Kürkçü: TBMM kendisini imha ederek Türkiyeyi bir polis devleti halinde yeniden kuruyor

İzmir Milletvekilimiz Ertuğrul Kürkçü, Meclis Genel Kurulunda yaptığı konuşmada Genel Kurul gündemindeki kanun hükmünde kararnameler hakkında değerlendirmelerde bulundu. Kürkçü, şöyle konuştu: 

Bu kararname, daha önce bir başka kararnameyle görevlerinden alınanların göreve iadesi hakkında. Dolayısıyla bunun hakkında aslında olumlu konuşmam beklenir. Ama nasıl görevden alma tamamen keyfi ise göreve iade de aynı keyfilik çerçevesinde. Yani görevden almaya ve göreve iadeye yetkili olmayan kurumlar tarafından, olağanüstü hâl gerekçe gösterilerek kişi hak ve özgürlüklerine yöneltilmiş olan saldırıların bir kısmından politik gerekçelerle sarfınazar edilmesinden ibarettir. Dolayısıyla, bu işlemin onaylanmasına imkan yoktur.

Anayasa’ya aykırı işlemi onaylamamız bekleniyor

Zaten bu kanun hükmünde kararnamelerin yayımlandıktan bir ay sonra Meclis’in önüne gelmesi gerekiyordu. Bir yıl sonra Meclis’in önüne getirerek zaten Anayasa'ya aykırı olan bir işlemi burada onaylamamız bekleniyor. Sadece bu usul yönünden bunların reddedilmesi gerekirdi. Ama usulden daha önemli meselelerimiz var. 

Polis devleti inşasına devam ediliyor

Biz bu kanun hükmünde kararnameleri kanun hâline getiriyoruz. Anayasa'ya aykırı olarak, Anayasa ve Türkiye'nin bağlı olduğu bütün hukuk normlarının hepsinin tersine bir biçimde gerçekleştirilmiş olan işlemleri kanun olarak olağan rejimin içerisine yerleştiriyoruz. Böylelikle yaptığımız iş aslında bir olağanüstü rejimin inşasına devam etmekten ibarettir.

Bütün bu kanun hükmünde kararnamelerle görevden alma ve daha sonra göreve iadelerin hepsi bir mahkeme tarafından değil, Milli İstihbarat Teşkilatı, çeşitli emniyet yapıları tarafından bir kişinin “terörle iltisaklı veya irtibatta” olduğuna dair bir hükme dayanarak tesis edilmiş kararlar. Şimdi, bakıyorsunuz Terörle Mücadele Yasası'na, Terörle Mücadele Yasası'nda "İltisak, irtibat" vesaire diye bir şey yok. Somut işler var: "Onu yaptı, bunu yaptı, örgüt kurdu, örgüte çalıştı, örgütten emir aldı, örgüte emir verdi." Böyle olunca yargıç da karşısına gelen delillerle bu iddia arasındaki ilişkiye bakıyor ve bir karar veriyor. Peki, bu kararı kim nasıl veriyor? Herhangi bir siyasi ya da ırki kanaatle. Pekala bu kararı verebilirler; çünkü aslında kararı verenin kim olduğu da belli değil. Hiçbir kimse karşısında, hiçbir yasa karşısında sorumlu da değil ama onun bütün eylemine devlet kefil oluyor. Böylelikle aslında neyi niçin hükme bağladığı belli olmayan kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye'de 100 binden fazla insan işinden oldu. Bunların 5-10 bini geri alındı fakat 90 bin insan hakkındaki verilmiş kararları, şimdi bu Meclis mevzuatın içerisine dahil etti. O nedenle bir polis devleti inşasına devam edildiği hakkında net, açık bir kanaatimiz olabilir.

Kendi kendini imha eden Meclis 

Türkiye, bir polis devleti olarak kendisini yeniden kurmaktadır ve bu Meclis, bunu göz göre göre, bile bile yapmaya devam etmektedir. Kendi kendini ortadan kaldıran, kendini imha eden bir Meclis, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin parlamenter döneminin sonuna gelişinde ortaya çıkmış olan en büyük politik anomalidir ama bu, sanki çok normalmiş, doğalmış, siyaset böyle yaşanırmış gibi yapılageliyor.

Türkiye ekonomisi MİT tarafından yönetilecek

En son bir kanun hükmünde kararnameye eklenen bir hükümle beraber ihalelere girmek bakımından da bu “iltisak” hikayesi yasaya dercedildi. Şimdiden sonra Milli İstihbarat Teşkilatı "terörle iltisaklıdır." dediğinde kocaman bir şirket, kocaman bir ticari kuruluş pekala ihalelerden men edilebilecek ve böylelikle aslında Türkiye ekonomisi de Türkiye'nin iktisadi rejimi de Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından yönetiliyor olacak. Bu, bir polis devletine dâhil olmak, Türkiye'yi bir polis devleti olarak kurmaktan başka nedir?

