
Parti Sözcümüz Günay Kubilay, güncel gelişmelere ilişkin genel merkezimizde bir basın toplantısı düzenledi. Açlık grevleri, İstanbul seçimleri ve ekonomi gibi konu başlıklarına değinen Kubilay, şunları söyledi:
Bugünkü açıklamamızın 3 konu başlığı var. Bunlardan birincisi tecridin kaldırılması, açlık grevleri ve ölüm oruçları olacak. Bugün Leyla Güven’in açlık grevine bedenini yatırışının 191’inci günü. Bildiğiniz gibi binlerce insan bedenini açlığa yatırmış durumda. Eylemini açlık grevinden ölüm orucuna dönüştüren 30 tutukludan ilk grubun eyleminin 18’inci günü. Sayın Abdullah Öcalan’la tam 8 yıl sonra 2 Mayıs’ta gerçekleşen görüşmeyi olumlu bir gelişme olarak nitelemiş, ardından MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli’nin de açıklamasının olumlu bir açıklama olduğunu belirtmiştik.
Adalet Bakanı’nın Öcalan ile görüşmenin önünde engel olmadığını açıklaması önemli
Aradan geçen birkaç günlük zaman dilimi içerisinde dün Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı dahil pek çok cezaevini denetlemesinden sonra Adalet Bakanı’nın bir açıklaması oldu. Sayın Bakan, İmralı’ya ilişkin görüşmelerde herhangi bir yasal engel olmadığını açıkladı. Diğer yapılan açıklamalardan sonra İmralı tecridinin kaldırılmasının önünde herhangi bir yasal ve hukuksal bir engelin olmadığının sorumlu bakan tarafından açıklanması da önemlidir.
Mademki yasal engel yok o halde avukatların hızla İmralı’ya gidişinin önü açılmalıdır
Bu açıklamanın özellikle bunun kamuoyuna yansıması bir o kadar önemlidir. Bundan sonra yapılması gereken bellidir. Mademki yasal engel yoktur o halde yapılması gereken avukatların hızla İmralı’ya gitmesi ve bu görüşmelerin önünün açılmasıdır. Sözün bittiği noktaya gelmiş durumdayız. Konuşmamın başında Leyla Güven’in açlık grevinin 191’inci gününde, ölüm oruçlarının 18. gününde olduğunu söylemiştik.
Bu meseleyi seçim ve siyasi konular dışında ele alabilirsek çözüm mümkündür
Başta anneler olmak üzere herkesin gözü bu insanlık suçuna bir an önce son verilmesindedir. Bu zamana kadar sürmüş olan hukuksuzluk, adaletsizlik ve ayrımcılığa son verilmesi istenmektedir. Atılan bu kritik adımlardan sonra yapılacak iş hiç de zor değildir. Çünkü bu konuda daha önce yaptığımız açıklamalarda da değindiğimiz gibi eğer biz tecrit konusunu, seçim polemiklerinin dışında ele alabilirsek, partiler arası politik çekişmeler dışında evrensel değerler kategorisinde el alabilirsek, bu meseleyi çözmek mümkündür. Demek ki bu zamana kadar yasala aykırı davranılmıştır, yanlış bir yol izlenmiş, politik tutum alınmıştır. Bu yanlıştan dönme erdemi hızla gösterilmelidir.
Barış Annelerine cahil yazılması: Bu annelerin bildikleri bir şey var çocuklarını yaşatmak
Bu konuda bakınız Meclis’te konuşan bir Barış Annesi Sayın Nezahat Teke bu durumu çarpıcı bir şekilde ifade ediyor ve diyor ki, “Evlatlarımızı toprağa gömmeden içimizdeki kini toprağa gömelim.” Bundan daha derin ve bilge bir açıklama olamaz. Bu kadar derin sözü söyleyen annelere birkaç gün önce gözaltında ifadesi alınırken ifade tutanağında eğitim durumu başlığına cahil yazılıyor. Bir annenin eğitim durumuna cahil yazılıyor. Yerlerde sürükledikleri, işkence yaptıkları yetmiyormuş gibi okuma yazma bilmeyen bir annenin cahillikle suçlanması en büyük cehalettir. Bu anneler okuma yazma bilmiyor olabilirler ama bildikleri, okudukları ve akıllarına yazdıkları bir şey var: çocuklarını yaşatmak.
Örgütlü ve üniformalı bir cehaletle karşı karşıyayız
Üstelik okullu cahil, üniformalı birkaç cahilin sözlerine aldırış etmeden çocuklarının peşlerinden koşmaya devam ediyorlar. Toplumsal yaşamda dünyanın en tehlikeli hali cehaletin resmi üniforma altında örgütlenmesi ve eyleme geçmesidir. Ne yazık ki bugün Türkiye‘de biat ettikleri, tabii oldukları resmi otoritenin dışında kendisinden olmayan herkese, anneler dahil öfke kusan, kin duyan, örgütlenmiş üniformalı bir cehaletle karşı karşıyayız.
