Oluç: 2021 yılı ekonomide kara delik dönemi olarak tarihe yazılacak

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, şunları söyledi: 

Hrant Dink ile başlamak istiyorum. Katledilişinin dün 14’üncü yılıydı. Kendisini saygıyla ve özlemle anıyoruz. Hrant Dink, Türkiye’de bilinmesi, anlatılması, duyulması istenmeyen gerçekleri bizlere anlattı, topluma anlattı; Ermenilerin başına gelenleri anlattı. Nefret ve ayrımcılığa karşı sesini yükseltti. O yüzden hedef haline geldi. 

Hrant için adalet mücadelesi 14 yıldır sürüyor

Adliye önlerinde, gazete manşetlerinde, valilik binalarında tehdit edildi. Devlet dediğimiz yapı açığıyla, deriniyle, gizlisiyle Dink'i hedef haline getirdi. 14 yıldır adalet mücadelesi sürüyor. Ancak 14 yıldır halen bir sonuç alınamadı. Bugün sürmekte olan davanın 124. duruşması yapılıyor. 14 yıldır sonuç alınamamasının nedenleri hala açıkça konuşulamıyor. Bakın 3 tane iddianame hazırlandı bugüne kadar. Her iddianamede iktidarın ihtiyaç duyduğu kişiler ve çevreler ön plana çıkarıldı. 

Her iddianame iktidarın ihtiyaçlarına göre hazırlandı

İlk iddianamede cinayeti işleyenler sözde hassas ve milliyetçi gençlerdi. İkinci iddianamede Ergenekon bağlantısı ortaya çıkarıldı. 3’üncü iddianamede FETÖ bağlantısı ortaya çıkarıldı. Yani her iddianame iktidarın ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden şekillendirildi. Ama 14 yıldır adalet arayışı sürüyor ve bir sonuç alınamadı. 

Hrant Dink davası Türkiye açısından bir utanç davasına dönüşmüştür

Asker ve sivil bürokrasisi ile devlet bürokrasisinin, kimi siyasetçilerin içinde yer aldığı büyük bir komplo sonucu Hrant Dink katledildi. Kamu görevlileri 9 yıllık süreçte davaya dahil edilmedi. Neden dahil edilmedikleri sorusunun cevabı da ortaya çıkarılmadı. "9 yıldır kamu görevlilerinin davaya dahil edilmesini kimler engelledi, neden onlar hakkında soruşturma yapılmadı" sorularının bir cevabı yok. 124’üncü duruşma da bugün yapılıyor. Şu çok açık; bu dava Türkiye açısından bir utanç davasına haline gelmiştir.

Rakel Dink’in sözleri 14 yılın özetidir

Hrant Dink katledildiği zaman iktidar ve o zamanın başbakanı bir an evvel bunun sonuçlarının açığa çıkarılacağını ve bu konunun karanlık dehlizlerde kaybolmayacağını ifade etmişti. Ama bu konu karanlık dehlizlerde 14 yıldır süründürülüyor. Dün Hrant Dink’in acılı eşi Rakel Dink çok önemli bir şey söyledi. "14 yıldır bu davanın üzeri örtülmeye, kapatılmaya çalışılıyor" dedi ve ekledi: “Hrant'ı FETÖ öldürdü demek ben yapmadım elim yaptı demektir, Hrant’ı Ergenekon öldürdü demek ben yapmadım ayağım yaptı demektir.” Bu sözler aslında 14 yılın özetidir. Bir kez daha Hrant Dink’i saygı ve özlemle anıyoruz. Bu adalet arayışının sonuca ulaşması için Hrant Dink’i sevenler olarak, demokrasi ve vicdan sahibi insanlar olarak, STK ve siyasi partiler olarak bu meselesinin peşinde olacağımızı bir kez daha belirtmek istiyorum.

Türkiye’nin demokrasi sözü veren kurucu anayasası inkar edildi

Bugün 20 Ocak, 1921 Anayasasının 100’üncü yılı. Bundan tam 100 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anayasası olan 1921 Anayasası Meclis'ten geçirilerek kabul edilmişti. 1921 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu yolunda farklı halkların ve inançların bir arada yaşaması ve kolektif haklarının tanınması açısından önemli bir adımdı. 1921 Anayasası bir demokrasi sözü vermişti Türkiye toplumuna ve ne yazık ki bu demokrasi sözünden vazgeçildi. 1924 Anayasası ve sonrasında yaşananlarla birlikte Cumhuriyeti taçlandıracak demokrasi ile buluşulamadı. Bunda temel neden 1921 Anayasası’nın temel referanslarından vazgeçilmiş olmasıdır.

