
Van Milletvekilimiz Lezgin Botan, Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
Sinoplu Diyojen, elinde fenerle gündüzleri insan arardı. Emin olun, bu iktidar döneminde yaşamış olsaydı, elinde fenerle herhâlde adalet arıyor olacaktı. Çünkü bu iktidar eğer demokrasiye inanmış olsaydı, eğer adalete inanmış olsaydı bugün siyasi fikirlerinden dolayı binlerce insan cezaevlerinde yargılanmamış veya tutuklu olmamış olacaktı.
Tutuklu milletvekillerimizle 411 gündür görüşemiyoruz
Diğer vahim bir konu: Bir milletvekilinin halk adına denetleme yetkisi var, devletin kurumlarını denetleme yetkisi var. Halk bize bu denetleme yetkisini vermiş, verirken (A) partisi, (B) partisi diye ayrım yapmamış. Ama ben bir milletvekili olarak 411 gündür rehin alınmış, tutsak olan eş genel başkanlarımızı, milletvekili arkadaşlarımızı ziyaret edemiyorum. Bu konuda Adalet Bakanlığına da defalarca, mütemadiyen başvurduk. Bir lütufmuş gibi, bize dönülmedi, cevap verilmedi. Ben hukuki rezaleti bütün kamuoyunun, bütün Türkiye halklarının vicdanına havale ediyorum.
Top taca atılıyor
Görüşemememizin nedeni ne olabilir değerli arkadaşlar? Bunu sorduğumuz zaman aslında genel bir hukuka dahi tabi değiliz. Halkların Demokratik Partisine farklı bir hukuki muamele yapılmaktadır. Bu bile başlı başına ciddi bir ayrımcılıktır. Şunu söylemek isterim ki: Ne Demirtaş ne Demirtaş'ın arkadaşları bizler ne yargılanmaktan ne de mahkemelerden kaçmadık, kaçmıyoruz; hesap vermekten de kaçacak değiliz. Eğer varsa cesaretiniz, gerçekten haklı olduğunuza inanıyorsanız, Türkiye'nin 3'üncü büyük partisinin eş başkanlarını, milletvekillerini tutsak etmişsiniz, bari zahmet edin bunları çıkarın mahkemelerin huzuruna kim haklı kim haksız, kim suçlu kim suçsuz, kim kimi mahkûm eder, kim kimi yargılar, bütün kamuoyunun gözleri önünde bu süreç yaşansın. Ancak bakıyoruz ki maalesef burada da kaçak güreşiliyor, burada da sürekli top taca atılıyor ve rehin alınan eş başkanlarımız, belediye eş başkanlarımız uzun süreden beridir mahkemelerin huzuruna çıkarılmıyor.
Öcalan'ın tecrit edilmesi barışın altına dinamit koymaktır
Diğer bir konu da, Türkiye'de toplumsal barış için geçen süreçlerde önemi herkesçe bilinen Sayın Öcalan'a uygulanan tecrittir. Tecrit bir insanlık suçudur, kime uygulanırsa uygulansın. Ceza hukuku bellidir, ceza infaz hukuku bellidir, kişilere göre değişmez. Bir devlet aklı vardır, bir devlet ciddiyeti vardır. Bunu siz kişilerin önemine, konumuna göre kategorize edemezsiniz. 2011 yılından beri Sayın Öcalan avukatlarıyla görüştürülmüyor, Sayın Öcalan ailesiyle görüştürülmüyor. Türkiye'de yargılanan herkes, her siyasi tutsak yargı karşısında, yasalar karşısında eşitse peki Öcalan neden eşit değildir? Niye Öcalan da diğer yurttaşlar gibi eşit değil, ailesiyle, avukatlarıyla, doktorlarıyla görüşemiyor, bu temel haklarından faydalanamıyor? Kendisi en ağır işkence biçimi olarak şu an tecrit koşulları altındadır. Türkiye toplumuna, barışa, kardeşliğe, adalete vesile olabilecek bir pozisyonda, bir konumda olan Sayın Öcalan'ın bu şekilde tecrit edilmesi barışın altına dinamit koymaktır, "Biz barışı istemiyoruz." anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılıp Sayın Öcalan'ın da herkes gibi, her tutsak gibi avukatlarıyla, ailesiyle, doktorlarıyla görüşmesinin sağlanması gerekir. Belki de bu hayırlı yol, bu aklın yolu bizi tekrar olması gereken demokratik süreçlerin başlamasına götürür diye düşünüyorum.
