hiçbir fayda sağlamayacaktır.

Önder, hakkındaki adli denetim tedbiri kararının kaldırılmasını talep etti.

Ahmet Altun Nazi hukukunu Türk hukukuna sızdırdı

Önder’in ardından söz alan Alp Altınörs, “Türk hukukunda ‘kolektif suç’ kavramı yoktur. Bunun yerine suçun bireyselliği esas alınır. Fakat iddianame, Ahmet Altun tarafından kolektif suç ilkesi zemininde hazırlanmıştır. İddianamede MYK üyesi olmak suçlu sayılma gerekçesi oluyor. Kolektif suç kavramı tarihte Nazi döneminde ortaya konulmuştur. Nazi hukukunda var. 'Yahudi’ysen suçlusun, eşcinselsen suçlusun, komünistsen suçlusun, git çalışma kampına çalış’ denir. Bu şekilde kolektif suç kavramı en karanlık dönem olan Nazi döneminde girmiştir. Ahmet Altun da bunu Türk hukukuna sızdırmıştır. Partili savcı Ahmet Altun, bu iddianameyle Türk hukukuna sızdırmıştır siz de kabul etmişsiniz. Bunu reddetmeniz gerekirken etmediniz buna yol verdiniz” ifadelerini kullandı.

Google Translate çevirisini kabul ettiniz

Ben mesleki olarak çevirmenim. İngilizce, İspanyolca, Rusça çeviri yapan biriyim. Bu iddianamede çok önemli delil olarak iddia edilen PYD’den geldiği iddia edilen bir mail var. Bu mailin çevirisini bile yaptırmamışsınız. Google Translate ile çevrilmiş ve önünüze getirilmiş. Google Translate (Çeviri)'in hiçbir resmiyeti yoktur, hiçbir mahkeme bunu kabul etmez. Ayrıca Türkçe-İngilizce dil çifti en zayıf dil çiftidir genellikle ve çeviri hatası verir. Yeminli tercüman olarak ben hiçbir mahkemenin böyle bir çeviri kabul ettiğini görmedim ama siz ettiniz.

Talimat aldığımızı söylediğiniz mail twitten sonra gelmiş

PYD’den gelen bir maille HDP’nin talimat aldığının iddia edildiğini belirten Altınörs, önemli bir hatayı dile getirdi: “Ama o kadar aceleniz varmış ki tıpkı takvimle hata yaptığınız gibi bu emaillerin saatlerine bile bakmamışsınız. Email 22:05'te gelmiş ama tweet 19:00-20:00 gibi bir saatte atılmış. Böyle bir özensizlikle karşı karşıyayız”.

Soylu, HDP aleyhinde ekranlarda en çok atıp tutan Özışık hakkında suç duyurusunda bulundu

Siyasilerin davaya müdahalelerine değinen Altınörs, mahkeme heyetini şu sözlerle eleştirdi: “26 Nisan’daki duruşmada hiç kimseden korkmuyoruz dediniz mahkeme olarak ama gereğini yapmadınız. 26 Nisan'da biz buradayken Bahçeli, Fahrettin Altun, Süleyman Soylu bu mahkeme ile ilgili açıklamalar yaptı ve açık bir şekilde siyasi müdahalede bulundu. Soylu’dan, Bahçeli’den, Altun’dan bunun hesabını sormalıydınız. ‘Nasıl olur da siyasi otorite mensupları olarak bu davaya müdahale edersiniz? Nasıl masumiyet karinesini ayaklar altına alarak bu insanlara katil dersiniz? Ey Süleyman Soylu nasıl oluyor da paralel iddianame yayınlıyorsun Twitter'dan?' diye sormalıydınız. Eğer bunu yapamıyorsanız çekilmeliydiniz. Soylu attığı tweetle burada yargılananın tüzel kişilik olarak HDP olduğunu açıkça ifade etmiştir. Fahrettin Altun, bize açıkça ‘katil’ demiştir. Ama şimdi Süleyman Soylu yargıya başvurdu ‘beni aklayın’ diye. Hadi Özışık meselesi var. En çok HDP’yi suçlayan birisi iken şimdi Soylu kendisi hakkında suç duyurusunda bulundu. Özışık, HDP hakkında atıp tutanlardan biriydi.”

