"Kürdistan, Kürt illeri, Kürt coğrafyası" ifadelerinin araştırılmasına ilişkin önergemiz

Van Milletvekilimiz Lezgin Botan, İçtüzük değişikliğiyle tekrar gündeme gelen "Kürdistan, Kürt illeri, Kürt coğrafyası" ifadelerinin araştırılıp bilimsel ve tarihsel boyutunun ortaya çıkarılarak kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmesi amacıyla verdiği araştırma önergesi: 

GEREKÇE ÖZETİ

Kürtlerin üzerinde yaşadıkları tarihsel ve kültürel coğrafyayı “Kürdistan” olarak tanımlaması nedeniyle yoğun tartışmaların olduğu görülmektedir. Bu tartışmalarda kimileri “Kürdistan” kelimesinin tarihsel varlığını kabul etmekle birlikte sınırlarının belli olmadığını belirtirken kimileri de resmi tarihin üretip savunulmasını istediği tezler üzerinden “Kürdistan” kelimesini tamamen inkâr etmektedir. Bilindiği üzere Türkiye’de on yıllarca Kürtlerin varlığı inkar edilmiş, dilleri yasaklanmış ve coğrafyaları reddedilmiştir. Buna rağmen Kürtler tarihsel coğrafyalarını “Kürdistan”, yaşadıkları şehirleri de “Bajarêkurd (Kürt şehri)” olarak tanımlamaya devam etmişlerdir.

Kürtlerin tarihsel coğrafyasının bölünmesi neticesinde bugün Kürtler; Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları dahilinde yaşamaktadırlar. Tahmini rakamlara göre Türkiye’de 20 milyon, İran’da 10 milyon, Irak’ta 6 milyon ve Suriye’de 2 buçuk milyon civarında Kürt varlığı söz konusudur. Bunun yanında Ermenistan, Lübnan, Mısır, Gürcistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Afganistan, Pakistan, Avrupa Birliği ülkeleri, Japonya vb. gibi birçok ülkede yaşayan Kürtlerle birlikte Kürt halkının toplam nüfusu 40 ila 50 milyon arasında değişmektedir. Bugün İran ve Irak anayasalarında Kürtlerin yaşadığı coğrafya resmen “Kürdistan” olarak tanınmaktadır. Yine Suriye’de Kürtlerin coğrafyası her ne kadar Türkçe “Batı” anlamına gelen “Rojava” kelimesiyle ifade edilse de bununla “Batı Kürdistan” ifadesine işaret edildiği kamuoyunca bilinmektedir.

Türkiye’de ise “Kürdistan, Kürt illeri, Kürt coğrafyası” gibi tanımlamaların özgürce kullanılmasının ve yasaklanmasının konjonktürel olduğu görülmektedir.  Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 26. Döneminde de “Kürdistan” kelimesinin kullanımı sıkça şiddetli tartışmalara neden olmaktadır. Bunun yanında milletvekillerinin seçim bölgeleriyle ilgili verdikleri önergeler de “Kürt illeri, Kürt coğrafyası” tanımlamaları gerekçe gösterilerek reddedilmektedir. Meclis Genel Kurulu’nda kürsü dokunulmazlığına rağmen milletvekillerinin konuşmaları da kullandıkları tarihsel ifadeler nedeniyle kesilmektedir.

Her ne kadar “Kürdistan” ifadesini kullanan hatipler, bununla ülkenin idari bir parçasını kastetmediklerini, Kürtlerin tarihsel coğrafyasına atıfta bulunduklarını belirtseler de AKP ve MHP Grubu başkanvekillerinin şiddetli eleştirilerine maruz kalmışlardır. Hatta TBMM Başkanvekili Ahmet Aydın da 1’inci Yasama yılında “Kürdistan” mevzusuna şu ifadelerle dahil olmuştur: “Sayın milletvekilleri, bu süreçte özellikle kürsüden sıkça ‘Kürdistan’ kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve mahalli idareler yapılanmasının esasları Anayasa’nın 126 ve 127’nci maddelerinde net bir şekilde düzenlenmiştir. Bu esaslar dahilinde, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde ‘Kürdistan’ adıyla herhangi bir idari ve coğrafi bir birim bulunmamaktadır.”

“Kürdistan”ın varlığı hususunda AKP Hükümeti’nin yaklaşımı dönemsel olmakla birlikteCumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da 19 Kasım 2013 yılında AKP Meclis Grup toplantısında “Şurada 90 yıl, 100 yıl öncesine gidin. (…) Kürt kelimesini o Meclis’te görecekler. Gürcü, Laz, Arap, Boşnak kelimelerini o zabıtlarda görecekler. Kürdistan kelimesini o Meclis zabıtlarında görecekler. (…) Şöyle biraz daha geçmişe, Osmanlı’ya gittikleri zaman Doğu, Güneydoğu’nun Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler. Bunlar bizim tarihimizin bize devrettiği mirastır.” sözlerle konuya açıklık getirmiştir. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadelerinden anlaşılacağı üzere; TBMM zabıtlarında “Kürdistan” ifadesi çokça kullanılmakla birlikte biraz daha geriye gidildiğinde bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulduğu topraklardaki “Kürdistan Eyaleti”nin varlığı teyit edilmiştir.