Kürtler söz konusu olunca ortaklık sürüyor
Hükümet, FETÖ'cüleri yargıdan temizlediğini söylüyor ama bakıyoruz ki Balyoz, Ergenekon, Oda TV gibi davalara -bunların Yargıtay tarafından çoğu da onanmasına rağmen- Anayasa Mahkemesi bunların kumpas olduğunu söyleyerek bunları düşürdü, bence de doğrusunu yaptı, evet, kumpastı. Ama, aynı şekilde, burada gene Kürtler bir ayrımcılığa maruz kaldılar. KCK adı altında 10 bine yakın Kürt siyasi tutsak haksız bir şekilde yargılandı, zulüm gördü, hâlâ da yargılamalar devam ediyor. Bunu yapan savcılar, hâkimler FETÖ'cülükten yargılandıkları hâlde KCK davaları hâlen sürüyor. AKP, hâlen bu davaları ısrarla savunuyor. Bu, ciddi bir ayrımcılıktır. Yani Kürtler söz konusu olunca burada bir ortaklığın hâlen sürdürüldüğünü maalesef görüyoruz ve şahit oluyoruz, ibretle izliyoruz.
İki de bir bize parmak sallamayın, bu kimsenin haddi değil
Geçmişin olumsuzluklarını bugün bu Parlamentonun gündemine taşıma gibi bir derdimiz yok ama ben size şunu söyleyeyim: Bakın, buna vesile olan, yasakçı zihniyettir. Bu yasakçı zihniyet, bu kürsüye de taşındı. Bu kürsüde de Kürt'ün, Türk'ün, Laz'ın, Çerkez'in, herkesin emeği var, hakkı var, alın teri var. Biz burada gelip bunların adına bu tür sorunları dile getirirken birileri 1982 Anayasası'nın arkasına sığınarak "Anayasa böyle diyor" diye bize parmak sallayamaz, bize kapıyı gösteremez. Siz buranın ev sahibi, biz misafiri değiliz; siz buranın efendileri, biz hizmetçileri değiliz. Biz de sizin gibi, Türkiye'nin mütemadiyen çeşitli, hemen hemen 81 ilinde oy almış; 6 milyon, 6,5 milyon oy almış ve halkı temsil eden meşru, demokratik bir partiyiz. İki de bir bize parmak sallamayın, bize kapıyı göstermeyin; bu, kimsenin de haddi değil.
Kur’an dilini bilinmeyen dil kıldınız
Bugün ayın 18'i, Dünya Arapça Günü ve Arapçayı konuşan bütün yurttaşlarımızın gününü kutluyorum. Mehmet Ali Vekilim dün burada bir cümle kullandı, birkaç cümle, "bilinmeyen dil" olarak geçti. Ya, Allah'tan korkun, çok ayıp! Siz o dille besmeleyi getiriyorsunuz, siz o dille namaz kılıyorsunuz. Sizin şu an o "bilinmeyen dil" dediğiniz, Kur'an'ın dilidir, ahiretin dilidir, Peygamber'in dilidir, ibadetin dilidir. Nasıl bilinmez? Ve namaz kıldığınız, oruç tuttuğunuz bir dildir. Bu dili bile bilinmez; Kur'an'ın dili, ayetin dilini siz şu an "bilinmez dil" olarak kıldınız. Çok ayıp! Bu yasakçı zihniyet bakın nerelere savruluyor. Vesayetçi zihniyet, bakın, böyle illettir, böyle kanserleştirir. Ve düşünebiliyor musunuz, yani 15 Temmuz darbesinde siz bu dille sabaha kadar ezanları, imamları okutturdunuz. Hani, "Ezan susmaz" diyorsunuz ya, ezanın dilinden bu kürsüde arkadaşımız birkaç cümle kullandı diye, şu an yasakçı dil, Arapça buraya geçti. 1400 yıldır siz bu dili öğrenemediniz mi? Neye göre ibadet ediyorsunuz? Neye göre namaz kılıyorsunuz? Sırf Kürtçeye "bilinmeyen dil" dediniz ya, onun için bunu yapıyorsunuz.
