
Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde yaptığı basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Yargı Strateji Belgesi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına yönelik saldırı gibi konulara değinen Kubilay şunları söyledi:
Basın toplantımıza yargı reformu ile başlamak istiyorum. Dün "yargı reformu" adı altında uzun bir strateji belgesi açıkladı Erdoğan.
Demokratik bir yargıdan söz edilecekse önce yargıyı Saray’dan bağımsızlaştırmak gerekir
Açıklanan demokratik bir yargı paketi değil, bu bir ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan bir strateji belgesi. Bir perspektif metni. Eğer Türkiye’de demokratik bir yargıdan söz edilecekse her şeyden önce işe Saray’ın yargısı haline gelmiş olan mevcut yargıdan başlamak gerekir. Yargıyı Saray’dan bağımsızlaştırmak, yargıçları Saray’dan özgürleştirmek yargıdaki demokratikleşme sürecinin başlangıcı olacaktır. Bu temelde atılmayan hiçbir adım yargıda demokratikleşme adımı anlamına gelmeyecektir. Bunların her biri birer yapay yüzeysel düzenleme olmanın ötesine geçmeyecektir.
Saray strateji belgesini kendi ihtiyaçlarını dikkate alarak parlak cümlelerle sundu
Nitekim bunun demokratik bir düzenleme paketi olmadığı belli. Eğer Saray’ın ihtiyaçlarını değil de toplumun ihtiyaçlarını esas alan bir yargı reformu söz konusu olacaksa bu muhalefeti ile iktidarı ile herkesin ortak çabası ile olabilirdi. Ortak bir uzlaşı belgesi olabilirdi. Fakat bunların hiçbiri olmadı. Saray kendi ihtiyaçlarını dikkate alarak uzun uzun bu belgeyi parlak cümlelerle sunmuş oldu. Uzun zamandır Türkiye’de yargı ve adalet bir yapboz tahtası çevrilmiştir.
Adalet küçüldü, zulüm arttı; yargı yerine polis infaz gerçekleştiriyor
Erdoğan dünkü açıklamasında “adalet küçülürse zulüm artar” diyor. İnsan şaşırıyor, bunu kimin için söylüyor? Evet Türkiye’de adalet küçülmüş, zulüm artmıştır. Ben size bununla bağlantılı bir iki olgudan bahsedeyim. Zulmün ne kadar attığını biz Halfeti’de gördük. Halfeti’de 90’lı yıllara çağrışım yapacak şekilde, açık bir işkencenin yapıldığını kamuoyu ile birlikte görmüş olduk. Yere yüzüstü yatırılmış, elleri ters kelepçe ile bağlanmış insanlar... Gözaltı olur mu, olur. Yargı önüne insanlar çıkarılır mı, çıkarılır. Şüpheli görülür mü, görülür. Ama bütün bu olguların her biri artık yargının yerine polisin infaz gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor. Yargıya yardımcı olması gereken kolluk kuvvetleri, yargının yerine kendilerini geçirmiş ve bizatihi kendileri yargılıyor. Bunu da fiziki işkence ile gerçekleştiriyor.
Halfeti ve Ankara'da işkence realitesi çok vahim noktaya sürüklendiğimizi gösteriyor
Halfeti’deki insanlık dışı olguyu Ankara’daki işkence realitesi ile birleştirdiğimiz zaman Türkiye’nin çok vahim bir noktaya doğru sürüklendiğini görmekteyiz. Ankara Emniyeti’ndeki işkence vakasını Kocaeli milletvekilimiz Sayın Ömer Hocamız açığa çıkarmış olmasaydı, Ankara Barosu’nun, insan hakları kuruluşlarının yaptığı çalışma olmasaydı Ankara Emniyeti’nin derin dehlizlerindeki bu insanlık dışı uygulamayı hiç kimse bilmeyecekti.
İşkence görmezden, duymazdan gelinebilecek bir konu değildir
Burada biz herhangi bir olaydan bahsetmiyoruz. Üzülerek ifade etmek isterim ki Türkiye’de iktidarın izlediği politikalar sonucunda işkenceye sıfır tolerans politikası, işkence politikasına dönüşmekte ve sistematik bir işkence sürecine doğru hızla gidildiğini göstermektedir. Bu çok vahim bir durumdur. Biz Türkiye’deki tüm demokratik kamuoyunu, sendikaları, insan hakları kuruluşlarını bugün demokrasiden, özgürlükten yana olan, işkencenin bir insanlık suçu olduğunu düşünen herkesi bu konuda tepki göstermeye ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bu görmezden, duymazdan gelinebilecek bir konu değildir.
