
Parti Sözcümüz Günay Kubilay, Diyarbakır il örgütü binamızda devam eden MYK toplantısına verilen arada basın toplantısı düzenledi ve gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu:
Dün Hakkari’nin Derecik ilçesine bağlı Çemekurk köyünde yaşayan Vedat Ekinci adında 14 yaşındaki bir çocuğun Güney Kürdistan bölgesinden operasyondan dönen TSK’ye ait bir helikopterden açılan ateş sonucunda yaşamını yitirdiğini öğrenmiş durumdayız.
Vedat Ekinci’nin öldürülmesine sebep olanların bir an önce yargı önüne çıkarılması gerekir
Öncelikle Vedat Ekinci’ye rahmet, ailesine ve yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Bu acının çok büyük olduğunu da derinden, içtenlikle hissediyoruz. Vedat Ekinci’nin TSK’nin helikopterinden açılan ateşle öldürülmesi utanç verici bir durumdur. Çünkü 14 yaşındaki bir çocuk nihayetinde sınır ticareti yapmak zorunda olduğu için yaşamını feda etmek zorunda kalmıştır. İçeride kamu kaynaklarını yağmalayanlar, milyarlarca liralık kaçakçılık yapanlar, kamu kaynaklarından vergileri kaçıranların sırtı sıvazlanırken, bunlar elini kolunu sallayarak ortada dolaştırılırken 14 yaşındaki bir çocuğun sınır ticareti nedeniyle devletin kurşunlarına hedef olması Türkiye adına utanç vericidir. Biz bu vesileyle Vedat Ekinci'nin yaşamına son vermesine neden olanlar, ateşi açanlar her kimlerse bunların bir an önce soruşturulmasını ve yargı önüne çıkarılmasını istiyoruz. Hakkari Valisi'nin açıklamasına bakılırsa ateş açanların da emri verenlerin de haklarında herhangi bir işlem yapılmayacağını görüyoruz.
AYM’nin Barış Akademisyenleri’yle ilgili verdiği karar gecikmiş bir karardır
İkinci konu başlığımız AYM kararı ile ilgilidir. AYM’nin Barış Akademisyenleri’yle ilgili verdiği kararın gecikmiş ama çok doğru bir karar olduğunu düşünüyoruz. Nihayetinde Barış Akademisyenleri savaşa karşı barış bildirisi imzalamışlardı, ifade özgürlüklerini kullanmışlardı. Düşüncelerini açıklamışlardı. Metnin içeriğine katılmayanlar olabilir, buna itiraz edenler olabilir. Çok açık ki savaştan çıkarı olanların bu metni benimsemeyecekleri açık ama en nihayetinde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeliydi. Demokratik hiçbir ülkede bırakınız çeşitli soruşturmaları, yargı önüne çıkarmaları, hapislere atmaları, en nihayetinde alkışla karşılanması gereken akademik bilimsel bir duyarlılık olarak bütün ülkelere örnek olması gereken bir davranış, Türkiye’de cezalandırılmıştır. Biz bir an önce Barış Akademisyenleri’ne yönelik olarak atılmış bütün olumsuz adımların sonuçlarının ortadan kaldırılmasını bekliyoruz.
AYM kararına dair bir noktanın altını çizmek istiyoruz. Bugün Türkiye’nin altında imzası bulunan AİHS’e baktığımız zaman bu kararın kıl payı alınmış olması bile yargının içinde bulunduğu olumsuz durumu gösteriyor. Bu kararın oy birliği ile alınması gerekirdi. Ve nitekim adında üniversite sıfatı taşıyan pek çok üniversitedeki akademisyenin de emir komuta zinciri içerisinde bu karara karşı tepki göstermeleri de Türkiye’nin içine düştüğü kaotik noktanın özeti gibidir.
MGK kararı bölgenin yangın yerine çevrileceğinin emarelerini taşıyor
Diğer konu ise MGK’nin aldığı kararla ilgilidir. MGK, önümüzdeki günlerde hepimizin sıcak günler yaşayacağının, bölgenin yangın yerine çevrileceğinin emarelerini ortaya koyuyor. İktidar bloku Suriye’de ve Rojava’da izlediği saldırgan politikaya devam etmek istiyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin yaptığı açıklamalardan anlaşılıyor ki özerk bir Rojava'nın, iç savaş sonrasında siyasal çözüm sürecine girecek olan Suriye’nin inşasında bir faktör olmaktan çıkarılması amaçlanıyor.