Dünyanın en pahalı kelimesi Kürdistan
Genelde, Kürtçe bilinmez diller arasına giriyor ya, şimdi ben size sorsam: Dünyanın en pahalı kelimesi hangi kelimedir yani maddi, parasal değeri, karşılığı olan? Kürdistan. Ya ne kadar ayıp bir şey! Ben şimdi dünyanın bütün ülkelerinin isimlerini burada saysam, bütün isimleri saysam 1 kuruş etmez, 1 kuruş cezası yok. Ama, "Kürdistan" desem, 12 bin lira cezası var.
Savaşa ayırdığınız bütçe 1.400 liraya mahkum ettiğiniz insanların hakkı
Bütçeyi tartışıyoruz burada. Ve biz "Bu, bir savaş bütçesidir." dediğimiz zaman birileri bağırıyor, çağırıyor, niyetimizi okumaya çalışıyor. Ya, bal gibi bir savaş bütçesi. Bakın, ben size bir şey söyleyeyim şuradan: Somali, Kosova, Afganistan, Irak, Katar, Suriye, Lübnan, Kıbrıs'ta bulunan askerî varlığın bütçeye yükünü kim biliyor arkadaşlar? Muhtemelen milyarlarca dolara tekabül eder. Yine, içeride mevcut sorunu, Kürt sorununu çözemediğiniz için on binlerce korucunun da aynen bütçeye bir yükü var. Başka paramiliter örgütlere para veriyoruz. Avrupa'da şu anda paramiliter örgütlere para verildiği tartışmaları ve söylentileri var. Şu an Suriye'de ÖSO çetelerine maaş veriyoruz, para veriyoruz, sırtlamışız ama bu para kimsenin babasının parası değil. Bakın, 80 milyonun, yoksulun, işçinin, emekçinin, çalışanın, hepimizin vergileridir, bunları bilmek bizim hakkımız. Ve o paralar 1 milyon üniversite mezunun rızkıdır, atanamayan 800 bin sağlık ve eğitim çalışanının rızkıdır, hakkıdır, yüz binlerce emekliye vereceğimiz zamdır, asgari ücrete mahkum ettiğimiz, âdeta kölelik yasalarıyla yönettiğimiz, 1.400 liraya mahkum ettiğiniz insanların hakkıdır, hukukudur, tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır. Tamam, çeşitli şeyler söyleyebiliriz, Kıbrıs'ta 1974'ten beri asker bulunduruyoruz. Ne kadar bulunduruyoruz ne kadar bulunmamız gerekiyor, azaltmamız gerekiyor mu; şu an Suriye'de, Irak'ta başka ülkelerde ne işimiz var, olmamız gerekiyor mu, stratejik olarak birçok şey söyleyebiliriz ama bunu bilmemiz lazım. Bu bir savaş bütçesi, bunun için savaş bütçesi diyoruz. Sürekli operasyonlar, sürekli çatışmalar, yurt içi, yurt dışı... İşte bunu bilmek bizim hakkımız çünkü bu, tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır.
18 Aralık 2017