Aslında buna dair pek çok işlem geçmişte tesis edilmişti. Hatırlayacaksınız Susurluk olayını. "Susurluk kazası" denilen şeyle birlikte ortaya çıkan, devletin cerahat bağlamış, çürümüş güvenlik yapısıyla birlikte ortaya çıkan meseleleri. Bununla ilgili bir rapor hazırlaması için o zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz, Kutlu Savaş adında bir merkez valisini görevlendirdi ve bu merkez valisi bir rapor yayımladı. Bu, bu süreçteki suçluları tespit etmek için oluşturulmuş bir tespit mekanizmasıydı. Fakat şu tespitle çıkageldi Kutlu Savaş, dedi ki: "Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup olmadığı tartışmasına girmiyoruz. Ancak bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Hangi ahvalde kullanılabilir? Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama cümle Sayın Başbakana ters gelse de hukuk devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır." Yani emniyet teşkilatı bir kişinin ortadan kaldırılmasına “hukuk devleti” kuralları içerisinde karar verecek, bunu infaz edecek fakat bunun hukuk devletine uygun olup olmadığı tartışılmayacak.

Türkiye bir elektronik polis devleti olmak yoluna da girmiştir

Bundan daha korkunç bir rapor olamazdı, fakat bu rapor geldi geçti. Biz o zaman Susurluk'la birlikte bu meselenin Türkiye'nin idari rejiminin dışına doğru itelendiğini düşünegelmiştik. Fakat gerçekte öyle gözüküyor ki bu olağanüstü hal döneminde bunların hepsi hortladı. Şimdi artık Türkiye her bakımdan bir polis devletidir. Türkiye bir elektronik polis devleti olmak yoluna da girmiştir.

İktidarın kullandığı hiçbir gücü muhalefet kullanamayacak

Bir yasa hazırlandı geliyor. Bu elektronik polis devleti, şimdi, bütün elektriksel, dijital bilişim ortamlarını denetlemek, bunları kontrol altına almak, kontrol altına alınmamış olan bölümlerini RTÜK tarafından denetletmek üzere yeni bir hamleye doğru girişti. Bütün bunlar aslında Türkiye'de muhalefetin siyasi yollarla iktidarı elde etmesi için toplumla bir ilişki kurması, kendini örgütlemesi, Türkiye'de siyasetin siyasi yollarla el değiştirmesi yolunun kapatılması anlamına geliyor. Yani şimdi, artık Türkiye'de iktidarın sahip olduğu ve kullandığı hiçbir gücün muhalefet tarafından kullanılmayacağı, kullanılmamasının kanun haline geldiği yepyeni bir döneme giriyoruz ve Parlamento bunu göz göre göre, bile bile, isteye isteye yapıyor. Dolayısıyla bu kanun hükmündeki kararnamelerin yasalaşmasıyla birlikte aslında denetimden çıkmış bir rejimi denetime sokmuyoruz, tam tersine bütün yasalarıyla, uygulamalarıyla birlikte Türkiye bir polis devleti ve bir elektronik polis devleti haline geliyor.

Robotu ister formatlayın ister formatlamayın, siz insanları formatlamaya çalışıyorsunuz

Bu elektronik polis devletinin ne olacağı hakkında Sayın Bakan geçen gün şunları söyledi: “Biz yanlış yapanları doğru yola getirmek için bazı tedbirler alıyoruz.” Yani Hükümet yanlışın ve doğrunun ölçüsü ve kıstası haline geliyor. Türkiye'de bir yargı düzeni değil, yürütme organı, güvenlik aygıtları vasıtasıyla doğru ve yanlış hakkında bir karara varıyoruz. Tabii, çok ironik bir andı bakanın bunları konuştuğu an. Bir bilişim harikası olduğu söylenilen bir Çin malı robot sahneye çıktı ve Sayın Bakanın sözüne karıştı. "Ne diyorsun, anlamıyorum?" dedi. Bakan, lafıma çok karışıyor diye robotun formatlatılmasına karar verdi. "Alın bu robotu buradan." dediler, robot gitti.

Robotu formatlatmışsınız. Önemli olan, siz insanları formatlamaya çalışıyorsunuz, robotu isterseniz formatlatın, ister formatlatmayın. Robottan çıkarak gelmek istediğim şey bu. Bu robot gibi olacak mısınız arkadaşlar, buna karar verin. Böyle bir ülkede yaşamak istiyor musunuz?

7 Şubat 2018