
Iğdır Milletvekilimiz Mehmet Emin Adıyaman, Meclis’te devam eden bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Cumhurbaşkanı dün muhtarlarla yaptığı toplantıda ülke genelinde mili seferberlik ilan ettiğini ifade etti. Bu milli seferberliği ilan ederken de birçok örgütü saydıktan sonra, “tüm diğerleriyle” diye isim zikretmeden, belirsiz bir siyasi alanı, bir grubu kastederek adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun hepsine karşı bir milli seferberlik ilan ettiğini ifade etti.
Seferberlik ve savaş ilanının dayanağı kanunda açık. Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 104’üncü maddesine dayanarak ilan ettiğini söylüyor ama Anayasa’nın 104’üncü maddesinde Cumhurbaşkanı’na seferberlik ilan etme yetkisini veren bir hüküm yok. Dolayısıyla, hukuken seferberlik ve savaş ilanı kararı hakkında özel bir kanun söz konusu. Bu kararı Cumhurbaşkanı değil, Bakanlar Kurulu kararı alır; Resmî Gazetede ilan edildiği gün de Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayı gerekir.
Hadi bu uygulanmadı, biz alışkınız; Sayın Cumhurbaşkanı bütün uygulamaları fiilen gerçekleştiriyor. Bunu da "fiilen" diye kabul edelim ama daha da vahimi şu: Cumhurbaşkanının başdanışmanı bir açıklama yapma gereği duyuyor bu seferberlik ilanına ilişkin ve “Bu çağrı hukuki değil, milli bir davranıştır”.
HDP'ye saldırı milli seferberlik kapsamında mı
Şimdi, biz bu milli davranıştan ne anlayacağız ve milli davranışın çerçevesini neye göre ölçeceğiz? Mesela, Halkların Demokratik Partisi'nin bütün il, ilçe teşkilatlarına yönelik saldırılar bu mili davranış içinde midir? Ya da, mesela, Üsküdar Belediyesinin hilafeti ifade eden daha doğrusu hilafete açıkça çağıran anonsları milli bir davranış mıdır? Veya AKP’li ya da yandaş olan bir üniversite öğretim görevlisinin Alevilere ve Caferi Şii’lere yönelik katliam çağrısını milli bir seferberlik davranışı olarak mı kabul edeceğiz?
Bunun ölçütünü kim koyacak? Daha vahimi, AKP seçmeni ve AKP yandaşı dışındaki tüm halk kesimlerinin AKP karşıtı bir söz ifade etmesi, bir eleştiri getirmesi, bir gösteri, yürüyüş ifade etmesi sonucu milli davranış çerçevesinde saldırıya uğramaları, linç edilmeleri mümkün olacak mıdır?
Bunlar tamamen Hükümetin ve Sayın Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır. Mesela, AKP polisi tarafından tutulan bir tutanakla herhangi bir illegal sol örgüt üyesi olarak savcıların önüne getirilebiliyor ama halife seçimi istemek, hilafeti istemek, IŞİD’in üyeliği olarak değerlendirilmeyecektir. Peki, bu milli davranışı biz nasıl belirleyeceğiz? Ya da Alevilere ve Caferilere yönelik katliam çağrısı yapan bir sözde öğretim görevlisinin, bunu destekleyen yandaş yazarının bu söyleme sahip çıkmasını hangi milli davranış içerisine koyacağız?
Soyut kavramlar üzerinden herkesi milli davranış dışında görmek demek, bu ülkeyi bir iç savaşa, iç çatışmaya götürmek demektir. Yarın AKP dışındaki herhangi bir partinin seçmenine, yöneticisine, milletvekilline toplu halde bir saldırı durumunda “Bu benim milli davranışımdır” diye kendisini savunacak saldırganlara karşı ne söyleyeceğiz?
Esat'ın Halep söylemiyle bu hükümetin Cizre söylemi aynı
Halep’te yaşanan vahşetle ilgili olarak pek çok milletvekili arkadaşımız yaşanan dramı, yaşanan vahşeti ifade etti. Bu çok doğrudur. Suriye’de iç savaş boyunca vahşete uğramış, katliama uğramış kim olursa olsun, hangi inançtan, hangi etnik kökenden olursa olsun, tüm saldırıları şiddetle kınıyorum. Ama unutmamak gerekir ki şu anda bu dramı yaşatan Beşar Esad iktidarının temel savunma argümanı şudur: “Halep’te mahsur kalan tüm kesimler teröristtir, hepsi silahlı gruptur ve katledilmeleri gerekiyor” Bu sözleri biz bir yerlerden hatırlıyoruz. Bu, şunu gösterir: Tüm antidemokratik yönetimler, tüm diktatöryal sistemler ya da demokrasiyi hiçe sayan tüm iktidarların ortak söylemidir. Bu ülkede siviller katledilirken biz bu kürsüden defalarca bağırdık; “Siviller var Cizre’de, Şırnak’ta." Ama ne yazık ki bugünkü Esat'ın söylemiyle karşı karşıyaydık: “Orada mahsur kalanların hepsi teröristtir.” Hatta hatırlıyorum, ben buradan bir çocuğun resmini gösterdiğimde AKP sıralarından bir vekil arkadaşımız “Orada ne arıyor” diye tepki göstermişti. Oysa o çocuk kendi evinde mahsur kalmıştı ve Cizre çatışmalarında maalesef o çocuk öldürüldü. Taybet Ana’yı unuttuk mu, o çocukları unuttuk mu? Telefon görüşmelerinde, burada, bu Meclis'te seslerini dinlettiğimiz sivil insanları unuttuk mu? Sivil insanların Cizre’de, Şırnak’ta öldürüldüğünü bu hükümet inkâr etmekle yok edemez.
15 Aralık 2016