OHAL rejimi
Türkiye, 15 Temmuz askeri faşist darbe girişiminin akamete uğramasının ardından, 20 Temmuz’dan itibaren bir Olağanüstü Hal rejimiyle yönetilmektedir. Bu ne 1980’lerde ve 90’larda tanıdığımız “bölgesel OHAL”le aynı şeydir, ne sadece 15 Temmuz darbecilerine uygulanacak bir sınırlı zordur, ne de geçicidir. Ülke çapındadır, bütün muhalefete uygulanacaktır ve Erdoğan’ın Başkanlık rejimi inşasının zor aracı olarak kalıcılaştırılacaktır.

Bölgesel OHAL ile ülke çapında ilan edilen OHAL arasında bir nitelik farkı vardır. Ülke çapındaki OHAL’de, ülke Cumhurbaşkanınca yönetilir, TBMM devre dışı bırakılır, yasal-anayasal düzen askıya alınır, bunun yerini Cumhurbaşkanının emredeceği Kanun Hükmünde Kararnameler alır. İnsan hakları askıdadır, bunun ifadesi olarak da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi devre dışı bırakılmıştır.

Ülkemizde 20 Temmuz’dan itibaren hüküm süren OHAL rejimi, “darbeciler içerde, zihniyetleri iktidarda” dedirten bir süreçtir:

a) Gözaltı süresi 30 güne çıkartılmış ve karakollarda sistematik işkence başlamıştır. Örneğin, Urfa TEM şubede bir haftadır gözaltında tutulan iki sosyalist genç, Mehmet Ali Genç ve Metin Kösemen, ağır ve sistemli işkence altındadır.

b) Basın organlarına bir kararnameyle kapatma getirmek, gazetecileri siyasi gözdağı amacıyla tutuklamak, televizyonları, yayınevlerini kapatmak, sözüm ona “darbeyle mücadele” (!) adına yapılan başkaca hukuk dışı uygulamalardır. Artık Erdoğan-AKP iktidarının elinde, bütün basın yayın organlarına dönük kapatma ve hapsetme kırbacı vardır.

c) Onbinlerce kamu emekçisinin kararnamelerle işten atılması, fişlenmesi, ekmeğinden edilmesi, ağır bir toplumsal travma yaratacaktır. Öğretmenlerin, sağlık emekçilerinin sırf cemaat sempatizanı veya cemaate bağlı kurumlarda çalışmış diye kapı önüne konulması kabul edilemez. Dahası, KESK’li, sosyalist, HDP sempatizanı emekçiler de bu vesileyle tasfiye edilmektedir.

d) AKP’nin düzenlediği mitinglere halk katılımı için bütün devlet seferber olurken, iktidara yönelik protestolar ağır baskı ve yasaklarla karşılaşıyor. Örneğin, İstanbul Valiliği, darbeden önce izin verdiği Bostancı’daki Suruç Anma gecesini, OHAL koşullarında yasaklayarak OHAL’in yasakçı yüzünü en açık biçimde ortaya koymuştur.

e) OHAL kanununun hükümete verdiği “Belirli yerlerde yerleşimi yasaklamak, belirli yerlere girişi, buralardan çıkışı sınırlamak, belli yerleşim yerlerini boşaltmak veya başka yerlere nakletmek” yetkisi Kürt illerine dair diktatörce tasarrufların önünü açmaktadır. Nitekim, sokağa çıkma yasağı kaldırılan Nusaybin’in 6 mahallesinin tellerle çevrilmesi ve her gün yıkılmakta oluşu bu yönlü bir fiili uygulama olarak görülmektedir.

e) OHAL rejiminin en açık biçimde görüleceği alanlardan birisi hapishanelerdir. İmralı’da Abdullah Öcalan’a yönelik hukuk dışı tecrit, OHAL’le birlikte hakimlik kararına dönüştürülmüştür. Pek çok hapishaneden görüş yasakları, telefon yasakları, sürgünlere dair haberler gelmektedir. 12 Eylül uygulaması olan, hapishaneden Emniyet’e sorguya götürülme, OHAL ile yeniden getirilmiştir.

f) Devlet kurumlarıyla kararnameler yoluyla oynamak, Erdoğan’ın başkanlık ajandasının bu vesileyle işletilmesine sebep olmuştur. Örneğin kuvvet komutanlıkları Savunma Bakanlığı’na bağlanırken, şu anda Başbakanlığa bağlı olan Genelkurmay’ın neden ve hangi amaçla (taltif edilerek) Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmak istendiğini kimse anlamış değildir!

g) Darbe gecesi bombalanan TBMM, OHAL rejimiyle birlikte tam anlamıyla bir “müze”ye dönüşmüştür. Yasama yetkileri hükümete ve aslında Cumhurbaşkanına devredilmiştir. Yargı ve orduyu da kendine bağlayarak Erdoğan, Führer olmaya doğru gitmektedir.

Bütün bunlar yaşanırken, Doğan medya gibi gruplar, OHAL’i mazur gösterme, ülkede demokrasinin askıda olmadığını anlatma işlevini yüklenmiştir. Erdoğan defalarca, OHAL’in “3 ay daha uzatılabileceğini” söyledi. Şu an yaşanmakta olan, OHAL Rejiminin inşasıdır. Bugün istisna olarak getirilen her düzenleme, yarınki düzenin yapıtaşlarını oluşturacaktır.

Unutmayın, “İstisnalar, kaideyi kurar” (Suphi Nejat Ağırnaslı).

Alp Altınörs