Meral Danış Beştaş: Biz yürüdük, umut büyüdü!

Grup Başkanvekilimiz Meral Danış Beştaş'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile partilerinin çokça tartışılan Demokrasi Yürüyüşü’nü konuştuk.

HDP’nin hem tutum belgesi, hem de ondan sonra uygulamaya koyduğu ‘Darbeye karşı Demokrasi Yürüyüşü’ toplum katında ve iktidar katında geniş yankı yaptı. Yandaş medya konuk ettiği yorumcularla HDP’nin yürüyüşünün anlamını HDP’siz tartıştı. Ama bu aynı zamanda yürüyüşün ne kadar büyük bir etki yaptığının da bir göstergesiydi. HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş’ın sorularımıza verdiği yanıtlar, HDP’nin bu etkinin farkında olduğunu gösterdiği gibi demokrasi için yapacakları eylemlerin bu yürüyüş ile sınırlı olmadığını ortaya koyuyor. Beştaş, eylemlerin süreceğini haber veriyor.

Yürüyüş kararı, üç milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesinden sonra geldi. Karar nasıl bir tartışma sonucu ortaya çıktı?

Yürüyüş kararımız, milletvekili arkadaşlarımızın vekilliklerinin düşürülmesiyle alınan bir karar değil. Ülke halkları oldukça zorlu bir dönemden geçiyor ve yarınları için derin bir endişe içerisinde. Bu nedenle bir parti olarak 1 Haziran günü tutum belgemizi açıklamış ve demokratik hedeflerimizi kamuoyu ile paylaşmıştık. Demokrasi Yürüyüşü bu tutum belgemiz çerçevesinde oluşturulan ve 3 aylık bir döneme yani 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne değin sürdüreceğimiz etkinlikler dizisinin ilk parçası idi. Demokrasi Yürüyüşü’müz esasen hatırlanacağı üzere daha evvel alınmış bir karardı, vekilliklerin düşürülmesi ile çakıştı.

Biliyorsunuz iktidar derin bir kriz içerisinde ve en önemlisi yönetemiyor. Bu nedenle hep şiddet yöntemlerine başvuruyor ve neden olduğu toplumsal buhranı şiddetle perdeleme gayreti içerisinde. Uzun yıllardır bu yöntemi kullanıyor ama son zamanlarda dozu artırmış durumda. Siyasal, toplumsal atmosfer insanlara nefes aldırmayacak boyutta. Covid-19 salgını ile birlikte ilan edilen pandemi çerçevesinde alınan önlemler de iktidarın sağlık, eğitim başta olmak üzere daha pek alanda hiçbir altyapısının olmadığını bir kez daha gösterirken oluşan kaos yurttaşların yaşam koşullarını iyiden iyiye zorlaştırdı. İşsizlik, yoksulluk, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, iş cinayetleri, cezaevlerinin olumsuz koşulları, hasta mahpuslar, çocuk istismarı, göçmenlerin dramı katbekat arttı. Zaten hukuk dışı uygulamalar ve anti-demokratik yöntemler başat sorun alanı olarak ortada duruyor. Durum böyle iken HDP’nin bir tutum belgesi açıklaması ve demokrasi güçlerinin var olan potansiyelini ortaya çıkarması kaçınılmazdı ve nitekim 1 Haziran itibarıyla bunun startını vermiş olduk.

Demokrasi Yürüyüşü’ne ilişkin olarak AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Bizi tehdit eden kim varsa HDP onlarla işbirliği yapıyor” diye konuşmuştu. AKP MKYK toplantısından sonra bu açıklamayı yapan Çelik’in ‘biz’den kastı AKP ve toplantıyı AKP sözcüsü olarak gerçekleştirdi. Sadece bu açıklama dahi ülkede hak arama taleplerinin ne kadar susturulmaya çalışıldığını ifade ediyor. Ömer Çelik bir parti sözcüsü olarak bu açıklamayı yaptı. Ancak bir partinin başka bir partinin eylemliliğine dair söz kurmaya hakkı yoktur. Partiler partileri engelleyebilir mi? Hangi demokraside görülmüştür böyle bir şey! Bunun tek bir izahı vardır, AKP’ye, AKP politikalarına karşı olmak suç olarak değerlendiriliyor iktidar partisi ve üyelerince. Bu vaka dahi Demokrasi Yürüyüşü’müzün bu toplum için ekmek gibi, su gibi ne denli büyük bir gereksinim olduğunu izah etmektedir.

