Kürkçü: Sizin “Torba Yasa”nız varsa bizim de “Topyekûn muhalefetimiz var”

İzmir Miletvekilimiz Ertuğrul Kürkçü, TBMM Genel Kurulu'nda torba yasa üzerine yaptığı konuşmada "Ne yapsanız ne etseniz, ne ittifaklar kursanız, şeytanın aklına gelmeyecek ne oyunlar düzseniz, hangi hileyi yasa şekline soksanız, bir oyunuzun iki, muhalefetin iki oyunun bir sayılacağı ne çeşit yasalar çıkartmaya kalksanız da, inanın süreniz doldu, çünkü yettiniz artık, Êdî bes e." dedi. Kürkçü konuşmasını şöyle tamamladı:

Bir “Torba Yasa” daha. İktidar “Torba Yasa”yı dayatınca ister istemez her dayatma karşısında bunun yasama ve kamu yönetimi açısından kabul edilemezliğine dair itirazımızı tekrar etmek farz oluyor: Biz modern hukuka yol gösteren Roma Hukuku'dan devralınan “Tek konu, tek kanun” ilkesinin kanunların halkın hak ve hukukuna uygunluğu için vazgeçilmez bir ilke olduğunda ısrarlıyız.  Torba Kanun, yani bir kanunun birden çok konuyla ilişkilendirilmesi Roma hukukunda bir suçtu. İktidarın bir konuda yasa çıkartmak için bir başka konuyu rüşvet olarak kullanmasını önlemek için bu şekilde yasa yapmasına izin vermeyen Roma Hukuku'na göre cinayet sayılan şey şimdi bizde yasama ilkesidir. İlginç bir çakışma ile torba kanun yasama ilkesi haline geldiğinden beri, hukuk fakültelerinde de Roma hukuku dersleri zorunlu olmaktan çıkarıldı.  Bu üniversitelerin fizik bölümlerinde Newton Fiziğinin öğretilmesinden vazgeçmekle eşdeğerdir. Newton Fiziğini öğretmezseniz eğer ne “görelilik”i ne “indeterminizmi” ne “genişleyen evren”i öğretebilirsiniz ne de aslında, genel olarak “fizik” yapabilirsiniz. Bu şekilde ancak hokkabazlık yapabilirsiniz. Aynı şekilde eğitimde ve uygulamda Roma Hukukundan vazgeçtiğinizde başlıbaşına hukuktan vazgeçeşmiş olursunuz. Bu Torba Yasa'yla hükümet bir kez daha yasa koyucuyu, yani TBMM'yi milletvekillerini “tek konu tek yasa” ilkesine boş vermeye çağırıyor. 

Bu yasa teklifi, her türlü kuralla bağını koparmış olan süregiden vahşi iktidar mücadelesinin bir parçasıdır. Eldeki “torba” bir yanıyla ekonominin kendi dinamikleriyle işleme takatinin kalmadığının, varolan ekonomik ve finansal yapı içinde yeni bir üretici kapasite ortaya çıkmadığının, ekonomi dışı yöntemlerle itilmedikçe ekonominin yürüyemeyeceğinin itirafıdır. Bu “torba yasa”nın yanlış bir yordamla da olsa gerçekten yatırım ortamının iyileştirilmesi, ekonominin teşvik edilmesi maksadıyla bir ilgisi yoktur. Yasa teklifini getiren hükümet düşünüyor ki, böylece takattan düşen çarkları yerel seçimlere kadar dönüyor göstermek mümkündür. İçine herşeyin doldurulmaya cüret edilmesi ktisadi faaliyeti hiç değilse mevcut ölçekte sürdürmesi için yerli ve uluslararası sermayeyi ibütçe gelirleri ve işsizilik sigortası fonundan mümkün en geniş çapta yemlemek amacıyladır. Sermaye dolaylı vergiler ve işsizilik sigortası fonunda biriken gelirlerle yemlenirken, sermayeye kamu kaynağından fon aktarmanın rüşveti olarak da aynı torbaya, işçi kadınların çocuklarına kreş desteği, asgari ücretlinin gelir vergisi diliminin değişmemesi, Süryani Vakıf Mallarının iadesi gibi dezavantajlı kesimlerin çıkarlarına sözümona hitabeden konuları konuluyor. Umuluyor ki, halk bu rüşvet karşılığında torba yasanızı satın alır. Muhalefetin itirazları havada bırakılır.

