Oluç: AKP, emekçinin ve yoksulun derdine çare üreteceğine Bankacılık Kanunu’yla uğraşıyor

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Oluç, şöyle konuştu: 

Bugünkü basın toplantımızda değinmek istediğim konulardan biri, geçtiğimiz hafta Plan ve Bütçe Komisyonu’na gelmiş olan ve esas itibariyle Bankacılık Kanunu’nda değişiklikler öngören teklifle ilgili. Geçen hafta Plan ve Bütçe Komisyonu’nda teklif hızlı ve yetersiz bir biçimde tartışıldı. Büyük ihtimalle bu hafta Genel Kurul'a gelecek ve orada da tartışılacak. 

Otoriterleşme dalgasından bankacılık düzeni de nasibini alacak

2005 yılında, hatırlarsanız, AKP Hükümeti bir Bankacılık Kanunu çıkarmıştı ve 2001 krizinin sorunlarını tekrar yaşamamak için oldukça sert önlemler içeren düzenlemeler yapmıştı. Şimdi getirilen kanun teklifi, 2001 krizinin üzerine yapılmış olan değişikliklerden çok daha sert bir tekliftir. Tüm alanlarda yaşanan merkezileşme, tekelleşme ve otoriterleşme dalgasından nasibini bankacılık düzeni de alacaktır. 

AKP'nin kriz korkusuyla hazırladığı bir teklifle karşı karşıyayız 

Esas itibariyle baktığımızda, AKP’nin yeni bir finansal kriz yaşamamak için, kriz korkusuyla hazırladığı bir teklifle karşı karşıyayız. 2001 krizinin kabusunu 2020’de görmemek için bu teklifi getirmişlerdir. Bu teklife dair çok ciddi eleştirilerimiz var ve çok ciddi sorunlar yaratacağını düşünüyoruz. 

Kredi musluğunu AKP'nin istediği ölçüde açmayan özel bankalara baskı artırılacak 

Bu teklifin tamamına baktığımızda, şöyle bir anlayışın egemen olduğunu görüyoruz: İktidar esas itibariyle kamu bankalarına yaptırdığı işlemleri şimdi özel bankalara yaptırmanın önlemlerini almaya çalışıyor. Bu önlemleri alırken de siyasi baskılara ve zapturapt yöntemine başvuruyor. Bunu da BDDK ve SPK aracılığıyla yapmayı planlıyor.

Yani özel bankalar üzerinde bir siyasi denetim ve baskı kurulacak. Mesela kredi musluğunu AKP iktidarının istediği ölçüde açmaya yanaşmayan özel bankalara baskı artırılacak ve zapturapt altına alınacaklar. Bunu da bağımsızlığını yitirmiş olan ve iktidarın, bağlı olduğu bakanın kontrolü altında olan BDDK yapacak.

İnsanlar ekonomik krizden dolayı hayatına son veriyor

Bu kanun teklifinin halkın ihtiyaçlarına, sorunlarına ve beklentilerine cevap vermediğini açık bir şekilde görüyoruz. AKP’nin ekonomi politikalarındaki rotası, halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir doğrultuda değildir. Tam tersine kendi iktidarını ekonomik olarak sağlamlaştırmaya, iktidara yandaş olan bütün kuruluşlara yeni imkanlar sağlama doğrultusundadır. 

Geçen günlerde Hatay’da bir baba açlıktan ve yoksulluktan, çocuklarına yemek alamadığı için kendini yaktı. Dün de Konya’da bir kamyon şoförü intihar etti, borçları nedeniyle. Ekonomide ciddi bir kriz yaşıyor bu toplum; yoksulluk, işsizlik had safhada. Hayat pahalılığı son derece ciddi boyutlarda. 

AKP emekçinin, yoksulun derdine çare üreteceğine Bankacılık Kanunu’yla uğraşıyor

Ama AKP iktidarı, istihdam politikalarında, sosyal politikalarda sorunları gidereceğine, öğrencilerin borçlarını azaltacağına, EYT’lilerin sorunlarını çözeceğine, çiftçilerin ve esnafın dertlerine çare bulacağına, asgari ücretle açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayanların dertlerine çare üreteceğine Bankacılık Kanunu ile uğraşmaktadır.