Kendini yargının yerine koyan kollukla ilgili bu pakette herhangi bir düzenleme yok
Burada da yargı paketi ile ilgili bir şey söyleyecek olursak, kendini yargının yerine koymuş olan kolluk ile ilgili bu pakette herhangi bir düzenleme yoktur. Polisin görev ve selahiyetleri ile ilgili kanunu incelediğinizde o yetkilerle ortaya çıkan her kolluk kuvveti, o anlayışla yetiştirilmiş herhangi bir emniyet görevlisi kendisini herkese hizmet eden kamu görevlisi olmaktan çok iktidarın empoze ettiği ideolojik saiklerle bilenmiş ve karşısındakine kin ve nefretle yönelen bir insan haline dönüşmüştür. Eğer bir yargı paketinden söz ediliyorsa, 2023’e bir projeksiyon tutulmak isteniyorsa, her şeyden önce yasaların demokratikleşmesi gelmektedir. Arkasından uygulamalara bakmak gerekir. Türkiye’deki uygulamalar çok vahimdir.
Pakette tutuklu siyasetçilere, akademisyenlere, gazetecilere ilişkin hiçbir şey yok
15 Temmuz sonrası OHAL uygulamaları ile birlikte, darbe girişimi gerekçe gösterilerek tutuklanan gazeteciler, akademisyenler, aydınlar, yazarlar, siyasetçilerle ilgili de hiçbir düzenleme yoktur. Bu mantalitede değişiklik yoktur, bunu ele alabilecek bir perspektif yoktur. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler “terör” suçlusu olarak damgalanmış, tutuklanmış ve hapse gönderilmiştir. Bu belgenin içerisinde düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, akademik özgürlüğün bir ‘terör suçu’ olmanın ötesine geçtiğine dair herhangi bir emare yoktur.
Demokratik siyaset üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanan yargıya ilişkin düzenleme yok
Demokratik siyaset üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanan bu yargıya ilişkin herhangi bir düzenleme de yoktur. Yargı, Saray’ın ihtiyaçlarına uygun çalıştığı ve kararlar aldığı, savcılar Saray’ın ihtiyaçlarına göre harekete geçtikleri için burada keyfi bir uygulama söz konusudur. Onun dışında adaletin tecelli edeceği bir tek örnek yoktur. Bugün başta Eş Genel Başkanlarımız olmak üzere milletvekillerimiz hakkında pek çok fezleke hazırlanmıştır.
Strateji belgesi demokrasiyi ve adaleti tesis etme projeksiyonunu sunmuyor
Türkiye’de yasalar nezdinde dokunulmazlığı olan milletvekillerinin dahil uyduruk gerekçelerle gözü korkutulmak isteniyorsa, halkın vekilliğini özgürce yerine getirilmesi engelleniyorsa bunu düşünmeliyiz. Bu strateji belgesi bize Türkiye halklarının özlemi ve beklentisi olan demokrasiyi, özgürlükleri, hakkı ve adaleti tesis etme projeksiyonu sunmuyor.
Yargı paketi sermayeye güven vermek amacıyla hazırlandı
Eğer bir ülkede uygulanacak demokratik reform paketinin güven vermek istediği adres şudur: Ağustos 2018’den itibaren bir finansal kriz olarak kendini gösteren ekonomik krizin sonucunda artık sadece yabancı sermaye değil yerli sermaye de Türkiye’den kaçmaya başlamıştır. Ekonomik krizi sopa zoruyla çözmek isteyen Erdoğan’ın attığı siyasi adımlar krizi daha da büyümüştür. Lira döviz karşısında değer kaybetmiş, siyasi istikrarsızlık nedeniyle kriz giderek derinleşmiştir. Bu yargı paketi yerli ve yabancı sermayeye güven vermek amacıyla düzenlenmiş bir pakettir.
Yüzde 1’in ihtiyacını karşılamak için yüzde 99’a yönelik yapısal düzenlemeler yapılacak
Krizin Erdoğan’ın fırçası, damadın cilası ile çözülemeyeceği anlaşılınca yeni bir cila yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Kriz boyut değiştirerek derinleşiyor. Bir yıl içinde 190 milyar dolar ödenmesi gereken kısa vadeli borç var. Hazine'de bir kaynağın olmadığı da belli. Bu zamana kadar işçinin, emekçinin, işçinin sırtına yıkıldı. İnsanlar büyük bir umutsuzluk içine sürüklendiler, Antep’te iş bulamayan gencin nasıl canına kıydığını, köprüden atlayan insanların olduğunu, yoksulların çaresizlik içinde kıvrandığını görelim. Yüzde 1’in ihtiyacını karşılamak için yüzde 99’a yönelik yapısal düzenlemeler yapılacak. Dolayısıyla Erdoğan, bunu normalleştirecek ve toplumsal meşruiyet kazandıracak bir zemin oluşturmaya çalışıyor.