IŞİD Kobanî’ye girseydi büyük bir katliam olurdu

Altınörs, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizim için ‘katil’ gibi sıfatları sıralayan Bahçeli Filistin için istifa çağrısı yaptı İsrail sivilleri öldürüyor diye. Ne yapıyordu IŞİD, sivilleri katletmiyor muydu? IŞİD Kobanî’ye girseydi büyük bir katliam olurdu. İnsanların başı kesilecekti. Bütün toplum duyarlıydı, sadece Kürtler değildi. Düşünce işçisi olarak, çevirmen olarak bu duyarlılığın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün ben de İsrail'i lanetliyorum ama IŞİD’in de İsrail’den bir farkının olmadığını söylüyorum. Ama o zaman iktidar IŞİD’e ‘bir grup sinirli çocuk’ diye bakıyordu. Kobanî’ye destek için atılan tweetin cezası 38 kez ağırlaştırılmış hapis ise IŞİD’e peşmerge göndermenin cezası ne olur bilemiyorum. Bugün buradan başlayan yargılama yarın başkalarını da hedefleyebilir. Bugünkü koşullardan bakıp 7 yıl öncesini yargıladığınız zaman herkesi her türlü yargılarsanız. Suçlama kolektif bir suçlama. Sadece HDP MYK üyesi olduğum için ben buradayım. Özgürlüğümü talep ediyorum. Anamın ak sütü gibi helal olan özgürlüğümü talep ediyorum"” dedi.

Altınörs’ün ardından söz alan İbrahim Binici, "8 aydır neden tutuklu olduğumu düşünüyorum, sonunda anladım Suruçlu olduğum için tutuklandım” dedi. Binici, haksız tutuklamanın önüne geçilmesini isteyerek tahliyesini talep etti.

Öcalan'ı okudum, okuyorum; siz de 21’inci yüzyılda kitapların suç unsuru sayılmasından kendinizi kurtarın

Ardından söz alan Bülent Parmaksız, tutukluluğunun devamı yönünde karar verilmesinin gerekçelerinden birinin evinde bulunan yedi kitap olduğunu söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Evimde 700 tane kitap bulunuyor. Ben çok okuyan biriyim. Evimde bulunan yedi kitap Abdullah Öcalan'a aittir. Öcalan, Kürt halkının lideridir. Öcalan kitapları bende var okudum, okuyorum. Siz kendinizi kurtarmalısınız. Hem hukukçu olarak hem de Türkiye Cumhuriyeti olarak 21’inci yüzyılda kitapların suç unsuru sayılmasından kendinizi kurtarmalısınız."

Mahkeme tutarlı olmalı, kaçacak olsak 6 yıl içinde kaçardık

Ardından söz alan İsmail Şengül ülkede demokrasi, barış, özgürlükten yana inisiyatif almak, mücadele etmek için HDP’de siyaset yapmayı tercih ettiğini söyledi. 2014 yılında başlatılan Kobanî soruşturması kapsamında kendisine tebligat dahi yapılmadığını anlattı. Mahkeme heyetini tutarlılığa davet eden Şengül, “Trajikomik bir durum. Tahliye taleplerimiz kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle reddediliyor. Defalarca yurt dışına çıkıp, geri dönmüş insanlarız ama hala tutukluluğuma devam gerekçesi olarak gösteriliyor. Bunu yapsaydım defalarca yapabilirdim. Bu gerekçenin kendisi de artık tutarlılığını yitirdi. Bu haksız tutukluluğun bir an önce sona erdirilmesini ve tahliyemi talep ediyorum” dedi.

Ardından Mesut Bağcık, Zeki Çelik, Nezir Çakan, Ayşe Yağcı, Bircan Yılmaz, Berfin Özgü Köse, Pervin Oduncu de tahliye talebinde bulundu. Siyasetçiler özetle şu ifadeleri kullandı:

Ayşe Yağcı: "Tutuklanmam somut hiçbir şey yok. Gizli tanığın beyanları dışında hiçbir şey yok. 2014’ten bu yana siyasetle hiçbir bağım yoktur. Ekonomik sorunlardan ve babamın rahatsızlığından kaynaklı siyaseti bıraktım. Tahliye talebinde bulunuyorum".

PYD'nin mailindeki imza kısmında Filistin, maildeki IŞİD'lerin yerinde de İsrail yazdığını düşünün ve tekrar okuyun