AKP bir ‘gerçek tekeli’ kurmak istiyor; “Gerçekleri Açıklama Bakanlığı” kurması daha pratik olur

İkinci nokta ise AKP bir 'gerçek' tekeli kurmak istiyor. Aslında bu işin en pratik yolu AKP’nin bir “Gerçekleri Açıklama Bakanlığı” kurmasıdır. Zaten elindeki medya imkanlarıyla her türlü bilgiyi, tartışmayı manipüle ederken ve gerçek olmayan bilgileri yayarken; 'Gerçekleri Açıklama Bakanlığı' kurarak istediği her türlü yanlış bilgiyi de yaygınlaştırabilir; her türlü hakikat dışı bilgiyi, fikri, görüşü yaygınlaştırma imkanı bulur. Böylece tek tek kurumlarla uğraşmak yerine, böyle bir bakanlıkla iş toptan çözülür. 

Hangi açıklamanın gerçeğe aykırı olup olmadığını BDDK belirleyecek

BDDK’ya bir yetki veriliyor bu Bankacılık Kanunu’nda. Diyorlar ki, "gerçeğe aykırı ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasının manipülasyon sayılacağı bir düzenleme getiriyoruz". Yani BDDK hangi açıklamanın gerçeğe aykırı olup olmadığını belirleyecek ve bu doğrultunun dışında fikir beyan eden herkesin ceza almasını sağlayacak. Bu sürpriz mi, değil.

Albayrak terörist ilan etti, dava açıldı

Hatırlarsanız bütçe tartışmalarında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Ordu’da yaptığı bir konuşmaya değinmiştik. Demişti ki “İsimlerinin başında ekonomist, profesör yazan, ama bu ülkeye zarar vermeye çalışan, nereye hizmet ettiği belli olmayan kişilerin terör eylemlerinde gördüğümüz ekiplerden farkı yok”.

Yani ekonomi üzerine konuşan, açıklama yapan, eleştiren, fikir beyan edenlerin adeta terörist olduğunu söylemişti. O zaman bu çok tartışıldı ve o tartışmaların sonucunda işte bugünkü noktaya gelindi. O günlerde bu tartışmanın nedeni sadece Albayrak değildi. Hatırlarsanız ondan önce, Haziran ayında BDDK 38 kişiye dava açmıştı. ‘Ekonomik düzen ve istikrarı hedef alıyorlar’ diyerek, ekonomik kriz ve dövizdeki dalgalanma ile ilgili haber yapan, sosyal medya paylaşımı yapanlar hakkında dava açıldı. Bunların arasında Mustafa Sönmez, Merdan Yanardağ gibi gazeteciler ve Bloomberg çalışanı gazeteciler de vardı.

Yeni bankacılık düzenlemesi düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı

O dönem yapılmış bu işi şimdi kanuna taşıyarak, BDDK’ya inanılmaz yetkiler vererek, ekonomi üzerine her türlü eleştiriyi yapacak olanların sesini kısmak için adımlar atıyorlar.

Yani o kadar büyük bir korku içinde ki AKP iktidarı, bütün gazeteler, TV’ler, radyolarda, her yerde büyük bir hakimiyet kurmuş olmasına rağmen, kendi politikalarını buradan gerçeklere aykırı bir şekilde yaymaktan bir adım bile geri atmamasına rağmen, bunların hiçbiri yetmiyor. Şimdi Bankacılık Kanunu’nun içine bunu taşıyorlar.

Bu adım, iktidarın kamusal ve demokratik meşruiyetini yitirdiğinin bir göstergesidir. Bu kanunun içine yerleştirilen bu madde aslında düşünce ve ifade özgürlüğüne açıkça aykırıdır. Türkiye’nin imzalamış olduğu bütün uluslararası demokratik sözleşmelere, Türkiye’deki ilgili yasalara ve anayasaya aykırıdır. Bu hiç kabul edilebilir bir durum değil. 