Halkın temsilcilerinin hukuki olmayan yöntemlerle parlamento dışına itilmesi iktidar politikalarının hedeflerini gösteriyor. Kayyum politikaları da bunun bir parçası. Bu anlamda halkın acil ihtiyacı demokrasidir. Demokrasi Yürüyüşü, 3 aylık demokrasi taleplerimizin başlangıç noktası oldu. Demokrasi Yürüyüşü bir başlangıç. Devamı gelecek. 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne dek programımız devam edecek ve bu program ile içeriklerini sırası geldikçe kamuoyu ile paylaşacağız.

Yürüyüş süreci nasıl gelişti?

Evet, ülkenin iki ucundan başlattığımız yürüyüş Ankara’da son buldu. Halkları buluşturmak, bir arada ne kadar güçlü olduğumuzu göstermek için kuzeyden, güneyden, batıdan, doğudan bir yol açtık. Bu yürüyüş süreci ülkenin 2 kolunda da iki ayrı ucunda da aynı sorunları yaşayan halkların ortak beklentilerinin dışavurumu oldu. Çünkü hepimizin ihtiyacı olan şeyler, demokrasi, adalet, eşitlik, işsizliğin sonlandırılması, şiddetin bitmesi, sömürünün engellenmesi, yoksulluğun sona erdirilmesi. Ortak taleplerimizi buluşturmanın bir formülü ayrı yerlerde de yaşasalar halkların beklentileri, talepleri ve sorunları noktasında aynı olduklarını göstermek, görünür kılmaktır. İki kol; doğu ve batının, kuzey ve güneyin yani kısacası Türkiye’nin kesişme noktalarından başlayarak farklılıklarımızın bizi ayrıştıran değil birleştiren bir güç olduğunu yansıtmak için böyle bir planlama yaptık. Ayrımcılık ve kutuplaşmadan beslenen iktidara inat, halkımızın farklılıklarla güçlü olduğunu göstermek bakımından pratikte de bu tercihin çok yerinde olduğunu görmüş ve göstermiş olduk.

Neden Edirne ve Hakkâri?

Edirne’den ve Hakkâri’den Ankara’ya yürümenin tarihsel bir anlamı vardır. Aslında bu bir metafordur ve çeşitli tanımlamalar bu metafordan yola çıkılarak yapılır. Edirne ile Hakkâri’nin tarihsel anlamının yanı sıra birleştiren bir yönü de vardır. Nitekim bunu bütün Türkiye halkları biliyor ve sahip çıkıyor. AKP ise Kürtlere düşman olduğu için bu tarihsel anlama tahammül edemiyor. Kürtlerle Türklerin, Ermenilerin, Arapların yan yana Edirne’den, Hakkâri’den Ankara’ya yürümesi, yıllardır MHP’yle yürüttüğü Kürt düşmanlığı, darbeci politikasına verilen en büyük cevap olduğunu biliyor. Bu yüzden yürüyüşümüze Hakkâri’den başladık. Hakkâri ile Edirne arasında zaten halklar arası görünmeyen bir bağ, bir köprü var. Biz bu köprüyü görünür kılmayı amaçladık. Bu köprü olmadan Ankara’ya varılmaz. Yürüyüşün başlangıcında Hakkâri’deki Gençlik Köprüsü’nden hep birlikte tüm halkların geçişi de son derece anlamlıdır. Bu köprü Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Sünni ve Alevi’nin yan yana bir araya geldiği bir köprü. Devlet aklı her zaman doğuyu batıdan, güneyi kuzeyden, İzmir’i Van’dan, Van’ı İzmir’den, Kürd’ü Türk’ten, Alevi’yi Sünni’den, kadını erkekten ayıran ayrımcı bir politika izledi hep. Biz ise herkesi kucaklayan bir noktada olduk ve yürüyüş kollarımızı buna göre belirledik.

