
Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. Kubilay, şöyle konuştu:
Bugün 14 Haziran. Biz basın toplantımıza başladığımız şu saatlerde geçen dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın duruşması Sincan’da görülüyor. Figen Yüksekdağ ve onun şahsında rehin alınan tüm arkadaşlarımıza selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Onların bir an önce aramızda olması için canla başla çalışıyoruz.
Soykırımlar inkar ediliyor
Yarın 15 Haziran Mezopotamya ve Anadolu kadim halklarından olan Süryani ve Hıristiyan halkına karşı işlenen insanlık suçunun 104’üncü yıldönümü. O gün sadece Ermenilere değil, Süryani halkına yönelik de bir soykırım işlendi ve bugün aynı zihniyeti taşıyan siyasilerce bu soykırım inkar ediliyor. Biz Alevilerin de dediği gibi 72 millete aynı nazarla bakacak bir bakış bu topraklarda yeşerecektir, bütün bu halkların özgürce yaşayabileceği bir siyasi ortamı yaratacaktır.
Bugün emek mücadelesi varsa 50 yıldır verilen mücadele ve bedel sayesindedir
Yarın, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin yıldönümü. Aradan yarım asır geçti. Hala 15-16 Haziran’daki büyük işçi direnişi, işçi sınıfının de emeğin de büyük emeği ile devletten, sermayeden bağımsız bir sendikal mücadele yürütmesine yol gösteriyor. Bugün HDP’nin "radikal demokrasi" diye tarif ettiği o dönem devrimci, demokratik bir işçi mücadelesi anlayışının boğulmak istenmesine karşı gösterilen bir direnişti. O dönem üçü işçi olmak üzere 5 kişi o direnişte hayatını kaybetmişti. HDP adına onları rahmetle minnetle yad ediyorum. İşçi sınıfı bugün eğer hala nefes alabiliyorsa, bir sendikal mücadele yürütebiliyorsa iyi kötü elinde mücadele araçları varsa 50 yıl önce verilen ve sonrasında devam eden mücadeleye ve bedel ödeyen işçilere borçludur. Onları minnetle anıyoruz.
Emek mücadelesi yürüten işçilerin eylemleri haklı ve meşrudur
Söz 15-16 Haziran büyük işçi direnişinden başlamışken iki gün önce basına yansıyan Bolu Belediyesi'nden atılan işçilerin Ankara'ya adalet ve emek yürüyüşüne hepimiz tanık olduk. Biz her şeyden önce işinden emeğinden olan kim olursa olsun onları işten atan kim olursa olsun emeğine ve işine sahip çıkan herkesin yanındayız. Emek mücadelesi yürüten işçilerin eylemleri haklı ve meşrudur. Ancak bu eylemlerin doğru sonuca ulaşması için doğru adrese gitmek gerekiyor.
İşçilerin yürümesi gereken adres 17 yıldır işçileri korunaksız bırakan AKP’nin kapısıdır
17 yıl boyunca, AKP iktidarları boyunca işçiler patronların karşısında korunaksız ve savunmasız bırakılmıştır. Onların sendikaları zayıflatılmış, güçten düşürülmüş işçiler güçsüzleştirilmiştir. O yüzden emek ve adalet yürüyüşünü sürdüren işçi kardeşlerimizin Ankara’da dayanmaları gereken kapı siyasi iktidarın kapısıdır. İşlerini ve ekmeklerini almak istiyorlarsa bunu yapmalılar. İşi ve emeği için Ankara’ya yürüyen işçilerin yürüyüşü ne kadar haklı ve sonuç ne kadar trajik ise, AKP Genel Başkanı'nın işçilerin yürüyüşünü gösteren o VTR’ye feveran eden yaklaşımı da o kadar trajiktir. Bugün işçi hakları konusunda söz söyleyebilecek en son parti AKP’dir. Geçen gün Kocaeli’de 5 mülteci işçi yanarak can verdi. Oradaki gerçeği kamuoyundan saklamak için yayın yasağı getirilmiş. O işveren AKP’li olduğu için ve iş yerinde yangın merdiveni olmadığı için buna yayın yasağı getirilmiştir.