"Kırk katır mı kırk satır mı" politikasına hukuksal makyaj yapılmak isteniyor
Önümüzdeki günlerde kıdem tazminatının fona devri söz konusu olacak, vergi tabana yayılacak deniliyor. Şimdi ortada bir "kırk katır mı kırk satır mı" politikası var. Buna hukuksal makyaj yapılmak istenmektedir.
Operasyonlar kaynakları tüketmekten, can kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor
Türkiye bugün borçlarını ödemekte zorlanırken dün MGK toplantısında askeri operasyonları yoğunlaştıracaklarını açıklıyorlar. Bildiğiniz gibi çeşitli adlar altında operasyonlar yapılıyor. Güney’e de yeniden operasyon yapılacağı söyleniyor. Orta yaş kuşağında olan her insan, aynı nakaratlarla tekrarlanan bu ezberi biliyor. Defaatle, 25-30 kez bu operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlar ülkenin kaynaklarını tüketmekten, can kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ama bu aynı zamanda başka bir ülkenin topraklarına yönelik askeri operasyondur ve bu ülkenin egemenliğine karşı da bir ihlaldir. Sorgulanması gereken bir durumdur.
İktidar savaşsız, şiddetsiz iktidarını sürdürmekte zorlanıyor
Seçim döneminde iktidarın bu zamana kadar anlattığı beka meselesinin onların iktidarlarının bekası olduğunu gördük. Bugün ne hikmetse bekadan çok söz etmiyorlar. Büyük ihtimalle İstanbul seçimlerinde sıkışırlarsa yine gündeme gelebilir. Askeri operasyonları beka ile birleştirdiğimizde görülüyor ki siyasi iktidar savaşsız, şiddetsiz bir şekilde iktidarını sürdürmekte zorlanıyor. Hayat normalleştikçe insanlar ekonomik ve siyasi krizi görüyorlar, bunun üstüne kalın bir örtüye ihtiyaç var. İktidarın ihtiyaç duyduğu budur.
Bölgede barışçıl bir politikaya dönüşün tam zamanı
Madem yargının demokratikleşmesinden söz ediyoruz, o zaman bölge barışına da, ülke halklarının barışına da katkı sunacak; hakkı, hukuku ve adaleti tescil edecek bir düzenleme yapmamız lazım. Sadece Türkiye halklarının ihtiyaçlarını gözeten değil demokratik Orta Doğu perspektifi ile bütün halkların çıkarlarını gözeten bir düzenlemeye ihtiyacımız var. İktidarı bu operasyonlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Bölgede barışçıl bir politikaya dönüşün tam zamanı olduğunu düşünüyoruz.
Neden PYD ile bölge halklarının önünde açık bir görüşme yapmıyorsunuz?
Suriye’de 8 yıllık iç savaş kritik bir eşiğe dayandı. Türkiye’nin yoğunlaşmış askeri operasyonları olduğunu biliyoruz. Askeri yığınak yaptığını biliyoruz. Ama öte yandan ne hikmetse Kürtler şu ya da bu düzeyde yeni Suriye’de bir statü elde etmesin diye dün “katil Esed” dedikleri Suriye rejimi ile bugün “kardeş Esad” olarak görüşme yaptıkları basına yansıyor. Siz şimdi “katil Esed” dediğiniz bir rejim lideri ile kendi çıkarlarınız için görüşmeyi meşru görüyorsunuz da o ülkenin artık vazgeçilmez halkı olan Rojava halkları ile neden görüşmüyorsunuz? Onların temsilcisi olarak gördükleri demokratik bir siyasi parti olan PYD ile neden kamuoyu ve bölge halklarının önünde açık bir görüşme yapmıyorsunuz? Bu görüşmelerin hiçbirinin kapalı kapılar ardında olması gerekmiyor.
Görüşmeler, Suriye halklarının önünde açık, meşru ve demokratik müzakereyi esas alan yöntemlerle yapılmalıdır.
Eğer eski rejimle görüşüyorsa oradaki bütün halklarla görüşülmelidir. Yeni Suriye’nin inşasına barışçıl ve demokratik bir katkıda bulunulmalıdır. O yıkıntının içinde olan bölge halklarına gerekli desteği yapmalıdır. Türkiye ancak böyle Orta Doğu’da büyük bir ülke olabilir, bölge halklarının vicdanında saygın bir yeri o zaman kazanabilir.