1921’deki kuruluş ruhu ayaklar altına alınıyor

1921 Anayasası 100’üncü yılında ama bugüne kadar inkar edildi, görmezden gelindi. Bugünkü otoriterliğin de sebeplerinden birisidir aslında o günün ruhunun yakalanmamış olması. 1921 Anayasası'nın esas aldığı güçlü meclistir ve halklar gerçekliğidir. 100 yıl sonra bu gerçeklik büyük tehdit altındadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle parlamento neredeyse yok sayılmaktadır, yürütmenin tahakkümü altına girmiştir. İktidarın çoğunluğu nedeniyle parlamento işlevini yerine getirememektedir. Denge ve denetleme mekanizmaları işletilemez durumdadır. Kuvvetler ayrılığı bir kişide birleştirilerek bu prensipten vazgeçilmiştir. Otoriter rejim; halkları, inançları, fikirleri tekçilik üzerinden birleştirmeye çalışmaktadır. Kuruluş ruhu her gün ayaklar altına alınmaktadır. 

1921 Anayasasındaki yerinden yönetim anlayışının tesis edilmesi konuşulmalıdır

Yüz yıl sonra bir kez daha 1921 Anayasası'nın ruhunu konuşmak Türkiye açısından önemlidir. Kuvvetler ayrılığının yeniden tesis edilmesi, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir rejimin yeniden tesis edilmesi ama en önemlisi 1921 Anayasasında var olan yerelden ve yerinden yönetim anlayışının yeniden tesis edilmesi tekrardan konuşulmalıdır. Çünkü kayyım atamaları nedeniyle yerel yönetimlerin demokratikleşmesi de ortadan kaldırılmıştır. Yerel demokrasinin işlemediği bir dönem yaşanmaktadır. Bütün bunların tekrardan konuşulması sırasında 1921 Anayasasını da hatırlamak gerekiyor. 

1921 Anayasası ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arasındaki çelişki görülmelidir

Yarın başlayacak ve 3 gün sürecek bir sempozyum var Meclis’te. Meclis Başkanı Sayın Şentop tarafından düzenlenmiş olan ve açılış konuşmasını da kendisinin yapacağı 1921 Anayasası ile ilgili sempozyumda 3 gün boyunca Meclis çatısı altında akademisyenler 1921 Anayasasının çeşitli yanlarını tartışacak, bu sevindirici bir gelişmedir. Yeter ki 1921 Anayasası ile bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arasındaki büyük çelişkinin, büyük uyuşmazlığın görülmesi kaydıyla tabii bu böyledir. Aksi takdirde 1921 Anayasasını kendi anlayışlarına payanda yapmalarının bir çıkış yolu olmadığını belirtmek istiyorum. 

12 Eylül dönemi benzeri gelişmelerle karşı karşıyayız 

Bir kez daha Türkiye’de aydın, gazeteci ve siyasetçilerin hedef gösterildiği, lince uğradığı bir dönem yaşanıyor. 12 Eylül öncesinde de böyle şeyler yaşanıyordu. Siyasetçi, gazeteci ve aydınların katledildiği ya da linç edildiği günleri biz atlatmıştık. Şimdi ne yazık ki tekrardan benzer gelişmelerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu vesile ile Sayın Selçuk Özdağ’a, Orhan Uğurlu’ya, Afşin Hatipoğlu’na yaşadıkları saldırılardan dolayı geçmiş olsun diyorum. Elbette ki hedef gösterilen Karar Gazetesi yazarları ile dayanışmamızı da ifade etmek istiyorum. 

Muhalif basın tarihinin en ağır saldırılarını yaşıyor

Türkiye’de zaten gazeteciler üzerinde korkunç saldırılar var, bunlar korkunç boyutlara ulaşmıştır. Her ne kadar İletişim Başkanlığı basın özgürlüğünün en güzel döneminin yaşandığını söylese de sadece kendi basınları için geçerlidir bu. Muhalif basın için geçerli bir durum değildir. Muhalif basın Türkiye’de, tarihinin belki de en ağır saldırılarının olduğu dönemi yaşamaktadır. En ciddi baskılarla karşı karşıyadır. Belki de tarihin en karanlık dönemini yaşamadıktadırlar.