İnanın ki, itirazlarımız havada kalmıyor. Bunu AKP Genel Başkanı ile onun güvenlik ve propaganda aygıtları sizden, bizden hepimizden iyi biliyor, yoksa bir anket bağımlısı olduğunu dünya alemin bildiği Genel Başkanınız kamu oyu yoklamalarını durdur muydu? Halkların Demokratik Partisi'nin ve parlamento dışında yerel yönetimler düzeyinde siyasi faaliyet sürdüren Demokratik Bölgeler Partisi'nin 7 Haziran 2015'ten bu yana uğradığı bunca şiddet, zulüm, ayrımcılık, nefret söylemi, öteleme ve cezalandırılmasının biricik nedeni muhalefetin sesinin dünyanın ve Türkiye'nin dört bir yanından işitiliyor olmasıdır.

Tam 33 aydır aralıksız süren bu şiddet ve baskı ortamında giren çıkanlarla birlikte 13 vekilimizi hapsettiniz, hapistekilerin bir bölümü dahil 9 vekilimizin vekilliğini düşürdünüz, 80'i aşkın belediye eş başkanımızı görevden aldınız, 5 binden fazla parti üye ve yöneticimizi hapsettiniz, on binlerce üyemizin ve seçmenimizin kamudaki işlerine son verdiniz, gazetecileri, akademisyenleri, hekimleri, öğretmenleri hapse koydunuz, partimizin siyasi faaliyetlerini baltaladınız. Ama, her kamu oyu yoklamasında kendi yaptırdığınız anketlerde, Halkların Demokratik Partisi'nin seçmen desteğinin düşürülemediğini tersine giderek yükselmekte olduğunu gözlerinizle gördünüz. Buna karşılık 1970'lerin Milliyetçi Cephelerinin bütün kılıç artıklarını doldurmak için kesenin ağzını da torbanın ağzını da ardına kadar açsanız artık “fareli köyün kavalcısı” rolünü oynayamayacağınızı görüyorsunuz. Torba yasalarla tahkim ettiğiniz bu topyekun saldırı dalgaları altında toplumu soktuğunuz 16 Nisan Referandumunda düşmekten ancak Yüksek Seçim Kurulu darbesiyle kurtuldunuz. Ama inanın daha fazla kaçacak yer kalmadı. Ne yapsanız ne etseniz, ne ittifaklar kursanız, şeytanın aklına gelmeyecek ne oyunlar düzseniz, hangi hileyi yasa şekline soksanız, bir oyunuzun iki, muhalefetin iki oyunun bir sayılacağı ne çeşit yasalar çıkartmaya kalksanız da, inanın süreniz doldu, çünkü yettiniz artık, Êdî bes e.

Ben karşıtınız olduğum için bu söylediklerime kulaklarınızı tıkamayı tercih edebilirsiniz ama İbn-i Haldun'un şu sözlerine kulaklarınızı açmazlık edemezsiniz: “Hükümdarın ekonomik ve toplumsal olayları kişisel arzularına göre yönetmeye çalışmasıyla, devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıklar ortaya çıkar. Hükümdarın lüksünü ve desteğini, satın almış olduğu ordu ve bürokrasinin desteğini sürdürebilmesi için vergileri artırması gerekir. Artan vergi oranları ekonomik faaliyetlerin azalmasına neden olur ve hükümdarın amacının tersine devlet gelirleri azalır. Yönetilenlerin devletten beklentileri zayıflar ve umutsuzluk yayılır. Ekonomik faaliyetler duraklar, insanlar uzun vadeli planlar yapamaz olurlar. Doğum hızı geriler, kalabalık kentlerde nüfus ve çevre sorunları ortaya çıkar. Devlet çözülmeye başlar. Merkezden uzak bölgelerdeki valiler, generaller, prensler ya da başka devletler belli toprak parçalarını koparmaya başlarlar. Başkentte bile ordu ve bürokratlar hükümdarın otoritesini ele geçirmeye, hükümdarı sadece makam ve sıfattan oluşan bir şeye dönüştürmeye başlar. Sonunda dışarıdan gelen, asabiyyesi güçlü genç, sağlıklı bir topluluk devleti istila eder ve çürüyen yapıyı ortadan kaldırıp yenisini kurar.” Dua edin İbn-i Haldun yanılıyor olsun!