Türkiye’de ihtiyaç olan yargının Saray’dan bağımsızlaşması, yargıçların özgürleşmesidir
Yargı paketiyle ilgili son olarak şunu söylemek isterim. Bu paket Avrupa Birliği raporunun açıklandığı bir döneme denk gelmiştir. Rapor açıklanmadan da bundan haberdar oldukları ve buna uygun bir biçimde bu açıklamayı yaptıkları görülüyor. Türkiye’de ihtiyaç olan gerçek bir yargı reformudur. Yargının Saray’dan bağımsızlaşması, yargıçların Saray’dan özgürleşmesidir. Buradan başladığınız andan itibaren arkası gelecektir. Bu olmaksızın Türkiye’de bir demokratik yargıdan, yargı bağımsızlığından, yargıçların özgürlüğünden söz etmek mümkün olmayacaktır.
Belediyelerimize yönelik yağma ve talan bakış açısı var
31 Mart’tan sonra HDP belediyelerine doğrudan kayyım atamadılar ama kazanımları bertaraf etmek için her türlü gayri meşru yolu denediler. Önce KHK’li diye 6 belediye başkanımızın, 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koydular. Yetinmediler, tekrar birkaç ilçemizde çoğunlukta olan belediye meclis üyelerimize soruşturma açtılar. AKP’li belediye meclis üyelerini çoğunluk hale getirmek için ilginç yöntemlere başvurdular. Arkasından ise görevi devralan arkadaşlar inanılmaz borçlar açıkladılar. Belediyeler dudak uçuklatacak kadar borç batağına sürüklenmiş. Sanki düşman malı; savaş sonrasında yağmalanması ve talan edilmesi gereken bir ganimet gibi düşmanca bir yaklaşım var.
Kreşi çocukların önünde bastılar
Bu anlayışın bir devamı olarak Kayapınar Belediyesi’ndeki kreşi işgal etmişler. İnanamazsınız, Kayapınar’daki kayyım 19 Mart 2019’da yani seçimden on iki gün önce belediyenin kreşini Diyarbakır Müftülüğü’ne 25 yıllığına vermiş. Yeni belediye geldikten sonra belediye meclisi bu kararı iptal etmiş. Kaymakam polis gücünü yanına alarak kreşi çocukların önünde basmış. Görüntüleri izlemişsinizdir. Belediye Eşbaşkanımız, “Geçerli olan belediye meclisinin kararıdır. İsterseniz yargıya başvurabilirsiniz, az önce bütün konuştuklarımıza rağmen yargıda karşı karar çıkarırsa biz buna saygı duyarız” diyor. Ama ne mümkün.
Kayyım uygulamaları tarafsız bir yargıya ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor
Cizre’de de benzer şeyler oldu. Çok utanç verici. Kayyım 15 günlük ücreti kalmış diye belediyeyi icraya veriyor. Ama kendisi giderken Cizre gibi küçük bir ilçede 220 milyon 793 bin borç bırakıyor. Yüksekova’da da 22 milyon bütçesi olan bir ilçeye 650 milyon borç bırakılmış. Nerede savcılar, nerede yargı, niye harekete geçmiyorlar? Tam da bunların her biri, bizim ne kadar da yakıcı bir şekilde demokratik, bağımsız ve tarafsız bir yargıya ihtiyacımızın olduğunu gösteriyor.
Aynı şey Derik Belediyesi’nde de oldu. Daha önce belediyenin kadın merkezi varmış. Kadınlarla Dayanışma diye kurdukları merkeze bir müdür atanmış. Daha önce 180 bin TL’lik çeşitli demirbaşlar alınmış, müdüre hanım seçimden sonra görevi bıraktığında bu demirbaşları almış evine götürmüş. Yani burası bunların tapulu özel mülkü gibi. Nasıl bir anlayıştır bu? Savcılar nerede, niye harekete geçmiyorlar? Mardin’de ortaya çıkan 1,5 milyar liralık borcu Kızıltepe Belediyesi billboarda asmış halk görsün diye. “Bu sakıncalıdır” diye kaymakamlık apar topar kaldırmış.
Cizre’de de 250 milyon nereye gitmiş bunu göstersenize
Şimdi bunların hangisi doğru? Siz eğer halk için çalıştıysanız, bunları halkın bilmesini niye istemiyorsunuz? Öyle ya siz Cizre gibi bir ilçede 250 milyonluk borç bıraktığınıza göre çok büyük hizmet etmiş olmasınız. Bunu halka göstermeniz gerekmez mi? Herhangi bir yerin kurdelesini 3-5 kere gidip kesiyorsunuz, şu Cizre’de 250 milyon nereye gitmiş bunu göstersenize!
Sonuç olarak ister işkence konusu olsun ister belediyelerdeki yağma ve talan uygulamaları olsun ister iktisadi kriz olsun, bunların her biri demokratik bir yargıya, özgür yargıçlara, Saray’dan talimat almayan savcılara ve bir yargı sistemine ihtiyacımızın olduğunu açıkça gösteriyor.
31 Mayıs 2019