AKP’nin mülteciler politikası uluslararası mahkemelerde yargılama konusu olabilecek ağır bir politikadır
Bu saldırgan politikada mülteciler de bir araç olarak kullanılıyor. “Barış koridoru”, “güvenli bölge”, “tampon bölge” şeklinde ifade edilen alana başta Kürtler olmak üzere, Rojava'daki halklar sürülmek isteniyor. Türkiye’de ırkçı ve milliyetçi politikalarla, linç girişimleriyle toplum da ikna edilerek Suriyeli mülteciler sınır dışı edilmek ve o bölgelere yerleştirilmek isteniyor. Türkiye’ye sığınmış olanlar yeniden savaşın bir aracı haline getirilmek isteniyor. Bu gerçekten çok tehlikeli. Gerçekten ilerde insanlık suçu olarak nitelendirilebilecek, uluslararası ceza mahkemelerinde yargılamayı gerektirecek kadar ağır bir politikadır. Biz bu politikadan hükümeti vazgeçmeye çağırıyoruz.
Güney Kürdistan saldırısı bir Kürtsüzleştirme saldırısıdır
Güney Kürdistan bölgesine yönelik askeri operasyonlar devam ediyor. Biz ısrarla bu bölgede Türkiye'yi güvenlik anlamında tehdit eden hiçbir şey olmadığını ve başta uluslararası hukuk kuralları olmak üzere pek çok hukuk kuralı ihlalinin gerçekleştiğini görüyoruz. O bölgede de bir Kürtsüzleştirme politikasının izlendiği anlaşılıyor. Orada da Kürtlerin kendi kimlikleri ile, öngördükleri bir siyasi yaşam tarzını sürdürmek istemelerine yönelik şiddetle itirazları olduğunu görüyoruz.
Kürtlerin, bu düşmanlık politikasına karşı bütünleşme ve birleşmeye ihtiyacı var
Bu politikanın ileride halklar arasında büyük husumetlere yol açacak, izleri kolay kolay silinmeyecek, kuşaklar arası bir düşmanlığı geliştirebilecek bir süreç olarak işlediğini görüyoruz. Bu politikalardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini dile getiriyoruz. Bu vesileyle diğer parçalardaki Kürtlere yönelik bir çağrı yapma ihtiyacı duyuyoruz. Bölgede Kürtlere yönelik bir kuşatma siyasetinin, Kürt düşmanlığına dayanan politikaların ısrarla sürdürüldüğü bir momentte Kürtlerin bütünleşmeye ihtiyaçları vardır. Her şey ticaret değildir. Dolayısıyla bugün Rojava’nın statüsünü ortadan kaldırmak isteyenler, Kürtlerin içeride herhangi bir statü elde etmesini istemeyenler, bir süre sonra Güney Kürdistan bölgesinde yerleşik bir güç haline geldikten sonra, Güney Kürdistan’ın da kendilerini tehdit ettiğini söyleyeceklerdir. Sadece iktidar blokuna değil, başta Parlamento olmak üzere muhalefet partilerine şunu söylemek istiyoruz: Bugün iktidarın bölgede izlediği saldırgan ve yayılmacı dış politikasına destek verirken aynı anda içeride barıştan ve demokrasiden bahsetmek bir tutarsızlığa ve çelişkiye işaret ediyor. Biz muhalefeti bu tutarsızlıktan vazgeçmeye çağırıyoruz ve dolayısıyla iktidarı bu saldırgan dış politikadan ve yayılmacı stratejiden vazgeçmeye çağırıyoruz. En azından desteklerini çekmeye çağırıyoruz.
Türkiye dış politikası Washington ile Moskova arasında pinpon topuna dönmüştür
Türkiye bu saldırgan ve militarist dış politikayı sürdürebilmek için bugün Moskova ve Washington arasında tenis topuna dönmüştür. Türkiye eğer kimlikli, kişilikli ve onurlu, saygın bir ülke olmak istiyorsa bölge halklarıyla dostane, karşılıklı saygı temelinde bir arada yaşayabileceği bir ortam oluşturmak istiyorsa bunun tek bir yolu vardır, o da barışçıl politikaya dönmektir. Dolayısıyla biz muhalefeti, iktidarı bölgede de barışçıl bir dış politikaya, demokratik bir perspektifle, eşitlikçi bir anlayışla bir dış politika izlemeye çağırmalarını istiyoruz.