Çılgın Proje dedikleri Kanal İstanbul aslında bir fantezi proje

Bankacılık Kanunu içine taşınmak istenen bir başka konu ise Kanal İstanbul’dur. Biliyorsunuz Kanal İstanbul çok tartışmalı bir konu. Yapılan bütün kamuoyu araştırmaları da gösteriyor ki,  AKP bu konuda bir toplumsal rıza yaratamamıştır. Kendi aldığı oyların çok çok altında bir oranda toplum Kanal İstanbul’u olumlu bir proje olarak görüyor.

Toplumun çok büyük bir kesimi ise Kanal İstanbul’un yanlış bir proje olduğunu düşünüyor. Bu kadar ciddi sorunlar varken, ekonomide bu kadar ciddi sorunlar yaşanırken, deprem tehlikesinin gümbür gümbür geldiği İstanbul’da önlemler alınması gerekirken, kaynakların Kanal İstanbul gibi bir projeye aktarılmasının doğru olmadığını toplumun çok büyük bir kesimi zaten düşünüyor ve ifade ediyor. Kanal İstanbul için dış finansman bulmakta iktidar zorlanıyor. İç finansman bulmakta da zorlanıyor. Bu da belli. Çünkü bu bir fantezi proje. Kendileri 'çılgın proje' dediler, ama aslında doğrusu bu bir fantezi proje. 

İktidar Kanal İstanbul’da kendi günahlarına halkı alet etmeye çalışıyor

'Bu Kanal İstanbul'u nasıl finanse ederiz' demişler, iki yol bulmuşlar ve bunu Bankacılık Kanun teklifinin içine yerleştirmişler. Bir tanesi kitle finansmanı yaratmak istiyorlar. Yani bu kanun teklifi ile birlikte büyük projelere yurttaşların ortak olması sağlanabilecek. Böylece kaynak bulmakta zorlanan iktidar, kamusal rıza meselesini de aşabileceğini düşünüyor.

Yani iktidar aslında Kanal İstanbul’da kendi günahlarına halkı alet etmeye çalışıyor. Kitle finansmanı düzenlemesiyle günahına ortak etme projesidir bu. Bu maddeyi yerleştirmiş vaziyetteler. Diyorlar ki, 'proje finansmanı' ve 'finansman fonu' ve 'projeye dayalı menkul kıymet' başlıklı düzenlemelerle, biz Kanal İstanbul’a kitlesel  finansman sağlayabiliriz. 

Biz elbetteki bu günaha ortak etme düzenlemesine karşıyız. Çünkü Kanal İstanbul gibi bir fantezi projeye Türkiye’nin ihtiyacı yok. Hem ekolojik tahribat, hem kaynakların bir fantezi projeye aktarılıyor olması açısından bunun doğru olmadığını düşünüyoruz. Bu tartışmayı da sürdüreceğiz.  

Varlık Fonu'na sınırsız borçlanma yetkisi verilecek 

Bununla yetinmemiş iktidar. "Kitlesel finansman yeterince sağlanamazsa ne yapabiliriz" diye düşünmüşler, bir de Varlık Fonu'nu bulmuşlar Kanal İstanbul projesinin finansmanı için. Varlık Fonu’na sınırsız borçlanma yetkisi veren maddeler var. Özellikle 31 ve 34. maddeler. Yani bir Paralel Hazine Türkiye Varlık Fonu. Sayıştay denetiminden kaçırılabilir bir imkan olarak görülüyor. Varlık Fonu'na sınırsız borçlanma yetkisi verilerek Kanal İstanbul'un finansmanına destek sağlamayı planlıyorlar. 

Yurttaşların onlarca yıllık birikimi Kanal İstanbul'a aktarılacak 

'Varlık Fonu niçin kuruldu?' diye herkes düşünüyordu. Şimdi iktidar Varlık Fonu'na bir iş yaratmış oluyor bu kanun teklifiyle. Tüm yurttaşlarımızın onlarca yıldır emeğiyle, alın teriyle ortaya çıkmış olan kamusal değerlerin bir havuzda toplanıp, bir fon hale getirilmesini eleştirmiştik. Şimdi bu fon sınırsız borçlanma yetkisiyle donatılacak ve Kanal İstanbul gibi bir fanteziye kaynak olarak kullanılacak. Bu maddelerin de son derece sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Yani Türkiye’nin ekonomik zenginliklerini, yurttaşların emeğiyle, alın teriyle, vergisiyle oluşmuş olan bütün zenginliklerini Kanal İstanbul'da batırma projesinin adımıdır esas itibariyle. 