Siyasetçilere ve gazetecilere saldıranlar ve azmettiricileri demokrasinin bir numaralı düşmanıdır

Bir kez daha sivil topluma ve herkese şunu hatırlatmak istiyorum. Gazetecilere, aydınlara, siyasetçilere dönük saldırıların teşvik edilmesi Türkiye açısından son derece yanlış, riskli ve kesinlikle en sert biçimde kınanması gereken adımlardır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Siyasetçi konuşamazsa, canından korkarak siyaseti sürdürmeye çalışırsa; gazeteci yazmaktan korkarak işini yapmaya çalışırsa Türkiye çok daha karanlık bir dönemin içine girecektir. Bu zihniyette olanlar, bunu yapanlar, bunu hoş görenler, bunu azmettirenler emin olun ki demokratik hak ve özgürlüklerin, demokrasinin ve demokratik siyasetin bir numaralı düşmanlarıdır. Bir kez daha en sert biçimde bu tür adımları kınıyoruz.

2021 yılı da ülkeyi faiz, döviz kuru ve enflasyon sarmalından kurtaracak bir yıl olmayacak

Yeni bir yıldayız ve ekonomiyi 6 başlık açısından kısaca değerlendirmek istiyorum. TÜİK’e göre yüzde 14 seviyesinde olan enflasyonun gerçek rakamının yüzde 30-35 bandında olduğu biliniyor. Tüm bağımsız araştırmacılar ve sendikalar enflasyonun çok daha yüksek olduğunu görüyor. Türkiye yüksek enflasyon ve faizde dünyada ilk 5 ülke arasında girmiş durumda. Bu vahim bir durum. İyi değil, kötü bir şeyde Türkiye ilk 5’e girmeyi başarıyor. İşsizlik TÜİK’e göre 4 milyon ve gene bağımsız araştırmacılara, sendikalara göre işsizlik 10 milyon civarındadır. Dolarizasyon almış başını gitmiş; Aralık sonunda mevduatını, tasarrufunu dolarda tutanlar azalmamış, artmıştır. 235 milyar dolar düzeyine ulaşmış bu mevduat. Bütçe açığı 172,7 milyar TL'ye, cari açık 40 milyar dolara yakın ve milli gelirin yüzde 5,6'sına ulaşmış. Yüzde 5 kritik eşik, dünyanın her yerinde bu rakam ülkede kriz olduğunu gösterir. Bizde yüzde 5.6'da. Devalüasyon, 2020 yılına bakarsak dolar karşısında TL yüzde 29 üzerinde, Euro karşısında yüzde 40 üzerinde değer kaybetmiş. Böyle bir durumla karşıyayız ekonomide. Kapanan şirket sayısı artıyor, batık krediler nedeniyle iflaslar artıyor, icra dosyalarının sayısı artıyor. Takibe düşen kredi miktarı artıyor. 151 milyar TL’ye ulaşmış takibe düşen kredi miktarı. Esnaf özellikle pandemi döneminde bas bas bağırıyor “borç ödemelerimi erteleyin ve faizsiz kredi verin” diye ama bu iktidar esnafı duymuyor. 

Türkiye'yi gün geçtikçe daha ciddi bir iktisadi darboğaza sürükleyen iktidar, ekonomideki kötü gidişi birilerinin üzerine yıkarak bu dönemi atlatabileceğini düşündü. Evet, bir Hazine ve Maliye Bakanı istifa etti ama yapılan değişiklikler bu kötü gidişatın, krizin kişilerden değil yapısal kaynaklı olduğunu bir kez daha gösterdi. Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasından da anlaşılıyor ki 2021 yılı da ülkeyi faiz, döviz kuru ve enflasyon sarmalından kurtaracak bir yıl olmayacak. 