Halkın ilgisi beklediğiniz düzeyde miydi?

Öncelikle şunu ifade etmeliyim; salgın, hastalık ve bulaş riskinden kaynaklı olarak kimseyi riske atmamak için yürüyüşümüzü sadece heyetler bazında planlamıştık. Kuşkusuz yurttaşları salgın riskinden korumak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Bu nedenle kitlesel bir yürüyüş organizasyonumuz ve iller bazında bir planlamamız söz konusu değildi. Ancak buna karşın inanılmaz bir ilgi hakimdi yürüyüşümüze. Her ne kadar birileri yürüyüşümüze ilgi olmadığını ifade edip dursa da bu açıklamaları bize dair ilgiden ürktüklerinin bir göstergesi olarak değerlendiriyoruz. Devletin tüm engellemelerine, robokoplara, panzerlere, gözaltı ve tutuklama tehditlerine rağmen son derece özel bir sahiplenme ile karşılaştık. Halkın ilgisinin beklediğimizin de üstünde olduğunu söylemek kesinlikle umut verici. Evet, halkın ilgisi muazzamdı. Ve bu ilgi yurttaşların, umuda aç olduğunun da emaresi olarak okunmalı. Bu noktada HDP bir kez daha umudun ve cesaretin simgesi olmayı başarmıştır.

Zorlukları neydi?

Kuşkusuz Covid-19 gibi bir tehlike altında bu yürüyüşü gerçekleştiriyor olmak endişe yarattı. Fakat halkın ilgisi ve verdiği destek bu yürüyüşün anlamlı ve gerekli olduğunu ortaya çıkardı.

Yine devletin engellemeleri had safhadaydı. 16 ilde yasaklama kararı verildi, pandemi gerekçe edilerek yasaklar getirildi, her yere muazzam sayılarda kolluk güçleri yığıldı. Pandemi nedeniyle alınmayan önlemler bizim yürüyüşümüzü engellemek adına alındı. Biliyorsunuz normalleşme adı altında AVM’ler açıldı, hava ve karayolları ile ulaşım ağları açıldı, oteller, tatil yerleri, restaurantlar ve yani aslında halkın çok da ihtiyaç duymadığı pek çok yer açıldı. Yine şehirlerarası otobüslerle, toplu taşıma araçlarında yolcu kapasiteleri artırıldı. Öğrenciler ve velilerin tüm endişelerine rağmen LGS, YKS sınavları yapıldı. Fakat pandemi sadece bizim yürüyüşümüzü engellemek için gerekçe yapılıyor. Şayet devlet bulaş riskinden endişe ediyorsa niye AVM’leri, otelleri açıyor? Salt endişe HDP’nin üstelik salgın nedeniyle son derece kısıtlı tuttuğu yürüyüşü engellemek aslında. HDP’nin bu koşullarda gerçekleştirdiği yürüyüş, iktidara kral çıplak deme cesaretidir ve iktidar cesaretten hazzetmiyor. Çünkü biliyor ki cesaret, iktidarı bitirmek için gerekli ve yeterli bir duygu.

Yürüyüşün ülkeye etkisi ne oldu?

Yürüyüşün ülkeye etkisi, kuşkusuz umudun yeşermesi ve inancın büyümesi oldu. Tüm baskı ve engellemelere rağmen HDP’nin dimdik ayakta durduğunun ve taleplerinin arkasında olduğunun bir göstergesi oldu. Bu yürüyüş tüm Türkiye’ye güç verdi, moral oldu, umut oldu. Halkın kendi özgücüne olan güveni ve inancı arttı. İktidarın her yaptığının kabul edilemezliği ortaya çıktı. Bu yürüyüş herkesin, her kesimin sorunlarını da görünür kıldı ve yurttaşların sorunlarında yalnız olmadığını göstermiş oldu. Ayrımcılığa, haksızlığa uğrayanın sadece kendisi olmadığını gören yurttaşlar, ortak sorunların ortak mücadele kanallarıyla çözülebileceğini görmüş oldu. İnancımızı ve gücümüzü tüm Türkiye, tüm dünya görmüş oldu.