Bankalar Birliği bu kanun teklifi hakkında görüşlerini neden açıklamıyor?

Aslında bu kanun teklifi Plan Bütçe Komisyonu’nda yeterince tartışılmadı. Her kanun teklifinde olduğu gibi alelacele geçirdiler. Merak ediyoruz; mesela Bankalar Birliği bu konuda ne düşünüyor. Bankalar Birliği’nin bu kanun teklifi üzerinde çalıştığını duymuştuk, biliyorduk. 26 maddelik bir çalışmaydı. Ama ne hikmetse Bankalar Birliği’nin bu öneri paketi Plan Bütçe Komisyonu’na gelmedi. Plan Bütçe Komisyonu üyelerine ulaştırılmadı. Nedense Bankalar Birliği’nin bu konudaki önerileri, eleştirileri bir biçimde sümen altı edilmeye çalışılıyor. Soruyoruz; Bankalar Birliği bu kanun teklifi hakkında ne düşünüyor, neden görüşlerini açıklamıyor? 

Bankacılık kanun teklifinin bir sonraki adımı İş Bankası hisselerine çökmektir

Bu kanun teklifinin bir sonraki adımının ne olacağını şimdiden söyleyelim: İş Bankası hisselerine çökme meselesi. İktidar bu konuyu uzun süredir gündeminde tutmaktadır, planlamaktadır. Özellikle AKP Genel Başkanı Erdoğan, bu konuda defalarca konuşmuştur. Talimatlar vermiştir, hazırlıklar yapılmıştır. Bu kanun teklifinden sonra da İş Bankası’nın hisselerine bu iktidar çökecektir, çünkü ihtiyacı vardır. 

Ekonomide sorunların aşılabilmesinin temel yolu güvenin oluşmasıdır

Siz istediğiniz kadar düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyerek Türkiye ekonomisinde yaşanan krize, yaşanan sorunlara ilişkin insanların görüş açıklamasını, eleştiri yapmasını engellemeye çalışın. Bu engellenemez. Çünkü bunu bir kere, iki kere engellersiniz, ama insanlar bu konuda susmazlar. Çünkü ekonomide sorunların aşılabilmesinin temel yolu güvenin oluşmasıdır. Ama bu iktidar ne ekonomide, ne siyasette, ne de dış politikada güven oluşturacak bir iktidar değil, tüm alanlarda güveni ortadan kaldıran bir iktidardır. 

Genel Kurul'a gelecek teklif iktidarın ekonomi politikalarının alanını genişletmeyi hedefliyor

Bankacılık Kanunu'nda yapılacak olan değişikliklerin de güven artırıcı değişiklikler olmadığı çok açıktır. Esas itibariyle iktidarın ekonomi politikalarının alanını genişletmeyi hedeflemektedir.

Tam denetim altında olmayan özel bankaları ceza tehdidi ile zapturapt altına almayı hedeflemektedir. Sözde faizsiz finans adı altında çalışan yandaş kuruluşları büyütmeyi, zenginleştirmeyi hedeflemektedir. Türkiye Varlık Fonu üzerinden denetimsiz bir biçimde finansman sağlamak için yeni yolsuzluklara, usulsüzlüklere yol açmayı hedeflemektedir. Ekonomideki kötü gidişe dikkat çekenlerin sesini kısmayı hedeflemektedir. Biz bu konuyu Genel Kurul’da da enine boyuna tartışacağız, eleştirilerimizi en güçlü şekilde dile getireceğiz. Bu kanun teklifinin bu şekilde çıkmaması için mücadele edeceğiz. 