Bu nedenle bir ulusun tarihsel varlığı, dilbilimsel niteliği ve onomastik özellikleri anayasa, yasa ve İçtüzüklerle yasaklanamayacak ve değiştirilemeyecek gerçekliklerdir. Buna karşın Kürt sorununda güvenlik konsepti devreye sokulduğunda iktidarın bilimsel ve tarihsel alana da karıştığı görülmektedir. Oysa “Kürdistan” kelimesinin kullanılmasının “Kapadokya” kelimesinin kullanılmasından hiçbir farkı yoktur. Bu tür coğrafi ve tarihi nitelendirmeler, her ne kadar resmiyette olmasa da reddedilemeyecek realitelerdir. Dolayısıyla “Kürdistan” kelimesiyle birlikte bugün “Kürt illeri, Kürt coğrafyası” gibi kullanımların bile reaksiyonla karşılaşmasından dolayı kelime paranoyalarının ve korkularının giderilmesi elzemdir.

GEREKÇE

Kürtler, şu an üzerinde meskun oldukları toprakların yerleşik halklarından oldukları için milattan önceki döneme ait birçok coğrafya ve tarih kroniklerinde Kürtlerden ve Kürdistan coğrafyasından bahsedildiği bilinmektedir. Bu nedenle antik çağ tarihçilerinden Heredot’un (MÖ.484-425) ve ardıllarıKsenophon (MÖ. 430-355) ile Strabon’un  (MÖ. 64- MS. 24) eserlerinde de Kürtleri görmek mümkündür. Antik dönemdeki kaynaklarda Kürtlerin tarihi coğrafyası “Kurda, Kardaka, Corduênê, Kardukh, Bakarda, Kuhistan” şeklinde geçtiği görülmektedir.

Yakın tarihe gelindiğinde ise Kürtlerin varlığı, dili ve coğrafyası ile ilgili bilgilerin arttığı görülmektedir. Herkesçe malum tarihe göre de Türklerin 1071 yılında Anadolu’ya gelmeden önce kendi coğrafyalarında meskun oldukları kabul edilmektedir. Hatta Prof. Metin Hülagü de 2013 yılında Türk Tarih Kurumu başkanı iken verdiği bir röportajda “Bir Kürt gerçeği var, bunu inkâr etmenin anlamı yok. Anadolu’ya geldiğimiz zaman burada Kürtler de vardı.” ifadeleriyle bunu teyit etmiştir. Aynı şekilde Kaşgarlı Mahmut 11’inci yüzyılda yazdığı Türkçenin ilk sözlüğü sayılan “Divânü Lügâti’t-Türk” adlı eserinde Kürtlerin yaşadığı coğrafyadan “Arzu’l-Ekrad” (Kürtlerin ülkesi) şeklinde bahsetmektedir.

Bunun yanında Hemedan merkezli Kürdistan’ı ilk kez idarî bir bölge olarak tarif eden kişi ise Selçuklu Sultanı Sencer olmuştur. Kazvinli Hamdullah Mustevfi’nin miladi 1340’te yazdığı “Nuzhetu’l-Kulûb” adlı kitabındaSelçuklular döneminde Sultan Sencer (Ölümü: M. 1157) dönemindeCibal bölgesinin “Kürdistan” olarak adlandırıldığını belirtilir. Kitapta merkezi Bahar Kalesi olan Kürdistan Eyaleti’nin şehirleri sıralanır. Aynı şekilde Katip Çelebi tarafından XVll. Yüzyılda yazılan “Cihannüma” adlı kaynakta Kürdistan’ın Hürmüz’den başlayıp Malatya, Maraş ve Van şehrinin kuzeyine uzandığını, güneyde de Musul ve Irak-ı Arab’a kadar devam ettiği yer almaktadır.

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526 yılında Fransa Kralı Fransuva’ya yazdığı meşhur mektupta, Kürtlerin yaşadığı coğrafya “Kürdistan” olarak ele alınmıştır. Hatta söz konusu mektup, Muhteşem Yüzyıl dizisinde de okunmuştur. Yine dönemim eski başbakanı sayınRecep Tayyip Erdoğan da 23 Aralık 2011 yılında bu mektubu sansürsüz okuyarak “Kürdistan” ifadesini kullanmıştır.

Şerefhan Bitlisi’nin 1597 yılında yazdığı Şerefname adlı eserde ise Kürdistan coğrafyası şu şekilde tanımlanır: “Okyanus’tan ayrılan Hürmüz Denizi kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerimde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars, Acem Irak’ı, Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyinde ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbekir illeri düşer. Bununla birlikte, bu insanların soyundan birçok halk ve kabile, doğudan batıya kadar birçok ülkede yayılmışlardır.”

Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi de 1640 – 1655 tarihlerinde Kürt coğrafyasını dolaşarak gözlemlerini Seyahatname adlı eserinde yazarak Kürdistan’ı şöyle tanımlamıştır: “Memâlik-i azîmdir (büyük bir memlekettir), bir ucu cânib-i şimâlde (Kuzey tarafında) diyâr-ı Erzurum’dan diyâr-ı Van’dan diyâr-ı Hakkari ve Cizre ve İmâdiyye ve Musul ve Şehrezûl ve Harîr ve Ardalân ve Bağdâd ve Derne ve Derteng ve ta Basra’ya varınca yetmiş konak yer Kürdistân u sengistânadd olunur (kabul edilir).” Yine Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani adlı eserinin “Kürd” maddesinde Kürdistan “Diyarbekir vilayetiyle Van ve İran’da Sine ve Kirmanşah ve Loristan ve Şark – ı Irak arazisi” şeklinde tanımlanmaktadır.

Bunun yanında Ali Saib tarafından yazılan Coğrafya-yı Mufassal Memâlik –i Devlet – i Osmâniyye adlı eserin “El-Cezîre-Asuriyye Kürdistan” başlıklı bölümünde Kürdistan coğrafyasına dair 71 sayfayı tutan geniş bir malumat verilmektedir. Aynı şekilde Osmanlı aydınlarından Şemsettin Sami de yazdığı Kâmûsu’l –A’lam adlı ansiklopedisinde Kürtlere yer vererek Kürdistan coğrafyasını “Batı Asya’da, en büyük bölümü Osmanlı imparatorluğunda ve bir bölümü İran’a bağlı büyük bir ülke olup, orada yaşayan insanların çoğunluğunu oluşturan Kürd halkı adıyla adlandırılmıştır. (…) Kürdistan, Urmiye ve Wan göllerinin kıyılarından Kerxe ve Diyale ırmaklarının kaynaklarına ve Dicle’nin akış yatağına dek uzayıp, kuzeybatıya doğru sınırları Dicle’nin akış yatağını izleyerek, Fırat’ı oluşturan Karasu yatağına ve oradan kuzeye doğru, Aras havzasını Fırat ve Dicle havzasından ayıran su ayrımı çizgisine kadar ulaşır.” şeklinde tarif eder.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasında bahsettiği “Kürdistan Eyaleti” ise 19’uncu yüzyılın ilk yarısında ll. Mahmut’un merkezileşme adımları nedeniyle Kürt emirleri ile Osmanlı Devleti arasında başlayan çatışmaların sonucunda Bedirhan Bey isyanının bastırılmasından sonra kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi olan Takvim-i Vakayi’de de 14 Aralık 1847 yılında duyurulan Kürdistan Eyaleti; Diyarbakır eyaleti, Muş, Hakkari, Van sancakları ile Botan, Cizre ve Mardin kazaları birleştirilerek oluşturulmuştur.

Yukarıda bahsi geçen kaynaklardan da anlaşıldığı üzere “Kürdistan” yakın zamana kadar çekinilmeden Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı tanımlamak amacıyla kullanılmıştır. Dolayısıyla özgür ortamın sağladığı imkanlar nedeniyle Osmanlı Devleti döneminde Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Şêx Şemseddinê Exlatî, Ehmedê Xanî, Îsmaîlê Bazidî, Selîmê Silêman, Melayê Bateyî, Mele Xelîlê Sêrtî, Pertew Begê Hekarî vs. Kürt edip ve alim yetişmiştir. Buna karşın 1924 yılında başlayan asimilasyon ve inkar politikaları sonucunda Kürt dili ve coğrafyası üzerinde sistematik baskılar oluşturularak Kürtlerin ulusal varlığına işaret eden her şey yasaklanmıştır.

TBMM kütüphanesinde bulunan kaynakların da söylediği üzere “Kürdistan” kelimesi tarihsel ve sosyolojik bir realiteye işaret etmektedir. Çünkü Kürtler; dilleri ve kültürleriyle birlikte “Kürdistan” denilen tarihî coğrafyanın otoktan halkıdır. Dolayısıyla Kürt ulusu; dili, kültürü ve coğrafyası ile birlikte tamamen tanınmadığı sürece inkar politikalarının sona erdiğinden bahsedilemeyeceği gibi bu, sürekli tartışma konusu olmaya devam edecektir. Çünkü 21. Yüzyıl Türkiye’sinde Kürtler hâlâ Kürtçe anadilde eğitim alamadığı ve tarihî coğrafyaları reddedildiği bir süreçte demokratik bir ilerlemeden bahsedilemez. Buradan hareketle; Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı varlığı güncel siyasetin dışında antropologları, dilbilimcileri vetarihçileri de ilgilendiren ciddi bir konudur.

28 Temmuz 2017