2021 yılı kara delik dönemi olarak tarihe yazılacak

Maalesef aslında pandemi döneminde de sermayeyi koruyan politikalar güden, bunun karşısında işçiyi ücretsiz izne ve günde 39 liraya mahkum eden, kısa çalışma ödeneğine mahkum eden siyasi iktidar; sermayeye işçiler için biriktirilmiş olan İşsizlik Fonu ve bütçeden ciddi kaynak ayıran iktidar bu tutumundan vazgeçmiyor. Önümüzdeki hafta Meclis açılıyor. Bir kez daha göreceğiz ki iktidar işsize, işçiye, emekçiye, emekliye, köylüye, çiftçiye, dar gelirliye, kadına, gence yönelik paketlerle gelmeyecek. Tam tersine yine kendi yandaş şirketlerine maskeli ihalelerle kaynak aktarma önerileriyle gelecek. Yine vergilerini yandaş firmaların terkin etmesi önergeleri ile gelecek. İşsiz kalmış ve açlıkla yoksullukla mücadele eden vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına cevap verilmeyecek. Öyle görünüyor ki 2021 yılı da kara delik dönemi olarak tarihe bir kez daha yazılmış olacak. 

Kayyımlar halkın maddi ve manevi değerlerini de yok ediyor

Biz Meclis'te kayyımların atanması anından itibaren hem geçmiş dönem kayyımlarını hem bu dönem kayyımlarını eleştiren, bu konuyu her fırsatta dile getiren bir partiyiz. Bunu dile getirirken 3 önemli noktaya değindik. Kayyım atanması demek halk iradesinin gasp edilmesi, seçim ve sandık hukukunun çiğnenmesi demektir. Bu geçerliliğini aynen sürdürüyor. Ama sadece bundan söz etmiyorduk. Sayıştay raporlarının da ortaya çıkardığı gibi kayyımlar döneminde çok büyük yolsuzluk, usulsüzlük ve harcamalar olduğunu görüyorduk. Sayıştay raporları da bunları gösteriyor. Üçüncü olarak kayyımlar sadece halk iradesini ve sandık hukukunu gasp etmiyor, halkın maddi ve manevi değerlerini yok ediyor diyorduk. Talan ve ekonomik zenginleştirme politikaları ile halkın malını yok ediyor diyorduk. 

Van'da önceki kayyımın yolsuzluklarını şimdiki kayyım açıkladı

Bir örnek daha ortaya çıktı. Van Büyükşehir Belediyesi VOTAŞ vakasını biliyorsunuz. Belediyeye ait bir büyük işletmenin siyasi iktidara yakın kişilere kayyım eliyle devredildiği ve bu paranın tahsil edilmediği, aradan 3 yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen herhangi bir takip, icra başlatılmadığı ve belediyenin zarara uğratıldığı ortaya çıktı. Nereden ortaya çıktı? Şimdiki kayyım açıkladı bunu. Şu anda Van Büyükşehir Belediyesini yönetmekte olan vali bunu açıkladı. Bir evvelki kayyımın usulsüzlüklerini ve yolsuzluklarını şimdiki kayyım açıkladı ve dedi ki “usulsüz harcamaları içeren bu durum için artık sabrımız kalmadı.” Sabır kalması ne demekse? İşin ilk ortaya çıkmasından itibaren, 1.5 yıldır hukuk ve idari önlem alınması gerekirken almadı. Bu usulsüzlüğü ve yolsuzluğu bugün ortaya serdi ve dedi ki "bunu böyle devam ettirmeyeceğiz". 

Kayyım "halkın malını mülkünü talan etmek" demektir

Biz bunu hep söylüyorduk, şimdi bir kez daha Van’da ortaya çıktı.  Ama sanmayın ki sadece Van’da, VOTAŞ’ta karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda Mardin’de karşımıza çıktı. Mustafa Yaman'ın usulsüzlükleri, yandaş kayırmaları, kurulan şebekeler, müdürlerle kurulan ilişkiler hepsi ortaya saçıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi hakkında çok ağır iddialar ortaya atıldı. Yani kayyım demek aynı zamanda halkın iradesinin gasp etmek, halkın yerelde yarattığı zenginlikleri, halkın malını mülkünü talan etmek demektir. Yandaşları zenginleştirmek demektir diyorduk, bir kez daha ortaya çıktı. 

Kim var bu VOTAŞ işinin içinde? Bakın kimler var; bir dönem Van Ticaret Odası Başkanı ve Van Büyükşehir Belediyesi adayı olan Necdet Takva, AKP İpekyolu İlçesi aday adayı Yavuz Karaman ve başka isimler. İktidarın bu kayyımları neden istediği de bir kez daha ortaya çıktı. Biz elbette ki bunun peşinde olacağız. Sadece Van Büyükşehir Belediyesi, Mardin ve Diyarbakır büyükşehir belediyelerindeki yolsuzlukları değil, tek tek küçük ilçelerde yaşanan büyük talanı da ortaya sermeye devam edeceğiz. Çünkü her kayyım ufacık bir ilçede bile olsa aynı yağma ve talan anlayışını sürdürmekten bir an bile geri durmuyor. 