Avukatlar İmralı’ya gönderilmezse bu keyfiyettir ve Bakan'ın sözlerini itibarsızlaştıran bir girişim olur
Bu cehaleti örgütleyen siyasiler bu tutumlarını izledikleri politikaları dile getirdikleri ideolojik, politik tutumları topluma empoze ettikleri kin ve nefreti bir kez daha gözden geçirmelidir. Bir kez daha altını çizerek söylemek istiyorum ki artık İmralı tecridinin önünde herhangi bir yasal engel olmadığına göre avukatlar derhal İmralı’ya gönderilmelidir. Eğer bundan sonra avukatlar İmralı’ya gönderilmeyecekse bu tutum her şeyden önce keyfidir, siyasidir ve Sayın Bakan’ın sözlerinin itibarsızlaştırılmasından başka bir şey değildir.
Erdoğan kendisini Maho Ağa, halkı da maraba gibi görüyor
İkinci başlık ekonomi başlığıdır. Seçim çalışmaları sırasında AKP Genel Başkanı Erdoğan kendisini izleyen halka seslenirken “Karnınızı doyuruyoruz, her türlü ihtiyacınızı karşılıyoruz ama yine de bize oy vermiyorlar” diye bir cümle kuruyor. Erdoğan kendisini Maho Ağa, halkın da kendisinin marabaları olduğunu zannediyor.
Bu sözler yoksulluğun 10 kat arttığının itirafıdır
Halkın vergileri ile oluşturulan bütçeden yapılan sosyal yardımları halka bir lütuf gibi anlatmak marifet değildir. 2002’den beri yapılan sosyal yardımlar 10 kat artmıştır. Sosyal yardımların artıyor olması demek, Türkiye’de yoksulluğun 10 kat artmış olması demektir, işsizliğin, pahalılığın 10 kat artması demektir. Oysa Türkiye’deki gerçek, Erdoğan’ın söylediğinin tam tersidir. Bugün servet edinenler, halkın vergilerini kendi çıkarları için kullananlar kendileri ve yandaşlarıdır. Milyarlarca dolarlık servetleri nereden edindiklerini açıklayabilirler mi? Demokrasilerde açıklık şeffaflık vardır. Bakınız bizim belediye eşbaşkanlarımız göreve geldikten sonra devraldıkları belediyelerin bütün akçeli işlerini açıkladılar. Hepimiz orada şunu gördük: Yüksekova gibi küçük yıllık bütçesi 22 milyon TL bütçesi olan bir ilçenin 600 küsur milyonluk borcunun olduğunu bize açıkladılar.
Erdoğan esas olarak bu küçük düşürücü sözleri Kürt yoksullarına söylüyor
Bu demokrasinin vazgeçilmez koşuludur. Halkın karnını doyurduklarını söyleyenler aldıkları ihaleleri, edindikleri servetleri halka açıklamalıdırlar. Burada esas olarak söylenen şudur: Erdoğan kendisine oy verenlere değil, burada bu küçük düşürücü sözleri Kürt yoksullarına söylemektedir. Kendince bir lütuf yapmaktadır, Kürt yoksullarının karnını doyurmaktadır ama bu Kürt yoksulları kendisine babalık eden, karnını doyuran Erdoğan’a sandıkta oy vermemektedir.
Kürtler, onurlarını ve insani değerlerini aşla-ekmekle asla değişmezler
Bazı insanlık değerlerinin çok aşındığı bir süreçten geçiyoruz. Bugün insani değerlerin aşla, ekmekle değişilemeyecek kadar önemli olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Kürt halkının yoksullarının istediği sadece aş-ekmek değildir. Kürt halkı onurlu bir halktır. Kürt halkının istediği kendi kolektif kimliğinin tanınmasıdır, kolektif halklarının önündeki yasakların kaldırılmasıdır, kendi dilinde eğitim almasıdır. Onurlu bir halk olarak eşit yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamı bütün halklarla birlikte kurmasıdır. Kürt halkı her dönemde şunu söylemiştir: Oy bir onurdur ve dolayısıyla ister sandıkta ister sokakta olsun, Kürt halkı onuruna sahip çıkmaya devam edecektir ve asla aşla-ekmekle de bunu takas etmeyecektir, herkes bunu böyle bilmelidir.
İstanbul seçimleri stratejik sonuçlar doğuracak kadar önemlidir
Bize sıkça sorulan demokrasi ittifakı ve İstanbul seçimleri ilgili bir kaç görüşü paylaşmak istiyoruz. Türkiye’de seçimler önemli uğrak noktalarıdır ama her durumda stratejik bazı sonuçlar doğurmuştur. Biz İstanbul seçimlerinde bu bakımdan stratejik sonuçlar doğuracak ve Türkiye’nin geleceğini derinden etkileyecek bir seçim olduğunun bilincindeyiz.