Sizin “Torba Yasa”nız varsa bizim de “Topyekûn muhalefetimiz var,” kendimizi “torbanız”a ve torbalı gündemlerinize hapsetmemeye kararlıyız. Halklarımızın “yaşama, özgürlük ve güvenlik hakkı”nı, “işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmama” hakkını; “barış içinde yaşama hakkı”nı, “fikir, vicdan ve din hürriyeti hakkı”nı; “doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılma hakkını”, “kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını”, “iktidarın genel ve eşit oyla ve dürüst seçimlerle devredilmesi hakkını” “sosyal güvenlik hakkını”, “haysiyeti için ve şahsiyetinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını”, “çalışma, işini serbestçe seçme, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkını”, “Eşit işe eşit ücrete hakkını”, “insanlık onuruna uygun adil ve elverişli bir ücrete hakkını”,  “sendika kurma ve sendikalara katılma hakkını”, “işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunma hakkını”, “temiz ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını” bütün zulmünüze, baskınıza, sözlü ve fiziki şiddetinize, yalanlarınıza hak gasplarınıza karşı savunmaya devam edeceğiz.

İbn-i Haldun'un söylediği “asabiyyesi güçlü genç, sağlıklı topluluk” biziz, “çürüyen yapıyı ortadan kaldırıp yenisini kurma”yı sadece istiyor değiliz tarihsel olarak buna yeteneği olan kesimleri  temsil ediyoruz. Bunca zulme, şiddete, iki yüzlülüğe, adaletsizliğe, eşitsizliğe rağmen durmaksızın hayatı ve geleceği doğuran kadınların, gençlerin, fabrikada, hastanede, okulda, sokakta, tarlada çalışanların, düşünce ve sanatın yaratıcılarının tarihsel direnişinden besleniyoruz. O yüzden geleceğe umutla bakıyoruz, sinmiyoruz, tutunduğumuz siyasi mevzileri koruyor ve pekiştiriyoruz, her düşenin yerini yenisi alıyor, bizi bitirdiğinizi sandığınız zamanda Türkiye'nin sosyal muhalefet tarihinin en büyük kongresini topluyoruz;  ve o yüzden merkez medyaya yerleştirdiğiniz propagandacılarınız bile bunca zulümden sonra teslim etmek zorunda kalıyor ki, “HDP oylarını koruyor. Seçmenler (...) partisine desteğini sürdürüyor. Özellikle de büyükşehirlerdeki Kürt seçmen HDP’ye desteğini koruyor.” 

Yurttaşları arkanızda toplamanız için elinizde tek çare olarak siyasi yürüyüşünüzü “yurtta savaş” vitesinden “cihanda savaş” vitesine yükseltmek kalıyor. Propagandacılarınızın büyük bir mutlulukla haber verdiğine göre “Afrin operasyonuyla devlete ve hükümete olan güven 8-9 puan artmış. Afrin bu yanıyla 15 Temmuz’a benziyormuş.”

1918'de Birinci Dünya Savaşı'nın dumanları kalkar ve altından harab olmuş bir dünya ve yok olmuş milyonlarca hayatın acısı yükselirken Amerikalı Senator Hiram Warren Johnson “Savaş çıktığında ilk kayıp hakikat olur” demişti.