X-ray cihazları HDP’li belediyeler ile halk arasındaki bir tecrit duvarıdır
İktidar artık seçim yenilgisinin faturasını bir taraftan içeride HDP’ye, kamu emekçilerine ve HDP belediyelerine çıkarmak isterken saldırılarını da yoğunlaştırmıştır. Diyadin Belediyesi’ni izlemişsinizdir. Seçimler bittikten hemen sonra belediyelere x-ray cihazı konmak istenmişti. Mazıdağ’da x-rayden geçerken belinde silah olduğu anlaşılan AKP’li belediye meclisi üyelerine hiçbir yaptırım uygulanmamıştır. Buradan da bir kez daha anlıyoruz ki x-ray cihazları HDP’li belediyelerle halklar arasına örülmek istenen bir tecrit duvarı işlevi görmektedir. Bir kez daha belirtmek istiyorum: iktidar ve özellikle İçişleri Bakanlığı şiddet dolu ellerini HDP’li belediyelerden çekmelidir. Eğer gerçekten de kamu güvenliğinin gereği olarak adım atmak istiyorsa, bu konuda eşitlikçi davranmalıdır ve halkların iradesine saygı duymalıdır.
Herkese yönelik saldırılar devam ediyor: Saldırılara karşı birleşik mücadele çağrısı yapıyoruz
Öte yandan ekonomik krizle derinleşen işsizliğin, yoksulluğun, pahalılığın arttığı bir dönemde kamu emekçilerinin ücretleri de yüzde 35 ile 40 arasında erimiştir. Kamu emekçileri 1 Ağustos’tan itibaren TİS masasına oturdular. KESK'in kamu emekçilerinin iktisadi, sosyal, siyasal haklarının toplu sözleşme masasında daha iyi dile getirilmesi için yaptığı eyleme destek verenler polis şiddetiyle karşı karşıya kalmıştır ve gözaltılar olmuştur. Aynı saldırgan tutum Kaz dağlarında, Dersim’de altın aramaları şeklinde devam ediyor. 12 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf’te tarihin sular altına gömülmesiyle devam ediyor. Kadınlara yönelik cinsiyetçi politikalarla, emeğe ve Kürtlere karşı saldırgan bir biçimde devam ediyor. Bu saldırgan tutumlar karşısında bütün toplumsal muhalefeti bir demokrasi ortak paydasında buluşmaya ve birleşik bir mücadele sürecine hızla girmeye çağırıyoruz. Toplumsal muhalefetin bundan başka bir seçeneğinin olmadığı açıkça ortadadır.
HDP beklentilere cevap vermek için yeniden yapılanma sürecine giriyor
Bildiğiniz gibi seçim sonrasında HDP, uzun bir seçim maratonundan sonra bir örgütleme konferansı süreci başlatmış oldu. Bu konferanslar aşağıdan yukarıya işleyen bir süreç olarak gelişmiş oldu. Pek çok ilde ve arkasından 7 bölgede gerçekleşmiş oldu. Yarından itibaren 3-4 Ağustos’ta Amed’de yapılacak konferansla da sonuçlanmış olacak. Konferansla ilgili şunu söylemek istiyorum: HDP aslında 6,5 yıllık genç ömrüne rağmen 9 seçim yaşamış oldu. 9 seçimden de büyük bir başarıyla çıkmış, 6 milyon oy potansiyeli olan gerçek bir toplumsal hareket olduğunu kanıtlamıştır. Ancak ne var ki bu potansiyel ile HDP’nin örgütsel rasyonelleri arasında bir açı farkı vardır. Bütün bu toplumsal muhalefeti kapsayacak bir örgütlenmenin nasıl olması gerektiğini bugün kendi içerisindeki çoğulcu yapısı içerisinde konuşuyor, tartışıyor. HDP tüm bunları ortak aklın süzgecinden geçirerek konferansını 4 Ağustos’ta sonuçlandıracak ve kendisini bir yeniden yapılanma sürecine sokacaktır.
Soru: Yeniden yapılandırma sürecini biraz daha açabilir misiniz?