Medya günlerce HDP’siz ve ‘HDP niye yürüyoru’ tartıştı. Sahi niye yürüdünüz, madem onlar sormadı biz soralım.

HDP niye yürüdü? HDP’siz HDP’yi tartışmak zorunda kalarak etik değerlerinden uzaklaşan basın özgürlüğü için, öğrenciler, yoksullar, istismara maruz kalan çocuklar için yürüdük. Halk iradesinin en büyük güç olduğunu göstermek için, hasta mahpuslar için, polis kurşunuyla can verenler için, Covid riski altında çalışan sağlık emekçileri için, işkenceye tepki için, eğitim hakkı için yürüdük, barış, özgürlük ve adalet için yürüdük. Sermayenin çarkları dönsün diye normalleşme adı altında her gün fabrikalarda çalışmak zorunda kalanlar için, ekmek yoksa barış da yok, adalet de yok diyen emekçiler adına, “Nefes alamıyorum” diyen kadınlar, emekçiler ve gençler için, erkeklerin şiddetine maruz kalan kadınlar için, savaş politikalarıyla gelecekleri karartılan gençler adına, insanca bir yaşama muhtaç bırakılan işçiler, emekçiler adına yürüdük. En temel demokratik hakların bile askıya alınmasına karşı Hak, Hukuk ve Adalet için yürüdük. Herkesin kendisini eşit ve onurlu yurttaşlar görebileceği bir Demokratik Anayasa için yürüdük. Kürt sorununun diyalog ve onurlu bir barış temelinde çözümü için yürüdük. Acımasızca talan edilen kıyılarımız, sahillerimiz, ormanlarımız için, kâr hırsı yüzünden dengesi bozulan doğamız adına yürüdük.

Avukatlar da yürüdü. Her iki yürüyüş de ses getirdi. Sanki böyle şeyler bekleniyormuş gibi. Toplumsal güçler yürüyüş pozisyonunda mı?

Evet, avukatlar da hem kendi hakları hem de savunmasını üstlendikleri yurttaşların hakları için yürüdüler. Bu yürüyüşler umut verici ve sonuç alıcı nitelikte. Böyle şeyler bekleniyormuş gibi ifadesi meseleyi açıklıyor aslında. İnsanlar, o denli umutsuzluğa sürüklendi ki ufacık bir cesaret kıvılcımı top bir ateş olup büyümeye hazır duruyor. O nedenle bu yürüyüşler yurttaşların içinden çıkılmaz sandığı girdaptan çıkış yollarını gösteriyor. Avukatlar, çeşitli kesimler, kısacası içinde bulunduğumuz bu baskı rejiminden ötürü gadre uğrayanlar, yaşananlardan rahatsızlık duyanlar toplumsal mücadele alanlarında yerlerini alıyorlar. Bu noktada baroların başlattığı yürüyüş çok anlamlı idi. Teslim alınmaya çalışılan yargıyı korumak ve savunmayı, insanların savunma hakkını korumak için yürüdü avukatlar. Çünkü iktidar hukuk dışı uygulamalarını devam ettirebilmek için savunma görevini üstlenen avukatları “makul avukat”, “uyumlu avukat” çizgisine çekmeye çalışıyor. Evet, yol yürümek önemlidir. Bu yolu umut ve inançla beslerseniz umut ettiğiniz yarınları bugünleriniz kılarsınız. Yürüyüş aynı zamanda anayasal bir haktır. İspanya Anayasa Mahkemesi bir kararında der ki, demokrasilerde yollar yalnızca araçlar için değildir. Kesinlikle doğru, yolları ve alanları demokrasi taleplerimiz için doldurmanın ve yollara işlev katmanın tam zamanıdır.

2 Temmuz 2020