Bunca iş cinayeti, intihar ve saldırı varken iktidarın işçilere yönelik feveranı samimiyetsizliktir
Son birkaç yılda dikkatinizi çekmiştir, giderek işçi ve işsiz intiharları çoğalıyor. İnsanlar işsiz oldukları için ve çocukları önünde başlarını eğmemek için intihar ediyor. Gaziantep Şahinbey Belediyesi önünde kendisini yakan işçi genci hatırlatmak isterim. O hazin tabloyu hepimiz gözlerimizde canlandıralım. Köprüden kendisini atarak intihar eden o genci hatırlayalım. İşçi ölümlerinde rakamları konuşmaktan hoşlanan birisi değilim ve bunun da aslında çok iyi bir yöntem olmadığını düşünüyorum ama özür dileyerek rakam vermek zorundayım. Tabloyu daha iyi anlatacak bir yöntem bilmediğim için. İSİG Meclisi verilerine göre son 3 yılda 49’u işçi 23 kamu emekçisi olmak üzere 72 işçi intihar ediyor. Bunlardan 11'i esnaf, 3’ü de çiftçiydi. Ataması yapılmayan 13’ü de işsiz emekçi arkadaşlardı. Bu tabloya sahip çıkmayan iktidarın işçiler işinden olmuş diye feveran etmesi samimi değil, istismarcılıktır. Günde 6-7 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Basit bir hatırlatma 3’üncü havalimanı. Erdoğan’ın en çok övündüğü havaalanlarından biri. Buradaki tablo neydi, işçiler ne istiyordu? Son derece insani talepler; "tahta-kurulu yataklarda yatmayalım, kullanımı sona ermiş yiyecekler yemeyelim, servis kuyruklarında beklemeyelim, insanca bir çalışma ortamı istiyoruz" diye eyleme gitmişlerdi. Ama sabahın 5’inde TOMA’larla o işçilere baskın yapanlar yine bu iktidardı. Onların sendika başkanlarını tutuklayan gene bu iktidardı.
Toplumun hafızası var, emek mücadelesine yapılan saldırıları biliyor
Belki iktidar hafızasını her durumda siliyor olabilir ama bu toplumun güçlü bir ortak hafızası var. Son 15 yıl içinde, işçi sınıfının mücadele geleneğini yok etmek, bir direniş dinamizmini ortadan kaldırmak ve işverenlere karşı mücadele edebileceği en güçlü mücadele aracı olan grevleri engellemek yapmak için neler yapmışlar? 15 grevi milli güvenlik gerekçesiyle ertelemişler. Hangi iş kolları? Metal, şişe, cam sanayi ve taşımacılık. Bu 4 iş kolunun 3 ortak özelliği var. Birincisi bunların hepsi inşaat sektöründe çalışıyor. Yani bugün Türkiye’nin büyüme modelinin merkezinde olan sektör. İkincisi en ucuz iş gücü bu iş kollarında var. Üçüncüsü en çok kar yapan iş kolları bunlar. Bu tabloyu yaratanların, bugün işçilerin meşru eylemlerine sahip çıkması asla mümkün değildir.
Erdoğan ne diyordu OHAL ile ilgili; “şimdi grev tehdidi olan yerlerde OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz.” O zaman demek ki bu tabloyu yaratanlar aynı zamanda işçi dostu değillerdir. Bakınız Meclis'te iş cinayetleri ile ilgili Kocaeli milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlunun verdiği önergeyle ilgili milletvekillerinin konuşmaları basına yansıdı. Ne diyorlar, “yahu iş kazaları ile mi uğraşacağız, bizim daha önemli işlerimiz var". Sizin neymiş daha önemli işiniz? Halkın vekili değil misiniz? Biz böyle bir zihniyet ile karşı karşıyayız. İşçilerin, emekçilerin işçi karşıtı bir zihniyet ile yüz yüze olduklarını hatırlatmak için bunun altını çiziyoruz.