Van vekilimizin takip edilmesi Beyaz Toroslar dönemidir, Cemaat yöntemidir

Diğer değinmek istediğim konu Van milletvekilimiz Murat Sarısaç’ın durumuyla ilgilidir. Vekilimiz Van’da birkaç gün boyunca plakasız bir araç tarafından açıkça takip edildi. Kendisi bu konuda bize bilgi verdi. Biz de kendisine önerilerimizi sunduk.

14 Şubat günü öğlen saatlerinde kaldığı sitenin bahçesinde kendisini bekleyen bir plakasız aracın görüntülerini aldı. Ve şahıslara kim olduklarını ve ne amaçla kendisini takip ettiklerini sordu. İlginçtir, bu şahıslar yüzlerini kapatarak oradan uzaklaşmayı tercih etti. Bu plakasız araçla vekilimizin takip edilmesi meselesi bize iki şey hatırlattı.

Biri 90’ların 'Beyaz Toroslar' dönemini. O dönemlerde de plakasız Toroslarla faili meçhuller gerçekleşmişti. Yani iktidar Beyaz Toroslar döneminin yöntemlerini kullanmaya başlamış. İkinci olarak, daha sonra terör örgütü olarak ilan ettikleri Cemaatin, savcılarının ve Emniyet görevlilerinin kullandıkları yöntemleri hatırlattı. Yani 2000’li yıllarda da yine plakasız araçlarla, benzer şekillerde bizim arkadaşlarımız, yöneticilerimiz takip edildiler.

Bu yöntemler sadece Soylu’nun tasarrufu mu?

İktidar Türkiye’nin geçmişinde ne kadar karanlık yöntem varsa onları kullanıyor. Bunu iktidarın tamamı mı yapıyor, yoksa İçişleri Bakanı Soylu kendi özel çabasıyla mı gerçekleştiriyor, bunu bilmiyoruz. Ama ortada ciddi bir suç işleme durumu var.

Peki sonra ne oldu? Bizim PM üyemiz Yunus Durdu’yu gözaltına aldılar. Yunus Durdu daha önce de iki kere gözaltına alındı. 5 Ekim 2019’da alındı. Yine Murat Sarısaç’ın arabasının önü kesilerek gözaltına alındı. Birkaç saat sonra savcılığa bile çıkarılmadan serbest bırakıldı. 18 Ekim’de yine gözaltına alındı, yine bırakıldı. 

AA’nın yaptığı hedef gösterme operasyonudur

Durdu, bizim MYK’mız tarafından PM üyesi olarak görevlendirilmiş bir arkadaşımızdır. Özellikle Van bölgesinde parti çalışmalarımızı sürdüren arkadaşlarımızdan biridir. Yaptığı son dönem çalışmalarına baktığımızda, STK ziyaretleri vardır, görselleri ortadadır. 11 Şubat’ta Engelliler Derneğini, 12 Şubat’ta Van Barosu’nu bir heyetle ziyaret etmiştir. 13 Şubat’ta TTB ve TMMOB’u ziyaret etmiştir. Ve bunların hepsi HDP Van İl Örgütü sayfasından paylaşıldığı gibi, Genel Merkez sayfalarımızda da paylaşıldı. Durdu, MYK’mızın görevlendirdiği PM üyemizdir. Gizlediğimiz, sakladığımız biri değildir.

Anadolu Ajansı, bu iktidarın borazanı olarak bir felaket senaryosu yazdı ve dedi ki, ‘terörist HDP’li vekilin evinde yakalandı.’ Bunu yazdı, bunu yaygınlaştırdı. Bu AA'nın yaptığının biz ne olduğunu biliyoruz, bir hedef gösterme operasyonu olduğunu biliyoruz. Bu yalan haberi yayarak hem vekilimizi hem PM üyemizi zan altında bırakmayı hedeflediğini biliyoruz. 