Açlık grevindekilerin talepleri haklı ve demokratik taleplerdir 

Cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlülerin açlık grevi 55’inci günde. Bir kez daha iktidara hatırlatmak istiyoruz. Açlık grevlerinin bu şekilde devam etmesi, büyümesi hiç istenmeyen sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’nin yakın tarihinde çok örnek var bu konuda. Bir kez daha iktidara diyoruz ki açlık grevi yapanların talepleri hukuki ve insani taleplerdir. Önce kendi bulundukları yerlerdeki hak ihlalleri, kötü muamele, işkencenin sona erdirilmesini talep etmektedirler. Ve aynı zamanda İmralı’da var olan, bütün hükümlülerin ve tutukluların yaşadığı ağır tecrit koşullarının ortadan kalkmasını talep etmektedirler. İkisi de insan hakları, tutuklu hakları ve uluslararası sözleşmeler açısından baktığımızda haklı ve demokratik taleplerdir. 

Devlet haklarını tanımak ve vermek zorundadır

Bu taleplerin yerine getirilmesi zor değil. Cezaevinde yaşayan insanların hakları vardır ve devletin güvencesi altındadır. Devlet cezaevinde tuttuğu insanların haklarını vermek ve tanımak zorundadır. Dolayısıyla avukat ile görüşme hakkı, aile bireyleri ile görüşme hakkı, telefon ile görüşme hakkı, faks mektup ve her türlü haberleşme hakkına sahip olan İmralı'daki hükümlüler de dahil herkesin haklarının işletilmesi birinci taleptir. Bu hakların yerine getirilmesi normal bir adımdır. 

CPT raporunda cezaevindeki hukuksuzluklara açıkça değinilmiştir

Aslında bunların yapılmıyor olması büyük bir hukuksuzluktur. Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bir kurulu olan CPT’nin raporunda Hem İmralı da hem cezaevlerinde genel olarak yaşanmakta olan hukuksuzluklara çok açık bir şekilde değinilmiştir. Son CPT raporunda, ki hükümet de bu raporun açıklanmasına onay vermiştir, açıklanmış olanların uygulanabilmesi için Avrupa Konseyi çeşitli açıklamalar yapmıştır, görüşmelerde bulunmuştur. Bir an evvel Adalet Bakanlığı ve yürütmeden talebimiz açlık grevini sürdürenlerin hukuki ve insani taleplerinin yerine getirilmesi ve kimsenin sağlığı daha fazla tehlikeye girmeden ve bu mesele daha büyümeden sona erdirilmesinin sağlanmasıdır.

SORU: Ayhan Bilgen'in sosyal medya paylaşımı oldu, yeni bir parti sinyali olarak değerlendirildi bu paylaşım. Ayrıca CHP’li iki milletvekili Kılıçdaroğlu’na bir mektup yazıp HDP’yle ilişkilere yönelik eleştiriler yaptılar. Bu konulara ilişkin ne söylemek isterseniz?

Ayhan Bilgen HDP'de siyaset yaptığı için iktidarın hedefindedir

Ayhan Bilgen benim kişisel olarak da çok uzun yıllardan beri tanıdığım, birlikte siyaset yaptığım, HDP öncesinde de birlikte siyaset yaptığım bir kişidir. Birlikte mücadele ettik ve etmeye devam ediyoruz. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki dönemde de bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Ayhan Bilgen’in sözünü ettiği yeni fikirler her zaman gelişebilir, yepyeni fikirlerle karşılaşabiliriz. Bunlar zaten partimizde mevcut olan ve ilk günden beri tartıştığımız fikirlerdir. Geniş bir toplumsal zemine sahip fikirlerdir. Bu yüzden iktidarın hedefi haline gelmektedir HDP. Her gün bir başka baskı çeşidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Ayhan Bey de bunu bilmektedir. Bu yüzden kendisi cezalandırılmıştır. Ayhan Bey partimizde milletvekilliği, grup başkanvekilliği, parti sözcülüğü, en son Kars Belediye Eşbaşkanlığı yapmıştır. Bu nedenlerle cezaevine konulmuştur. İktidarın ayıbıdır. Kars'a kayyım atamak için Ayhan Bilgen tutuklandı. Cezaevinden fikirlerini açıklamak zorunda olması iktidarın ayıbıdır. Sadece Ayhan Bilgen değil, Ayhan Bilgen gibi tüm rehin tutuklu seçilmişlerimiz, milletvekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız, MYK üyelerimiz için de geçerlidir aynı şey. 