Samimiyseniz gelin yasal değişiklik yapalım, KHK’liler dahil herkesi işine iade edelim
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Eğer bu söylediklerimize, “hayır HDP bize iftira ediyor, biz gerçekten işçi dostuyuz, işten atılanın da, 'insanca yaşamak istiyoruz' diyen işçinin dostuyuz” diyorlarsa bunu da bir seçim arifesinde söylemeye devam ediyorlarsa iktidara çağrımız şudur: Biz size inanmak istiyoruz. O zaman gelin işçilerin keyfi ölümünü engellemek için, işçileri işverenlere karşı korumak için hak temelli bir istihdam politikası, demokratik bir çalışma düzeni için hemen harekete geçelim. Bu konuda 3 yasa var. İş yasası, sendikalar yasası ve iş güvenliği ve sağlığı yasasısı. Bu 3 yasayı Meclis kapanmadan masaya yatıralım. Muhalefet ve iktidarla birlikte. Eğer muhalefetin diğer partileri buna yanaşmazsa bunu AKP ile birlikte hemen düzenleyelim. Bu zamana kadar KHK ile atılmış işçiler ve emekçiler dahil bütün işçileri, emekçileri işlerine iade edelim. Belediyeler, kamu ve özel sektör dahil. İşçi cinayetlerini önlemek için yapılması gereken düzenlemeleri yapalım. İşsizlik konusunda örneğin bütün haftalık çalışma saatlerini, ücretlerde ve haklarda herhangi bir kısıtlamaya gitmeden 35 saate indirelim. İşçilerin kazanımlarını koruyacak düzenlemeleri yasalarda yapalım. İşçilerin işverenler ve patronlar karşısındaki korunaksız olan durumunu kaldıralım ve herkesi işine iade edelim. KHK’li ile atılanlar da dahil. Biz buna hazırız. Bunu yapmayacaklarsa işçilerin duyguları ile oynamaktan ve onları sokaklarda sersefil etmekten herkes vazgeçmelidir. İşçi ve emekçi kardeşlerimizin de bunu görmesi gerekiyor. Emek ve adalet yürüyüşünü gerçekleştiren işçiler sadece kendi işleri değil, bugüne kadar işinden edilmiş on binlerce işçi ve haksız KHK’ler ile işinden ekmeğinden edilmiş işçiler ekmeklerine kavuşmak istiyorlarsa doğru adres iktidarın kapısıdır. Biz onlarla her durumda varız, bu konuda atılacak adımları atmak için omuz omuza ve yan yana olacağız.
AKP döneminde sendikalar, işçilerin kontrol altında tutulması için kullanılıyor
Kitaplarda okumuş biri değil, sendikal mücadeleden gelmiş biri olarak sendikalara da bir çağrı yapmak istiyorum. AKP iktidarı döneminde sendikalar, özgürce toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı gibi temel sendikal hakların kullanmak için değil, işçilerin patronlar ve devlet tarafından denetlenmesi ve kontrol altında tutulması için kullanılıyor. Bunun iyi görünmesinde fayda var. Altını çizmek gerekir ki, sendikalar işçi ve emekçi örgütleridir. Sendikaların işçilerin temel hak ve özgürlüklerini temel almaları devletten de sermaye ve bütün politik partilerden de, HDP de dahil, bağımsız olmaları gerekir. Devletin güdümünde olan patronların koltuğunun altından konuşan bir sendikacılık olmaz. Sendikacılık bağımsız ve özgür olacak. Temel hak ve hukuk dışında onları bağlayan hiçbir şey olmayacak. Bugün öncelikli olarak kendilerini bu açmaz içinden kurtarmaya çağırıyoruz.
Barajları kaldıralım, örgütlenme özgürlüğü getirelim, hangi sendika iyiyse işçiler orada örgütlensin
Her şeyden önce bugün sendikal hareket bölünmüş parçalanmıştır. Bu parçalanma ve rekabet; işverenlerin, patronların işine yaramaktadır. Bu rekabete son versinler. O nedenle "şu belediyeyi falan sendika arkasına aldı, iktidar değişince bu iktidarı da şu sendika arkasına aldı, işçiler oradan oraya geçiyorlar telef oluyorlar" gibi bir şeyi ortadan kaldırmak için gelin şunu yapalım. Bugün toplu iş sözleşmesi yapma barajı yüzde 3’tür. 2018 sonu itibariyle. İş yerlerinde yüzde 50 + 1’dir. Bu barajı da sıfırlayan bir düzenlemeyi yapalım, sendikalar içinde bir örgütlenme özgürlüğü olsun. Her sendika ile toplu sözleşme yapılsın. İşçilerin haklarını en iyi savunan, haklı ve meşru hak arama aracı olan, grevlerde, direnişlerde mal ve hizmetlerden gelen gücünü kullanmakta kim etkinse işçiler zaten onları tercih edecektir. O yüzden bu rekabete son versinler. HDP olarak bu çağrıya kulak verilmesini öneriyoruz. Bunun tam da zamanıdır o Meclis'in iktidarın kapısına dayanmak, o yasal düzenlemeleri istemek, barajları kaldırmak için tam zamanıdır.