Hakikatin yerini, efsanelerin menkıbenin, psikolojik harekatın aldığı bir dönemde halkımızı, vatanın tehlike altında olduğunu, devletin bekasının tehdit altında olduğuna inandırmak bir süre için mümkün olabilir, ne var ki insanların Tükiye sınırları içinde çözülmemiş  Kürt Sorunun bir fonksiyonu olan isyan ve savaşa son vermek için Suriye ve Irak Kürtlerini'de hegemonya altına almanın içerideki çatışmaya son vereceğine inanması için OHAL'i, resmi yalanı sonsuza kadar sürdürmek, ve ekonominin çarklarını torba yasalarla çevirmek mümkün olmayacaktır. 

Sevgili arkadaşlar, sizlerden bu yasayı getiren parti, onun seçtiği Hükûmet, onun iktidara yükselttiği Cumhurbaşkanından oluşan bu heyete şu çağrıda bulunuyoruz: Gelin, Türkiye'yi sonu gelmez bir karışıklığın içerisine atacak olan içeride ve dışarıda savaş yönteminden içeride ve dışarıda uzlaşma ve ortaklığa tekrar yüzünüzü geri çevirin. Bunu yapmadığınız takdirde eninde sonunda Türkiye kendisini yönetecek bir hükûmeti, yurttaşlar kendi aralarında barış ve ortaklığı kuracaklardır. Fakat bu, siyasetin yardımıyla kısa yoldan, acısız bir biçimde değil çok büyük acılardan sonra mutlaka ama mutlaka mümkün olacaktır. Fakat bunca acıya, bunca kayba, bunca yıkıma değecek midir? Sadece güneyimizde olan bitenlere baktığımız zaman Türkiye'yi yönetenlerin teşvik ettiği Emevi Camisi'nde namaz kılmak uğruna kışkırttıkları dünyanın bütün büyük güçlerinin devreye girmesine yol açtıkları Suriye iç savaşının Suriye yurttaşlarına çektirdiklerine bir bakın. Onlardan 3 milyonunu misafir etmesek, burada aramızda yaşamalarına imkân vermesek yok olacak olan ve aslında bir toplum olarak yok olmuş bulunan Suriye'nin akıbetine bakın. İçeride ve dışarıda savaş böbürlenmesinin aslında Suriye'de olanların bir bakıma bu politikadan vazgeçilmezse bizim hikâyemiz olduğunu düşünün. Türkiye, pekâlâ başka bir yol seçebilir; hem siyaseten başka bir yol seçebilir hem bölgesel olarak başka bir yol seçebilir ama belli ki bunun için kendisine başka bir hükûmet seçmesi gerekiyor. Yeter ki bu hükûmet değişiminin barışçıl ve demokratik bir yoldan olmasının önü açılsın. Eğer halk, iradesinin ortaya çıkması, içeride ve dışarıda savaş siyasetinden, zenginleri koruyan bir ekonomi siyasetinden, erkekleri koruyan bir nüfus siyasetinden adil, eşit, demokratik, özgürlükçü bir yeni Türkiye'ye geçme yolu açık tutulmayacak olursa çok büyük bir hüsranla karşı karşıya kalacaktır. Bu hüsranın önlenmesi, halklarımızın umuda yolculuğunun devam edebilmesi için eşit, adil, demokratik, şeffaf bir seçim hem iktidarı hem muhalefeti gelecekte birlikte yaşayabilecekleri bir ülkede tutabilmenin biricik yolu olarak gözüküyor. İnanın, zorbalığa kimse boyun eğmeyecek. İster torba yasayla getirilen ekonomik zorbalığa isterse bu anayasal ve ittifak dayatmalarıyla getirilen siyasi zorbalığa Halkların Demokratik Partisi boyun eğmeyenlerin önünde yürüyüşüne devam edecek. 

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

 

8 Mart 2018