AA’ya göre Ağrı’da 30 bin km kar temizliği yapılmış, oysa dünyanın çevresi 40 bin km

İlk defa yapmıyor AA bunu. Daha evvel de yaptı. Devletin bir resmi kurumu olan ajans tamamen iktidarın bir manipülasyon aracı haline gelmiştir. Bu da bize bir dönemin kumpaslarını hatırlatıyor. AA, Cemaat’in suçlandığı dönemlerde de bu tür şeyler yapmıştı. Şimdi yeniden yapıyor. Demek ki, o dönemi kopya etmekten, o dönemde öğrendiklerini şimdi uygulamaktan çekinmiyorlar.

AA ilginç haberler de yapıyor bu aralar. Ağrı’da 30 bin kilometre kar temizliği yapıldığına dair. Dünyanın çevresi, 40 bin km. Ağrı’da 30 bin km. kar temizliği yapılmış. İktidarı parlatmak için ne haberler yapacaklarını düşünürken, böyle şeyler yapıyorlar. Ne Ağrı’ymış ama. 30 bin km. Ağrı’da kar temizliği yapmış bu iktidar AA haberine göre. Vahim bir durum.

AA’ya bir kez daha kendilerini derleyip toplama önerisi yapardık, ama bizim eleştirilerimizi de göz önüne almayacaklarını bildiğimiz için en ufak bir umudumuz yok, AA’nın basın ahlak ilkelerine ve evrensel basın ilkelerine uygun davranacağına dair. AA, yozlaşmış, iktidarın borazanı haline gelmiş bir ajans görüntüsünü vermektedir.

Çok yazıktır aslında. Çünkü habercilik kutsaldır. Toplumu bilgilendirmek, toplumun haber alma hakkına hizmet etmek çok kutsaldır. Ama AA maalesef bunları çok açık bir biçimde çiğnemektedir. Buradaki AA muhabirlerini tenzih ederek söylüyorum bunu.

Ne yaparsanız yapın yargı eliyle gerçekleştirilmiş mütalaalar Geziyi yargılayamaz 

Son olarak Gezi davasına değineceğim. Yarın, 18 Şubat’ta Gezi davasının yeni bir duruşması var. Savcı mütalaasını verdi ve tutuklu iş insanı Osman Kavala, mimar Mücella Yapıcı ve insan hakları savunucusu Yiğit Aksakoğlu hakkında ağırlaştırılmış müebbet talep etti.

Biz hep bunu söylüyoruz her yerde, Gezi direnişi Cumhuriyet tarihinin en kitlesel ve en önemli protestolarından biriydi ve Türkiye demokrasi tarihinin yüz akıydı. Tüm toplumun adalet, özgürlük ve yerel demokrasi arayışının bir ifadesiydi. Gezi öyle bir direniş ve öyle bir demokrasi eylemiydi ki, aradan 6,5 yıl geçti, iktidar hala onun travmasını yaşıyor. 3 kişiyi ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırırsak, o zaman bu cadı avını tamamlamış oluruz ve Gezi ruhunu ortadan kaldırmış oluruz diye düşünüyorlar. 

Cadı avlarınızla Gezi dayanışmasını yok edemezsiniz

Şimdiden söyleyelim, o dayanışma ruhunu ortadan kaldıramazsınız. Yaptığınız cadı avlarıyla Gezi’de dayanışma gösteren, direnmiş olan, adalet, özgürlük ve barış talep eden, yerel demokrasi talebini yükselten insanların bu duygularını ve taleplerini ortadan kaldıramazsınız. Barış, adalet, insanca ve hakça yaşama talebi, siz Gezi için ne ceza verirseniz verin, bu toplumda asla söndürülemez. Yani ne yaparsanız yapın, yargı eliyle gerçekleştirilmiş mütalaalar, mahkemeler, müebbet istemleri Gezi'yi yargılayamaz. 

Ortada bomboş, mesnetsiz bir iddianame var

Söylediklerimiz hiçbir şekilde bu mahkemenin kararına ilişkin müdahale olarak anlaşılmamalıdır. Ama şunu söyleyelim; ortada bomboş, mesnetsiz bir iddianame vardır. İçinde hiçbir şey yoktur. Sadece ve sadece Gezi’yi kriminalize etmek için uydurulmuş bir kumpastır. 