76 milyar dolar yandaş sermayeye aktarılmıştır
Diğer bir konu kamu kaynaklarının akıbetinin ne olduğu ile ilgili çeşitli sorulardır. Bu zamana kadar Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Türkiye toplumunun geleceği bakımından yaptığı iş ve işlemleri kendi sitelerinden yayınlamışlar. Buradan, paylaşacağım bilgiler Cumhurbaşkanlığı sitesinde mevcuttur. "Hazineden 5 kuruş harcamadan şunları şunları yapıyoruz" dediği işlerin toplam maliyeti 140 milyar dolarmış. Bu, doların 5.25 TL olduğu dönem. Ne ile yapıyorlar? Kamu özel işbirliği. Yap işlet devret, işletme hakkı gibi değişik projeler adı altında bunlar yapılıyor. Bunların toplam yatırım tutarı 64 milyar. Buraya aktarılan miktar 140 milyar dolar. Peki, aradaki 76 milyar dolar kime gidiyor? Tamamen bu yandaş sermaye kuruluşlarına. Bütçeden 5 kuruş çıkmadı denilen projeler kamu eliyle gerçekleştirilmiş oldu. Oysa 76 milyar dolar yani Türkiye bütçesinin 3’te biri devletin hazinesinde kalmış olacaktı. Bunların kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar vardır.
İntiharları önlemek ve insanları yaşatmak gerekir
Bu ahbap çavuş kapitalizminden, bu yandaş sermayeye kamu sermayesi aktarımından vazgeçilmedikçe bu krizden çıkmak mümkün değildir. BDDK haber yapan ekonomistleri ve gazetecileri dava etmiş. Niye efendim? "Krizi haber yapmışsınız." Krizi gizleyerek saklayarak, krizi sopa ile çözmek mümkün değil. Bir dönem çadırlar kuruldu, tanzim satışlar oldu. Ne oldu? Kriz gittikçe derinleşiyor. Bu krizi peyzaj çalışmalarıyla çözmek mümkün değildir. Zaten yabancı ve yerli sermaye kaçışı artmıştır. Her gazeteciye sopa gösterdikçe kimse kalmayacaktır, bu krizi çözmek mümkün olmayacaktır. Bunlar 3 gün konuşmasalar görecekler dolar yerinde duracak. Mesele sopa zoru değildir. Bu krizin had safhaya çıkardığı işsizlik ve yoksulluğu ortadan kaldırmak gerekir. Bu intiharları önlemek gerekir. İnsanların yarını görebileceği, çocuklarının karşısında başı dik durabileceği bir yaşamı yaratmak lazım. Bunu yapıyorsanız iktidar olmanızın anlamı var.
İstanbul seçimlerine stratejik değer atfediyoruz: O sandıktan demokrasinin çıkması şarttır
Son olarak İstanbul seçimleri ile ilgili şunu söylemek istiyoruz. İstanbul seçimlerine son derece stratejik değer verdiğimizi biliyorsunuz. Gerek Eş Genel Başkanlarımızın, gerek grup başkanvekillerimizin, benim ve alanda görevli arkadaşların açıklamalarında bunu görüyorsunuz. İstanbul seçimi artık sadece büyükşehir belediye başkanı seçimi olmanın ötesine geçmiştir. YSK eliyle gerçekleştirilen darbe sonrasında, İstanbul halkının iradesi gasp edildikten sonra "darbe mi, demokrasi mi" ikilemi içinde bir demokrasi referandumuna dönüşmüştür. HDP, buradan demokrasinin çıkması için olağanüstü bir çaba ve gayret sarfetmektedir. Milletvekillerimiz, MYK üyelerimiz, PM üyelerimiz parti yöneticilerimiz oradadır. Bütün arkadaşlarımız orada olağanüstü bir çalışma yürütüyorlar. Bu son dönemece girilirken, demokrasiden yana olan herkese, başta HDP’liler olmak üzere çağrımız şudur: İstanbul'da sandığa gitmek şarttır, geçerli oy kullanmak şarttır, sandığa sahip çıkmak ve demokrasiye "evet" demek şarttır.
14 Haziran 2019