Leyla Birlik: Sanık değil tanığız

 

Şırnak Milletvekilimiz Leyla Birlik, hukuksuz bir şekilde tutulduğu cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez Meclis Genel Kurulu’na seslendi. Konuşmasında Şırnak’ta yaşanan vahşete, tutuklanma sürecindeki hukuksuzluğa de dikkat çeken Birlik, “bizler sanık değil tanığız” dedi.

Birlik, şu ifadeleri kullandı:

7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde medeniyetlere beşiklik etmiş Nuh Peygamberin tufandan kurtulmak için sığındığı kent olan şehr-i Nuh, diğer adıyla Şırnak'tan yani bugün kendisinden başka hiçbir inanç, kültür, dil ve yaşam tarzına tahammülü olmayan bir zihniyet ve iktidar tarafından yerle bir edilen Şırnak'tan, halkın büyük teveccühü ile seçilmiş bir vekil olarak buradayım.

İlk kez bu kürsüden hitap etme imkanı buldum. Evet, ilk kez diyorum çünkü seçildiğim günden bu yana her koşul ve şart altında onları yalnız bırakmayacağım sözünü verdiğim Şırnak halkı korkunç bir intikam hırsıyla, tarihte eşi görülmemiş bir yıkım, talan, kıyım ve yerinden edilmeyle yüz yüze bırakıldı.

Halkımız katliamla yüz yüzeyken Ankara’nın karanlık dehlizlerinde ışık arayamazdım

Sebebi ne olursa olsun güvenlik, özgürlük ve yaşam hakkı arasındaki dengenin zerre kırıntı gözetilmeden yıkıldığı bir kentten söz ediyorum. Tabi ki halka karşı sorumlu ve minnet duygusu ile hareket etme çabasında olan bir milletvekili olarak böyle bir durumda, halkımın acılı günlerinde yanlarında olmak benim en temel, ahlaki ve vicdani sorumluluğumdu. Halkımın en güzel çocukları, en kadim anaları bir katliamla yüz yüzeyken, benim Ankara’nın karanlık dehlizlerinde, ışık aramamın bir anlamı yoktu. Biz de Ankara’nın bir çözüm, bir hukuk, bir vicdan yeri olmasını çok arzulardık.

Şırnak’ı terk edemezdim

Roboski katliamı da dahil, binlerce katliam, faili meçhul, o derin dehlizlerde unutuluşa bırakılmıştı zaten. Miray bebeğin minicik bedeni hastane morgundan kaçırılıyorken, 12 yaşındaki Cemile'nin minik bedeni buzdolabında bekletiliyorken, Taybet Ana’nın cenazesi çocuklarının gözleri önünde sokakta çürümeye bırakılmışken, Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ın bedenleri parçalanıyorken; Mehmet Tunç, Feride Yıldız, Mehmet Yavuzel ve yüzlerce gencecik insan Cizre bodrumlarında cayır cayır yakılıyorken ve Şırnak sokaklarında Hacı Lokman Birlik’in cansız bedeni ile birlikte insanlık yerlerde sürükleniyorken, ben Şırnak Milletvekili olarak, Şırnak’ı terk edemezdim. Ankara'nın vicdandan yoksun, çözümsüzlük duvarları arasında duramazdım. Yani bir kent bütün güzel varlıklarıyla yok ediliyorken, evleri yıkılan ve çadırlara sığınan halkımın çadırları dahi başlarına yıkılıyorken ben hiç bir şey olmamış gibi yapamazdım, duramazdım.

Dinlemekten bile hoşlanmayacağınız vahşetlere tanıklık ettim

Altmış kiloluk bir Kürt siyasetçisinin eşine, bir torba içinde altı kilo vücut parçası verip ‘al bu senin kocan’ demenin, ne demek olduğunu anlayabileceğinizi sanmıyorum. Tutanaklara geçsin istiyorum; oğlunun diri diri yakıldığı bodrum duvarlarına sarılan annenin çığlıkları, buzdolabında bekletilen Cemile'nin ağıdı… İşte kimsenin arzulamayacağı ve dinlemekten dahi hoşlanmayacağı, bir buçuk yıllık vekilliğim boyunca bu vahşetlere tanıklık ettim. Ben tanıkken, sanık sandalyesine oturtulmaya çalışıldım.

Sanık değil tanığız

Bir kez daha buradan söylüyorum: Yargılamaya çalıştığınız bizler, hiç birinizin tanıklığını dahi kaldıramayacağı böyle bir vahşetin, trajedinin sanığı değil, tanığız. Bizler Anadolu'nun bütün renklerinin, inançlarının, kültürlerinin ve yaşam tarzlarının binlerce yıl önce olduğu gibi, birlikte özgür ve onurlu bir şekilde yaşayabileceğinin umudu ve inancı olarak, Meclis'te var olmaya çalışıyorken, kendi gibi düşünüp, yaşamayan herkesi yok sayan bir anlayış, vicdanın sesi olan grubumuzun sesini duymadı, duymak istemedi. Gerçekleri her şart altında sizlere, halka anlatmak isteyen diğer vekil arkadaşlarımın sesini kısmak, halkla buluşmalarına engel olmak için her yol ve yöntemi kullanmaktan geri durulmadı. Yetmedi, halkın iradesini dilinden düşürmeyen muktedirlerin talimatı ile Anayasa ve yasalara aykırı bir şekilde, zaten olmayan dokunulmazlıklarımız kaldırıldı ve altı milyon insanın iradesi hiçe sayılarak, vekilleri darp edilerek, ayrıntılarını anlatamayacağım işkencelerle, gözaltına alındık ve tutuklandık. 100’e yakın belediye başkanı görevden alındı, halkın belediyeleri gasp edildi. Bu ülkenin vicdanı olan, barış ve özgürlük uğruna bir ömür vermiş Ahmet Türk başta olmak üzere, Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ dahil, 11 milletvekili arkadaşım ve DBP Eş Genel başkanı Sebahat Tuncel, tek kişilik hücrelerde, yasalarla güvence altına alınan, tutuklu haklarından dahi mahrum bir şekilde, tecrit ve işkence altında tutulmaktadırlar.