HDP bir seçim partisi olarak kurulmuştu 2012 Ekimi’nde. Daha sonraki girdiği seçimlerde görüldü ki HDP’nin ortaya koyduğu politik program, toplumun bütün emek, barış ve özgürlük özlemleriyle bağdaşan, toplum tarafından kabul gören bir program oldu. Dolayısıyla kendisini bir kitle partisine dönüştürmüş oldu. Politik olarak bu dönüşüm sürecini yaşayan HDP, içine girmiş olduğu ortalama 10-11 ayda arka arkaya gelen seçimler nedeniyle bir örgütsel inşa sürecini, perspektiflerine amaçlarına ve ilkelerine uygun olarak yenileyememiştir. Dolayısıyla bir önümüzdeki birkaç günlük yeni siyasal koşullarda örgütlenme stratejimizi de amaçlarımıza uygun olarak yenilemek istiyoruz. Aslında yapılmak istenen de budur. Örgütleme komisyonumuz kapsamlı çok yönlü işlevi yüksek bir çalışmayı ortaya koymuş oldu.
Soru: Bir yenilik olacak mı?
Büyük olasılıkla bu yenilik şöyle olabilir. HDP sadece bir yasal partidir ama yasallığı esas alan bir parti değildir. Aslolan meşru demokratik mücadeledir. Demokratik bir açılımı yapma ihtiyacı duymaktadır.
Soru: Yeni bir süreç söz konusu mu? 1 Eylül’e ilişkin bir miting programı var sanırım. Hükümetle bir barış süreci ya da diyalog var mı aranızda?
Hükümet ile bizim henüz bir diyaloğumuzun olmadığı, biraz önce yaptığım açıklamalarda anlaşılıyor. Keşke bir diyalog süreci olsaydı, biz sorunlarımızı oturarak, tartışarak bir konsensüs ile çözmek istiyoruz ama anlaşılıyor ki iktidar bu tür sorunları kendi açısında yeni bir tahkimatı savaş ve şiddet politikalarında arıyor. Demokratik bir çözüm arayışı görünmüyor.
Soru: 23 Haziran İstanbul seçimlerinden önce Öcalan ile görüşmeler yapılıyordu, ama bunlar şimdi kesildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tecridi sorduğunuz için teşekkür ederim. İmralı kapıları tekrardan kapatılmış oldu. Avukatların, ailesinin başvuruları sürekli reddediliyor. Anlaşılan o ki, Hakkari vekilimiz Leyla Güven’in başlattığı açlık grevleri ile birlikte herhalde kendisini baskı altında hisseden iktidar dolayısıyla belli bir zaman aralığında İmralı kapısını açmış oldu. O arada yenilenen bir seçim süreci de vardı, onu da kendi faydasına değerlendirmek istedi. Ama biz tecridin her şeyden önce Kürt sorununa yönelik izlenen savaş ve şiddet politikası ile doğrudan bir bağı olduğunun farkındayız. Buna rağmen tecrit kim için yapılırsa yapılsın insanlık dışı bir olgudur. Mutlak tecrit bir insanlık suçudur, dünyanın neresinde olursa olsun böyledir. Türkiye'nin altına imza attığı sözleşmeler ve kendi yasaları açısından bakıldığında tecrit yasa dışıdır. Biz tekrar iktidarı İmralı kapılarını açmaya ve ailesi ile avukatlarıyla görüşmesine imkan sunmaya çağırıyoruz.
Soru: CHP’nin güvenli bölge değerlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında, açıklamamda da belirttim. Eğer içeride demokratik açılımdan söz ediliyorsa, eğer demokratik ittifak söz konusu olacaksa, militarist saldırgan politikalarına cevaz vererek bu gerçekleştirilemez. Hiç olmazsa kendi tarihsel referanslarına dönmek istiyorlarsa, yani, hala “Yurtta sulh cihanda sulh” diyorlarsa içeride de dışarıda da barış için çalışmaları gerekir. Bizim bölge halklarıyla ne alıp veremediğimiz olabilir? Eğer güvenli bölge deniliyorsa Türkiye 910 bin kilometrelik sınırlarını beton bariyerlerle örmüştür, Türkiye sınırlarında güvenli bölge, barış koridoru adı altında saldırgan politikalara ihtiyaç yoktur ki. Buna destek verenleri de bu politika bir süre sonra bir vakum gibi içine çekecektir. Bundan ısrarla kaçınmak gerek.
2 Ağustos 2019