Ayhan Bilgen ile fikir alışverişinde bulunmaya devam edeceğiz, her eleştiri kıymetlidir

Biz Ayhan Bilgen ile fikir alışverişinde bulunmaya devam edeceğiz. En başından beri söyledik, kendisinin eleştirileri bize güç verir, bizi büyütür. Her eleştiri bizim için demokratik bir tartışma demektir. Her fikir kıymetlidir, her eleştiri de bizim açımızdan önemlidir. 

Temennimiz odur ki Bilgen’in söylediği fikirler bu iktidara payanda olmasın

Ama temennimiz odur ki Bilgen’in ifade ettiği fikirler bu iktidara payanda olmasın ve iktidar tarafından kullanılmasın. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki, Ayhan Bilgen bugün cezaevindeyse bu iktidarın Kars'a kayyım ataması, onu siyasi rehin olarak tutması ve siyasi çalışmasını engellemesi sebebiyledir. 

Diğer sorunuza gelince, bir başka partinin iç işleri meselesidir. Her partide tartışmalar olur, mektuplar da yazılır. Ben kendim bu mektubu görmedim, sadece basından sizin de sözünü ettiğiniz cümleleri okudum. Mektubun kendisini bilmediğim için üzerine değerlendirme yapmayı siyasi nezaket açısından uygun bulmayız. Kamuoyuna açık bir mektup haline gelirse ve bizimle ilgili meseleler varsa elbette buna ilişkin konuşuruz. 

SORU: Aşı konusunda net bir takvim yok. Bugün içinde bulunulan duruma nasıl bakıyorsunuz? 

Maskelerin dağıtılamadığı ilk dönem gibi aşı döneminde de felaket yaşanıyor

Acıyla ve hüzünle bakıyoruz. İktidar bu işi ne kadar pembeye boyamaya çalışsa da ilk elden 3 milyon doz aşının yapılması ve iki doz yapılacağı için sadece 1 buçuk milyon insanın aşı olabilecek olması durumu bile zaten başlı başına felaket. O günden bugüne kadar söyledik. Risk grubunda olanlar, sağlık emekçileri ve çalışmak zorunda olanlar başta olmaz üzere en az 60 milyon insanının aşılanması gerekiyor. Bu da 120 milyon doz aşı demek. 3 milyon doz aşı geldi, 5 milyon daha gelecek deniyor. Daha sonra biraz daha gelecek deniyor, ama bu durum meselenin son derece kötü yönetildiğini Türkiye’nin sadece bir aşıya mahkum edildiğini net gösteriyor. Biz bunu eleştiriyoruz. Eleştirmeye de devam edeceğiz. Türkiye’de acil olarak aşılanması gereken milyonlarca insan var. Bu kadar ağırdan ve beceriksizce aşı işinin yapılması gerçekten iktidar açısından bir utanç vesilesidir. Aynı ilk dönemde maskelerin dağıtılmaması gibi aşı döneminde de felaket yaşanıyor.

Yeteri kadar aşının getirilmesi iktidarın ilk hedefi olmalıdır

Bir an evvel bu meselenin çözülmesi, yeterli dozda aşının Türkiye’ye gelmesinin sağlanması iktidarın birinci hedefi olmalıdır. Tabii ki bir aşıya mahkum kalınmaması iktidarın ikinci hedefi olmalıdır. Tüm aşıların yurttaşlara ücretsiz şekilde yapılması üçüncü hedefi olmalıdır. Bu konuda eleştirilerimizi sürdüreceğiz ve meselenin takipçisi olacağız. Bu hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü sadece belli sayıda insana aşı yapmanın pandemiyle mücadelede başarıyı imkansız hale getirdiğini hepimiz biliyoruz. O yüzden de olması gereken yeterli aşının bir an evvel sağlanması, bu konuda en yüksek fedakarlığın uygulanması, yurttaşlarımızın ücretsiz olarak bir an evvel aşılanmasıdır.

20 Ocak 2021