Saldırıya, hakarete maruz kaldım, suikast girişiminde bulunuldu

Bir hukuk devleti olduğunu iddia ettiğiniz bu ülkenin seçilmiş bir milletvekili olarak defalarca hakarete, saldırıya maruz bırakıldım ve bana suikast girişiminde bulunuldu. Ama her ne hikmetse yaptığım bütün suç duyurularına rağmen, tek bir dosya açamayan savcılar, ifadeye çağırılmamama rağmen, bir gecede ben ve diğer milletvekili arkadaşlarımın onlarca dosyasını birleştirip, her birimizi aynı dakikada, farklı kentlerde gözaltına aldırabiliyor. Ben ve diğer vekil arkadaşlarım 4 Kasım gecesi siyasi bir talimatla, siyasi bir darbeyle, tek merkezden yönetildiği her açıdan aşikar olan, bir gece yarısı operasyonuyla bulunduğumuz yerlerden göz altına alındık.

Adalet Bakanı “işkence yok” derken bize işkence ediliyordu

Saatlerce süren nakiller boyunca, ters kelepçe takılarak işkenceye maruz kalırken, Adalet Bakanı, bu Meclis'ten, bu kürsüden işkencenin olmadığını, hepimizin ve halkın gözlerinin içine bakarak söylemekten geri durmadı. Sormak istiyorum: Acaba Meclis başkanı başkanlık yaptığı Meclis'in üyelerinin, bu şekilde gözaltına alınıp işkence edilmesinden zerreyi miskal kadar hicap duymuş mudur?

Tek başıma bırakılmam yeterli değil

Bırakılmam, Türkiye’de küçücük de olsa bir umut uyandırmıştır. Tek başıma bırakılmam, bu doğan umut için yeterli değildir. Derhal hiç vakit kaybedilmeden Eş genel başkanlarımızın, Milletvekili arkadaşlarımın, Belediye başkanlarımızın ve düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde tutulan tutsakların, serbest bırakılması gerekmektedir. Bizler halkın iradesini her koşul ve şart altında temsil edip, onurlu bir barışın ve özgür bir yaşamın yaratılması için mücadele ederken ve her türlü bedeli göze almışken, bu parlamento, halkın ona vermiş olduğu iradeyi tek bir kişiye devretmek, yeni anayasa adı altında bir dikta rejimine geçmek için gecesini gündüzüne katmakla meşgul olmaktadır. Ülke, içte ve dışta tarihinin en derin krizini yaşamaktadır. Ekonomi dibe vurmuş, halklar arası uçurum giderek artmıştır. Dış siyasette fiyasko üstüne fiyasko yaşanmış ve tek bir dost ülke kalmamıştır. Bu durumdan çıkış yolu, asla böyle yeni bir anayasayla tüm yetkileri bir kişiye veya dar bir zümreye devrederek sağlanamaz.

Halkın vicdanına sığınmaktan korkmayın

Bir dikta rejimine geçiş değil, tam tersi radikal demokrasinin, birlikte bir yaşamın vazgeçilmez temel unsuru olarak tesisi ve bütün sorunların temel kaynağı olan, Kürt sorununun bu çerçevede çözülmesi, bunun için de üç yıldır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan ile kesilen görüşmelerin, yeniden gerçekleştirilmesi ve tüm siyasi tutsakların özgürleşmelerinin sağlanmasıdır. Muhalif olan en cılız sese bile tahammül edememek, kaybetmişliğin en bariz göstergesidir. Sizler için daha geç olmadan, bu halkın vicdanına sığınmaktan korkmayın.

Hakikati haykırmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Dönün ve tarihe bakın. Hakikat savaşçıları asla boyun eğmemiştir. Ne Hallac-ı Mansur ne Nesimi ne Şems'i Tebriz'i ne Mevlana ne Şeyh Bedrettin ne Şeyh Sait ne de darağacına yürürken bile “ben size boyun eğmedim, bu da size dert olsun” diyen Seyit Rıza. Bilin ki tarihi yaratanlar zulme karşı direnenlerdir, baş eğmeyenlerdir. Bizler hakkın yolunda, halkımızın verdiği güç ile hakikati her yerde haykırmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Yine her şeye rağmen, asla hakikati söylemekten geri adım atmayan ve katledilişinin üzerinden 10 yıl geçen, güvercin yürekli güzel insan, sevgili Hrant Dink’i saygıyla anıyorum.

19 Ocak 2017