HDP Demokrasi İttifakı meselesine güncel bir ihtiyaç olarak bakmıyor
Türkiye İstanbul seçimleriyle de birlikte çok önemli bir demokrasi kavşağında durmaktadır. O yüzden de bugün demokrasi arayışı içinde olan bütün güçlerin Parlamento içinde ya da dışında olan bütün partilerin bir demokrasi paydası altında buluşması çok stratejik bir değerdedir. Eğer 31 Mart’ta açılmış olan bu demokratik değişim kapısı ve başlamış olan yeni bir siyasal dönüşüm süreci, 23 Haziran’da halkın yüzüne tekrar o kapılar kapatılmak istenmiyorsa böyle bir demokrasi ittifakı son derece önemli ve kıymetlidir. Bunun oluşumuna bugünden başlanmalıdır. HDP olarak Demokrasi İttifakına ve demokrasi arayışına konjonktürel, güncel bir gelişme olarak bakmıyoruz biz; bu meseleyi bir demokratik Türkiye projeksiyonumuza bağlı olarak bu ülkenin farklı kimlikleri dinleri, inançları, dilleri ile birlikte inşa edecekleri çoğulcu bir Demokratik Cumhuriyetin ön koşulu olarak görüyoruz.
Binali Yıldırım biberonu elinden alınmış çocuk gibi davranıyor
O bakımdan da İstanbul seçimleri bir stratejik değer taşıyor. AKP-MHP iktidar bloku bir kez daha buradan güç kaybederek çıkarsa ısrarla, sopa zoruyla sürdürmek istedikleri rejimi hepimiz bir kez daha sorgular bir zemine geleceğiz.
İstanbul’da hepimiz yakında izliyoruz AKP-MHP yani Cumhur İttifakı’nın ortak adayı Binali Yıldırım elinden biberonu alınmış bir çocuk gibi dolaşıyor. Oylarımız çalındı diyerek, mağduriyet edebiyatı yaparak oy peşinde koşuyorlar. Bu sandık kurullarını düzenleyenler bunlar, sandık kurulu başkanlarını seçenler bunlar, bu listeleri hazırlayan valileri ve kaymakamları atayanlar bunlar, YSK’nin görev süresini 1 yıl uzatan da onlar.
Kim kimin oyunu çalmış oluyor?
İl ve ilçe seçim kurullarına atamalarını yapan zaten kendileri. Bunlara rağmen kim kimin oyunu çalmış oluyor? Bu konuda YSK Temsilcimiz ve Milletvekilimiz Mehmet Rüştü Tiryaki Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada AKP’nin Kişisel Verileri Koruma Kanunu'nu nasıl ihlal ettiğini detaylarıyla açıkladı. Ben izninizle buradan tekrar etmek kamuoyuna yansıtmak isterim. AKP’nin seçim iptal gerekçesi yaptığı, oy kullananların 20 bininin zihinsel engelli olduğuna dair veriler Sağlık Bakanlığı’ndan çalınmıştır. 10 bin kısıtlı oy kullanıldı demiştir AKP, kısıtlılık bilgisi Adalet Bakanlığı’ndan çalınmıştır. İlçe seçim kurullarından sandık kurulu başkanlarının listeleri çalınmıştır. Sandık kurulu üyelerinin nerede çalıştıklarına dair bilgiler SGK ve Bağkur’dan çalınmıştır. Sandık kurulu üyelerinin bütün sülalelerine dair bilgiler İçişleri Bakanlığı’ndan çalınmıştır.
Piyango alıyorsunuz şansınızı, sandığa gidiyorsunuz oyunuzu çalıyorlar...
Bütün bu bilgiler bir iktidar gücünün ve olanağının nasıl kötüye kullanıldığının ve istismar edildiğinin en bariz örnekleridir. Bu tablo utanç vericidir. Son olarak şunu söyleyeyim. Son 10-15 yılda AKP iktidarları döneminde etik ve ahlaki değerler çok aşındı. Artık hiçbir şeye güven kalmadı. Yurttaşlar olarak verginizi veriyorsunuz, hazineden paranız çalınıyor, çocuğunuzu sınava gönderiyorsunuz sorusu çalınıyor. Piyango bileti alıyorsunuz, şansınızı denemek istiyorsunuz ama şansınızı çalışıyorlar, sandığa gidiyorsunuz ama oyunuzu çalıyorlar. Ama altını bir kez daha çizerek belirtmek isterim ki HDP ister seçim zamanlarında ister seçim zamanlarının dışında bu ülkenin geleceğini ve çocuklarımızın umutlarını çalmalarına izin vermeyecektir.
17 Mayıs 2019