Bircan Yorulmaz: "Savcı nasıl bir algı yaratmak isterse istesin HDP 6 milyon oy almış bir siyasi partidir. HDP hiçbir zaman şiddet yapmamış. Partim, hegemonyacılığa ve işgale karşı çıkar, demokrasi ve özgürlüklerin yanında yer alır. HDP kurulduğu günden bu yana bu ilkeler çerçevesinde Meclis’te mücadele eder. HDP'deki görevimi 2015 sonuna kadar sürdürdüm. Tweet atarken nelere dikkat edilmesi gerektiğine ilişkin attığım mail suç unsuru olarak sayılmış ve yargılanma delili olarak sayılmış. Başka şeyler de var. Dün akşam A Haber’de fotoğrafımın da paylaşıldığı yalan bir haber yapıldı. İddianamede YPG’den gelen e-mail konulmuş. Bu e-mail 6 Ekim 2014 tarihinde saat 22:05’te atılmış bir email. Öncelikle gelen bir mailden bahsediyorsunuz. Bir başkası tarafından gönderilmiş. Bir başkası tarafından gönderilen bir e-mailden nasıl yargılanabiliyoruz? Mailde sadece Kobanî’deki insanların tehlike altında olduğu ifade ediliyor, yardım çağrısında bulunuluyor. Maildeki imza kısmında Filistin, içindeki tüm IŞİD'lerin yerinde de İsrail yazdığını düşünün ve tekrar okuyun lütfen. Bu nasıl suçlama olarak yöneltilebiliyor? O dönem PYD ve Türkiye yetkilileri iletişim halindeydi ve hala PYD terör örgütü listesinde yer almıyor. Bunların iddianameye konulmasının amacı ne? Bir mail 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmamın konusu oluyor. Savcılığın bunların dosyaya delil olarak koması anlaşılır bir durum değil.

Tanımadığım, görmediğim 37 insanı öldürmekle suçlanıyorum

Berfin Özgü Köse: "Beni tanımadığım görmediğim 37 insanı öldürmekle suçluyorsunuz. Eğer HDP Genel Merkezden atılan tweet için tutuklu bulunuyorsam bu konuda da AİHM'in kararları var. Ben açıkça somut olguların ne olduğunu merak ediyorum. ‘Ölen insanların ailelerini tehdit edebilirsin sen, bundan dolayı şüphe duyuyorum’ diyorsanız, tutuklu yargılayın. Tutuksuz yargılanmayı talep ediyorum.

Çözüm Süreci yargılanıyor

Daha sonra söz alan Pervin Oduncu şu ifadeleri kullandı: "Bir kadınım, Kürdüm, sosyalistim. Tüm bu kimliklerimden kaynaklı HDP’de yer aldım. Bizim önümüze koyulan suç siyasi partinin üyeleri olmamızdan kaynaklı. Çözüm Sürecinden yargılanıyoruz. Özgürlük ortamı yargılanmak isteniyor. Bir dönem yargılanıyor.

Bu bir iddianame değil, bir torba ve sizin bu torbayı reddetmenizi beklerdim

Beyza Üstün: "Bugün önünüzdeki bu dava siyasi bir davadır. Kobanî olayları dediğiniz o olgu ile ilgisi olmayan, doğrudan HDP'li siyasetçilere ve onlarla birlikte yol yürüyen tüm halkların iradesine bir engeldir ve yargı yoluyla yapılmaktadır. Bunu da yapan siyasi iradedir. Beklerdim ki her alanda yaşadığımız torba siyaseti yargıya taşınmasaydı. Bu iddianame bir iddianame değil, bir torba. Sizin bu torbayı reddetmenizi beklerdim. Bu siyasi bir müdahaledir; Türkiye demokrasisine, HDP'ye müdahaledir.

Ne beni ne diğer arkadaşlarımı burada bir dakika daha tutmaya hakkınız yok, çünkü delil de olay da yok

"Bir kısmımız 8 aydır, bir kısmımız yıllardır cezaevindeyiz, hiçbirimiz nedenini bilmiyoruz. MHP liderinden AKP liderine, İçişleri Bakanından mafya liderlerine her gün kısıtlı izlediğimiz haberlerde bu dosyayla ilgili ön bilgi alıyoruz. Artık söylemekten yorulduk ama biz kaçmayacağız. Biz bu ülkede yok edilmeye çalışılan demokrasi için çaba sarf ediyoruz, sorumluluk alıyoruz. Size yalvarmıyorum, ben özgürlüğümü istiyorum. Hiçbirimizi, ne beni ne diğer arkadaşlarımı burada bir dakika daha özgürlüğümüzden yoksun bırakmaya hakkınız yok. Çünkü elinizde delil yok, olay yok.

"Bugün hanginize ben sorsam, 'Kobanî olayları nedir' diye her biriniz ayrı olguyla tanımlarsınız. Herhangi bir mafya liderinin, içişleri bakanının ya da 'mafya lideri yoldaşımdır' diyen parti yetkilisinin sözlerini uyguluyorsunuz. Ama demokrasinin ana politik hattı özgürleşecek. Biz eşit ve özgür yaşayacağız. Ben her gün öldürülen kadınların hikayesini dinlemekten yoruldum. Şurada yanı başımızda köle pazarında satılan çocukları düşündükçe uyuyamıyorum. Hala satılıyorlar, tecavüz ediliyorlar. Ben bir siyasetçi olarak tahammül edemiyorum. Hepimizin tahliyesini talep ediyorum."

Duruşma, yarın (21 Mayıs Cuma) saat 9:30'da görülmeye devam edecek.

20 Mayıs 2021