Binlerce insan 'Ben de Gezi'deydim' diyor 

Yarın bu duruşma yapılacak ve karar aşamasına doğru gidilecek. 1376 ilk imzacı bir metin yazdılar ve bunu dün kamuoyuna açıkladılar.

Diyor ki metin, “Ben de oradaydım, ağaçlar, nehirler, dağlar kardeşim olduğu için. Ben de Gezi’deydim, düşüncemi özgürce söyleyebileyim diye. Ben de oradaydım! Birlikte eğlenmenin, dayanışmanın güzelliğini yaşamak için ben de Gezi’deydim! Kimse ne giydiğime, kaç çocuk doğuracağıma, gülüp gülemeyeceğime karışmasın diye ben de oradaydım! Yaşadığım şehir beton yığınına dönmesin diye ben de Gezi’deydim! Barış içinde yaşamak istediğim için hepimiz oradaydık. Gezi’de dile gelen bu toplumun özlemleri ve talepleridir, yargılanamaz."

Metnin altına 1376 kişi imza attı. Bundan sonra da bu imzaların artacağından hiç kuşkumuz yok. Gezide 3 kişi buldunuz, onlara ağırlaştırılmış müebbet vererek meseleyi kapatırız diye düşünüyorsanız, öyle olmayacak. Binlerce insan biz de oradaydık, eğer bu 3 kişiye müebbet veriyorsanız bize de vermeniz lazım diyerek kendilerini ortaya koydu. Ben öyle inanıyorum ki, bu imzalar binlerce kişiyle de artacak ve Gezi'ye insanlar sahip çıkacaktır. 

Soru: Erken seçim dillendirilmeye başlandı diğer partiler tarafından, hatta bazı ittifakların da söz konusu olabileceği konuşuluyor. Erken seçim konusunda düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? 

İktidar demokratik meşruiyetini yitirmiştir, erken seçim gereklidir

İki noktaya değineyim. Birincisi erken seçim derken hangi tarihte olacağını söylemek mümkün değil, ama en azından 2023'e kadar bu iktidarın koltuğunda oturamayacağını söylemek mümkün. Erken seçim ihtimali güçlüdür dolayısıyla. 

İkincisi; biz bunu daha evvel de dile getirdik, geçtiğimiz yıl sonunda yaptığımız bir deklarasyonla dile getirdik. Bu iktidar kamusal ve demokratik meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Bu kamusal ve demokratik meşruiyeti yeniden kazanmak istiyorsa, bir erken seçime ihtiyaç vardır. Çünkü tüm yaptıklarıyla özellikle demokratik meşruiyetinin kalmamış olduğunu çok net olarak ortaya koymaktadır.

Atılan ekonomik, siyasi ve dış politik adımların Türkiye toplumunun tamamı açısından kucaklayıcı, doğru ve ihtiyaçlara cevap veren adımlar olmadığını söylüyoruz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, toplumun ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bütün kamuoyu araştırmaları Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin toplumun çoğunluğu tarafından destek görmediğini göstermektedir. Ve yeniden güçlü bir yerel demokrasi üzerinde yükselen, güçlü bir parlamenter sisteme ihtiyaç olduğunu toplumun büyük kesimiyle birlikte muhalefet partileri de dillendirmektedir. 

Dolayısıyla bir erken seçim ihtiyacı vardır, ama iktidarın bir erken seçimden köşe bucak kaçacağını düşünüyoruz. Çünkü bütün kamuoyu araştırmaları iktidarın ciddi bir şekilde irtifa kaybettiğini, aynı zamanda bu iktidardaki yorgunluğu, parçalanmışlığı gösteriyor. Toplumun bu şekilde yönetilmeye zorlanmak istemediğini gösteriyor. Dolayısıyla bir erken seçime ihtiyaç vardır. Ama ekonomiyi bu kadar kötü yöneten, krizi çözmek bir yana tam tersine hayat pahalılığını ve işsizliği körükleyen bir iktidarın erken seçime gelmeyeceğini düşünüyoruz, ama zorlamak gerekir, çünkü demokratik meşruiyeti kalmamıştır bu iktidarın. 

17 Şubat 2020